TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
KAMİL TATLICI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9537)
Karar Tarihi: 25/3/2015
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Kamil TATLICI
Vekili
Av. Ali İhsan AKTİMUR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, sahibi bulunduğu işletmede huzur ve sükunu bozacak şekilde gürültü yapıldığı gerekçesiyle hakkında tesis edilen idari para cezasının iptali istemiyle açtığı davanın reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın 2., 6., 10. ve 48. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 24/12/2013 tarihinde Didim 2. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/1/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Aydın ili Didim ilçesinde bulunan işletmesinde 17/9/2012 tarihinde Didim İlçe Emniyet görevlilerince gerçekleştirilen denetim sırasında, 30/3/2005 tarih ve 5236 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 36. maddesi kapsamında başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültü yapıldığının tespiti üzerine 6.888,00 TL idari para cezası verildiğini belirterek, hakkında tesis edilen idari para cezasının iptali istemiyle Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
6. Didim Sulh Ceza Mahkemesi, 1/10/2013 tarih ve 2013/364 D.İş sayılı kararında "...5326 sayılı kanunun gürültü başlıklı 36. maddesinde başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olma eyleminin cezalandırıldığı, ses desibel açısından herhangi bir sınırlama getirilmediği, bu nedenle ölçüm yapılmasına gerek olmadığı, polis memurları tarafından tutulan tutanağın, aksini kanıtlar nitelikte itiraz eden tarafından delil sunulmadığı, bu nedenle aksi ispat edilemeyen idari para cezası tutanağına itibar etmek gerektiği..." gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
7. Başvurucunun itirazı üzerine Didim 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 8/11/2013 tarih ve 2013/157 D.İş. sayılı kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:
“İtiraz eden vekili Av. Ali İhsan Aktımur dilekçesinde özetle, müvekkilinin iş yerinde kanuna ve yönetmeliğe aykırı olarak fazla ses çıkması nedeni ile Kabahatler Kanunun 36. maddesine göre işlem yapıldığını, müvekkilinin imzadan imtina ettiğini, kanuna, yönetmeliğe ve tüm bunlardan öte hukuka aykırı böyle bir idari cezanın iptalinin gerektiği, Anayasının 10. maddesine göre eşitlik kuralına aykırı olarak bazı belediyelere yetki devri yapılarak yönetmelik hükümlerinin uygulanmasının belediyelere bırakılmış olması karşısında müvekkil aleyhine sadece iki idari personelin tutmuş olduğu tutanağın hukuka ve yasalara aykırı olduğunu yasalara aykırı olarak düzenlenen idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Didim Sulh Ceza Mahkemesinin 1/10/2013 tarih ve 2013/364 D.İş sayılı kararı ile başvurunun reddedildiği ve değerlendirilmek üzere mahkememize gönderildiği görüldü.
Tüm dosya kapsamına göre;
Mahkemenin kararı yerinde olup, usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir.”
8. Anılan karar, başvurucu vekiline 25/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
9. Bireysel başvuru, 24/12/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
10. 5326 sayılı Kanun’un 36. maddesi şöyledir:
“(1) Başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idarî para cezası verilir.
(2) Bu fiilin bir ticarî işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.
(3) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir.”
11. 9/8/1983 tarih ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 14. maddesi şöyledir:
“Kişilerin huzur ve sükununu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaktır.
Ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve titreşimin yönetmeliklerle belirlenen standartlara indirilmesi için faaliyet sahipleri tarafından gerekli tedbirler alınır.”
12. 4/6/2010 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (m) bendi şöyledir:
“Çevresel gürültü: Ulaşım araçları, kara yolu trafiği, demir yolu trafiği, hava yolu trafiği, deniz yolu trafiği, açık alanda kullanılan teçhizat, şantiye alanları, sanayi tesisleri, atölye, imalathane, işyerleri ve benzeri ile rekreasyon ve eğlence yerlerinden çevreye yayılan gürültü dâhil olmak üzere, insan faaliyetleri neticesinde oluşan zararlı veya istenmeyen açık hava seslerini,
…
ifade eder.”
13. Yönetmelik’in 39 maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:
“Şikâyetleri değerlendirme, denetim ve idari yaptırım konusunda yetki devri yapılmış kurum ve kuruluşlarda; Çevre Denetim Biriminin kurulması, Bakanlıkça esasları belirlenmiş uzmanlığa sahip en az 2 personelin görevlendirilmesi, bu personellerden en az birinin dört yıllık üniversite mezunu olması ve bu kişinin gözetiminde göreve katılım sağlayacak diğer personelin iki yıllık yüksek okul veya lise ve dengi okullardan mezun olması ve bu Yönetmelik kapsamında getirilen esas ve standartlara uygun ölçüm ekipmanının bulundurulması zorunludur.”
14. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 19/1/2015 tarih ve E.2013/30354, K.2015/1453 sayılı kararı şöyledir:
“…
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamayı mümkün kılmak üzere kanunlarda, yönetmelik ve düzenleyici işlemlerde gürültüye ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
Türk Ceza Kanununun 183. maddesinde düzenlenen “gürültüye neden olma” suçu; “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak”, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olma halinde oluşacaktır.
Maddede sözü edilen “ilgili kanunlarla belirlenen yükümlülük”; 2872 sayılı Çevre Kanununun “çevreyi kirletmeme” ilkesi gereğince çerçeve olarak benimsediği düzenlemeye dayanılarak oluşturulan yönetmeliklerde açıklanan “çevresel gürültüye neden olmama” yükümlüğünü ifade etmektedir.
2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; Kişilerin huzur ve sükûnunu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaklanmış, ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve titreşimin yönetmeliklerle belirlenen standartlara indirilmesi için faaliyet sahipleri tarafından gerekli tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir. Anılan Kanun’un 20/h bendi, 14. maddeye göre çıkarılan yönetmelikle belirlenen önlemleri almayan veya standartlara aykırı şekilde gürültü ve titreşime neden olan, konutlar, ulaşım araçları, işyerleri, atölyeler, fabrika, şantiye ve eğlence yerlerine yönelik idari yaptırımlar benimsemiştir. 2872 sayılı Çevre Kanunu, çevresel gürültü kaynaklarını “ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlar” şeklinde sayma yoluyla sınırlı olarak belirlemiştir.
2872 sayılı Kanun’un 14 ve 20/h bendindeki düzenlemelere istinaden;
-01/07/2005 tarihli ve 25862 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği,
-07/03/2008 tarihli ve 26809 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği (2002/49/EC),
-04. 06.2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği,
Kabul edilmiş, bir önceki yönetmelik bir sonraki ile yürürlükten kaldırılmıştır.
TCK’nın 183. maddesi, gürültünün “başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli” olması şartını aramaktadır. Bunun yanında TCK'nın 123. maddesi ise eylemin suç olarak vasıflandırılabilmesi için “sırf huzur ve sükûnu bozmaya” yönelik olması gerektiğini kabul etmiştir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36. maddesinde de gürültüye ilişkin düzenlemeye yer verilmiş, gürültünün, başkalarının huzur ve sükûnunu bozması gerektiğini belirtmiştir. Aynı Kanun'un 15/3. maddesi, bir fiilin hem kabahat hem de suç olarak tanımlandığı durumlarda, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceği, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde ise kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanacağı kuralına yer vermiştir.
TCK’nın 183. maddesinde suç olarak tanımlanan gürültünün insan sağlığının zarar görmesine “elverişli” olması gerektiği kabul edilmiştir. Bu durumda “elverişlilik” ibaresinin, insan sağlığının zarar görmesi ihtimalini, zarar vermeye uygun olmayı ifade ettiği, dolayısıyla suçun tehlike suçu olarak düzenlendiği, suçun oluşumu için somut zararın gerçekleşmesi gerekmediği kabul edilmelidir.
04/06/2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nin 8/a maddesi, işitme sağlığı ve kritik sağlık etkileri göz önüne alınarak gürültüden etkilenme seviyelerinin belirlenmesi ve izlenmesine ilişkin esas ve usullerin Sağlık Bakanlığı tarafından belirleneceğini hükme bağlamasına rağmen, Sağlık Bakanlığı, bahsedilen esas ve usullere ilişkin bir düzenleme yapmamıştır. Her ne kadar Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği, gürültü kriter ve göstergelerini düzenlemiş ise de, belirlenen kriterler, 2872 sayılı Kanun’un 14 ve 20/h maddeleri gereğince ilgililere idari yaptırım uygulanmasını mümkün kılan somut eşik değerlerdir. Yönetmelikte gürültü kaynaklarına göre belirlenen kriter ve göstergeleri aşan her gürültünün, TCK’nın 183. maddesi kapsamında “insan sağlığının zarar görmesine elverişli” olduğu söylenemez.
Görüldüğü gibi hukukumuzda gürültüye ilişkin farklı şartlara tabi tutulmuş farklı düzenlemeler bulunmaktadır. Bu durumda gürültüye ilişkin düzenlemelerin tamamı birlikte değerlendirilerek uygulanacak yaptırımın belirlenebilmesi için kapsadıkları alanların belirlenmesi gerekir.
1-Çevresel gürültünün kaynağı, 2872 sayılı Kanun’un 14. maddesinde açıklandığı üzere, “ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlar” ise;
a-Gürültü, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olduğu takdirde 2872 sayılı Kanun’un 14. maddesi delaletiyle TCK’nın 183. maddesindeki suçun cezası,
b-Gürültü, sırf huzur ve sükûnu bozmak maksadıyla yapılmış olsa bile başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olduğu takdirde 2872 sayılı Kanun’un 14. ve TCK’nın 44. maddesi delaletiyle TCK’nın 123 ve 183. maddesindeki suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçun cezası,
c-Gürültü, fail tarafından sırf huzur ve sükûnu bozmak maksadıyla yapılmamış, bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olmayacak boyutta ancak mağdurun huzur ve sükûnunu bozacak nitelikte ise 2872 sayılı Kanun’un 14, 20/h maddesindeki kabahat,
2-Kaynağı ne olursa olsun çevresel gürültü, sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla yapılmış ve bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olmadığı takdirde TCK’nın 123. maddesindeki suçun cezası,
3-Çevresel gürültünün kaynağı, 2872 sayılı Kanun’un 14. maddesinde bahsedilen ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlar haricindeki bir yer ise ya da sırf huzur ve sükunu bozma amacına yönelmemiş yahut bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olmayacak nitelikte ise 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36. maddesindeki kabahat,
4-Motorlu araç sürücülerinin araçlarının çevredekileri rahatsız edecek derecede gürültü çıkartması halinde gürültü, yukarıda (1) nolu kısımda açıklanan niteliklere sahip değil ise 5326 sayılı Kanun’un 15/1. maddesindeki içtima kuralı gereğince 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 30/b ve 5326 sayılı Kanun’un 36. maddesindeki idari para cezalarından hangisi daha ağır ise o kabahat,
türünden yaptırımlar uygulanmalıdır…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/12/2013 tarih ve 2013/9537 numaralı başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
16. Başvurucu, kolluk görevlilerince yapılan tespitin, gözleme dayalı ve tamamen öznel nitelikte olduğunu, oysa gürültü kavramının 2872 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile Yönetmelik’in 4. maddesinde tanımlanan hali ile belli bir ölçüm sonucu tespit edilebilecek bir durum olduğunu, Çevre Kanunu yerine Kabahatler Kanunu’nun uygulandığını, bu sebeple işlemin yetkisiz görevlilerce tesis edildiğini, bu hususları mahkeme önünde ileri sürmesine karşılık bu unsurların dikkate alınmadan karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 2., 6., 10. ve 48. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
17. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında verdiği bir kararında, "cezai alanda yöneltilen suçlama" olarak kabahat eylemleri nedeniyle uygulanan idari yaptırımlara ilişkin uyuşmazlıkların da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin koruma alanı kapsamında yer aldığı kabul edilmiştir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 26).
18. Buna göre, başvuruya konu idari para cezası ve bu cezaya karşı başvurunun mahkemece reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında yer aldığının kabul edilmesi gerekir. Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 2., 6., 10. ve 48. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
19. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
20. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
21. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
22. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26)
23. 5326 sayılı Kanun’un 36. maddesinde, başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişinin “gürültü” kabahati dolayısıyla cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Çevresel gürültünün kaynağı, sırf huzur ve sükunu bozma amacına yönelmemiş yahut bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olmayacak nitelikte ise 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36. maddesindeki kabahat eyleminden ötürü işlem yapılacağı içtihatlarda belirlenmiştir (§ 14).
24. Başvurucu, kolluk görevlilerince yapılan tespitin, gözleme dayalı ve tamamen öznel nitelikte olduğunu, oysa gürültü kavramının 2872 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile Yönetmek’in 4. maddesinde tanımlanan hali ile belli bir ölçüm sonucu tespit edilebilecek bir durum olduğunu, işlemin yetki unsurunun sakat olduğunu, bu hususları mahkeme önünde ileri sürmesine karşılık bu unsurların dikkate alınmadan karar verildiğini belirtmektedir. Bu durumda, başvurucunun bu iddialarının, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlık konusunda varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması ile ilgili olduğu açıktır.
25. Gürültünün seviyesinin ve gürültünün sağlık üzerindeki etkisinin tespiti uzmanlık işidir. Ancak, Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (bkz. S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Kaldı ki, idari para cezası, tespiti uzmanlık gerektirmeyen, 5326 sayılı Kanun’un 36. maddesindeki “gürültü” kabahati dolayısıyla kesilmiştir. Mahkeme; kolluk görevlilerince tutulan tutanağa ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 6).
26. Başvurucunun iddialarının esas itibarıyla derece mahkemeleri tarafından delillerin, olayın ve mevzuatın değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu, derece mahkemelerince yürütülen yargılama sırasında başvurucunun, karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerle ilgili bilgi sahibi olma ve bunlara karşı etkili bir şekilde itiraz etme ve kendi delillerini ve iddialarını sunma konularında bir sorunla karşılaştığına dair bir bulguya rastlanılmadığı gibi yapılan yargılama ve kurulan hükümde bariz takdir hatası veya açık keyfilik de tespit edilmemiştir.
27. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemelerinin kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurunun "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.