TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
VOLKAN AYDIN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9619)
Karar Tarihi: 15/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Volkan AYDIN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın sonucunun adil olmaması, beyanın müdafi huzurunda alınmaması, tanıkların dinlenilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık görüşünü 13/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Anılan görüş, başvurucuya 17/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 26/3/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, cinsel istismar suçundan 18/11/2004 tarihinde tutuklanmış ve 2/2/2005 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu 2/11/2004 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında 18/11/2004 tarihindeki sorgusu sırasında da savunmasını bizzat yapacağını bildirmiştir.
8. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı, 7/12/2004 tarihli ve E.2004/301 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır.
9. Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/7/2007 tarihli ve E.2007/301, K.2006/310 sayılı kararıyla başvurucu, atılı suçtan 8 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir.
10. Anılan karar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 24/5/2007 tarihli ve E.2006/12751, K.2007/3944 sayılı ilamıyla “mağdurenin Adli Tıp Genel Kuruluna sevk edilerek akıl hastalığı sebebi ile suç tarihinde maruz kaldığı fiilin ahlaki redaeti idrak edip edemeyeceği, mukavemete muktedir olup olmadığı ve durumunun hekim olmayanlar tarafından anlaşılıp anlaşılamayacağı hususlarının kuşkuya yer vermeyecek şekilde bilimsel olarak saptanması ve ayrıca sanık Volkan yönünden mahkumiyete hazırlık beyanı esas alınan ve Dr. Ekrem Tok Adan Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi raporu ile hafif derecede zeka geriliği saptanan küçük P.nin beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususunda adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden de görüş alınması suretiyle sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiği” gerekçesi ile bozulmuştur.
11. Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 17/6/2009 tarihli ve E.2007/93, K.2009/139 sayılı kararıyla başvurucuyu 8 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir.
12. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Suç tarihi itibariyle 1990 doğumlu olup, 15 yaşından küçük olan mağdure Z. P.nin 15.11.2007 tarihinde Adli Tıp Genel Kurulu'ndan alınan raporunda; mağdurenin suç tarihinde maruz kaldığı fiilin ahlaki redaeti idrak edip edemeyeceği, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olamayacağı, kendisinde bulunan zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılabileceği, vermiş olduğu ifadelere ancak ana hatları ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği belirtilmiştir. Bozma öncesi Sağlık Bakanlığı Dr. Ekrem Tok Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden alınan 30.12.2004 tarihli sağlık kurulu raporu da aynı yönde olup; mağdurenin IQ’sunun 56 orta derece zeka geriliği düzeyinde olduğu akıl zayıflığının bulunduğu, kendisine yönelik işlenen fiilden dolayı mukavemet edemeyeceği bu arızasının hekim olmayanlarca anlaşılabilir düzeyde olduğu bildirilmiştir.
12.08.2005 tarihinde Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesince düzenlenmiş 2242 karar sayılı raporda da; mağdurenin orta ile hafif derece sınırında zeka geriliğinin bulunduğu, mağdurenin bu zeka geriliğinin ömrü boyunca süreceğinin, mağduresi bulunduğu olayın ahlaki redaetini idrak etmesine ve fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olmasına mani olacak derecede olduğu, buna göre 1990 doğumlu Z. P.nin mağduresi bulunduğu olayın ahlaki redaetini idrak edemeyeceği ve fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olamayacağı kendisinde mevcut olan zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılamayabileceği, vermiş olduğu ve vereceği ifadelere ancak ana hatları ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği bildirilmiştir.
…
Osmaniye Devlet Hastanesi Baştabipliğinden alınan Z. P. ile ilgili 17.11.2004 tarihli raporda mağdurenin kızlık zarının eski yırtık olduğu, yine mağdure Perihan Akçadağ’ın hakkında aldırılan raporda da mağdurede fiili livata bulgusuna rastlanılmadığı hymen muayenesinde de hymeninin doğal olduğunun bildirilmiş olduğu, diğer mağdure Z. P. ile ilgili yapılan fiili livata incelemesinde ise, fiili livata bulgularının mevcut olduğunun bildirilmiş olduğu görüldü. Yine mağdure P. A. ile Z. P.nin orta düzey zihinsel öğrenme yetersizliği sebebi ile … İlköğretim Okulunda özel eğitim sınıfında okuduklarına dair belgelerin dosyada mevcut olduğu görül(müştür).
Adli Tıp Kurumu raporunda mağdure Z. P.nin beyanlarına ancak ana hatlarıyla ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği bildirilmiştir. Mağdure ilk aşamadaki beyanlarında sanıklar ile cinsel ilişkiye girdiğini söylemekte ve bunu sanık Volkan dışındaki tüm sanıklar da ikrar etmektedirler. Mağdurenin ilişkinin olduğu yönündeki beyanları dört sanığın ikrarı ile doğrulanmış durumdadır. Bu itibarla mağdurenin ilişkinin varlığı konusundaki beyanlarına itibar edilmiş ve tüm sanıklarla, sanık Volkan da dahil cinsel ilişkiye girdiği kabul edilmiştir. Mağdurenin dört sanık hakkında doğruyu söyleyip de beşinci sanık olan Volkan hakkında gerçek dışı beyanlarda bulunması için bir sebep görülmemiş ve mağdurenin beyanları bütünüyle güvenilir bulunup itibar edilmiştir.
… Sanık Volkan Aydın açısından ise … yapmış olduğu savunmalarında suçlamayı reddetmiş gerek mağdure Z. P. gerekse diğer mağdure P. A. ile hiçbir şekilde cinsel ilişkiye girmediğini savunmuş ise de, sanığın tüm savunmalarında mağdure P. A.nın ailesi ile birlikte aynı evde yaklaşık bir haftayı aşkın bir süre birlikte kaldığını mağdurelerin evinden ayrıldıktan sonra da mağdureye ders çalıştırmak maksadı ile zaman zaman mağdure P.nin evine gelip gittiğini bu geliş gidişi sırasında diğer mağdure Z. P.yi tanıdığını fakat her iki mağdure ile de cinsel anlamda bir ilişkisinin olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini savunmuştur. Ancak gerek mağdure P. A.nın hazırlık aşamasındaki beyanında gerekse yine mağdure Z. P.nin hazırlık aşamasında gerek Volkan Aydın’la ilgili beyanlarını da gerekse diğer sanıklarla ilgili beyanlarında tutarlılık gösterdiği keza sanıklar …. hazırlık savunmaları ile mağdurenin hazırlık beyanları karşılaştırıldığında bu beyanlar arasında benzerlik bulunduğu, hazırlık savunmaları ile hazırlıktaki mağdure beyanlarının birbiri ile örtüştüğü, mağdure Z. P.nin sanık Volkan hakkındaki beyanlarının mağdurenin beyanlarının bütününe bakıldığında doğru olduğunun kabulü gerektiği, mağdure Z. P.nin sanık Volkan hakkındaki beyanlarının farklı bir özellik içermediği aynı ifade bütünlüğü içerisinde alındığı, mağdurenin sanığa iftira ve suç isnadında bulunmasını gerektirir bir nedeninin de olmadığı dikkate alındığında mağdurenin beyanına itibar edilmek gerektiği, diğer olgu ve delillerle birlikte değerlendirildiğinde sanık Volkan’ın mağdure Z. P.ye yönelik cinsel saldırı suçunu işlediğinin kabulü yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur.”
13. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesi 19/6/2013 tarihli ve E.2011/14211, K.2013/7907 sayılı ilamıyla anılan Mahkeme kararını onamıştır
14. Başvurucu nihai kararı 6/12/2013 tarihinde öğrenmiştir.
15. Bireysel başvuru 13/12/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 414. maddesi şöyledir:
“Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırzına geçerse beş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkûm olur.
“Eğer fiil cebir ve şiddet veya tehdit kullanılmak suretiyle veya akıl veya beden hastalığından veya failin fiilinden başka bir sebepten dolayı veya failin kullandığı hileli vasıtalarla fiille mukavemet edemeyecek bir halde bulunan bir küçüğe karşı işlenmiş olursa ağır hapis cezası on seneden aşağı olamaz.”
17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin ilgili tarihte yürürlükte bulunan (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
18. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 177. maddesi şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.
(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı fıkraları şöyledir:
“Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 13/12/2013 tarihli ve 2013/9619 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; soruşturma evresinde haksız olarak tutuklandığını, suçsuz olduğunu, aleyhinde hiçbir maddi delil bulunmadığını, hazırlık beyanının müdafi huzurunda alınmadığını, kolluk görevlileri tarafından kurulan baskı nedeniyle mağdurlarca suçlandığını, delil gösterebileceği konusunda bilgilendirilmediği gibi tanıklarının kim olduğunun ve diğer delillerinin de kendisine sorulmadığını, Mahkemeye sunduğu tanıkların dinlenmediğini, Yargıtayın da haksız olarak kararı onadığını, hiç hak etmediği hâlde yaklaşık on yıldır bu olayın izlerini taşıdığını ve geleceği hakkında sağlıklı bir karar veremediğini ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiği İddiası
23. Başvurucu, haksız olarak tutuklandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29). Somut olayda başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 2/2/2005 tarihinde sona ermiştir.
25. Açıklanan nedenlerle olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
26. Başvurucu; suçsuz olduğunu, somut delil olmadan sadece mağdur beyanlarına dayalı olarak mahkûm edildiğini, Yargıtayın da haksız olarak kararı onadığını, bu sebeplerle adil yargılanma hakkının ihlali edildiğini ileri sürmüştür.
27. Diğer yandan başvurucu, hiç hak etmediği hâlde yaklaşık on yıldır olayın izlerini taşıdığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini de belirtmiştir. Başvurucunun yargılamanın sonucunun adil olmadığı hususu ile ilgili açıklamalarında dile getirdiği bu iddialarının özünün, haksız yere mahkûmiyet kararı verildiği hususu ile ilgili olduğu görülmüştür. Bu sebeple başvurucunun iddiaları, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı başlığı altında incelenmiş; makul sürede yargılanma hakkı yönünden bir değerlendirme yapılmamıştır.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi, bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemelerinin kararları bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,12/2/2013, §26).
32. Başvurucu; müsnet suçu işlediğine dair delil bulunmadığını, delillerin eksik ve hatalı bir şekilde değerlendirilerek mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Mahkeme; sanık savunmalarına, mağdur beyanlarına, Adli Tıp Kurumu raporlarına, adli raporlara ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilip ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 14).
33. Başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında da bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
35. Başvurucu, soruşturma aşamasında müdafi atanmadığından savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
38. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
39. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemeye göre isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar; kendisini bizzat savunma, kendisinin seçtiği bir müdafiin yardımından yararlanma ve bir müdafie sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafiin yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).
40. Müdafi, 5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
41. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılanma için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanması imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı, aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
42. Bu bağlamda müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
43. 1412 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde ise yakalanan kişi veya sanık, on sekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz ya da kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafii de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir. Diğer yandan 1412 sayılı Kanun’un 138. maddesi gereğince şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 1412 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hâllerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır. Bu durumda o tarihte yürürlükte olan Kanun’a göre başvurucunun, kendisine müdafi görevlendirilmesinin yasal olarak zorunlu olan kişilerden olmadığı görülmektedir.
44. Başvuru dosyasına göre başvurucu 18/11/2004 tarihinde gözaltına alınırken kendisine yasal haklarının yazılı bulunduğu şüpheli ve sanık hakları formu verilmiş, anılan form başvurucu tarafından da imzalanmıştır. Aynı tarihte kolluk ifadesi alınırken şüpheliye (başvurucuya) müdafi tayin etme hakkının bulunduğuna, müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirebileceğine ilişkin hakları hatırlatılmıştır. Başvurucunun müdafi talebi olmamıştır. Diğer taraftan ifadesinin alınması esnasında başvurucuya müdafiden yararlanma hakkı dışında susma hakkı ve somut delillerin toplanmasını isteme hakları da hatırlatılmıştır. Başvurucu 2/11/2004 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında 18/11/2004 tarihindeki sorgusu sırasında da savunmasını bizzat yapacağını bildirmiştir.
45. Başvurucunun müdafi talep etmesine rağmen müdafi verilmediğine, haklarının hatırlatılmadığına, soruşturma aşamasındaki beyanlarının hükme esas alındığına veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun 23/11/2004 tarihinden itibaren kendisini müdafi ile temsil ettirdiği görülmektedir.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tanıklarının Davet Edilmediği İddiası ve Diğer İddialar
47. Başvurucu; kolluk görevlileri tarafından kurulan baskı nedeniyle mağdurlarca suçlandığını, Mahkemeye sunduğu tanıkların dinlenmediğini, lehine olan delillerin toplanmadığını soyut şekilde iddia etmiştir.
48. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak ve dayanılan Anayasa hükmünün ne şekilde ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunmak suretiyle iddialarını kanıtlamak başvuruculara düşmektedir (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
49. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
50. Somut olayda hangi celsede veya hangi tarihli dilekçeyle, hangi sebeplerle ve hangi hususlara ilişkin tanık dinlenilmesi veya somut delil toplanması talebinde bulunulduğuna, buna karşılık Mahkemece taleplerinin karşılanmadığına veya mağdurların beyanlarının baskı altında alındığına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır. Diğer yandan bozma öncesindeki 7/1/2005 tarihli celsede, başvurucunun tanık dinletme talebinin davanın esasına katkı sağlamayacağı için reddedilmesine ve başvurucunun beraat etmesine karşın bozma sonrasında anılan talep yenilenmemiş veya tanık/tanıklar duruşmada hazır edilmemiştir.
51. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması ve herhangi bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle,
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.