TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUSUF NADAS BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9777)
|
|
Karar Tarihi: 12/1/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Yusuf NADAS
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
ŞAHİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK) ile ilişiğinkesilmesi nedeniyle özel hayatın
gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/12/2013 tarihinde Ankara 17. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 2/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken
yapılan idari bir tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 16/4/2012
tarihinde düzenlenen ayırma sicil belgesiyle hakkında “Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kalması Uygun Değildir” ortak
kanaati bildirilmiştir.
9. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin 61. maddesi gereğince Hava Kuvvetleri
Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu
değerlendirilmiş ve Komisyon 7/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında ayırma
işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 20/6/2012 tarihinde Hava
Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının
onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da 21/9/2012 tarihinde uygun
bulunmuştur. Bunun üzerine hazırlanan ayırma kararnamesinin 27/9/2012 tarihinde
Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanması ile ayırma işlemi tamamlanmıştır.
10. Başvurucu 23/1/2012 tarihinde, TSK’dan çıkarılmasını
gerektiren bir disiplinsizliği olmadığı hâlde hukuka aykırı olarak yapılan bir
sorgulama neticesinde ilişiğinin kesildiğini, tesis edilen ayırma işleminin
ölçülülük ilkesiyle bağdaşmadığını ve hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma
işleminin iptali istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açmıştır.
11. Yargılama sırasında davalı idarenin 25/12/2012 tarihli
yazısının ekinde gönderilen savunmasında TSK'nın itibarını sarsacak şekilde
ahlak dışı hareketlerde bulunduğu anlaşılan başvurucunun ilişiğinin 27/7/1967
tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca kesildiği,
başvurucunun ahlaki durumunun TSK’da görev yapmasını engelleyecek vahamet
derecesine gelmiş olduğu, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık
bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare, savunma ekinde Mahkemeye
ayrıca4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52.
maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge göndermiştir.
12. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun cinsel hayatının ve yaşayış
şeklinin, kamu görevi ve asker kişilik sıfatı ile bağdaşmayacak bir yönünün
bulunmadığını, başvurucunun yaşadığı cinsel birlikteliklerin, tamamen özel
hayatın dokunulmaz sahası içerisinde değerlendirilmesi gereken mahiyet arz
ettiğini ve sonuç olarak bu hayat tarzı nedeniyle başvurucu hakkında ayırma
sicili tanzim edilmesinin ölçülülük ilkesini ihlal ettiğini, başvurucunun statü
dışına çıkarılması işleminin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğunu
belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce
bildirmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesi 26/6/2013 tarihli ve E.2012/1345,
K.2013/761 sayılı kararı ile oyçokluğuyladavayı
reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
Davacının sicil, taltif ve disiplin durumunun
ayrıntılarına bakıldığında; sicil ortalamasının üst sınırda 'iyi' düzeyde
gerçekleştiği, herhangi bir sicil döneminde hakkında menfi kanaat
bildirilmediği, şimdiye kadar 12 adet takdirname ile taltif edildiği, askeri
mahkemeler ya da adliye mahkemelerinden ceza almadığı, buna karşın disiplin
amirlerince çeşitli disiplinsizlikleri nedeniyle 1989 yılında 5 gün izinsizlik,
şiddetli tevbih ve 4 gün izinsizlik, 1990 yılında 3 gün izinsizlik, 14 gün oda
hapsi, 2 gün izinsizlik ve 7 gün izinsizlik, 1991 yılında 2 gün izinsizlik,
1992 yılında 5 gün izinsizlik, 1995 yılında 2 gün oda hapsi, 1998 yılında 7 gün
oha hapsi, 2007 yılında uyarı ve 2009 yılında uyarı disiplin cezalarıyla
cezalandırıldığı, bunların yanında;
...
04.08.1995 tarihinde ... önceki kayın pederi
...tarafından silahla yaralandığı, bu olaydan sonra sınıf değişikliğine tabi
tutularak muharebe sınıfından levazım sınıfına geçirildiği, olay nedeniyle
kayın pederi hakkında adam öldürmeye teşebbüs suçundan dava açıldığı, ayrıca
aynı olay kapsamında davacı hakkında da 02.08.1995 tarihinde kayın pederine
yönelik hareketleri nedeniyle ... 'silahla müessir fiile tam teşebbüs, silahla
şartlı tehdit, silahla konut dokunulmazlığını bozmak ve hakaret' suçlarından
kamu davası açıldığı, dosyasında bu davaların akıbetine ilişkin olarak da
başkaca bilgi bulunmadığı anlaşılmakta, ancak davacı hakkındaki ayırma
işleminin bu disiplin durumundan ziyade Hv.K.K.lığı
İstihbarat Başkanlığı tarafından yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen
bilgilere ve hazırlanan istihbarat raporuna dayandığı görülmektedir.
...
Davalı idare tarafından ... gönderilen bilgi
ve belgeler ... incelendiğinde ise; davacının karşı cinse olan düşkünlüğünü
gösterir bir takım tespit ve değerlendirmeler yapıldığı, kendisi evli olduğu
halde, evli/bekar/dul, yerli/yabancı pek çok bayanla cinsel ilişkiye girdiği,
ilişkiye girdiği bayanların çoğunun, davacının astsubay olduğunu bildikleri,
keza davacının yaşadığı cinsel ilişkileri her ortamda etrafındaki insanlara
anlattığı, dolayısıyla davacının bu tutum ve davranışının aleniyet kazandığı
alınan ifadesinde davacının da bu ilişkilerini ikrar ettiği, keza ifadesine
başvurulan bir başka personel tarafından da davacının karşı cinse olan
düşkünlüğünün belirtildiği, bunun yanında kendisine askeri hizmet için tahsis
edilmiş olan bilgisayarı hizmet dışı kullanarak, gerek Telekomünikasyon
Başkanlığı ve gerekse Yönerge hükümleriyle yasaklanmış sitelere erişim
sağladığı anlaşılmaktadır.
...
... somut olay incelendiğinde; davacının
meslek hayatı süresince askeri disipline uyum konusunda belli bir zafiyet
içinde olduğu ve askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye
erişemediği, keza TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin 86'ncı maddesinin aradığı
anlamda 'iyi ahlak sahibi olmak' vasfını da taşımadığı, karşı cinse olan
düşkünlüğü nedeniyle ilk eşinin babasıyla karşılıklı fiil ve hareketleri
yüzünden sanık durumuna düşmelerine ve devamında boşanmasına, ikinci eşiyle de
benzer sebeplerle evlilik birliğinin devamı konusunda sorunlar yaşamasına
rağmen tavır ve davranışlarını düzenleyemediği, kendisine askeri hizmet için
tahsis edilmiş bilgisayarı emir ve talimatlara aykırı şekilde kullanmak
suretiyle erişimi yasaklanmış, cinsel içerikli internet sitelerine girdiği,
davacının bu disiplin ve ahlaki yapısının Silahlı Kuvvetlerin disiplinini
esastan sarstığı gibi itibarını da zedelediği, bu haliyle 'astsubay statüsünde'
kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini kaybettiği, daha fazla statüde
tutulmasının yürütülen özellikli kamu hizmetine zarar vereceği, aynı
değerlendirmelerle davacıyı statü dışına çıkaran davalı idarenin takdir
yetkisini objektif ve kamu yararı-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı,
işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine
ulaşılmıştır."
14. Karara katılmayan bir üyenin karşıoy
yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:
" ...
Davacı hakkında tesis edilen ayırma işlemine
esas alınan olguların davacının kendi ifadesine ve başka bir personelin
ifadesine dayandırıldığı görülmektedir. Bu bağlamda, davacının genel durumu ile
birlikte, ifadelere dayandırılarak esas alınan olguların ve yürütülen kamu
hizmetini olumsuz etkilemesi durumunun irdelenmesi gerekmektedir.
...
Davalı idarenin, ayırma işlemindeki tek
dayanağını, iki adet ifade ve bunların içinde de özellikle davacıya ait ifade
oluşturmaktadır. Gerçekte, davacının kendisine ait ifade dışında diğer
personelin ifadelerinde, ayırma işlemine esas alınacak olgulardan söz etmek
bile mümkün değildir. Bu bağlamda, ayırma işlemine esas alınan tek dayanak
olarak davacının, somut bilgi, belge ve olgularla desteklenmeyen soyut ifadesi
kalmaktadır. Davacının ifadesinde soyut olarak geçen olguların, somuta
yansımasını ortaya koyamayan idarenin (kaldı ki hizmet açısından somut yansıma
olarak gözüken tek şey davacının üst sınırda iyi seviyedeki sicil
ortalamasıdır.) sadece davacının ifadesine dayanarak ayırma işlemi tesis
etmesini, hukuk sınırları içinde görmek mümkün değildir.
Diğer yandan, yer ve zaman belirtilmeden
ifadede ve istihbarat raporunda geçen olguların esas alınması, tesis edilen
işlemi 'ölçülülük ilkesi' açısından da hukuka aykırı hale getirmektedir.
...
... Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacının
ifadesi, davacıya atfedilen belirli bir eylem veya eylemlere yönelik olarak
değil, davacının tüm yaşantısının (özel hayatı dahil) sorgulayan bir çerçeveyi
kapsamaktadır. Böyle geniş çerçeveli bir ifade alım tarzını, disiplin hukuku
çerçevesinde değerlendirmek mümkün olmadığı gibi, tabiri caizse, bu tür bir
ifade alma tarzı, davacı hakkında sonradan tesis edilmesi planlanan bir işleme
dayanak alınma zeminini oluşturmaktadır. Başka bir anlatımla, geçmişte olduğu
varsayılan ancak davacının ve başka bir personelin ifadeleriyle şimdiki zamana
taşınmaya çalışılan olguların, davacının kendi ifadesiyle kanıtlanması ve
ayırma işlemine dayanak alınması çabası gibi gözükmektedir. Bu durum alınan
ifadeyi disiplin hukuku çerçevesinde bile şüpheli kılmaktadır.
..."
15. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
19/11/2013 tarihli ve E.2013/1136, K.2013/1111 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
16. Anılan karar, başvurucuya 4/12/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 24/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin 15/10/2015 tarihli yazısıyla yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun TSK ile ilişiğinin kesilmesi işlemine
dayanak oluşturan belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
19. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 5/11/2015 tarihli yazısında
idari işlemin dayanağını oluşturan belgelerin, yürütülen idari tahkikat
kapsamında temin edilen ifade tutanaklarından ibaret olduğu, bu belgelerin bazı
bölümlerinin karartılması suretiyle sunulduğu belirtilmiştir.
20. Anılan belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri
Komutanlığınca yürütülen bir idari tahkikat kapsamında 7/7/2011 tarihinde
istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Ankara Karargahında başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu
ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun
belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış
olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır.
Anılan ifade metninde, başvurucuya nerelerde görev yaptığı ve kimlerle ikamet
ettiği, ilişki yaşadığı bayanların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya
yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı, uyuşturucu veya uyarıcı madde
kullanıp kullanmadığı, herhangi bir ticari faaliyette bulunup bulunmadığı
hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı
ve özellikle birlikte olduğu bayanlara ilişkin olarak geçmişte flört veya
cinsel birliktelik yaşadığı tüm ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini
imzaladığı anlaşılmıştır.
21. Başvurucu dışında bir rütbeli askerin ifadesinin 6/7/2011
tarihinde alınmış olduğu, bu kişiye ilişki yaşadığı bayanların kendisinden TSK
hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı hususunun
sorulduğu ve ayrıca başvurucu hakkında bildiklerini anlatmasının istendiği
görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
22. 926 sayılı Kanunu’nun “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle
ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle
Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen
astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı
Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar
hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler
tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
23. 28/12/1998 tarihli, 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) işlem tarihinde
yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî
durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik
veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı
Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir
veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması,
ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini
ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137)
Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
24. Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle
ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince
başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle
ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman
düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz.
Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine
ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı
maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate
vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri
ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin
yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu
siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle
karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının
başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin
dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel
yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan
komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve
Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden
incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin
şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir.
Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu
kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından
emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına
konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan
personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına
gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek,
Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve
Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından,
durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki
istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında
kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının,
durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların
dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği
karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde
yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile
mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar
hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya
Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen
sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel
başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya
Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı
kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki
özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri,
birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler.
Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına
sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile
Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
25. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
26. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
27. 6/9/1961 tarihli, 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri
hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi
olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker,
esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan,
ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan
ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni
olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi
şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, istihbari bilgilere
dayanılarak özel hayatın dokunulmaz sahası içinde kalan bilgiler esas alınmak
suretiyle ayırma işlemi tesis edildiğini, sicilnotlarının
da gösterdiği üzere kamu hizmetini iyi şekilde ifa ettiğini, hâl böyle iken çok
ağır bir yaptırıma tabi tutulduğunu belirterek Anayasa'nın 13. maddesinde
düzenlenen ölçülülük ilkesinin, 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi
varlığı koruma ve geliştirme hakkının, 20. maddesinde düzenlenen özel hayata
saygı yükümlülüğünün ve 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; işlemin iptali ile birlikte tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına
ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere
dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesi olup ihlal iddialarının
niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Bakanlık görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
benzer kararlarına atıf yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 8. maddesinin özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
aldığı, meslek hayatı çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin de özel hayat
kavramı içerisinde yer aldığı, devlet memuru olarak atanan bir kişinin işten
çıkarılmasına ilişkin olarak 8. madde kapsamında şikâyette bulunabileceği,
kişilerin özel hayatının sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların,
buna ilave olarak kişilerin davranış ve tutumlarını gerekçe göstererek görevden
alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale olduğu, millî
güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe
uygunluğu değerlendirilirken bu kişiler hakkında toplanan bilgilerin
kullanılması mümkün olmakla birlikte millî güvenliği korumak için getirilen
sistemin kötüye kullanmaya karşı yeterli ve etkili güvencelere sahip olması
gerektiği belirtilmiştir.
33. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında hakkında
uygulanan ayırma işleminin Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen "ölçülülük ilkesi"ni ihlal ettiğini, hâkim
kararı olmaksızın özel hayatının gizliliğine müdahale edildiğini iddia
etmiştir.
34. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.”
35. Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği hakkı
düzenlenmiştir. Özel hayat, geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının
yapılması oldukça zordur. Bununla beraber bu kavram; kişinin maddi ve manevi
bütünlüğü, fiziksel ve sosyal kimliği, bireyin ismi, cinsel yönelimi, cinsel
yaşamı gibi unsurları korumaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015,§
46). Kişisel bilgiler ve veriler, kişisel gelişim, aile hayatı vb. konular da
bu hakkın içinde yer almaktadır.
36. Özel hayat, "özel bir sosyal hayat" sürdürmeyi
yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir "özel
hayatı" güvence altına almaktadır. Bu yönü ile değerlendirildiğinde bahsi
geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas
kurma hakkını da içermektedir. AİHM içtihatlarında mesleki hayat çerçevesinde
yürütülen faaliyetlerin "özel hayat" kavramı dışında tutulamayacağı
belirtilmektedir. Mesleki hayata getirilen sınırlamalar; bireyin, sosyal
kimliğini yakınlarında bulunan insanlarla olan ilişkilerini geliştirme şeklinde
yansıtabildiği ölçüde Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu
noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan
ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde
yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No. 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, §
29).
37. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin;
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması; kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (AYM, E. 2009/1, K. 2011/82, 18/5/2011; E.
1986/24, K. 1987/7,1/3/1987; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 37).
38. AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı
hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak
kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının
özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, §§ 47, 48).
a. Müdahalenin Varlığı
39. Somut başvuru açısından, başvurucunun askerlik görevinden
sadece mesleki nedenlerle yürütülen bir disiplin soruşturması neticesinde
çıkarılmamış olduğu söylenebilir. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle
TSK’dan ayırma işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat
sürecinden, TSK’dan ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere
başvuruya konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış
ve ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
40. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş
olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmaktadır.
Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu
hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
41. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
43. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
44. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü Anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu
olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun
hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
45. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri
uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
46. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
47. Disiplin yaptırımlarının; bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
48. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
49. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı; bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
50. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel ve aile hayatın gizliliği hakkını etkili
olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından dahi özel ve
aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli önlemlerin alınması ödevini
de içermektedir (Ata Türkeri, §
42).
51. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
52. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik
olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı
karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
53. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan derece
mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir
Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 54)
54. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Özpınar/Türkiye, § 72).
55. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
56. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka
uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
57. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72).
58. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda, yapılan idari bir tahkikat kapsamında Hava
Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bir askerî personelin
ifadelerinin alındığı, başvurucunun cinsel yaşamına dair hususların esas olarak
başvurucunun 7/7/2011 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Söz konusu ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının
belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu
hususunun da açıklanmamış olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları
yanıtladığı ve cinsel hayatına ilişkin mahrem tüm hususları (detaylı bir
şekilde) içeren ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Yine ifadesi alınan
diğer askerî personelin beyanında, başvurucunun cinsel hayatına ilişkin olarak
bizzat tanık olduğu bir olayın yanı sıra genellikle başvurucudan duyduğu bir
kısım genel olayları anlattığı görülmüştür. Söz konusu ifade de başvurucunun
ifadesi ile aynı yöntemle alınmıştır.
59. Başvurucu, 2011 yılı içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı
İstihbarat Başkanlığına bir soruyu yanıtlamak için gitmesinin emredildiğini,
emir üzerine sorgulamaya girerken kendisine sorgusunun yasal bir sorgulama
olmaması nedeniyle yanında avukat bulunduramayacağının, sadece bilgilendirme
olacağının, sorgulamanın kuvvet komutanının talimatıyla yapıldığının
söylendiğini; kendisine bir isnatta bulunmaksızın gerçeği yansıtmayan sorular
sorulduğunu, sorulara cevap vermeyeceğini bildirmesine rağmen sorgulanmasının
sonucunda bir şey olmayacağının ve anlatacaklarının sadece burada kalacağının
vurgulanması üzerine tutulan ifade tutanağını baskı altında kalarak okumadan
imzaladığını ileri sürmüştür.
60. Başvurucunun ifade tutanaklarının sıhhati hususu ve
başvurucunun dava dilekçesinde dile getirdiği ifade alma işleminin ve ifade
tutanaklarının hukuki geçersizliğine yönelik iddiaları, AYİM Birinci Dairesince
verilen kararlarda herhangi bir şekilde değerlendirilmemiş ve bu iddialara
ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
61. Başvurucunun söz konusu ifadesinin, belirli ve somut fiiller
belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda bilgi verilmeden
temin edilmiş olması, anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli duruma
getirmektedir. Aynı durum, başvurucunun yanı sıra ifadesi alınan diğer askerî
personelin ifadesi yönünden de geçerlidir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında
sorulan sorular ve bu sorulara ilişkin açıklamalar gözönüne
alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil özel hayatını ilgilendiren
iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı görülmektedir. Bu kapsamda
başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla değil daha çok mahremiyet
alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
62. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK ile ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek
son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
63. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin sıhhati hususunun
değerlendirilmediği, davanın ilk aşamasında ileri sürülen iddialara rağmen
ifadelerin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel
hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel yaşamını tüm detaylarıyla
anlatmasının sağlandığı koşulların neler olduğu hususunun ortaya konulmadığı,
söz konusu soyut nitelikteki ifadelerde belirtilen hususlar dayanak alınmak
suretiyle TSK ile ilişiğinin kesilmesi işlemine karşı açılan davanın
reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan AYİM kararında başvurucunun (dayanak
alınan ifadelerde belirtilen) özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin,
TSK’nın disiplinini ve itibarını sarstığı ifade edilmekle birlikte başvurucunun
idari tahkikat öncesi alenileşmeyen cinsel yaşamına ilişkin hususların, mesleki
hayatı üzerinde ne tür bir etkide bulunduğu ve başvurucunun özel hayatının
TSK’nın işleyişi üzerinde nasıl bir risk ve etki oluşturduğunun ortaya
konulmadığı görülmektedir.
64. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne
sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan
başvurucunun söz konusu ifadelerinin alındığı koşullara yönelik iddialarına
AYİM tarafından makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun özel
hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel
hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda
savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden başvurucunun
yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi
haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul
edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun geçmiş
sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden
değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya
da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı
ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Buna göre başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
66. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
67. Başvurucu, ihlalin tespitiyle idari işlemin iptaline
hükmedilmesini talep etmiştir.
68. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin, başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.