TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALAATTİN YÜKSEL VE İBRAHİM
YÜKSEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9463)
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Alaattin YÜKSEL
|
|
|
2. İbrahim YÜKSEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan CENGİZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın imar
planında resmî kurum alanından çıkartılarak konut alanına dönüştürülmesi
talebiyle açılan iptal davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmaması nedenleriyle eşitlik ilkesinin, mülkiyet, adil yargılanma ve
etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/12/2013
tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
22/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvurunun belgelerinin
bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 6/2/2015 tarihli yazısında,
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine
atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucuların maliki
oldukları, Manisa ili Salihli ilçesi Şehitler Mahallesi 19 parsel numaralı
taşınmazın da aralarında bulunduğu alan, Salihli Belediye Meclisi tarafından
27/3/1987 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planında hükûmet konağı
genişletme alanı olarak belirlenmiştir.
8. Başvurucular, 7/7/1995
tarihinde Salihli Kaymakamlığına yaptıkları başvuruda, taşınmazlarının 1/5000
ölçekli nazım imar planında hükûmet konağı genişleme alanı olarak ayrılmış
olmasına karşın kamulaştırılmaması nedeniyle yapımından vazgeçildiğine ilişkin
görüş verilmesini talep etmişlerdir. İdarenin 18/7/1995 tarihli yazısıyla
Bakanlıkça talimat verilmediği sürece taşınmazın yatırım programına alınıp
kamulaştırma işleminin ilçe idaresi tarafından yapılmasının söz konusu
olmadığının bildirilmesi üzerine başvuruculardan İbrahim Yüksel, kamulaştırma
işleminin yargı kararıyla gerçekleştirilmesi istemiyle 19/9/1995 tarihinde
Manisa İdare Mahkemesinde ilgili işleme karşı iptal davası açmıştır.
9. Mahkemenin 27/12/1995
tarihli ve E.1995/957, K.1995/1080 sayılı kararıyla yarı hissesi başvurucu
İbrahim Yüksel'e ait olan taşınmazın 27/3/1987 tarihinde nazım imar planı ile
hükûmet konağı genişleme alanı içine alındığı, henüz kamulaştırma işleminin
yapılmadığı, dolayısıyla taşınmazın durumunun belli olmadığı, taşınmazın satışı
yapılamadığı gibi taşınmaza inşaat ruhsatı da verilmediği, başvurucuya ait
taşınmaz hakkında kent imar planından ayrıldığı amaca uygun olarak ilgili kamu
kuruluşunca 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 10. maddesi
uyarınca kamulaştırma işlemi yapılmadığının anlaşıldığı, beş yıllık imar
programı doğrultusunda yasal gerekliliğe uyulmaması nedeniyle başvurucunun
istemi gözetilerek işlem tesisi gerekirken dava konusu taşınmazın hükûmet
konağı genişleme sahasından çıkarılmasına yönelik işlemin reddedilmesinin
hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine Danıştay
Altıncı Dairesinin 14/4/1997 tarihli ve E.1996/2669, K.1997/2025 sayılı
ilamıyla imar planında hükûmet konağı genişleme alanına ayrılan başvurucuya ait
taşınmazın kamulaştırılmasından vazgeçildiğine ilişkin görüş verilmesi
yolundaki başvurunun reddine ilişkin Salihli Kaymakamlığı işleminin 3194 sayılı
Kanun'un 13. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca mevcut planın
değiştirilmesi için belediyelere yapılacak başvurularda bu istem incelenirken
ilgili belediyece göz önünde tutulacak bir görüş niteliğinde olduğu, dava
konusu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem niteliğinde olmadığı
belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
11. Mahkemenin 31/5/1999 tarihli
ve E.1998/832, K.1999/514 sayılı kararıyla Mahkeme masraflarının süresi içinde
başvurucu tarafından yatırılmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına
karar verilmiştir.
12. Başvurucular, Danıştay
Altıncı Dairesinin 14/4/1997 tarihli ilamı üzerine 4/6/1999 tarihinde Salihli
Belediye Başkanlığına yaptıkları başvuruda, taşınmazlarının imar planında resmî
kurum alanından çıkarılarak konut alanına dönüştürülmesi talebinde bulunmuşlar;
idare tarafından istemin reddedilmesi üzerine 17/12/1999 tarihinde Manisa İdare
Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.
13. Mahkemenin 28/3/2003 tarihli
ve E.1999/2530, K.2003/285 sayılı kararıyla idari yargı yerlerince 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca idari
işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
kararı verilmesinin mümkün olmadığı, Belediyeye 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar
planlarındaki yönetim merkezini ve alt merkezlerini revize edecek şekilde plan
yapma yükümlülüğü getirme neticesini doğuracak nitelikte bulunan bilirkişi
raporuna itibar edilmediği, idari işlemde şehircilik ilkeleri ve planlama
esaslarına aykırılık bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar
verilmiştir.
14. Temyiz üzerine Danıştay
Altıncı Dairesinin 25/4/2005 tarihli ve E.2003/4756, K.2005/2490 sayılı
ilamıyla imar planlarının yargısal denetiminde taşınmazın yeri, büyüklüğü,
konumu ve işlevi açısından imar planında ayrıldığı amacın şehircilik ilkeleri,
planlama esasları ve kamu yararı açısından uygun olup olmadığının
incelenmesinin zorunlu olduğu, Mahkemece alınan bilirkişi raporunda bu
hususların değerlendirilmediği, uyuşmazlığın çözümlenmesinin teknik bilgiyi
gerektirdiği, yeniden bilirkişi ve keşif incelemesi yapılarak karar verilmesi
gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
15. Mahkemece 18/10/2005
tarihinde direnme kararı verilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulunun 10/12/2009 tarihli ve E.2006/57, K.2009/2799 sayılı ilamıyla karar
bozulmuştur.
16. Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılama sonucunda 30/6/2010 tarihli ve E.2010/605, K.2010/1280 sayılı
kararla bilirkişi raporunda tespit edilen hususlar kapsamında hükûmet konağı
olarak belirlenen taşınmazın, bu tahsis amacıyla plan bütünlüğünü bozmadığı
gibi yetersiz kalan eski binanın yerini alacak olması ve bu ihtiyacı
karşılayabilme imkânı sunduğu, bu yönüyle taşınmazı resmî kurum alanından
çıkarılmasının kamu yararına, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına
uygun olmayacağı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
17. Temyiz üzerine Danıştay
Altıncı Dairesinin 11/10/2013 tarihli ve E.2010/11272, K.2013/5954 sayılı
ilamıyla dava konusu meclis kararı ile resmî kurum alanında kalan başvuruculara
ait taşınmazın, konut alanına çevrilmesine ilişkin talebin reddedilmesinde
hukuka aykırılık bulunmadığı ancak resmî kurum hizmetinin görülmesi amacıyla
taşınmazına dava konusu imar planı kapsamında kısıtlama konulan başvurucuların
söz konusu alanın 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca imar programına
alınarak kamulaştırma sürecinin başlatılması için ilgili Belediyeye
başvurabilecekleri, istemin reddedilmesi hâlinde bu işleme karşı dava
açabilecekleri belirtilerek hüküm onanmış; karar düzeltme yoluna gidilmeksizin
kesinleşmiştir.
18. Başvurucular 19/12/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
19. Karar, başvuruculara
2/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
20. 3194 sayılı Kanun'un "İmar programları, kamulaştırma ve
kısıtlılık hali" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Belediyeler;
imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik
etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar
programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının
temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu
programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program
içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu
kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan
alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu
kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli
ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında,
umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan
gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler
gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen
haklar devam eder."
21. 3194 sayılı Kanun'un "İmar planlarında umumi hizmetlere
ayrılan yerler" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"(Birinci fıkra
iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33,
K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına
alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi
durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma
tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare
tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce
plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde
ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51
sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar
planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda
öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince
ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden
ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz."
22. 2577 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları,
20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60.
maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 5/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 19/12/2013 tarihli ve
2013/9463 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular, maliki
oldukları Manisa ili Salihli ilçesi Şehitler Mahallesi 19 parsel numaralı
taşınmazın da aralarında bulunduğu alanın, Salihli Belediye Meclisi tarafından
27/3/1987 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planında hükûmet konağı
genişletme alanı olarak belirlendiğini, kamulaştırma talebiyle idareye
yaptıkları başvuruların sonuçsuz kaldığını, ilk kez 19/9/1995 tarihinde dava
açtıklarını, 30/9/1986 tarihinden beri mülklerinden barışçıl bir şekilde
yararlanamadıklarını, taşınmazlarının imar planında resmî kurum alanından
çıkarılarak konut alanına dönüştürülmesi talebiyle idareye yaptıkları 4/6/1999
tarihli başvurunun reddedilmesi üzerine Manisa İdare Mahkemesinde açtıkları
iptal davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını,
makul sürede sonuçlanmayan davalar hakkında iç hukukta başvurulabilecek etkili
bir yolun bulunmadığını, mülklerinden barışçıl bir şekilde yararlanamadıklarını,
idarenin bilinçli davranışıyla mülklerinden yoksun bırakıldıklarını belirterek
hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
25. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucuların, taşınmazlarının imar planında resmî kurum
alanında olmasına karşın kamulaştırılmaması nedeniyle yapımından vazgeçildiğine
ilişkin görüş verilmesini taleplerinin reddedilmesi üzerine ilk olarak
19/9/1995 tarihinde iptal davası açtıklarını, mülklerinden barışçıl bir şekilde
yararlanma talebiyle idareye yaptıkları başvuruların sonuçsuz kaldığını,
4/6/1999 tarihinde Salihli Belediye Başkanlığına yaptıkları başvuruda ise
taşınmazlarının imar planında resmî kurum alanından çıkarılarak konut alanına
dönüştürülmesi talebinde bulunduklarını, idare tarafından istemin reddi üzerine
17/12/1999 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde açtıkları iptal davasının
reddedildiğini belirterek mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp
olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Anılan ihlal iddiaları, yargılama sonucunun adil olmadığı nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmiştir. Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma imkânının sağlanması durumu da dikkate
alındığında başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiası ise ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
26. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
27. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
28. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
29. Anılan kurallar uyarınca
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması; bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
30. Başvurucular, Derece
Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu
ve adil olmadığını ileri sürmüşlerdir.
31. Başvuru konusu olayda
başvurucuların, taşınmazlarının imar planında resmî kurum alanından çıkarılarak
konut alanına dönüştürülmesi talebiyle 4/6/1999 tarihinde Salihli Belediye
Başkanlığına yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine 17/12/1999 tarihinde
Manisa İdare Mahkemesinde açtıkları iptal davası, idari işlem niteliğinde veya
idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilmesinin mümkün
olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş (bkz. § 13), temyiz üzerine Danıştay Altıncı
Dairesinin 25/4/2005 tarihli ilamıyla karar; imar planlarının yargısal
denetiminde taşınmazın yeri, büyüklüğü, konumu ve işlevi açısından imar
planında ayrıldığı amacın şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı
açısından uygun olup olmadığının incelenmesinin zorunlu olduğu, Mahkemece
alınan bilirkişi raporunda bu hususların değerlendirilmediği belirtilerek
bozulmuş (bkz. § 14), Mahkemece direnme kararı verilmesi üzerine Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2009 tarihli ilamıyla karar bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 30/6/2010 tarihli
kararla, bilirkişi raporunda tespit edilen hususlar kapsamında hükûmet konağı
olarak belirlenen taşınmazın bu tahsis amacıyla plan bütünlüğünü bozmadığı,
yetersiz kalan eski binanın yerini alacağı ve bu ihtiyacı karşılayabilme imkânı
sunduğu, bu yönüyle taşınmazın resmî kurum alanından çıkarılmasının kamu
yararına, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına uygun olmayacağı
belirtilerek davanın reddine karar verilmiş; temyiz üzerine Danıştay Altıncı
Dairesinin 11/10/2013 tarihli ilamıyla, dava konusu meclis kararı ile resmi kurum
alanında kalan başvuruculara ait taşınmazın konut alanına çevrilmesine ilişkin
talebin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, resmi kurum hizmetinin
görülmesi amacıyla taşınmazlarına dava konusu imar planı kapsamında kısıtlama
konulan başvurucuların, söz konusu alanın 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesi
uyarınca imar programına alınarak kamulaştırma sürecinin başlatılması için
ilgili Belediyeye başvurabileceği, istemin reddedilmesi halinde bu işleme karşı
dava açabileceği belirtilerek hüküm onanmış, karar düzeltme yoluna
gidilmeksizin karar kesinleşmiştir.
32. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucuların iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
33. Başvurucular, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadıklarına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına,
karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme
fırsatı bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili
iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da
kanıt sunmadıkları gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık
keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
34. Açıklanan nedenlerle,
başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
35. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
" Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
36. 6216 sayılı Kanun'un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir"
37. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (Bayram Gök, B.
No: 2012/946, § 17, 18, 26/3/2013).
38. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî
olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca
hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (Işıl Yaykır,B. No. 2013/2284, 15/4/2014, § 42).
39. Başvuru konusu olayda,
başvurucuların maliki oldukları Manisa ili Salihli ilçesi Şehitler mahallesi 19
parsel numaralı taşınmazın da aralarında bulunduğu alanın, Salihli Belediye
Meclisi tarafından 27/3/1987 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar
planında hükûmet konağı genişletme alanı olarak belirlendiği, başvuruculardan
İbrahim Yüksel’in, 7/7/1995 tarihli taşınmazın hükûmet konağı genişletme
alanından çıkartılması talebine cevap olarak, kamulaştırma işleminin Bakanlıkça
talimat verilmediği sürece ilçe idaresi tarafından gerçekleştirilemeyeceğinin
bildirilmesi üzerine, kamulaştırma işleminin yargı kararıyla yapılması
istemiyle 19/9/1995 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde dava açıldığı,
Mahkemenin 27/12/1995 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar verildiği,
temyiz üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 14/4/1997 tarihli ilâmıyla kararın
bozulduğu ve Mahkemenin 31/5/1999 tarihli kararıyla ise davanın açılmamış
sayılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
40. Başvurucuların taşınmazlarının
imar planında resmi kurum alanından çıkartılarak konut alanına dönüştürülmesi
talebiyle 4/6/1999 tarihinde idareye yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine
17/12/1999 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde açtıkları iptal davasının;
hükûmet konağı genişletme alanı olarak belirlenen taşınmazın, bu tahsis
amacıyla plan bütünlüğünü bozmadığı gibi yetersiz kalan eski binanın yerini
alacak olması nedeniyle bu ihtiyacı karşılayabilme imkanı sunduğu, taşınmazın
resmi kurum alanından çıkartılmasının kamu yararına, şehircilik ilkelerine ve
planlama esaslarına uygun olmayacağı belirtilerek reddedildiği, Danıştay
Altıncı Dairesinin 11/10/2013 tarih ilamıyla, dava konusu meclis kararı ile
resmi kurum alanında kalan başvuruculara ait taşınmazın konut alanına
çevrilmesine ilişkin talebin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı,
resmi kurum hizmetinin görülmesi amacıyla taşınmazına kısıtlama konulan
başvurucunun, söz konusu alanın 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca imar
programına alınarak kamulaştırma sürecinin başlatılması için ilgili belediyeye
başvurabileceği, istemin reddedilmesi halinde bu işleme karşı dava açabileceği
belirtilerek hükmün onandığı ve taşınmazın kamulaştırılmasının bireysel
başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır.
41. Toplum yaşamını yakından
etkileyen fiziksel çevrenin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması toprağın koruma
ve kullanma dengesinin en rasyonel biçimde belirlenmesi için hazırlanan imar
planları; kamu yararı amacını taşıması gereken belgeler olduğundan yargısal
denetiminde bu hususlara riayet edilip edilmediği, planlanan yörede bulunan
parsellerin imar planında tahsis edildikleri amaç yönünden şehircilik ilkeleri,
planlama esasları ve kamu yararına uygun düşüp düşmediği irdelenmektedir (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §
37).
42. Somut olayda, dava konusu
taşınmazın imar planında resmî kurum alanından çıkarılarak konut alanına
dönüştürülmesi amacıyla idareye yapılan başvurunun reddedilmesi üzerine işlemin
iptali istemiyle dava açılmışsa da başvurucuların, İdare Mahkemesine sundukları
dava dilekçesinde taşınmazlarının kamu yararına tahsis edilmesi sonrasında on
üç yılı aşan süreye rağmen idarece herhangi bir işlem yapılmadığı ve idarenin
kamulaştırma mükellefiyetini yerine getirmemesi nedeniyle taşınmazlarının değer
kaybetmesine neden olunduğu hususlarını ileri sürdükleri, imar planının
şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı gözetilmeksizin ya da
mevzuata aykırı şekilde düzenlendiği yolunda bir iddiada bulunmadıkları,
dolayısıyla başvurucuların esas olarak başvuruya konu idari işlem sonucunda
taşınmazları üzerinde meydana gelen tasarruf kısıtlamasının kamulaştırma
yapılmaması nedeniyle uzun yıllardır sürmesi sonucu uğradıkları zarardan ve bu
durumun mülkiyet haklarını ihlal etmesinden şikâyet etikleri anlaşılmıştır.
43. Başvurucular tarafından
ileri sürülen mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiaları, hükûmet konağı
genişletme alanı olarak belirlenen taşınmaza ilişkin olarak 3194 sayılı Kanun'un
10. maddesi uyarınca ilgili idarece imar planını uygulamak üzere imar
programının hazırlanmaması, akabinde de ayrılma amacına uygun şekilde
kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmemesi ve bunun sonucunda da taşınmaz
üzerinde mülkiyet hakkının kullanımına yönelik ortaya çıkan kısıtlama ve
belirsizlikten kaynaklanmaktadır.
44. Benzer uyuşmazlıkların; 3194
sayılı Kanun'un 10. maddesinin uygulaması kapsamında hem adli yargı yerleri hem
de idare mahkemeleri önünde dava konusu edildiği, adli yargı yerlerince uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen
hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma yoluna gitmeyen idarece pasif ve
suskun kalmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği
gerekçesiyle kamulaştırmasız el koyma kapsamında değerlendirme yapılarak
uyuşmazlıkların çözümü yoluna gidildiği, aynı konuda ilgililer tarafından idare
mahkemelerinde açılan davaların ise 2577 sayılı Kanun'un idari işlem ve
eylemlerden doğan zararların tazminini öngören 12. ve 13. maddeleri kapsamında
çözümlendiği, adli yargıda açılan davalarda görev itirazında bulunulması
üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkması sonucu Uyuşmazlık Mahkemesine yansıyan
başvurular neticesinde Mahkemece somut başvuruya benzer şekilde imar planı ve
buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
davaların idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal
edilmiş olanlar tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği anlaşılmaktadır (Uyuşmazlık
Mahkemesi, E.2012/157, K.2012/182, 24/9/2012; Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., B.
No: 2013/3300, 18/9/2014, § 35).
45. Uyuşmazlık Mahkemesinin söz
konusu kararının ardından 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun geçici 6. maddesinde 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’la
yapılan değişiklik kapsamında, anılan maddenin onuncu fıkrasında uygulama imar
planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili
kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında 3194 sayılı
Kanun’da öngörülen idari başvuru ve işlemlerin tamamlandıktan sonra idari
yargıda dava açılabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Belirtilen değişiklik
sonrasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca (YHGK), imar kısıtlamalarından
kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılması gerektiğine
hükmedildiği (YHGK, E.2013/5-603, K.2013/1503, 30/10/2013), Danıştay tarafından
da söz konusu tasarruf kısıtlamalarının idari işlem ve eylemlerden kaynaklanması
ve 2942 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik nedeniyle imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
davalarının görev ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğuna
hükmedildiği (Danıştay Altıncı Dairesi, E.2013/8143, K.2014/3779, 15/5/2014) anlaşılmaktadır
(Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., §
36).
46. Buna göre başvurucuların
imar planında hükûmet konağı genişletme alanında kalan ancak imar programına
alınmayan ve kamulaştırması yapılmayan taşınmazlarının mülkiyeti üzerinde
oluşan kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararlarının tazminini sağlayabilecekleri
etkili ve yeterli başvuru yolunun 2942 sayılı Kanun'un değişik geçici 6.
maddesi uyarınca idare mahkemelerinde açılacak tam yargı davası olduğu, bu
yolun kullanılması suretiyle başvuru yollarının tüketilmiş sayılacağı ancak
başvurucular tarafından tam yargı davası açma yoluna gidilmediği
anlaşılmaktadır.
47. Açıklanan nedenlerle
başvurucular tarafından mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili
olarak iptal davası açma yoluna gidilmekle birlikte somut başvuru açısından
daha etkili giderim yolu olan tam yargı davası açma imkânı kullanılmaksızın
bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
48. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucular, kamulaştırma talebiyle
idareye yaptıkları başvuruların sonuçsuz kaldığını, ilk kez 19/9/1995 tarihinde
dava açtıklarını, bu davanın Danıştay Altıncı Dairesinin 22/6/1998 tarihli
kararıyla sonuçlandığını, taşınmazlarının imar planında resmî kurum alanından
çıkarılarak konut alanına dönüştürülmesi talebiyle 4/6/1999 tarihinde Salihli
Belediye Başkanlığına yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine ikinci kez
17/12/1999 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde iptal davası açtıklarını,
yargılamanın toplamda on sekiz yılı aştığını ve makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
50. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak başvurucular, her ne kadar taşınmaza ilişkin ilk olarak
19/9/1995 tarihinde dava açtıklarını ve yargılamanın on sekiz yılı aştığını
ileri sürmüşlerse de belirtilen tarihte Manisa İdare Mahkemesinde açılan davada
Mahkemenin 31/5/1999 tarihli kararıyla davanın açılmamış sayılmasına karar
verildiği anlaşıldığından bu kapsamdaki inceleme 17/12/1999 tarihinde Manisa
İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında yürütülen yargılama ile sınırlı
olarak yapılmıştır.
51. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
52. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu
itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan
uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruma kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde
yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari
bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu
davanın 1/5000 ölçekli nazım imar planında yer alan taşınmazın resmî kurum
alanından çıkarılarak konut alanına dönüştürülmesi talebiyle idareye yapılan
başvurunun reddedilmesi üzerine söz konusu idari işlemin iptali istemini konu
alan bir uyuşmazlık olduğu görüldüğünden somut yargılama faaliyetinin medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 44).
54. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarihtir. Ancak idari yargıda dava açılabilmesi için öncelikle idari makamlara
başvurulmasının zorunlu olduğu durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir
işlem veya eylemin yapılmasını sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan
başvurular üzerine açılan davalar bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru
tarihi olup somut başvuru açısından bu tarih, 4/6/1999’dur.
55. Sürenin bitiş tarihi ise
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Danıştay Altıncı Dairesi tarafından
onama kararının verildiği 11/10/2013’tür.
56. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde idari yargıda açılan ve 1/5000 ölçekli nazım imar
planında yer alan taşınmazın resmî kurum alanından çıkarılarak konut alanına
dönüştürülmesi talebiyle 4/6/1999 tarihinde idareye yapılan başvurunun reddedilmesi
üzerine söz konusu idari işlemin iptali istemini konu alan davada, Mahkemenin
28/3/2003 tarihli kararıyla davanın reddine karar verildiği, temyiz üzerine
Danıştay Altıncı Dairesinin 25/4/2005 tarihli ilamıyla yeniden bilirkişi
incelemesi ve keşif yapılarak karar verilmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece
Mahkemesi kararının bozulduğu, Mahkemece 18/10/2005 tarihinde direnme kararı
verilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2009 tarihli
ilamıyla kararın bozulduğu, Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama
sonucunda 30/6/2010 tarihli kararla davanın reddine karar verildiği, temyiz
üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 11/10/2013 tarihli ilamıyla kararın
onandığı ve karar düzeltme yoluna başvurulmadığı anlaşılmaktadır.
57. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görüldüğünden 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usule
ilişkin hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (bkz. § 22).
58. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve
karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz
önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (Selahattin Akyıl,
§§ 54-60).
59. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, söz konusu 14 yıl 4 aylık
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. Başvurucular; Anayasa’nın
2., 10., 35. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğinin tespitini, maddi
zararlarının tespitini, bunun mümkün olmaması durumunda yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesini ve ayrı ayrı 50.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucuların tarafı
oldukları uyuşmazlığa ilişkin 14 yıl 4 aylık yargılama süresi dikkate alındığında
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net
14.950 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucular tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL
yargılama giderinin müştereken başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurucuların,
1. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığı yönündeki iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara
ayrı ayrı net 14.950 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata
ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D.
198,35TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin MÜŞTEREKEN BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
5/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.