TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEDİM ERKUŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/988)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 9/6/2015-29381
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Nedim ERKUŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Cevat BALTA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 2/4/2007
tarihinde açtığı vekâlet alacağının tahsiline ilişkin alacak davasında usul ve
yasaya uygun yargılama yapılmadığını, yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını, Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, adil
yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve angarya yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ile 19/3/1969 tarih ve 1136 sayılı
Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesinin ikinci fıkrasının kısmen iptalini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 31/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 21/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
16/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 30/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 2/4/2007
tarihinde Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/145 sayılı dosyasında
E.G. ve A.O.T. aleyhine alacak davası açmış, davalıların vekili olarak takip
ettiği davanın ilâmlı icra aşamasında sebepsiz olarak
vekâletten azledildiğini, vekâlet ücretinin ödenmediğini ileri sürerek, vekâlet
ücretinin 20.000,00 TL tutarındaki kısmının tahsilini talep etmiştir.
8. Başvurucu, vekil sıfatıyla
takip ettiği işlerle ilgili hak ettiği vekâlet ücretinin tahsili talebiyle E.G.
ve A.O.T. hakkında Ankara 12. İcra Müdürlüğünün E.2007/5798 sayılı dosyasında
icra takibi başlatmış, takibe itiraz edilmesi üzerine 31/7/2007 tarihinde
Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/327 sayılı dosyasında itirazın
iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep
etmiştir.
9. Mahkemece, 29/1/2009 tarihli
kararla aralarında hukuki ve fiili bağlantı olduğu gerekçesiyle Mahkemenin
E.2007/327 sayılı dosyasının, E.2007/145 sayılı dava dosyasında
birleştirilmesine karar verilmiştir.
10. Ankara 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinin, 29/1/2009 tarih ve E.2009/145, K.2009/5 sayılı kararıyla asıl
davanın kabulüne, birleşen davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Kararın
ilgili kısımları şöyledir:
"Asıl
davada :
...
Dava,
müvekkili avukat tarafından davalılar adına yürütülen dava neticesinde alınan
ilâmın icrası sebebiyle, icra vekâlet ücreti alacağına ilişkindir. Davalılar
haklı azil nedeniyle bu ücretin istenemeyeceği iddiasındadır. Azil işbu davanın
açılmasından sonra yapılmış olup, haklı bir nedene dayandığı ispat
edilememiştir. Bu sebeple avukatlık ücretine hak kazanılmıştır.
..
Birleşen
davada: (Mahkememizin 2007/327 E sayılı dosyası)
Toplanan
tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının avukat sıfatıyla
davalılar adına “Kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat” talebi ile açtığı
dava neticesinde, 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/605, K.2004/105 sayılı
ilâmını elde ettiği, ilâmın icrası için 12. İcra Müdürlüğünün E.2007/5798
sayılı dosyasında takibe geçtiği, takipte ilâm ile hüküm altına alınan karşı
taraf vekâlet ücreti 35.892,15 TL ile 13. İcra Müdürlüğünün 2004/9283 sayılı
dosyasındaki karşı taraf icra vekâlet ücretinin talep edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, vekil sıfatıyla sonuçlandırdığı ve karşı taraftan azil tarihine kadar
tahsil ettiği veya tahsil etmiş sayılabileceği ücretleri isteyebilir. Söz
konusu ilâmın icraya konulmasından sonra iş sahipleri davalılar
tarafından davacıya keşide edilen 23/2/2007 tarihli ihtarla, tahsilat ve takip
işlemlerinin bir sonraki yazılı talimatlarına kadar durdurulması talep edilmiş,
davacıya bu nedenle müteakip işlemlere devam imkanı
verilmemiştir. Bu durumda, davacı avukatın vekâlet ücretine hak kazandığı kabul
edilmiştir. Davaya konu edilen vekâlet ücreti, ilâm ile karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti ve bu ilâmın icrası nedeniyle karşı tarafa yüklenen vekâlet
ücretine ilişkindir. Davacının her iki iş yönünden ayrı ayrı talepte haklı
olduğu anlaşılmış, bilirkişi tarafından düzenlenen 15/7/2008 günlü raporda
hesaplandığı üzere, ilâmda bozma
sonrası hükmedilen karşı taraf vekâlet ücreti 34.313,50 TL ile icra vekâlet ücreti 45.159,00 TL olmak üzere toplam 79.472,50
TL talep edilebileceği, takip tarihi itibariyle işlemiş faiz tutarının 1.063,71
TL olduğu kabul edilmiştir. Bu miktarlar üzerinden itirazın iptaline karar
verilmiştir.
Dava
konusu alacak likid ve belli olduğundan, İİK. 67/2
maddesi gereğince asıl alacağın %40’ı üzerinden inkâr tazminatına
hükmedilmiştir."
11. Temyiz üzerine, Yargıtay 13.
Hukuk Dairesinin 21/1/2010 tarih ve E.2009/6471, K.2010/422 sayılı ilâmıyla,
vekâlet sözleşmesinin temel dayanağının güven ve saygı ilişkisi olduğu, bu
güveni sarsacak hareketlerde bulunulması sonucu mevcut ilişkinin bozulmasına
başvurucunun tutum ve davranışının yol açması halinde azlin haklı olduğu,
vekâlet sözleşmesi devam ederken, başvurucunun takip ettiği icra dosyasının
akıbetini ve sonuçlanmasını beklemeden davalılara gönderdiği ihtarnamede,
aralarındaki yazılı sözleşmede kararlaştırılan ücretten çok daha fahiş vekâlet
ücreti talep ettiği, bu ücretlerin tahsili için azilden önce vekil edenler
aleyhine dava açarak aralarındaki vekâlet sözleşmesinin esaslı unsurlarını
ihlal ettiği, başvurucunun vekâletten azledilmesinin haklı olduğu, bu nedenle
tam vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
12. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 7/6/2010 tarih ve E.2010/4028, K.2010/8055sayılı ilâmı ile
reddedilmiştir.
13. Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılama sonunda 22/2/2011 tarih ve E.2010/279, K.2011/71 sayılı
kararıyla; başvurucunun, müvekkili tarafından azledilmesinin haklı olduğu, emek
ve mesaisi dikkate alınarak asıl davada 3.000,00 TL, birleşen davada 5.000,00
TL vekâlet ücretinin uygun görüldüğü gerekçesiyle belirlenen miktarlar
üzerinden davaların ayrı ayrı kısmen reddine karar verilmiştir.
14. Temyiz üzerine, Yargıtay 13.
Hukuk Dairesinin 6/3/2012 tarih ve E.2011/8655, K.2012/5464 sayılı ilâmıyla “dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına,
delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle taraflar
arasındaki 11/7/2002 tarihli Avukatlık Sözleşmesinde, ‘hukuki yardımın konusunun’,‘kamulaştırmasız el atma nedeniyle bedelin
tahsili’ olarak kararlaştırılmış olması nedeniyle davacı avukatın
kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılacak davada hüküm altına alınacak bedelin
tahsiline kadar sürecek olan vekalet görevini üstlenmiş olduğunun anlaşılmasına
göre”, temyiz itirazlarının reddine ve hükmün onanmasına karar
verilmiştir.
15. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 14/11/2012 tarih ve E.2012/13533, K.2012/25448 sayılı ilâmı ile “dosyadaki yazılara, Mahkeme kararında belirtilen ve
Yargıtay ilâmında benimsenen gerektirici sebeplere göre” reddedilmiştir.
16. Karar, başvurucuya 2/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, 31/1/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul
ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde
yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
19. 1136 sayılı Kanun'un 174.
maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat
kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 10/3/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/1/2013 tarih ve 2013/988
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 2/4/2007 tarihinde
Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı vekâlet alacağının tahsiline
ilişkin davada usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını, hukuka aykırı
karar verildiğini, Mahkemece takdir edilen vekâlet ücretinin beş yıl süreyle
sarf ettiği emeğini karşılamadığını, vekil sıfatıyla takip ettiği davada
hükmedilen 34.313,50 TL vekâlet ücretine hak kazanmışken yaklaşık dört ay sonra
müvekkiline gönderdiği vekillikten azledilmesine gerekçe gösterilen
ihtarnamenin bu ücretten mahrum kalmasına sebep olamayacağını, azledilmesine
müvekkili ile arasındaki ücret uyuşmazlığının neden olduğunu, takibini
üstlendiği davada ihmali veya kusuru neticesinde meydana gelen bir zararın
olmadığını, vekillikten azledilmesinin haklı olup olmadığı hususunda
bilirkişiye başvurulmadan karar verilmesinin Yargıtayın
önceki kararlarıyla çeliştiğini, Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu,
yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, eşitlik ilkesinin,
angarya yasağının, çalışma ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini,
ayrıca 1136 sayılı Kanun'un 174. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden
dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez" ibaresinin,
avukatın harcadığı emek ve mesaisinin yok sayılmasına neden olduğu gerekçesiyle
Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı
alacak davasının reddedilmesinin eşitlik ilkesini, angarya yasağını, çalışma ve
adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa
Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı
olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ile Mahkemece verilen
kararın adil olup olmamasına ilişkin olduğundan, bu iddiaların tamamı adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında nitelendirilmiştir. Başvurucunun
1136 sayılı Kanun'un 174. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden
dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez" ibaresinin
iptali istemi ile Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğuna yönelik ihlal
iddiası ve makul sürede yargılama yapılmadığı yönündeki iddiası ayrıca
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
27. Başvuru konusu olayda
başvurucu, davalıların vekili olarak takip ettiği davanın ilâmlı
icra aşamasında sebepsiz olarak vekâletten azledildiğini, vekâlet ücretinin
ödenmediğini, vekâlet ücretinin ödenmesi amacıyla Ankara 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.2007/145 sayılı dosyasında açtığı davada, alınan bilirkişi
raporlarında vekâlet görevinden haksız olarak azledildiğinin vurgulanmasına
karşın bu durumun Mahkemece dikkate alınmadığını, Yargıtayın
yerleşik içtihatlarına aykırı olarak bilirkişi raporuna başvurmadan vekâlet
görevinden azledilmesinin hukuka uygun olduğu hakkında kendiliğinden tespitte
bulunulduğunu, vekâlet ücreti konusunda tarafların anlaşmamış olmasına rağmen
taraflar arasında bir sözleşmenin var olduğu yönünde karar verildiğini, 1136
sayılı Kanun’da öngörülen sınırlar içinde vekâlet ücreti talep ettiğini,
birleşen E.2007/327 sayılı davanın kısmen reddedilmesi sonucunda ise vekil
olarak takip ettiği davada hükmedilen vekâlet ücretinin ödenmemesi nedeniyle
kazanılmış hakkına dokunulduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
28. Mahkemece, tarafların
dilekçeleri ve delilleri toplanmış, asıl davanın kabulüne ve birleşen davanın
kısmen reddine karar verilmiştir (bkz. § 10).Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin
21/1/2010 tarihli ilâmıyla, vekâlet sözleşmesinin temel dayanağının güven ve
saygı ilişkisi olduğu, bu güveni sarsacak hareketlerde bulunulması sonucu
mevcut ilişkinin bozulmasına başvurucunun tutum ve davranışının yol açması
halinde azlin haklı olduğu, vekâlet sözleşmesi devam ederken, başvurucunun
takip ettiği icra dosyasının akıbetini ve sonuçlanmasını beklemeden davalılara
gönderdiği ihtarnamede, aralarındaki yazılı sözleşmede kararlaştırılan ücretten
çok daha fahiş vekâlet ücreti talep ettiği, bu ücretlerin tahsili için azilden
önce vekil edenler aleyhine dava açarak aralarındaki vekâlet sözleşmesinin
esaslı unsurlarını ihlal ettiği, başvurucunun vekâletten azledilmesinin haklı
olduğu, bu nedenle tam vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği gerekçesiyle İlk
Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak davaların
kısmen reddine karar verilmiş, Yargıtayın 6/3/2012
tarihli ilâmı ile karar onanmış ve karar düzeltme isteminin aynı Dairenin
14/11/2012 tarihli ilâmıyla reddedilmesi üzerine kesinleşmiştir.
29. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Başvurucu, Yargıtayın, vekâlet görevinden azledilme hususunun
haklılığının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yapılması yönünde
içtihadının bulunduğunu, kendi dava dosyası bakımından böyle bir
değerlendirmede bulunulmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
31. Aynı hukuki metne ilişkin
olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların
talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351,
18/9/2013, § 45).
32. Öte yandan başvurucu,
bilirkişi raporları yok sayılarak ve teknik konularda bilirkişinin uzmanlık
alanına girilerek Yargıtay tarafından bozma kararı verildiğini belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. 6100 sayılı Kanun'un 266.
maddesi şöyledir:
“Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi
gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden,
bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda
bilirkişiye başvurulamaz.”
34. Somut olayda Mahkemece, asıl
davanın kabulüne birleşen davanın kısmen reddine dair verilen karar, Yargıtay
13. Hukuk Dairesi tarafından hukuki yönden incelenmiş, dava konusu olayda
başvurucunun vekillik görevinden azledilmesine ilişkin delillerin
değerlendirilmesi suretiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bilirkişi
incelemesi yapılması konusunda takdir hakkı mahkeme hâkimine ait olup,
mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine bilirkişi raporu
alınmasına karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve
hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz (B.No: 2013/5703, 17/11/2014, §
44). Başvurucunun, teknik konularda bilirkişilerin uzmanlık alanına girilerek
karar verildiği iddialarının da Yargıtay tarafından delillerin
değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik olduğu,
Mahkeme ve Yargıtay kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da bulunmadığı anlaşılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
36. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
37. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır(B. No: 2013/307,
16/5/2013, § 30).
38. Temyiz mercilerinin
kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin
yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı
gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir(B. No: 2013/5486,
4/12/2013, § 57).
39. Başvurucu, bozma kararı
doğrultusunda Mahkemece verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay tarafından
gerekçesiz şekilde onandığını ve karar düzeltme istemlerinin gerekçe
gösterilmeksizin reddedildiğini ileri sürmüştür.
40. Somut olayda, başvurucunun
açtığı davada Mahkemece, başvurucunun iddiaları, davalıların savunması,
taraflar arasındaki sözleşme hükümleri değerlendirilmiş, bilirkişi raporu
alınarak, davalıların, vekâlet sözleşmesine aykırı olarak sözleşmeyi feshettiği
gerekçesiyle asıl davanın kabulüne ve birleşen davanın kısmen reddine karar
verilmiştir (bkz. § 10). Kararın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince,
tüm deliller değerlendirilerek, taraflar arasındaki sözleşmenin davalılar
tarafından feshedildiği ancak, sözleşmenin feshinde başvurucunun, aralarında
vekâlet sözleşmesi devam etmekte iken davalı müvekkilleri aleyhine icra takibi
başlatması nedeniyle kusurlu olduğu, dolayısıyla tam vekâlet ücreti talep etme
hakkına sahip olmadığı ancak yaptığı işlerden dolayı emek ve mesaisi
gözetilerek hak ve nesafete göre ücret talep
edebileceği, bu sonuca uygun bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek hükmün
bozulmasına karar verilmiştir (bkz. § 11). Karar düzeltme istemi, Yargıtay 13.
Hukuk Dairesince reddedilmiştir (bkz. § 12). Mahkemece bozma kararına uyularak
ve bozma ilâmında belirtilen gerekçeler kabul edilerek, sözleşmenin feshinde
başvurucunun kusurlu olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kısmen
reddine hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince, Mahkemece
verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm
onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir (bkz. §§
14-15). Dolayısıyla Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz
edilemez.
41. Açıklanan nedenlerle;
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. 1136 sayılı Kanun’un 174. Maddesinin İkinci Fıkrasının
Kısmen İptali Talebi
42. 6216 sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı
45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine
doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile
Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun
konusu olamaz.”
43. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca,
Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden
kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
44. 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise yasama işlemleri ile düzenleyici idari
işlemlerin doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı açıkça
düzenlenmektedir.
45. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının
ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir.(B. No: 2012/237, 26/3/2013, § 20).
46. Bir yasama işleminin, temel
hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla
doğrudan yasama işlemine değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki
işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Bu şekilde bireysel
başvuru yolunun kullanılabilmesi için söz konusu işlem, eylem ve ihmallere
karşı varsa başvurulabilecek kanun yollarının da daha öncesinde tüketilmiş
olması gerekmektedir (B. No: 2013/4061,
30/9/2013, § 12).
47. Başvuru dilekçesinde, 1136
sayılı Kanun'un 174. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden
dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez" ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali gerektiği iddia edilmiştir.
Bireysel başvuru kapsamında, bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak
Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
48. Açıklanan nedenlerle,
doğrudan ve soyut olarak yasama işlemlerinin iptali talebini içerdiği anlaşılan
başvurunun bu kısmının 'konu bakımından
yetkisizlik' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
d. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı İddiası
49. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Başvurucu, 2/4/2007
tarihinde Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı vekâlet alacağının
tahsiline ilişkin alacak davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını
belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
51. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzı içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının
görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
52. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
alacak davasında, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru
açısından bu tarih 2/4/2007 tarihidir.
55. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih,
Yargıtay tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 14/11/2012 tarihidir.
56. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, 2/4/2007 tarihinde Ankara 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılan davada, 29/1/2009 tarihli kararla Mahkemenin E.2007/327
sayılı dosyasının, E.2007/145 sayılı dava dosyasında birleştirilmesine karar
verildiği, toplamda üç farklı bilirkişi raporu alındığı, 29/1/2009 tarihinde
İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın ise kısmen
reddine karar verildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtayın
21/1/2010 tarihli ilâmıyla bozulduğu, karar düzeltme isteminin ise aynı
Dairenin 7/6/2010 tarihli ilâmıyla reddedildiği, Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılama sonucunda 22/2/2011 tarihinde asıl dava ve birleşen davanın
kısmen reddedildiği, temyiz üzerine Yargıtayın
6/3/2012 tarihli ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı, karar
düzeltme isteminin Yargıtay tarafından verilen 14/11/2012 tarihli ilâmla
reddedildiği ve bu tarihte kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
57. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü
yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet
eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64).
58. Başvuruya konu vekâlet
ücreti alacağının tahsili davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki
güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan
engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan
uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına sebep olduğu
da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, söz konusu beş
yıl yedi ay on iki günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğinin tespitini, 1136 sayılı Kanun'un 174. maddesinin
ikinci fıkrasının kısmen iptalini ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
61. 6216 sayılı Kanun'un“Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak
üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği
belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
63. Başvuru
konusu olayda, başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte,
başvuruya konu olan yargılama sürecinin kesinleşerek sona erdiği dikkate
alındığında, başvurucunun da tazminat talebi bulunmaması nedeniyle ihlalin
tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir
husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
64. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
1136 sayılı Kanun’un 174. maddesinin ikinci fıkrasının kısmen iptali yönündeki
talebinin "konu bakımından yetkisizlik"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun diğer taleplerinin reddine,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/3/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.