TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CHRISTIANA NEUHOFER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9580)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 15/7/2015-29417
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Cristiana
NEUHOFER
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali Fuat ÖZBAKIR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu
Isparta ili, Eğirdir ilçesinde bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek
durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare
tarafından yıkılacağının Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle
bildirilmesi üzerine anılan işlemin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde açtığı
davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini, İlk Derece Mahkemesinde ve Danıştayda duruşma yapılmasına ilişkin taleplerinin kabul
edilmediğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, eşitlik
ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/12/2013
tarihinde Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir
durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
9/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 11/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Barla Belediyesince yapılan
kontroller sonucunda, başvurucunun maliki olduğu, Boyalı mahallesi, Dikmen
mevkii 30 pafta, 4840 parsel numaralı taşınmazın üzerinde bulunan ruhsatlı
binanın yıkıldığı ve yeniden inşa edilmek istendiği, inşaatın 3/5/1985 tarihli
ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na göre kaçak olarak yapıldığı, 9/8/1983 tarihli ve
2872 sayılı Çevre Kanunu ile Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ni ihlal ettiği belirtilerek
28/9/1998 tarihinde tanzim edilen zabıt ve rapor sonucunda inşaat
mühürlenmiştir.
8. Barla Belediyesinin
14/3/2006 tarihli işlemiyle Boyalı mahallesi, 30 pafta, 4840 numaralı parselde
bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay
içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağı
başvurucuya bildirilmiştir.
9. Başvurucunun anılan işlemin
iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı
davada, 21/12/2006 tarihinde yetkisizlik kararı verilmesi üzerine yargılamaya
Isparta İdare Mahkemesinde devam edilmiştir.
10. Mahkemenin 6/3/2009 tarihli
ve E.2007/1564, K.2009/275 sayılı kararıyla 14/3/2006 tarihli işlemin hukuka
uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili
kısımları şöyledir:
“Karar
veren Isparta İdare Mahkemesince önceden belirlenen ve taraflara tebliğ edilen
22/7/2008 tarihli duruşmaya davacı ve davalı idare vekillerinin geldiği
görülerek taraflara usulüne uygun söz verilip yaptıkları açıklamalar
dinlendikten sonra dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Dosyanın
incelenmesinden; Isparta ili, Eğirdir ilçesi, Barla kasabası, Boyalı mahallesi,
30 pafta, 4840 parselde bulunan eski yapının yıkılarak yerine yapılan inşaatın
İmar Kanunu’na göre kaçak olduğu ve Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne aykırı
olduğundan bahisle 28/9/1998 tarihinde davalı idare yetkileri tarafından
mühürlenmesine rağmen inşaata devam edilerek tamamlama aşamasına getirildiğinin
yine davalı idare yetkilileri tarafından tespit edilmesi üzerine inşaatın
1/12/1999 tarihli yapı tatil zaptı düzenlenerek mühürlendiği, 3/12/1999 tarihli
Belediye Encümen Kararı ile yıkımına karar verildiği, yıkım kararının
uygulanmaması üzerine Isparta Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğünün 28/2/2006
tarihli işlemiyle Barla Belediye Başkanlığından yıkımına karar verilen kaçak
yapıların yıkılmasının istendiği, dava konusu 14/3/2006 tarihli işlemle de söz
konusu yapının yıkımının istenmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Dava konusu
taşınmazın, imar mevzuatına ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine
uygunluğunun saptanması amacıyla Mahkememizin 22/7/2008 tarihli ara kararına
istinaden 18/11/2008 tarihinde mahallinde yaptırılan keşif ve bilirkişi
incelemesi sonucunda düzenlenen 29/12/2008 tarihli bilirkişi raporunda özetle;
dava konusu taşınmazın köy yerleşik alanının dışında, belediye ve mücavir alan
sınırları içinde ve imar planı sınırları dışında olduğu, taşınmazın Eğirdir Gölü
kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle olan uzaklığının
41,30 metre olduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı,
Eğirdir gölünün ülkenin ikinci büyük tatlı su gölü ve aynı zamanda bölgenin
içme ve kullanma suyu kaynağı durumunda olduğu, bu nedenle gölün korunmasının
çeşitli kanun ve yönetmelikler çerçevesinde olduğu (3621 sayılı Kıyı Kanunu,
3194 sayılı İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman
Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği), dava konusu taşınmazın imar planı dışında, belediye sınırları
içinde fakat köy yerleşik alanı dışında kaldığından ruhsat alınması gerektiği,
ancak taşınmaza ait herhangi bir izin veya ruhsat bulunmadığı, taşınmazın son
durumda Mutlak Koruma Alanında kaldığı ve yapının dondurulması gerektiği, özel
hükümler getirilinceye kadar yönetmelikte belirtilen genel ilkeler çerçevesinde
işlem yapılması gerektiği, sonuç olarak söz konusu yapının, Plansız Alanlar
İmar Yönetmeliğinde belirtilen hükümlere göre ruhsat alınması gerektiğinden,
3194 sayılı İmar Kanunu ve Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği’ne aykırılık teşkil
ettiği, ancak, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümleri uyarınca 2004
yılından önce yapılan davacıya ait yapının dondurulmuş olmasından dolayı
herhangi bir aykırılık teşkil etmediği görüşlerine yer verilmiştir.
Yukarıda anılan
mevzuat hükümleri uyarınca Mutlak Koruma Alanı ve Kısa Mesafeli Koruma Alanında
yapılaşmaya izin verilmeyeceği, mevcut yapıların ise dondurulmuş olduğunun
belirtildiği, ‘Bu alanda kalan mevcut yapılar dondurulmuştur.’ ibaresinden de
Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girmeden önce usulüne uygun olarak
ruhsat alınarak yapılmış yapıların dondurulmuş olduğunun anlaşılması gerektiği
açık olup, aksinin düşünülmesi halinde ruhsatsız olarak yapılmış ve ruhsata
bağlanma imkânı da olmayan yapıların Yönetmelik hükümleri ile bir anlamda imar
affı ihdas edilmiş olacaktır.
Bu durumda, ilgili
idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı anlaşılan ve mutlak koruma alanında
kaldığından ruhsata bağlanması mümkün olmayan dava konusu yapının yıkımı
yönünde tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”
11. Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ve E.2011/3903,
K.2012/3703 sayılı ilamıyla, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli yıkımın
bildirilmesine ilişkin işleminin iptali davasında duruşma talebinin yerinde
görülmediği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek, hüküm
onanmıştır.
12. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 17/9/2013 tarihli ve E.2012/8989, K.2013/5970 sayılı ilamıyla
reddedilmiştir.
13. Karar, 18/11/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 18/12/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 3194 sayılı Kanun'un "Yapı ruhsatiyesi" kenar
başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun
kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı
maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi
alınması mecburidir.
Ruhsat alınmış
yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına
bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik
değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz.
Ancak; derz, iç ve
dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları,
elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve
yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak
imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer
tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir.
Belediyeler veya
valilikler mahallin ve çevrenin özelliklerine göre yapılar arasında uyum
sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış cephe boya ve kaplamaları
ile çatının malzemesini ve rengini tayin etmeye yetkilidir. Bu Kanunun
yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu hükme tabidir.”
16. 3194 sayılı Kanun'un "Ruhsatsız
veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar "
kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun
hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan
yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece
tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma
muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu
tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.
Durdurma, yapı tatil
zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu
tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.
Bu tarihten itibaren
en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya
ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün
kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık
olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının
bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya
valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir
Aksi takdirde, ruhsat
iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni
veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve
masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”
17. 31/12/2004 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği
Kontrol Yönetmeliği’nin "Mutlak Koruma
Alanı" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“(Değişik birinci paragraf:RG-13/2/2008-26786) Mutlak koruma alanı, içme ve kullanma suyu
rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki
şerittir. Söz konusu alanın sınırının su toplama havzası sınırını aşması
hâlinde, mutlak koruma alanı havza sınırında son bulur. Bu alanda aşağıda
belirtilen koruma tedbirleri alınır,
a) (Değişik:RG-13/2/2008-26786) Maksimum su seviyesinden
itibaren 300 metre genişliğindeki şerit kamulaştırılır. Kamulaştırma suyu
kullanan idare veya idarelerce yapılır. Ancak 1988 yılı veya su temin
projesinin yatırım programına alındığı tarih itibarıyla mevcut olan yapılarda
bu alanda kamulaştırma yapılıncaya kadar, yapı inşaat alanında değişiklik
yapmamak ve kullanım maksadını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım onarım
yapılabilir.
b) İçme ve kullanma
suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik
tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz. Bu alanda kalan
mevcut yapılar dondurulmuştur.
c) Çevre düzeni
planına uyularak, bu alan içinde gölden faydalanma, piknik, yüzme, balık tutma
ve avlanma ihtiyaçları için cepler teşkil edilir. Bu cepler su alma yapısına
300 metreden daha yakın olamaz.
d) Kamulaştırmayı
yapan idarece gerekli görülen yerlerde alan çitle çevrilir veya koruma alanı teşkil
edilir.”
18. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İptal
ve tam yargı davaları” kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve
idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve
tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak
bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları
saklıdır.”
19. 2577 sayılı Kanun'un "Duruşma" kenar başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
"1. Danıştay ile
idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine
duruşma yapılır.
2. Temyiz ve itirazlarda
duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare
mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi,
dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan
kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma
yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma
davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir."
20. 2577 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları,
20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile
60. maddesi (bkz. Melik Uzun, B.
No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 10/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/12/2013 tarih ve 2013/9580
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, maliki olduğu
Isparta ili, Eğirdir ilçesi, 4840 parsel numaralı taşınmazda bulunan ve
28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde
yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağının Barla
Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle bildirilmesi üzerine anılan işleminin
iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı davada
yetkisizlik kararı verildiğini ve yargılamaya Isparta İdare Mahkemesinde devam
edildiğini, Mahkemece hukuka aykırı olarak davanın reddine hükmedildiğini, İlk
Derece Mahkemesinde ve Danıştayda duruşma yapılmasına
ilişkin taleplerinin kabul edilmediğini, yıkım kararı verilen yapının taşınmazı
satın aldığı tarihten önce de var olduğunu, inşa ettiği yeni yapı için
Belediyeden gerekli izinleri aldığını ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin
iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak
reddedildiğini belirterek, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi kendisi yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı iddiası ile mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.
Başvurucunun Derece Mahkemelerinde duruşma yapılmasına ilişkin talebinin
reddedildiği iddiası ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
24. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. 6216
sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
27. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (Muhammet
Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).
28. Başvurucu, Derece
Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ve
adil olmadığını ileri sürmüştür.
29. Başvuru konusu olayda,
Mahkemenin 6/3/2009 tarihli kararıyla; dava konusu taşınmazın Eğirdir gölü
kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle 41,30 metre
uzaklıkta bulunduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı,
dava konusu yapının ilgili
idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı, mutlak koruma alanında kaldığı ve
ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir (bkz. §
10). Başvurucunun, duruşma istemli olarak kararı temyizi üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamıyla karar
onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/9/2013 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir.
30. Mahkemelerin gerekçeleri ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün İlk Derece Mahkemesi
ve Danıştay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvurucu, yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi
delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan
delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin ve Danıştayın kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
32. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Derece Mahkemelerinde Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil
Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, İlk Derece
Mahkemesi önünde ve Danıştayda duruşma yapılması
isteminin reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
34. 6216
sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
35. Bireysel başvuruların genel
olarak dört ana başlık altında yapılan inceleme sonunda açıkça dayanaktan
yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilmektedir. Bunlar,
temyiz mercii başvuruları, açık veya görünür bir ihlalin olmadığı başvurular,
kanıtlanmamış şikâyetler ile karmaşık ve zorlama şikâyetlere ilişkin başvurulardır(Mehmet
Şerif Ay, B. No: 2012/1181, 17/9/2013, § 25).
36. Somut olayda, Isparta İdare
Mahkemesinin 6/3/2009 tarihli kararında; 22/7/2008 tarihinde duruşma yapıldığı,
başvurucunun ve davalı İdare vekillerinin duruşmaya katıldığı, taraflara
usulüne uygun söz verildiği ve yaptıkları açıklamaların dinlendiği
belirtilmiştir. Bu durumda duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı
açısından bir ihlalin olmadığı açıktır.
37. 2577 sayılı Kanun'un "Duruşma" başlıklı 17. maddesinde,
temyiz ve itiraz incelemelerinde duruşma yapılması, tarafların istemine ve
Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında
Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına
karar verebileceği düzenlenmiştir (bkz. § 19). Başvurucunun duruşmalı temyiz
talebi, Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından 2577
sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca yerinde görülmeyerek reddedilmiştir.
38. Açıklanan nedenlerle, İlk
Derece Mahkemesi önünde ve Danıştayda duruşma
yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
39. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
40. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir"
41. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir
(Bayram Gök, B. No: 2012/946,
26/3/2013, § § 17,18).
42. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî
olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca
hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (S.S.A., B. No.
2013/2355, 7/11/2013, § 28).
43. Başvurucu, Barla
Belediyesince verilen yıkım kararı ve bu karara karşı açtığı iptal davasının
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Somut olayda, dava konusu Barla
Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle başvurucunun maliki olduğu taşınmazda
bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay
içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağı
başvurucuya bildirilmiş, başvurucu anılan işleme karşı iptal davası açmıştır.
Isparta İdare Mahkemesinin 6/3/2009 tarihli kararıyla; dava konusu taşınmazın
Eğirdir gölü kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle 41,30
metre uzaklıkta bulunduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın
olmadığı, dava konusu yapının ilgili
idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı, mutlak koruma alanında kaldığı ve
ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle idari işlemin hukuka aykırı
olmadığı belirtilerek dava reddedilmiştir (bkz. § 10). Karar, Danıştay
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
45. Başvurucunun, 28/9/1998
tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılmasına
yönelik Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali amacıyla dava
açtığı, inşaatın veya yapının değerinin tazmin edilmesine yönelik herhangi bir
dava açmadığı, Belediyenin işlemi nedeniyle zarara uğradığı veya mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak derece mahkemelerinde tam
yargı davası açabileceği, ancak başvurucu tarafından bu konuda herhangi bir
dava açılmadığı anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle, hukuk
sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
47. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, Barla
Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde
Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı davada yetkisizlik kararı verilmesi
üzerine Isparta İdare Mahkemesinde devam eden yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
49. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
50. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
51. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
Başvuruya konu davanın, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle
başvurucunun maliki olduğu ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan
inşaatın bir ay içerisinde yıkılmasına yönelik idari işlemin iptali istemini
konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
52. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 50). Somut başvuru açısından bu tarih, 4/5/2006
tarihidir.
53. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut
başvuru açısından bu tarih, Danıştay Ondördüncü
Dairesi tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 17/9/2013 tarihidir.
54. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin
iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açılan
davada; Mahkemece 21/12/2006 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dava
dosyasının yetkili Mahkemesine gönderildiği, Isparta İdare Mahkemesinde devam
eden yargılamada; 22/7/2008 tarihinde keşif yapılması ve bilirkişi raporu
alınmasına karar verildiği, 18/11/2008 tarihinde keşfin gerçekleştirildiği,
6/3/2009 tarihli kararla davanın reddedildiği, temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilâmıyla İlk Derece
Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 17/9/2013
tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
55. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde yürütülerek sonuçlandırıldığı görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve
idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı
Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 20).
56. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz
önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
57. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, yargılamaya ilişkin dört yılı
aşkın bir sürenin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçtiği ve söz
konusu yedi yıl dört aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
59. Başvurucu, temel hak ve
özgürlüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle 500.000,00 TL maddi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
60. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu manevi tazminat
talebinde bulunmamış, yalnızca maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Tespit
edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesi gerekir.
62. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
2.
Derece Mahkemelerinde duruşma yapılmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
3. Mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru
yollarının tüketilmemesi"
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.