TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FECİR ERGÜN TURAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/10590)
|
|
Karar Tarihi: 5/12/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Fecir ERGÜN
TURAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iş sözleşmesi kapsamında çalışan başvurucunun mobbinge (psikolojk taciz) maruz
bırakılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1997 yılında imzaladığı iş sözleşmesiyle Türk Hava
Yolları Anonim Ortaklığı (THY) Ekip Planlama Müdürlüğünde endüstri mühendisi
unvanıyla çalışmaya başlamıştır.
9. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
tarafından düzenlenen 22/5/2007 tarihli sağlık raporunda, başvurucunun özür
durumuna göre vücut fonksiyon kaybı oranı yüzde kırkdokuz
olarak belirlenmiştir. Başvurucu hakkında farklı tarihlerde düzenlenen sağlık
raporlarında -çok yüksek risk kategorisinde- hipertansiyon ve diyabet hastası
olduğu saptanmıştır.
10. Ekip Planlama Müdürlüğü tarafından, THY'nin ilgili üst
birimine yazılan 21/11/2007 tarihli yazıda, başvurucunun çalışmalarının verimli
olmadığı gerekçesiyle başka bir birimde görevlendirilmesinin uygun olacağı
belirtilmiştir. Sözlü olarak durumdan haberdar edilen başvurucu, çalışmalarında
daha gayretli olacağını bildirmiş; bunun üzerine başka birime atanması işlemi
durdurulmuştur.
11. 15/10/2008 tarihinde başvurucu, verimsizliğinin devam ettiği
gerekçesiyle THY Operasyon Takip Müdürlüğü bünyesinde uzman kadrosuna
atanmıştır. Başvurucu, anılan birimde vardiyalı olarak görevlendirildiğini
ancak vardiyalı şekilde çalışmak istemediğini belirtmiştir. Başvurucu,
17/3/2009 tarihinde normal mesai saatlerinde görevlendirilmiştir.
12. Başvurucuya tebliğ edilen 24/3/2009 tarihli yazıyla Operasyon
Takip Müdürlüğünde de işine karşı ilgisiz olduğu, verilen görevleri
sahiplenmediği ve amirleri ile çalışma arkadaşlarına karşı umursamaz tavırlar
takındığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesinin planlandığı belirtilmiş ve
konu hakkında savunma yapması için süre verilmiştir.
13. Başvurucu, 27/3/2009 tarihinde yazılı olarak sunduğu
savunmasında, doğuştan gelen metabolik bozukluklar
nedeniyle diyabet, hipertansiyon, boyun fıtığı gibi birtakım hastalıklardan muzdarip olduğunu, fazla çalışma ve gece çalışması
yapamayacağı açık olmasına rağmen özverili şekilde görevlerini yerine
getirdiğini belirtmiştir. Başvurucu, tüm bunlara rağmen mühendis olan unvanı
kaldırılarak uzman kadrosuna geçirildiğini ve hiç bir
gerekçe gösterilmeksizin Operasyon Takip Müdürlüğünde vardiyalı olarak
görevlendirildiğini dile getirmiştir. Başvurucu, olumsuz kış şartları ve
vardiyalı olarak çalışması nedeniyle sağlık sorunlarının arttığını, bu nedenle
2008 yılı Aralık ayı, 2009 yılı Ocak ve Şubat
aylarında toplamda otuz günlük sağlık raporu aldığını, birim yöneticileri
tarafından kendisine sürekli olarak "Özür durumun nedeniyle artık emekli
olabilirsin, emekli olmazsan sözleşmen feshedilecek" şeklinde sözlü
ihtarda bulunulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, iş verimliliğinin düşük olduğu
yönündeki kendisine yönelik isnadın ön yargılı bir değerlendirmeden ibaret
olduğunu, hangi görevi yerine getirmediğine ilişkin açık ve somut bir isnadın
bulunmadığını belirtmiştir.
14. Başvurucunun iş sözleşmesi, THY İcra Komitesinin 24/4/2009
tarihli kararıyla kıdem ve ihbar tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş ve bu
durum 13/5/2009 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, somut bir gerekçe olmaksızın haksız şekilde
sözleşmesinin feshedildiğini belirterek Bakırköy 12. İş Mahkemesinde işe iade
davası açmıştır. Mahkeme, başvurucu hakkında yapılan değerlendirmelerin subjektif olduğu ve performans değerlendirmesinin
yapılmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine
karar vermiştir. Karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 5/4/2010 tarihli ilamıyla
onanmıştır.
16. İşe iade edilen başvurucu, sağlık sorunlarına rağmen
vardiyalı şekilde çalıştırıldığını, haksız şekilde savunmalarının istendiğini,
2002 yılından itibaren iş yaşamının kabusa dönüştürüldüğünü, birim amiri tarafından
psikolojik tacize uğradığını ve rencide edildiğini, tüm bu eylemlerin
psikolojik taciz oluşturduğunu belirterek 29/3/2010 tarihinde Bakırköy 9. İş
Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
17. Davalı tarafından sunulan cevap dilekçesinde, işverene nakil
yetkisi veren iş sözleşmelerinin geçerli olduğu, THY İnsan Kaynakları
Yönetmeliği'nde iş gücünde meydana gelen gelişmelerden doğan ihtiyacın
karşılanabilmesi için personelin başka bir göreve nakledilebileceğinin
düzenlendiği, ayrıca yapılan görev değişikliklerine başvurucu tarafından itiraz
edilmediği belirtilmiştir. Davalı, başvurucuya herhangi bir psikolojik baskı
yapılmadığını, etik dışı herhangi bir teklifte bulunulmadığını belirterek
davanın reddini talep etmiştir.
18. Bakırköy 9. İş Mahkemesi, somut uyuşmazlıkla ilgili olarak
tanık ifadelerine başvurmuştur. Başvurucu ile aynı şirkette çalışan ve
4/11/2010 tarihli oturumda ifade veren başvurucunun tanığı Ç.A., başvurucuyu
küçük düşürecek ya da aşağılayacak şekilde şirket yöneticilerinin sözlü ve fiili
bir davranışına şahit olmadığını, ancak başvurucunun görev yerinin bir kaç kez değiştirildiğini, vardiyalı şekilde
çalıştırıldığını, kadrosunun uzman seviyesine düşürüldüğünü, birim amirinin
başvurucunun emekli olmasını istediğini belirtmiştir. 2008 yılı Eylül ayına
kadar başvurucu ile aynı şirkette çalışan diğer tanık N.D. ise her zaman olmasa
da yapılan işlerin beğenilmediğini, hatalar bulunulduğunu, çalıştığı dönemde
birim amirinin başvurucuya yönelik olumsuz bir davranışına şahit olmadığını
dile getirmiştir. Davalı şirketin tanığı ve başvurucunun birim amiri olan L.H.
ise 25/2/2011 tarihinde verdiği ifadesinde yapılan görev değişikliklerinin
performans değerlendirmesine ilişkin olduğunu, amiri olduğu birimde de
vardiyalı şekilde çalışıldığını, başvurucuya karşı hakaret veya küçük düşürücü
herhangi bir davranışın sergilenmediğini belirtmiştir.
19. Bakırköy 9. İş Mahkemesi, başvurucunun işten çıkarılması
sürecinde muhatap kılındığı eylem ve işlemlerin psikolojik taciz olarak
değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunda 25/2/2011 tarihli ara kararıyla
bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda psikolog bilirkişi
tarafından hazırlanan 23/5/2011 tarihli raporda, sağlık sorunları bulunan
başvurucunun görev yerinin ve unvanının değiştirilmesinin ve gerekçeleri
yeterince açıklanmadan iş sözleşmesinin feshedilmesinin ileriye yönelik mesleki
kariyerini ve itibarını zedeleyebileceği dikkate alındığında başvurucunun
psikolojik tacize maruz kaldığı kanaatine ulaşıldığı yönünde görüşe yer
verilmiştir.
20. Bakırköy 9. İş Mahkemesi, 1/12/2011 tarihli kararıyla
davanın reddine hükmetmiştir. Kararda, amirleri tarafından başvurucuya karşı
küçük düşürücü, aşağılayıcı ve hakaret içerir hâl ve harekette bulunulmadığı
hususunun dinlenen tanıklarca dile getirildiği vurgulanmıştır. Kararda,
başvurucunun 2007 yılından itibaren sağlık sorunları yaşadığı, 2007 yılındaki
görev değişikliğinin birimler arasında yapılan yazışmalardan sonra iptal
edildiği, bu konuda başvurucunun bilgisinin bulunmadığının anlaşıldığı, başvurucunun
görev yeri değişikliğinin işverenin işin yürütümünü sağlamaya yönelik yetkisi
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun
talebi doğrultusunda mesai saatlerinin 17/3/2009 tarihinden itibaren
değiştirildiği, başvurucunun savunma verdiği tarih itibarı ile iş yerindeki
çalışma düzeniyle ilgili bir şikâyetinin bulunmadığı, görev yerinin
değiştirilmesine ilişkin olarak kanuni düzenlemeler gereği görevi kabul etmeme
hakkı bulunmasına rağmen başvurucunun bu yönde bir itirazının bulunmadığı ifade
edilmiştir. Kararda, başvurucunun iş akdinin feshi üzerine feshin
geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle dava açıldığı, Bakırköy 12. İş
Mahkemesince feshin geçersizliğinin tespitine karar verildiği ve bu kararın da
kesinleştiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından sağlık sorunlarının
kış ayının etkisi ve aşırı stres sebebi ile arttığının ifade edildiği, ancak
stresin iş yerindeki olumsuz şartlardan kaynaklandığı yönünde başvurucunun açık
bir beyanının bulunmadığı belitilmiştir. Kararda;
anlık kızgınlık, kavga, tartışma gibi sebeplerle söylenen söz ve davranışların
tamamının psikolojik taciz olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı,
psikolojik tacizden söz edilebilmesi için işçinin sistematik olarak ve kasten
olumsuz tavır ve davranışlara maruz bırakılması gerektiği vurgulanmıştır. Karar
gerekçesinde, belirtilen eylemlerin bir kısmının anlık gerçekleşen duygusal
tepki niteliğinde olduğu, bir kısmının ise başvurucuda ortaya çıkan sağlık
sorunları sebebi ile işin yönetimine ilişkin olarak işverenin yönetim hak ve
yetkisi kapsamında gerçekleştirdiği tasarruflar niteliğinde olduğu, dolayısıyla
söz konusu eylemlerin psikolojik taciz kapsamında değerlendirilmesinin mümkün
olmadığı ve başvurucunun şahsi haklarına zarar verecek nitelikte manevi
tazminata hükmedilmesini gerektiren başka bir eylemin varlığının da
kanıtlanamadığı belirtilmiştir.
21. Söz konusu karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 12/3/2014
tarihli kararıyla onanmıştır.
22. Nihai karar 29/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun "Feshin geçerli sebebe dayandırılması"
kenar başlıklı 18. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, iş yerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir
sebebe dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı
aranmaz."
25. 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin
feshinde usul" kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini
açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz
süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle
feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına
uygun fesih hakkı saklıdır."
B. Uluslararası Hukuk
26. Türkiye açısından 27/9/2006 tarihinde onaylanan ve 9/4/2007
tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren
3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın “Onurlu çalışma hakkı” başlıklı 26.
maddesi şöyledir:
"Akit Taraflar, tüm çalışanların onurlu
çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla
işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak,
1. Çalışanların iş yerinde ya da işle
bağlantılı cinsel taciz konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunun
engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya
yönelik tüm uygun önlemleri almayı;
2. Çalışanların birey olarak iş yerinde ya da
işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanılacak
ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, yinelenen eylemler konusunda
bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesini desteklemeyi ve
çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı
taahhüt ederler."
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı"
kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"1. Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
2. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik,
kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda
gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale
yapılamaz."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin doğrudan
müdahalesinden kaynaklanmayan özel hukuk kişilerinin birbirleri ile olan
uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak devletlerin sorumluluğunun devam edebileceğini,
kamusal makamlardan gelebilecek keyfî uygulamalardan başka Sözleşme’deki
haklara etkili şekilde koruma sağlanabilmesi için özel hukuk kişileri
arasındaki ilişkilerde de makul ve uygun önlemler almak suretiyle devletlerin
müdahale etme yükümlülüğü taşıyabileceğini ifade etmektedir (Sorensen ve Rasmussen/Danimarka
[BD], B. No: 52562/99, 52620/99, 11/1/2006, § 57; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya [BD],
B. No: 28955/06, ..., 12/9/2011, § 59).
29. AİHM, özel hukuk iş ilişkilerinde Sözleşme'nin 8-11.
maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla önüne gelen davalarda, taraf devletlerin
anılan maddelerdeki güvencelerden kaynaklanan pozitif yükümlülüklerini yerine
getirip getirmediğini incelemekte ve işten çıkarılan başvurucuların söz konusu
güvencelerinin özel hukuk iş ilişkileri çerçevesinde ulusal mahkemelerce
yeterli derecede korunup korunmadığını irdelemektedir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, §
61).
30. AİHM’e göre Sözleşme’nin 8-11.
maddelerinde yer alan haklara ilişkin olan özel hukuk uyuşmazlıklarında
bireylerin çıkarlarıyla toplumun çatışan çıkarları arasında ulusal mahkemelerce
adil bir denge kurulması gerekir (Köpke/Almanya,
B. No: 420/07, 5/10/2010; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya,
§ 62; Eweida ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
48420/10, ..., 15/1/2013, § 84). Ayrıca güvence altındaki söz konusu haklara
özel hukuk iş ilişkisi kapsamında yapılan müdahalelerin meşru amaçla ölçülü
olup olmadığı ile ulusal mahkemelerce verilen kararlarda sunulan gerekçelerin
ilgili ve yeterli olup olmadığı tespit edilmelidir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, §
63).
31. Ayrıca AİHM, ulusal mahkemeler tarafından izlenen usulü
denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp
uygularken Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki
güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu
vurgulamakta; yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik
ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin
takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta; ancak ulusal mahkemeler tarafından
ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir
denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle özel hayata saygı
hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Petrenco/Moldova, B. No: 20928/05, 30/6/2010, § 54; Palomo Sanchez ve
diğerleri/İspanya, § 55).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu, 2002 yılından itibaren işten yıldırma, çalışma
verimini düşürme amacıyla kasıtlı ve sistemli şekilde psikolojik tacize maruz
kaldığını, özür durumuna rağmen çalışma ortamında yalnızlığa sürüklendiğini,
sağlık raporları dikkate alınmadan keyfî olarak vardiyalı çalıştırıldığını,
haklı bir sebep gösterilmeksizin kendisinden sürekli savunma istendiğini,
eziyet niteliği taşıyan bu haksız uygulamalara THY tarafından göz yumulduğunu,
tüm bu eylemlerin ve işlemlerin psikolojik taciz anlamına geldiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu, psikolojik taciz nedeniyle uğradığı manevi zararların
tazmini talebiyle açtığı davanın hukuka aykırı şekilde reddedildiğini
belirterek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile
eziyet yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ihlalin tespiti
ile lehine 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
34. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın
17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile, bireyin kendisine
ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye
“işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı
güvence altına alınmıştır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında
bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye
varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
22).
37. Ancak bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut
olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi olanaklıdır.
38. Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği
cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin,
kişinin fiziksel ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü vesair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri
açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkündür.
Bununla birlikte bu eylemlerin Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence,
eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için mağdurun subjektif
niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle
meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa
ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
39. Belirtilen tespitler ışığında somut olay incelendiğinde,
iddia edilen eylem ve işlemlerin başvurucu üzerinde fiziksel ve ruhsal
etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte, başvurucunun görev yeri ve unvanına
ilişkin birtakım işlemler yapılmasının ve olumsuz olarak nitelendirilen
birtakım söz ve davranışlara muhatap kılınmasının, muamelenin uygulanış şekli
ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler
açısından, başvurucunun yaşı, mesleki statüsü ve tecrübesi de dikkate
alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez. Bu nedenle
başvurucunun şikâyetinin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
40. Somut başvuru, özel hukuk kişileri arasındaki bir
uyuşmazlığa ilişkindir. Dolayısıyla kamu makamlarının herhangi bir müdahalesi
söz konusu değildir.
41. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında kalan
temel haklar, yalnızca kamusal gücün doğrudan uygulanmasıyla değil; kimi
zamanda özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara konu olacak şekilde
üçüncü kişilerin müdahaleleriyle zedelenebilmektedir. İlkinde söz konusu
güvencelerin sağlanması adına kamusal makamlara yüklenen negatif ve pozitif tüm
yükümlülüklerin doğrudan yerine getirilmesi konusunda tereddüt bulunmamakta ise
de ikinci durumda devletin üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere ne
tür bir koruma imkânı sunması gerektiği ve hangi çerçevede yükümlülükler
taşıdığı hususunda her olayın kendine özgü koşullarına göre değerlendirmelerde
bulunulması gerekmektedir (Ömür Kara ve
Onursal Özbek, B. No: 2013/4825 , 24/3/2016, § 45).
42. Anayasa’nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama,
yürütme ve yargı organları ile idare makamlarının yanı sıra diğer kuruluş ve
kişileri de bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Buna göre Anayasa’da tanınan hak
ve özgürlükler tüm bireyler bakımından güvence altındadır. Yine Anayasa’nın 5.
maddesinde sayılan devletin temel amaç ve görevlerinin kapsamı ile temel hak ve
hürriyetlerin niteliklerine yönelik Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan vurgu
da bu koruma alanını pekiştirmektedir. Söz konusu hak ve özgürlüklerin etkili
şekilde korunması amacıyla özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklardan dahi
kaynaklansa kamusal makamlar belirli durumlarda pozitif yükümlülükler altına
girebilir. Uyuşmazlıkların özel hukuk kişileri arasında gerçekleştiği
durumlarda temel hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerin yerine getirilip
getirilmediği denetlenirken Anayasa’nın kamusal makamlara yüklediği
sorumluluklardan doğrudan özel hukuk kişileri sorumlu tutulamayacağından
taşıdığı koşulların özelliklerine göre bu tür başvuruların devletin pozitif
yükümlülükleri bağlamında ele alınması gerekebilir (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 46). Bu nedenlerle somut
başvuru, devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmelidir.
43. Bu kapsamda Anayasa'nın 17. maddesi, özel hukuk kişilerinin
birbirleri ile olan uyuşmazlıklarının çözümüne ilişkin yasal alt yapının
oluşturulmasını, söz konusu uyuşmazlıkların adil yargılama gereklerine uygun ve
usul yönünden güvenceleri haiz bir yargılama kapsamında incelenmesini ve bu
yargılamalarda temel haklara ilişkin anayasal güvencelerin gözetilip
gözetilmediğinin denetlenmesini gerektirir. Bu gereklilikler, üçüncü kişilerin
bireylerin hak ve özgürlüklerine yaptığı haksız müdahalelere karşı kamusal
makamlar tarafından müsamaha gösterilmemesi zorunluluğundan kaynaklanır. Zira
derece mahkemeleri, özel hukuk ilişkisi kapsamındaki uyuşmazlıkların
çözümlenmesinde bağlayıcı kararlar vererek güvencelerin korunup korunmamasında
rol almaktadır. Bu noktada uyuşmazlıkların yargısal makamlar önüne taşınması ve
hakkaniyete uygun bir yargılama yapılarak çözümlenmesi, kamusal makamların
pozitif yükümlülüklerinin bir parçasını oluşturur (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 47).
44. Bu doğrultuda özel hukuk iş ilişkisi kapsamında çalışan
bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan haklarına yönelik müdahale iddiası
içeren uyuşmazlıklarının karara bağlandığı davalarda, derece mahkemelerince söz
konusu güvenceler göz ardı edilmemeli; işveren ve çalışanlar arasındaki çatışan
çıkarlar adil biçimde dengelenmeli; başvurucuların temel haklarına yönelik
müdahalenin meşru amaca dayalı ve ölçülü olup olmadığı değerlendirilmeli ve
ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler
sunulmalıdır (Ömür Kara ve Onursal Özbek, §
50).
45. Başvurucu, psikolojik tacize maruz bırakıldığını belirterek
işvereni aleyhine açtığı tazminat davasında, sağlık sorunları olmasına rağmen
kendisine uygun çalışma koşullarının sağlanmadığını, emekli olması yönünde
baskı yapıldığını, haksız ithamlarla savunmasının istendiğini, amirleri
tarafından sürekli olarak rencide edildiğini ve sistematik şekilde yıpratılmaya
çalışıldığını ileri sürmüştür.
46. Bakırköy 9. İş Mahkemesinde yapılan yargılamada tanık
ifadelerine başvurulmuş ve bilirkişi incelemesinden yararlanılmıştır. Yargılama
neticesinde verilen ret kararında, görev değişikliklerinin işverenin işin
yürütülmesini sağlamaya yönelik yetkisi kapsamında kaldığı, nitekim başvurucu
hakkındaki görev değişikliği planının durdurulduğu, başvurucunun davalı şirkete
verdiği savunma dilekçesinde çalışma koşullarına yönelik bir şikâyette de
bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, görev değişikliğini kabul etmeme hakkı
bulunmasına rağmen başvurucunun bu yönde bir itirazının bulunmadığı, sağlık
sorunlarının iş yerindeki olumsuz koşullar nedeniyle arttığına ilişkin olarak
başvurucunun açık bir beyanının olmadığı şeklinde ifadelere yer verilmiştir.
Derece mahkemesi, psikolojik tacizden söz edilebilmesi için çalışanların
sistematik olarak ve kasten olumsuz tutum ve davranışlara maruz bırakılmış
olmalarının gerektiğini belirterek bir kısmı anlık duygusal tepkilerden bir
kısmı da işverenin yönetim yetkisi kapsamında yapılan tasarruflardan ibaret
işlem ve eylemlerin psikolojik taciz kapsamında değerlendirilmesinin mümkün
olmadığı sonucuna varmıştır.
47. Bireyler için çoğu zaman bir zorunluluk olan iş yaşamının
barındırdığı olumlu ya da olumsuz niteliklerin başta bireylerin beden ve ruh
sağlıklarına olan etkisi dikkate alındığında bu nitelikler genel yaşam
kalitesinin belirlenmesinde önemli bir ölçü oluşturmaktadır.
48. Psikolojik taciz olarak tabir edilen ve çalışanlara yönelik
iş yerlerinde gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden,
yıldırma, dışlama, pasifize etme veya işten
uzaklaştırmayı amaçlayan, mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına,
sosyal ilişkilerine ve özellikle ruh sağlıklarına zarar veren, bireylerin
yaşamlarına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine
ulaşan, kasıtlı biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan
psikolojik taciz niteliğindeki eylem, işlem ya da ihmallerin Anayasa ve
Sözleşme ile güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkını zedeleyebileceği açıktır. Psikolojik taciz mahiyetindeki bu
tür davranışların önlenmesi için tedbirler alınması ve gerçekleştirildiğine
yönelik şikâyetlerin etkili şekilde incelenmesi anayasal bir gereklilik olduğu
gibi yıldırıcı ve kasıtlı tutumlara maruz kalanların uğradıkları maddi ve
manevi zararların giderilip sorumluların yasal çerçevede cezalandırılmaları da
bu gerekliliğin bir devamını oluşturmaktadır (Aynur
Özdemir ve diğerleri, B. No: 2013/2453, 24/3/2016, § 77; Hacer Kahraman, B. No: 2013/7935,
20/4/2016, § 67).
49. Çalışanların adil çalışma koşulları altında güvenli ve
sağlıklı ortamlarda çalışmaları ile ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili
diğer birtakım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Örneğin
Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 26. maddesinde, tüm çalışanların
onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla
işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak çalışanların birey olarak iş
yerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanacak ya da açıkça
olumsuz ya da suç oluşturan, tekrarlanarak devam eden eylemler konusunda
bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesi konusunda desteklenmesi ve
çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemlerin
alınması taraf devletlerin taahhüdü olarak düzenlenmiştir (bkz. § 26).
50. Bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri
sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin psikolojik taciz olarak
nitelendirilmesi her somut olayın kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmesiyle
mümkündür. Müdahalelerin iş yeri ile ilgili iş yerinde çalışan diğer şahıslar
tarafından süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanan, sistemli ve kasıtlı,
yıldırma ve dışlama amaçlı; mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve
sağlığında zarar ortaya çıkaran nitelikte olması gerekir. Müdahalelerin neden
olduğu sonuçların boyutu; mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına,
kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve
sağlık durumuna kadar birçok faktöre göre değişebilmektedir (Aynur Özdemir ve diğerleri, § 79; Hacer Kahraman, § 69).
51. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle
derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Sistemli ve kasıtlı
olarak haksız şekilde gerçekleştirildiği iddia edilen eylem ve işlemlerin
psikolojik taciz olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine yönelik olarak
yapılacak incelemede, olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan
derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha
avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu
kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır (Aynur Özdemir ve diğerleri, § 81; Hacer Kahraman, § 70). Bu çerçevede
yapılacak bir değerlendirme, somut başvuruya özgü olan devletin pozitif
yükümlülüklerinin kapsamının belirlenmesine yönelik inceleme yöntemiyle uyumlu
olacaktır.
52. Başvuruya konu edilen yargılama süreci incelendiğinde
öncelikle başvurucunun derece mahkemeleri önünde delillerini sunduğu, iddia ve
savunma hakkını herhangi bir engellemeyle karşı karşıya kalmadan kullandığı
görülmektedir. Başvurucu hakkında tesis edilen görev değişikliği işlemlerinin
işin gereklilikleri dışındaki nedenlere dayandığına ilişkin başvurucunun
iddialarını destekleyecek bilgi ve belgelerin bulunmadığı, aksine başvurucunun
başka bir birimde görevlendirilmesine yönelik 21/11/2007 tarihli planlamadan
başvurucunun talebi ile vazgeçildiği, 15/10/2008 tarihinde yapılan birim
değişikliği sonrasında vardiyalı şekilde çalışmak istemediğini belirten
başvurucunun 17/3/2009 tarihinde normal mesai saatlerinde görevlendirildiği
anlaşılmaktadır.
53. Tanık ifadeleri incelendiğinde, ilgili birim amirleri
tarafından başvurucuya yönelik olarak küçük düşürücü muamelelerde
bulunulduğuna, hakaret edildiğine, yıldırma, dışlama, pasifize
etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan davranışlar sergilendiğine ilişkin
herhangi bir olayın tanıklar tarafından dile getirilmediği görülmektedir.
Ayrıca işverenin tutumu nedeniyle başvurucunun sağlığının kötüye gittiğine
ilişkin iddiaya yönelik delil de sunulmamıştır. Öte yandan başvurucunun iş
verimliliğinin birim amirlerinin tasarruflarına ve başvurucuya yönelik
eylemlere etkisinin olduğu kabul edilse dahi bu tür eylemlerin başvurucunun
yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaştığı
ve kasıtlı biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan
psikolojik taciz niteliğinde olduğu söylenemez.
54. Derece mahkemelerince verilen kararlarda, başvurucunun ve
işverenin iddia ve savunmaları ile sunulan deliller değerlendirilerek tazminat
davasına konu edilen eylem ve işlemlerin psikolojik taciz oluşturmadığı
sonucuna ulaşıldığı, işverenin tutum ve davranışlarının makul ve orantılı olup
olmadığının gözetildiği ve tüm bu hususlara dayanılarak davanın reddine ilişkin
ilgili ve yeterli gerekçeler sunulduğu görülmektedir.
55. Ayrıca başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller
sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine
ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama
yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen yukarıda değerlendirilenler dışında
kişinin maddi ve manevi varlığını korumasını ve geliştirmesini güvenceleyen anayasal hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin
olarak ihlal iddiasına konu eylem, işlem ve ihmallerin içeriklerine dair başka
bir delilin de sunulmadığı görülmektedir.
56. Somut başvuruda, özel hukuk iş ilişkisinden doğan
uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçeler
oluşturularak anayasal güvencelerin korunması açısından pozitif yükümlülüklerin
yerine getirildiği anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına yönelik
açık ve görünür bir ihlal saptanmamıştır.
57. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.