TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
YUSUF NADAS BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9777)
Karar Tarihi: 12/1/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
Aydın ŞİMŞEK
Başvurucu
Yusuf NADAS
Vekili
Av. Mehmet ŞAHİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiğinkesilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/12/2013 tarihinde Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken yapılan idari bir tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 16/4/2012 tarihinde düzenlenen ayırma sicil belgesiyle hakkında “Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kalması Uygun Değildir” ortak kanaati bildirilmiştir.
9. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin 61. maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 20/6/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da 21/9/2012 tarihinde uygun bulunmuştur. Bunun üzerine hazırlanan ayırma kararnamesinin 27/9/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanması ile ayırma işlemi tamamlanmıştır.
10. Başvurucu 23/1/2012 tarihinde, TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir disiplinsizliği olmadığı hâlde hukuka aykırı olarak yapılan bir sorgulama neticesinde ilişiğinin kesildiğini, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük ilkesiyle bağdaşmadığını ve hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açmıştır.
11. Yargılama sırasında davalı idarenin 25/12/2012 tarihli yazısının ekinde gönderilen savunmasında TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu anlaşılan başvurucunun ilişiğinin 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 94. maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca kesildiği, başvurucunun ahlaki durumunun TSK’da görev yapmasını engelleyecek vahamet derecesine gelmiş olduğu, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare, savunma ekinde Mahkemeye ayrıca4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge göndermiştir.
12. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun cinsel hayatının ve yaşayış şeklinin, kamu görevi ve asker kişilik sıfatı ile bağdaşmayacak bir yönünün bulunmadığını, başvurucunun yaşadığı cinsel birlikteliklerin, tamamen özel hayatın dokunulmaz sahası içerisinde değerlendirilmesi gereken mahiyet arz ettiğini ve sonuç olarak bu hayat tarzı nedeniyle başvurucu hakkında ayırma sicili tanzim edilmesinin ölçülülük ilkesini ihlal ettiğini, başvurucunun statü dışına çıkarılması işleminin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesi 26/6/2013 tarihli ve E.2012/1345, K.2013/761 sayılı kararı ile oyçokluğuyladavayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
Davacının sicil, taltif ve disiplin durumunun ayrıntılarına bakıldığında; sicil ortalamasının üst sınırda 'iyi' düzeyde gerçekleştiği, herhangi bir sicil döneminde hakkında menfi kanaat bildirilmediği, şimdiye kadar 12 adet takdirname ile taltif edildiği, askeri mahkemeler ya da adliye mahkemelerinden ceza almadığı, buna karşın disiplin amirlerince çeşitli disiplinsizlikleri nedeniyle 1989 yılında 5 gün izinsizlik, şiddetli tevbih ve 4 gün izinsizlik, 1990 yılında 3 gün izinsizlik, 14 gün oda hapsi, 2 gün izinsizlik ve 7 gün izinsizlik, 1991 yılında 2 gün izinsizlik, 1992 yılında 5 gün izinsizlik, 1995 yılında 2 gün oda hapsi, 1998 yılında 7 gün oha hapsi, 2007 yılında uyarı ve 2009 yılında uyarı disiplin cezalarıyla cezalandırıldığı, bunların yanında;
...
04.08.1995 tarihinde ... önceki kayın pederi ...tarafından silahla yaralandığı, bu olaydan sonra sınıf değişikliğine tabi tutularak muharebe sınıfından levazım sınıfına geçirildiği, olay nedeniyle kayın pederi hakkında adam öldürmeye teşebbüs suçundan dava açıldığı, ayrıca aynı olay kapsamında davacı hakkında da 02.08.1995 tarihinde kayın pederine yönelik hareketleri nedeniyle ... 'silahla müessir fiile tam teşebbüs, silahla şartlı tehdit, silahla konut dokunulmazlığını bozmak ve hakaret' suçlarından kamu davası açıldığı, dosyasında bu davaların akıbetine ilişkin olarak da başkaca bilgi bulunmadığı anlaşılmakta, ancak davacı hakkındaki ayırma işleminin bu disiplin durumundan ziyade Hv.K.K.lığı İstihbarat Başkanlığı tarafından yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilere ve hazırlanan istihbarat raporuna dayandığı görülmektedir.
Davalı idare tarafından ... gönderilen bilgi ve belgeler ... incelendiğinde ise; davacının karşı cinse olan düşkünlüğünü gösterir bir takım tespit ve değerlendirmeler yapıldığı, kendisi evli olduğu halde, evli/bekar/dul, yerli/yabancı pek çok bayanla cinsel ilişkiye girdiği, ilişkiye girdiği bayanların çoğunun, davacının astsubay olduğunu bildikleri, keza davacının yaşadığı cinsel ilişkileri her ortamda etrafındaki insanlara anlattığı, dolayısıyla davacının bu tutum ve davranışının aleniyet kazandığı alınan ifadesinde davacının da bu ilişkilerini ikrar ettiği, keza ifadesine başvurulan bir başka personel tarafından da davacının karşı cinse olan düşkünlüğünün belirtildiği, bunun yanında kendisine askeri hizmet için tahsis edilmiş olan bilgisayarı hizmet dışı kullanarak, gerek Telekomünikasyon Başkanlığı ve gerekse Yönerge hükümleriyle yasaklanmış sitelere erişim sağladığı anlaşılmaktadır.
... somut olay incelendiğinde; davacının meslek hayatı süresince askeri disipline uyum konusunda belli bir zafiyet içinde olduğu ve askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye erişemediği, keza TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin 86'ncı maddesinin aradığı anlamda 'iyi ahlak sahibi olmak' vasfını da taşımadığı, karşı cinse olan düşkünlüğü nedeniyle ilk eşinin babasıyla karşılıklı fiil ve hareketleri yüzünden sanık durumuna düşmelerine ve devamında boşanmasına, ikinci eşiyle de benzer sebeplerle evlilik birliğinin devamı konusunda sorunlar yaşamasına rağmen tavır ve davranışlarını düzenleyemediği, kendisine askeri hizmet için tahsis edilmiş bilgisayarı emir ve talimatlara aykırı şekilde kullanmak suretiyle erişimi yasaklanmış, cinsel içerikli internet sitelerine girdiği, davacının bu disiplin ve ahlaki yapısının Silahlı Kuvvetlerin disiplinini esastan sarstığı gibi itibarını da zedelediği, bu haliyle 'astsubay statüsünde' kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini kaybettiği, daha fazla statüde tutulmasının yürütülen özellikli kamu hizmetine zarar vereceği, aynı değerlendirmelerle davacıyı statü dışına çıkaran davalı idarenin takdir yetkisini objektif ve kamu yararı-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı, işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır."
14. Karara katılmayan bir üyenin karşıoy yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:
Davacı hakkında tesis edilen ayırma işlemine esas alınan olguların davacının kendi ifadesine ve başka bir personelin ifadesine dayandırıldığı görülmektedir. Bu bağlamda, davacının genel durumu ile birlikte, ifadelere dayandırılarak esas alınan olguların ve yürütülen kamu hizmetini olumsuz etkilemesi durumunun irdelenmesi gerekmektedir.
Davalı idarenin, ayırma işlemindeki tek dayanağını, iki adet ifade ve bunların içinde de özellikle davacıya ait ifade oluşturmaktadır. Gerçekte, davacının kendisine ait ifade dışında diğer personelin ifadelerinde, ayırma işlemine esas alınacak olgulardan söz etmek bile mümkün değildir. Bu bağlamda, ayırma işlemine esas alınan tek dayanak olarak davacının, somut bilgi, belge ve olgularla desteklenmeyen soyut ifadesi kalmaktadır. Davacının ifadesinde soyut olarak geçen olguların, somuta yansımasını ortaya koyamayan idarenin (kaldı ki hizmet açısından somut yansıma olarak gözüken tek şey davacının üst sınırda iyi seviyedeki sicil ortalamasıdır.) sadece davacının ifadesine dayanarak ayırma işlemi tesis etmesini, hukuk sınırları içinde görmek mümkün değildir.
Diğer yandan, yer ve zaman belirtilmeden ifadede ve istihbarat raporunda geçen olguların esas alınması, tesis edilen işlemi 'ölçülülük ilkesi' açısından da hukuka aykırı hale getirmektedir.
... Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacının ifadesi, davacıya atfedilen belirli bir eylem veya eylemlere yönelik olarak değil, davacının tüm yaşantısının (özel hayatı dahil) sorgulayan bir çerçeveyi kapsamaktadır. Böyle geniş çerçeveli bir ifade alım tarzını, disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirmek mümkün olmadığı gibi, tabiri caizse, bu tür bir ifade alma tarzı, davacı hakkında sonradan tesis edilmesi planlanan bir işleme dayanak alınma zeminini oluşturmaktadır. Başka bir anlatımla, geçmişte olduğu varsayılan ancak davacının ve başka bir personelin ifadeleriyle şimdiki zamana taşınmaya çalışılan olguların, davacının kendi ifadesiyle kanıtlanması ve ayırma işlemine dayanak alınması çabası gibi gözükmektedir. Bu durum alınan ifadeyi disiplin hukuku çerçevesinde bile şüpheli kılmaktadır.
..."
15. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/1136, K.2013/1111 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
16. Anılan karar, başvurucuya 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 24/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Anayasa Mahkemesinin 15/10/2015 tarihli yazısıyla yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun TSK ile ilişiğinin kesilmesi işlemine dayanak oluşturan belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
19. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 5/11/2015 tarihli yazısında idari işlemin dayanağını oluşturan belgelerin, yürütülen idari tahkikat kapsamında temin edilen ifade tutanaklarından ibaret olduğu, bu belgelerin bazı bölümlerinin karartılması suretiyle sunulduğu belirtilmiştir.
20. Anılan belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca yürütülen bir idari tahkikat kapsamında 7/7/2011 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Ankara Karargahında başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde, başvurucuya nerelerde görev yaptığı ve kimlerle ikamet ettiği, ilişki yaşadığı bayanların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanıp kullanmadığı, herhangi bir ticari faaliyette bulunup bulunmadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu bayanlara ilişkin olarak geçmişte flört veya cinsel birliktelik yaşadığı tüm ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
21. Başvurucu dışında bir rütbeli askerin ifadesinin 6/7/2011 tarihinde alınmış olduğu, bu kişiye ilişki yaşadığı bayanların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı hususunun sorulduğu ve ayrıca başvurucu hakkında bildiklerini anlatmasının istendiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
22. 926 sayılı Kanunu’nun “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
23. 28/12/1998 tarihli, 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
24. Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı 61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
25. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
26. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
27. 6/9/1961 tarihli, 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, istihbari bilgilere dayanılarak özel hayatın dokunulmaz sahası içinde kalan bilgiler esas alınmak suretiyle ayırma işlemi tesis edildiğini, sicilnotlarının da gösterdiği üzere kamu hizmetini iyi şekilde ifa ettiğini, hâl böyle iken çok ağır bir yaptırıma tabi tutulduğunu belirterek Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen ölçülülük ilkesinin, 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının, 20. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı yükümlülüğünün ve 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; işlemin iptali ile birlikte tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmesi ve bu bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edilmesi olup ihlal iddialarının niteliği gereği başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Bakanlık görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararlarına atıf yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinin özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığı, meslek hayatı çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin de özel hayat kavramı içerisinde yer aldığı, devlet memuru olarak atanan bir kişinin işten çıkarılmasına ilişkin olarak 8. madde kapsamında şikâyette bulunabileceği, kişilerin özel hayatının sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ilave olarak kişilerin davranış ve tutumlarını gerekçe göstererek görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale olduğu, millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğu değerlendirilirken bu kişiler hakkında toplanan bilgilerin kullanılması mümkün olmakla birlikte millî güvenliği korumak için getirilen sistemin kötüye kullanmaya karşı yeterli ve etkili güvencelere sahip olması gerektiği belirtilmiştir.
33. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında hakkında uygulanan ayırma işleminin Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen "ölçülülük ilkesi"ni ihlal ettiğini, hâkim kararı olmaksızın özel hayatının gizliliğine müdahale edildiğini iddia etmiştir.
34. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”
35. Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği hakkı düzenlenmiştir. Özel hayat, geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının yapılması oldukça zordur. Bununla beraber bu kavram; kişinin maddi ve manevi bütünlüğü, fiziksel ve sosyal kimliği, bireyin ismi, cinsel yönelimi, cinsel yaşamı gibi unsurları korumaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015,§ 46). Kişisel bilgiler ve veriler, kişisel gelişim, aile hayatı vb. konular da bu hakkın içinde yer almaktadır.
36. Özel hayat, "özel bir sosyal hayat" sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir "özel hayatı" güvence altına almaktadır. Bu yönü ile değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir. AİHM içtihatlarında mesleki hayat çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin "özel hayat" kavramı dışında tutulamayacağı belirtilmektedir. Mesleki hayata getirilen sınırlamalar; bireyin, sosyal kimliğini yakınlarında bulunan insanlarla olan ilişkilerini geliştirme şeklinde yansıtabildiği ölçüde Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No. 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29).
37. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin; kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına kullanılamaması; kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini belirleme hakkına işaret etmektedir (AYM, E. 2009/1, K. 2011/82, 18/5/2011; E. 1986/24, K. 1987/7,1/3/1987; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 37).
38. AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, §§ 47, 48).
a. Müdahalenin Varlığı
39. Somut başvuru açısından, başvurucunun askerlik görevinden sadece mesleki nedenlerle yürütülen bir disiplin soruşturması neticesinde çıkarılmamış olduğu söylenebilir. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
40. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
41. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
43. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
44. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü Anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
45. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal sürecin926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
46. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
47. Disiplin yaptırımlarının; bir kamu veya özel teşkilat düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir. Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211 sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı düzenlenmiştir.
48. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
49. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı; bunun da Anayasa'nın 20. maddesi çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
50. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Devletin ayrıca özel ve aile hayatın gizliliği hakkını etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından dahi özel ve aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, § 42).
51. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
52. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
53. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 54)
54. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Özpınar/Türkiye, § 72).
55. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, § 47).
56. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
57. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
58. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin değerlendirilmesi sonucunda, yapılan idari bir tahkikat kapsamında Hava Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ve diğer bir askerî personelin ifadelerinin alındığı, başvurucunun cinsel yaşamına dair hususların esas olarak başvurucunun 7/7/2011 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade metninde, başvurucu hakkında idari tahkikat başlatıldığının belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da açıklanmamış olduğu ancak başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı ve cinsel hayatına ilişkin mahrem tüm hususları (detaylı bir şekilde) içeren ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Yine ifadesi alınan diğer askerî personelin beyanında, başvurucunun cinsel hayatına ilişkin olarak bizzat tanık olduğu bir olayın yanı sıra genellikle başvurucudan duyduğu bir kısım genel olayları anlattığı görülmüştür. Söz konusu ifade de başvurucunun ifadesi ile aynı yöntemle alınmıştır.
59. Başvurucu, 2011 yılı içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığına bir soruyu yanıtlamak için gitmesinin emredildiğini, emir üzerine sorgulamaya girerken kendisine sorgusunun yasal bir sorgulama olmaması nedeniyle yanında avukat bulunduramayacağının, sadece bilgilendirme olacağının, sorgulamanın kuvvet komutanının talimatıyla yapıldığının söylendiğini; kendisine bir isnatta bulunmaksızın gerçeği yansıtmayan sorular sorulduğunu, sorulara cevap vermeyeceğini bildirmesine rağmen sorgulanmasının sonucunda bir şey olmayacağının ve anlatacaklarının sadece burada kalacağının vurgulanması üzerine tutulan ifade tutanağını baskı altında kalarak okumadan imzaladığını ileri sürmüştür.
60. Başvurucunun ifade tutanaklarının sıhhati hususu ve başvurucunun dava dilekçesinde dile getirdiği ifade alma işleminin ve ifade tutanaklarının hukuki geçersizliğine yönelik iddiaları, AYİM Birinci Dairesince verilen kararlarda herhangi bir şekilde değerlendirilmemiş ve bu iddialara ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
61. Başvurucunun söz konusu ifadesinin, belirli ve somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda bilgi verilmeden temin edilmiş olması, anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli duruma getirmektedir. Aynı durum, başvurucunun yanı sıra ifadesi alınan diğer askerî personelin ifadesi yönünden de geçerlidir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan sorular ve bu sorulara ilişkin açıklamalar gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil özel hayatını ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı görülmektedir. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
62. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK ile ayırma işlemi tesis edilmesinin başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması gerekir.
63. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin sıhhati hususunun değerlendirilmediği, davanın ilk aşamasında ileri sürülen iddialara rağmen ifadelerin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun özel hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel yaşamını tüm detaylarıyla anlatmasının sağlandığı koşulların neler olduğu hususunun ortaya konulmadığı, söz konusu soyut nitelikteki ifadelerde belirtilen hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK ile ilişiğinin kesilmesi işlemine karşı açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan AYİM kararında başvurucunun (dayanak alınan ifadelerde belirtilen) özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin, TSK’nın disiplinini ve itibarını sarstığı ifade edilmekle birlikte başvurucunun idari tahkikat öncesi alenileşmeyen cinsel yaşamına ilişkin hususların, mesleki hayatı üzerinde ne tür bir etkide bulunduğu ve başvurucunun özel hayatının TSK’nın işleyişi üzerinde nasıl bir risk ve etki oluşturduğunun ortaya konulmadığı görülmektedir.
64. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu anlaşılan başvurucunun söz konusu ifadelerinin alındığı koşullara yönelik iddialarına AYİM tarafından makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma işleminin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Buna göre başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
66. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucu, ihlalin tespitiyle idari işlemin iptaline hükmedilmesini talep etmiştir.
68. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin, başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.