TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİGÜL YÜKSEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9507)
|
|
Karar Tarihi: 20/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Aligül
YÜKSEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Faruk Nafiz ERTEKİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru 15/3/1995 tarihinde
meydana gelen olaylar sırasında başvurucunun annesinin ölmesi nedeniyle
uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtığı
davada Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 18/12/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/02/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın
15/4/2014 tarihli görüş yazısı 29/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. İstanbul ili Gaziosmanpaşa
ilçesi Gazi Mahallesi’nde 12/3/1995 tarihinde meydana gelen olayda çok sayıda
insan ölmüş ve yaralanmıştır.
8. Bu olayı protesto etmek
amacıyla başvurucunun annesinin de içinde bulunduğu topluluk 15/3/1995
tarihinde Pir Sultan Abdal Derneği önünde toplanmış, bu sırada meydana gelen
olaylar neticesinde başvurucunun annesi dâhil beş kişi hayatını kaybetmiştir.
9. Annesinin ölümü nedeniyle
uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle başvurucu tarafından 12/3/1996
tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuru yapılmış ancak Bakanlık başvuruya cevap
vermemiştir.
10. Başvurucu 10/7/1996
tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi zararının tazmini
istemiyle dava açmıştır.
11. İstanbul 5. İdare Mahkemesi
25/05/1999 tarihli ve E.1996/824, K.1999/651 sayılı kararıyla zararın sosyal
risk ilkesi uyarınca tazmininin gerektiği ancak maddi tazminatın
hesaplanabilmesi için ihtiyaç duyulan bilirkişi avansı ile ölenin çalıştığı işi
ve gelirini gösteren belgeler sunulmadığından başvurucunun maddi tazminat
isteminden vazgeçtiği sonucuna ulaştığından maddi tazminat isteminin reddine,
manevi tazminat isteminin ise kabulüne karar vermiş; bu karar Danıştay Onuncu
Dairesinin 11/12/2002 tarihli ve E.2000/754, K.2001/4706 sayılı kararıyla
uğranılan zararın münferit olaydan kaynaklandığı ve niteliği itibarıyla sosyal
risk ilkesine göre tazmininin gerekmediği, bu nedenle tazmini istenen zararın
meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı araştırılmaksızın
verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş; İdare
Mahkemesinin 21/10/2002 tarihli ve E.2002/778, K.2002/1167 sayılı kararıyla
bozma kararına uyularak davalı idarenin örgütlenme ve genel güvenlik
hizmetlerinin olay öncesi, olay sırasında ve de olay sonrasında hiçbir şekilde
kusurlu işletilmediği, bu nedenle tazmini istenen zararın meydana gelmesinde
davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, olayda maddi ve manevi tazminat
sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
12. Bu kararın temyiz incelemesi
sonucunda Danıştay Onuncu Dairesinin 14/4/2006 tarihli ve E.2003/2554,
K.2006/2426 sayılı kararıyla başvurucunun annesinin izinsiz gösteri yürüyüşünde
çatışmayı tahrik ettiğinin veya çatışmaya katıldığının belirlenmesi hâlinde
idarenin tazmin sorumluluğuna gidilemeyeceği, dava konusu olayda ise
başvurucunun annesinin izinsiz gösteri yürüyüşü içinde yer almakla birlikte
15/3/1995 tarihinde meydana gelen olaylara katkısının olduğu ve emniyet
güçlerine aktif biçimde mukavemet ettiği konusunda dava dosyasında somut bilgi
ve belge bulunmadığı, salt izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmasının ise silahtan
çıkan mermiyle vurularak öldürülmesi olayındaki idarenin hukuki sorumluluğunu
ortadan kaldıran bir sebep olarak nitelendirilemeyeceği, hâl böyle olunca ölüm
olayında başvurucunun annesinin kusurunun bulunmadığını kabul etmek gerektiği,
annesinin ölümü nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararların
sosyal risk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerekirken tazmini istenilen
zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediği
gerekçesiyle bozulmuş ise de İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli ve E:2008/782,
K:2009/878 sayılı kararıyla bozma kararına uymayarak zararın meydana gelmesinde
davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığından bahisle davanın reddi yolundaki
ilk kararında ısrar etmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“…davalı idarenin örgütlenme ve genel güvenlik hizmetlerinin
olay öncesi, olay sırasında ve de olay sonrasında hiçbir şekilde kusurlu
işletilmediğinden tazmini istenilen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin
hizmet kusuru bulunmadığından olayda maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için
gereken koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”
13. Bu kararın temyiz edilmesi
üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/5/2013 tarihli ve
E.2009/3035, K.2013/2056 sayılı kararıyla Mahkeme kararını gerekçe değiştirerek
onamıştır. Karar gerekçesi şöyledir:
“…
Bakılmakta olan davaya ilişkin yargılama devam ederken,
aralarında davacı Ali Gül Yüksel'inde bulunduğu bir kısım kişiler tarafından,
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesine, akrabalarının İstanbul'da gerçekleşen
gösterilerde polisin gereğinden fazla güç kullanması sebebiyle öldürüldüğü,
olaylara yönelik yerel soruşturmanın yetersizliği ve etkili olmaması bağlamında
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2., 6., 14. ve 17. maddesinin ihlal
edildiği gerekçe gösterilerek yapılan başvuru üzerine, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin İkinci Dairesinin 26/07/2005 tarihli kararı ile Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 2. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğinden bahisle Ali Gül
Yüksel'in de bulunduğu başvuru sahiplerinin her birine manevi tazminat olarak
30.000'er Euro (Otuz Bin Euro) ödenmesine karar verilmiştir.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İkinci Dairesi'nin
26/07/2005 tarihli kararı incelendiğinde, aralarında Ali Gül Yüksel'in de
bulunduğu başvuranların akrabalarının ölümleri nedeniyle herhangi bir maddi
zarara uğradıklarını kanıtlayamadıkları, dosyada, ölen kişilerin ailelerine
maddi yardımda bulunup bulunmadıklarına dair bir bilginin de yer almadığı,
sonuç olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu dava şartlarında
başvuranlara maddi tazminat olarak bir ödeme yapmayı uygun bulmadığının
belirtildiği anlaşılmaktadır.
…
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının annesinin dava konusu
olaya katkısı ve olaylar sırasında; aktif biçimde emniyet güçlerine mukavemet
ettiği konusunda bilgi ve belge bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davacının annesinin ölümü nedeniyle davacının
uğradığı zararın "sosyal risk" ilkesi uyarınca tazmini gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Ancak yukarıda anılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci
Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla davacıya uyuşmazlık konusu olay
nedeniyle 30.000 Euro (otuzbin Euro) manevi tazminat
ödenmesine karar verildiğinden bu davada ayrıca aynı olay nedeniyle manevi tazminat
ödenmesine olanak bulunmamaktadır.
Davacının maddi tazminat istemine gelince: İstanbul 5. İdare
Mahkemesi'nin 26/02/2009 günlü ara kararı ile davacı vekilinden, 3. kez,
davacının miras bırakanı İsmihan Yüksel'in bir işte
çalışıp çalışmadığının sorulduğu, çalışmış ise ücret veya maaş tutarını
gösterir bilgi ve belgeler istenildiği; Davacı vekili tarafından ara kararına
verilen cevapta, davacı Ali Gül Yüksel ve annesi İsmihan
Yüksel'in 15/03/1995 tarihinde ve öncesinde bir işte çalışmadıklarının, bu nedenle
herhangi bir gelirlerinin bulunmadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere davacının maddi tazminat
talebi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli
kararıyla da maddi zarara uğranıldığını kanıtlayamadığından bahisle
reddedilmiştir.
Dolayısıyla ortada tazmini gereken bir maddi zararın
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla davanın reddi yolundaki temyize konu İdare
Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.”
14. Karar, başvurucuya
18/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karara karşı 2/12/2013 tarihinde karar
düzeltme başvurusu yapılmıştır.
15. Başvurucu 18/12/2013
tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
16. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun uyuşmazlığın devamı sırasında
yürürlükte bulunan hâliyle 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Temyiz incelemesi sonunda Danıştay:
a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması,
Sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozar.”
18. 2577 sayılı mülga Kanun'un
54. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava
Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare
mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus
olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün
içinde taraflarca;
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda
karşılanmamış olması,
b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,
d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve
sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,
Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 20/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/12/2013 tarihli ve
2013/9507 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu; annesinin
çalışmadığı gerekçesiyle maddi tazminata hükmedilmediğini, gelirin tespit
edilememesi durumunda dahi asgari ücretten maddi tazminata hükmedilmesi
gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği manevi tazminat
ile yerel Mahkemede talep edilen manevi tazminatın konusunun, gerekçesinin ve
niteliğinin farklı olduğunu belirterek “tazminat hakkının”; İlk Derece
Mahkemesinin yeterli inceleme yapmadığını, AİHM kararının tartışılmadığını,
Danıştay İDDK’nın ise tazminat hakkının olduğunu
belirtmesine karşın tazminata hükmetmediğini, temyiz itirazlarının dışında bir
gerekçeyle İlk Derece Mahkemesi kararını onadığını belirterek “adil yargılanma hakkının”; Danıştay İDDK’nın
tazminat hakkını kabul etmesine karşın neden tazminat ödenmemesi gerektiğine
dair yeterli gerekçe sunmadığını belirterek “gerekçeli karar hakkının”;
10/7/1996 tarihinde açılan tazminat davasının hâlen sonuçlandırılamadığını
belirterek “makul sürede yargılanma hakkının” ve yargılamanın uzunluğu
nedeniyle başvurulabilecek bir yol olmaması nedeniyle “etkili bir hukuk yoluna
başvuru hakkının” ihlal
edildiğini ileri sürmüş; 30.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat ile
yargılama aşamasında yaptığı masrafların tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu,
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığından, gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğinden ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığından şikâyet
etmektedir. Bu nedenle başvurunun iki başlık altında değerlendirilmesi
gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı ve Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
22. Başvurucu; ölüm olayı
nedeniyle maddi tazminata hükmedilmesi gerektiğini, AİHM kararında verilen
manevi tazminat ile İdare Mahkemesinden istenen manevi tazminatın birbirinden
farklı olduğunu, İDDK kararında yeterli gerekçenin bulunmadığını, temyiz
dilekçesinde yapılan itirazların dışında bir gerekçeyle İlk Derece Mahkemesi
kararını onadığını ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüş yazısında,
AİHM içtihatlarına göre bir temyiz mahkemesinin yargılamayı yapan mahkemenin ya
da alt dereceli bir temyiz mahkemesinin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu,
o gerekçeyi kararında kullanmasının ya da basit bir atıfla kararına
yansıtmasının yeterli olduğu; önemli olanın, temyiz mahkemesinin temyiz
dilekçesinde belirtilen tüm talepleri incelediğini, ilk derece mahkemesinin bu
temyiz gerekçelerini inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesi olduğu,
temyiz mahkemesinden ayrıca detaylı bir gerekçe yazmasının beklenemeyeceği,
Danıştay İDDK tarafından verilen ve başvurucunun yakınmasına konu olan kararda
da iddia ve savunmaların irdelendiği, başvurucunun maddi ve manevi tazminat
istemini reddeden ilk derece mahkemesi kararının neden yerinde olduğunun
gerekçeleriyle açıklandığı belirtilerek bu durumun dikkate alınması gerektiği
ifade edilmiştir.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
26. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu
makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
27. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi
hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru
yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu
ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi; bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara
sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
28. Başvuru konusu olayda
başvurucu tarafından açılan tam yargı davası, İlk Derece Mahkemesi kararıyla
kısmen kabul edilmiş, bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu
Dairesi bozma kararı vermiş, bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi davanın
esastan reddi gerektiği sonucuna ulaşmış, yine bu kararın temyiz edilmesi
üzerine Danıştay Onuncu Dairesi başvurucuya tazminat ödenmesi gerektiği
gerekçesiyle kararı bozmuş, İlk Derece Mahkemesi bu karara uymayarak davanın
reddi yönünde verdiği kararda ısrar etmiş, bu kararın başvurucu tarafından
temyiz edilmesi üzerine Danıştay İDDK, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesini
değiştirmek suretiyle onamış ve bu karara başvurucu tarafından düzeltme
talebinde bulunulmuş, bu talep hakkında karar verildiğine dair başvuru
dosyasına bir bilgi sunulmamıştır.
29. 2577 sayılı Kanun’un
başvuruya konu yargılama devam ederken yürürlükte bulunan 49. maddesinde Danıştayın, görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
hukuka aykırı karar verilmesi veya usul hükümlerine uyulmamış olunması
sebeplerinden dolayı ilk derece mahkemesi kararlarını bozacağı; yine aynı
Kanun’un 54. maddesinde kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların
kararda karşılanmamış olması, kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
kararın usul ve kanuna aykırı bulunması, hükmün esasını etkileyen belgelerde
hile ve sahtekârlığın ortaya çıkmış olması durumlarında kararın düzeltilmesi
talebinde bulunulacağı kural altına alınmıştır (Münür Ata, B. No: 2014/4958, 22/1/2015, § 43).
30. Karar düzeltme talebi
hakkında karar verilmeden Anayasa Mahkemesine başvurucu tarafından bireysel
başvuru yapıldığından, anılan talep hakkında karar verildiğine dair bir bilgi
sunulmadığından ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) kapsamında yapılan
incelemede de farklı bir bilgiye ulaşılmadığından başvurucunun, etkili ve sonuç
almaya yeterli görerek başvurduğu bir kanun yolu sonucunu beklemeksizin
bireysel başvuruda bulunduğu ve dolayısıyla yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
31. Açıklanan nedenlerle
başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal iddialarının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İlişkin İddia
32. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği
açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
35. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41–45).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu
itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan
uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda başvuruya konu
yargılamanın, idari eylemden kaynaklanan zararın tazmini istemi nedeniyle
ortaya çıkmasından dolayı medeni hak ve yükümlülüklere konu olduğuna kuşku
yoktur.
37. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı; başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği dikkate alınarak
uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih, başlangıç tarihi olarak
kabul edilebilmektedir. Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu
olup makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak zaman diliminin başlangıç
tarihi, başvurucunun tazminat talebiyle idareye başvurduğu 12/3/1996’dır.
38. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu
zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir.
Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında
da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin
bitiş anı, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52).
39. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden başvurucu idari eylem nedeniyle annesinin ölümü
sonucunda uğradığı zararların tazmini istemiyle 12/3/1996 tarihinde idareye
başvurduğu, başvurunun reddi üzerine açtığı tam yargı davası ise hâlen
sonuçlandırılmadığı anlaşılmaktadır.
40. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere AİHM kararlarında yer verilmiş olup
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından -özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak- makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60).
41. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi
olduğunun tespit edilmediği, başvuruya konu uyuşmazlığın idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminine yönelik olduğu, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve sonuç olarak 19 yıl
10 ayı bulan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
43. Başvurucu, tazminat
istemiyle açtığı davada anayasal haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle 30.000
TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat ile yargılama aşamasında yaptığı
masrafların tazminine kararı verilmesi talebinde bulunmuştur.
44. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 19 yıl 10 ayı bulan yargılama süresi dikkate alındığında
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek
olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
28.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
46. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
47. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık on dokuz yıldır devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma
hakkını ihlal ettiği gözetilerek anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan
bir yargılama dosyasında hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen kararın bir
örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı ve gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılama süresinin makul olmadığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 28.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 harçtan ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin
Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.