TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELÇUK KOZAĞAÇLI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/10715)
|
|
Karar Tarihi: 10/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yücel ARSLAN
|
Başvurucu
|
:
|
Selçuk KOZAĞAÇLI
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin ASLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklaması dolayısıyla yapılan yargılamada
kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Avukat olan başvurucu olay tarihinde Çağdaş Hukukçular
Derneğinin (ÇHD) başkanıdır. Çağdaş Hukukçular Derneği; 1974 yılında kurulmuş,
12 Eylül 1980 Darbesi ile kapatılmış ve 1991 yılında tekrar kurulmuştur.
22/11/2016 tarihinde ise 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tekrar
kapatılmıştır.
10. Söz konusu derneğe hukuk fakültesi mezunları ve tüzel
kişiler ile hukuk fakültesi dördüncü sınıf öğrencileri üye olabilmekteydiler.
Kapatılmadan önce genel merkezi Ankara'da olan ve bazı illerde de şubeleri
bulunan ÇHD'nin Dernek Tüzüğü'nün 2. maddesinde
derneğin amacı "Hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar
ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı,
toplum bilinci ile güvence altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta
yaşam hakkı olmak üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü
saldırının önlenmesi için çalışma yapmak" şeklinde belirtilmiştir.
11. Başvurucu 18/12/2009 tarihinde, adı geçen Dernek'in başkanı sıfatıyla Ankara'da Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu (HSYK) binası önünde "19 Aralık Hayata Dönüş
Operasyonlarının Sorumluları Hesap Versin" konulu bir basın açıklaması
düzenlemiştir. Basın açıklamasının yapıldığı tarihte HSYK Üyesi olan Ali Suat
Ertosun'un Ceza ve Tevkifevleri (CTE) genel müdürü
olarak görev yaptığı dönemde kamuoyunda "Hayata
Dönüş Operasyonu" olarak bilinen operasyonlar yapılmıştır. Ali
Suat Ertosun adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve başmüfettişlik
yaptıktan sonra CTE genel müdürü, HSYK ve Yargıtay üyeliği görevlerinde
bulunmuştur. Basın açıklamasında Ali Suat Ertosun'un operasyonlar sırasında
hayatını kaybeden birçok insanın ölümünden sorumlu olduğu ve yargılanması
gerektiği belirtilerek şu ifadelere yer verilmiştir:
"19 Aralık hapishane katliamını izleyen 9.
sonbahardayız. ...ölüme sebebiyet verenler hesap vermediler. Neden? Çünkü
hesabı sözde soracaklarla hesabı verecekler aynılaşmıştı. Askerler,
disiplinleri ve askeri başarıları göz önünde bulundurularak terfi alırlar. ...
Peki bir gün hakimler nasıl terfi eder? Verdikleri daha hızlı, daha adil
hükümlerle elde edecekleri hukuksal liyakat aranır herhalde, ama hakimleri,
insan öldürmeyi bildiği, sevdiği, toplu kırım yönettikleri için yüksek mahkeme
üyeliğine seçerseniz işin çivisi çıkmış demektir. Terfi ile yetinmeyip üstün
hizmet madalyası verirseniz işlettikleri cinayetlere doğrudan ortak olursunuz.
Burada da duramayıp, seni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na üye yaptım,
bundan sonra sadece senin gibileri terfi ettir, hakim
yap derseniz artık gelecekte işlenecek suçları organize ediyorsunuz demektir.
Bunların hepsi yapıldı. Katliamın Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü, Hakim Ali Suat Ertosun'a madalyayı
takanlar, o koltuğa oturanlar, hukuksal liyakati bizce şüpheli hakimliği değil,
hapishane katliamında soyunduğu kanlı rolü esas almışlardır. ...Uzun ve
değiştirilemez genel müdürlüğü sırasında eskittiği Adalet Bakanları şimdi
nerede? Ertosun'u yüksek mahkemeye seçtiren irade Adalet Bakanlığı yerine
Başbakan Yardımcılığı yürütmektedir. Dönemin HSYK üyeleri şimdi Yargıtay'da
Daire Başkanı, dönemin daire başkanları şimdi Yargıtay Başkanıdır. Madalyayı
veren hala Cumhurbaşkanıdır. Adalet istiyoruz ama kimden. Aday gösterildiği
HSYK seçiminde en yüksek oyu ona vererek Ertosun'u mesleki geleceklerini
belirleyen kurula gönderen yüzlerce yüksek mahkeme üyesinden mi istesek
adaleti? Yoksa karanlık yeteneklerini kendilerine karşı kullanmaya başladığını
hissettikleri ana kadar sırtını sıvazlamış hükümetlerden mi? Adalet Bakanlığı
yaptığı dönemde bizzat onun kurduğu düzeni sürdürmekten geri durmadığı için
ödüllendirilenler Meclis Başkanı oldu, belki de adaleti parlamentodan
istemeliyiz. Hiçbirisinin bize adaleti vermeyeceği ortadadır. Adaleti istemeli
ve mücadele ederek inşa etmeliyiz. Fosfor bombaları ile yakılan genç
kadınların, işkence ile öldürülenlerin, kurşunlananların hesabını yeterince
etkili sormadığımızı için F Tip Tecrit bugün hala öldürüyor, sakat bırakıyor ve
işkence ediyor. ...halka karşı işlenen suçlarda zamanaşımı işlemez. Ali Suat
Ertosun için en doğru terfi sanık sandalyesidir. Onu şahsında hapishane
katliamı mahkum edilmedikçe yargı ve siyasal iktidar bu suçun ortağı kalacaktır....30 yıl önce gerçekleşmiş Diyarbakır Cezaevi
vahşetini bugün televizyon dizilerinden nemli gözlerle öğrenenlere
haykırıyoruz. Sadece 9 yıl önce ülkenin her yerinde aynı anda yürütülen bu
vahşeti öğrenmek, bilmek, kınamak için televizyon dizisi çekilmesini
beklemeyin. Sorumluların cezalandırılması için mücadele edin, yaralarımız ancak
o zaman sarılacaktır. 19 Aralık hapishane katliamını unutmadık,
unutturmayacağız. Ali Suat Ertosun ve katliamın tüm sorumluları yargı önünde
hesap vermelidir".
12. Basın açıklamasında kullanılan ifadeler nedeniyle Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret suçundan
kamu davası açmıştır. İddianamede, basın açıklamasının 19/12/2000 tarihinde
gerçekleşen "Hayata Dönüş Operasyonu"na ve
Ali Suat Ertosun'a tepki olarak yapıldığı tespit edilmiştir. Yine iddianamede,
aşağıda yer verilen sözlerin eleştiri sınırlarını aşan, aşağılayıcı ve
küçültücü değer yargısı içerdiği belirtilmiştir.
"...hakimleri, insan öldürmeyi bildiği, sevdiği, toplu
kırım yönettikleri için yüksek mahkeme üyeliği'ne
seçerseniz işin çivisi çıkmış demektir. Terfi ile yetinmeyip üstün hizmet
madalyası verirseniz işlettikleri cinayetlere doğrudan ortak olursunuz,
...Katliamın Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, Hakim Ali Suat Ertosun'a madalyayı takanlar, o koltuğa
oturanlar, hukuksal liyakati bizce şüpheli hakimliği değil, Hapishane
katliamında soyunduğu kanlı rolü esas almışlardır..., ...Ali Suat Ertosun için
en doğru terfi sanık sandalyesidir. Onu şahsında hapishane katliamı mahkum edilmedikçe yargı ve siyasal iktidar bu suçun ortağı
kalacaktır..., ...Ali Suat Ertosun ve katliamın tüm sorumluları yargı önünde
hesap vermelidir...".
13. Kamu davası Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesinde (Mahkeme)
görülmüştür. Mahkeme 17/2/2011 tarihli kararı ile suçun unsurlarının
oluşmadığını belirterek başvurucunun beraatine karar
vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun eleştiri konusu yapılan, onlarca
insanın hayatını kaybettiğioperasyonda CTE genel
müdürü görevini ifa eden Ali Suat Ertosun'u eleştirirken kullandığı sözleri
sert, incitici ve sarsıcı bulmamak olanaklı değilse de insan haklarına saygılı,
çoğulcu ve demokratik bir toplumda bu düşüncelere tahammül gösterilmesi
gerekeceği ve bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu belirtilmiştir.
14. Temyiz üzerine Yargıtay 24/12/2013 tarihinde söz konusu
kararı oyçokluğuyla bozmuştur. Yargıtay bozma gerekçesinde; verilen beraat
kararının yerinde görülmediğinin belirtilmesinin akabinde hükümden sonra
yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un
geçici 1-b madde ve fıkrası uyarınca, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce
ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenen suçlar bakımından "kovuşturmanın
ertelenmesi" kurumunun getirilmesi karşısında başvurucunun hukuki
durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunlululuk
bulunduğu ifade edilmiştir.
15. Bozma üzerine ilk derece mahkemesi 26/3/2014 tarihinde,
isnat olunan hakaret suçunun yukarıda anılan 6352 sayılı Kanun'un "Dava ve cezaların ertelenmesi" kenar
başlıklı 1. maddesindeki zaman sürecinde işlendiğini, şekil ve öngörülen ceza
süresi itibarıyla da bu Kanun kapsamı içinde kaldığının anlaşıldığını
belirterek kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir.
16. Başvurucu kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin karara itiraz
etmiş, Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarihinde itirazı kesin
olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/5/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 6352 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) 31/12/2011 tarihine
kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama
yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da
üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan
dolayı; ...
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,...
karar
verilir.
(2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin,
erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra
kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu
süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu
suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen
... kovuşturmaya devam olunur."
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kamuya mal olmuş
kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde 10.
maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan "başkalarının... haklarının korunması" ifadesine
müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda
-Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08
ve 60641/08, 7/2/2012 ve Axel Springer AG/Almanya, B.
No: 39954/08, 7/2/2012- ifade
hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri
sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar: İfade özgürlüğüne konu
açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109);ilgili
kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin
niteliği, haber veya makalenin konusu (Von
Hannover/Almanya (2), § 110; Von
Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, §§ 63-66; kamu
tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir
karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005); ilgili kişinin daha önceki
davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111); yayının
içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin
elde edilme koşulları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan
yaptırımın niteliği (Axel Springer AG/Almanya, §
95).
20. İfade özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının
korunmasının çatışmasında eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise
dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne
alınmalıdır. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi
her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu
görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine
sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı
korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, §
53; Raichinov/Bulgaristan, B. No: 47579/99, 20/4/2006,
§ 48).
21. AİHM'e göre kamu görevlilerinin
görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeye ve kamuoyunun bu
kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli
saldırılara karşı korunmaları zorunludur (Busuioc/Moldova, B. No: 61513/00, 21/12/2004, § 64). Bununla
birlikte AİHM, kendilerine idari yetkiler verilmiş kamu görevlilerine de
kamusal konum doktrininin uygulanmasını uygun görmüş; belirli yetkileri
kullanan kamu görevlilerinin kendilerinin sözleri ve eylemlerine getirilen
eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiğini belirtmiştir (Steur/Hollanda, B. No: 39657/98, 28/10/2003, §
40).
22. Ayrıca ifade özgürlüğüne ilişkin başvurularda, yaptırıma
maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde caydırıcı bir etkisi (chilling effect) vardır
ve sonunda kişinin isnat edilen suçlardan aklanma ihtimali bulunsa bile kişinin
bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından imtina etme riski
bulunmaktadır (Lombardo ve diğerleri/Malta, B. No: 7333/06,
24/4/2007, § 61).
23. AİHM, başvurucunun "kelle" ifadesini kullanmak
suretiyle Atatürk'ün hatırasına hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında para
cezasına hükmedildiği ve cezanın infazının 6352 sayılı Kanun hükümlerine göre
ertelendiği bir başvuruda cezanın infazı ertelenmiş olsa bile başvurucunun ceza
tehdidi altında olması nedeniyle uygulanan tedbirin izlenen amaçla orantısız bir
yaptırım teşkil ettiği sonucuna ulaşmıştır. Bu nedenle AİHM, başvurucunun
hakaret gerekçesiyle mahkûm edilmesinin demokratik bir toplumda gerekli
olmadığına karar vermiştir (Özçelebi/Türkiye, B. No: 34823/05, 23/6/2015, §
51).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 10/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; yapmış olduğu basın açıklaması nedeniyle hakkında
kamu görevlisine hakaret etmekten dava açıldığını, yargılama sonunda beraat
ettiğini ancak Yargıtay tarafından kararın bozulması üzerine bozmaya konu
cezadan daha ağır mahiyette kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiğini ve bu
suretle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen
bireyin şeref ve itibarının korunması hakkı ile 26. maddesinde düzenlenen ifade
özgürlüğü arasında demokratik toplumun gerekleri dikkate alınarak adil bir
denge kurulması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca, Anayasa
Mahkemesi ve AİHM içtihatlarından örnekler verilmiş; hedef alınan kişinin
tanınmışlık düzeyi, kovuşturmanın ertelenmesi kararının cezai bir sonucu
olmadığı gibi hususların zikredilen kararlarda yer alan ilkelerle birlikte gözönüne alınması gerektiği ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
27. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar
başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,...
başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla
sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder(Tahir
Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
iddiası dışında basın açıklamasını aynı zamanda avukat sıfatıyla yapması
nedeniyle 19/03/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'na göre soruşturma
ve kovuşturma izni alınmadan yargılama yapılması ve bozma kararından sonra ilk
derece mahkemesi tarafından yokluğunda ve beyanları alınmadan beraat kararına
göre daha ağır mahiyette olan kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin
adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun
iddialarının özü, basın açıklamasındaki ifadeleri nedeniyle cezalandırılmasına
ilişkindir. Bu nedenle söz konusu iddiaları ifade özgürlüğü kapsamında
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
30. Başvurucu, yaptığı basın açıklamasında kamu görevlisine
hakaret ettiği iddiasıyla yargılanmış; hakkındaki dava bir hükme bağlanmayarak
ertelenmiş ve başvurucu üç yıl denetim altına alınmıştır.
31. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, yayımladığı
kitaplar nedeniyle hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesiyle
yayınevi sahibi başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edildiği
sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi, kovuşturmanın ertelenmesi kararı ile
yayınevi sahibi üzerinde kovuşturma tehdidinin devam ettiğini tespit etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye
uğratıcı bir etkisinin bulunduğuna işaret etmişve
sonunda kişinin isnat edilen suçlardan aklanma ihtimali bulunsa bile kişinin bu
etki altında ilerde düşüncelerini açıklamaktan veya basın faaliyetlerini
yapmaktan imtina etme riski bulunduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesi içtihadına göre, henüz mahkûm edilmemiş olsa bile ertelenen
kovuşturmanın gelecekte yeniden başlayabilme olasılığının başvurucularda stres
ve cezalandırma endişesini devam ettireceği kanaatine varılarak başvurucuların
ifade ve basın özgürlüklerine müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461,
12/11/2014, §§ 69-79; Ali Gürbüz ve Hasan
Bayar, B. No: 2013/568, 24/6/2015, §§ 46-49; sonraki bir karar için
bkz. İrfan Sancı, B. No:
2014/20168, 26/10/2017, §§ 43, 44). 32. Mevcut başvurudaki koşullar ile
zikredilen Anayasa Mahkemesi içtihatlarına konu başvurulardaki koşullar
arasında esaslı bir farklılık bulunmamaktadır. O hâlde zikredilen Anayasa
Mahkemesi içtihadında konulan ilkeler gözetildiğinde mevcut başvuruda,
başvurucu hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen
avukat olan başvurucunun o dönemde önemli bir sivil toplum kuruluşunun başkanı
olduğu, bu tür konuşma ve basın açıklamalarını sıklıkla yaptığı ve bu nedenle
ilerde de kovuşturmaya maruz kalma riskinin bulunduğunun dikkate alınması
gerekir. Bu sebeplerle başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verilerek üç yıl denetim altına alınmasının başvurucunun ifade özgürlüğüne
yönelik bir müdahale olduğunun kabul edilmesi gerekir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
33. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler,
... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin
... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
34. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme,
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir
veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
35. 6352 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin “kanunla
sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
36. Başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin
kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na
yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
37. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade
özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu ve toplumun
ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Ergün Poyraz [GK], B: No: 2013/8503,
27/10/2015, §§ 33, 34; Bekir Coşkun [GK] B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36; Kemal Kılıçdaroğlu,
B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 50-52).
38. Yine Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade
özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü;
siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her
türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün
Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009,
15/2/2017, § 40; Kemal Kılıçdaroğlu,
§ 52). Bu itibarla basın açıklaması yapmak suretiyle kamu görevlilerine ve
idari kurullara yöneltilen ifadeler de ifade özgürlüğünün korumasındadır.
39. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğü,
başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla sınırlanabilir. Bununla
birlikte sınırlamanın ifade özgürlüğünün ihlaline yol açmaması için "demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun" ve "ölçülü"
olması gerekir (Bekir Coşkun, §§
51- 53, 54; Mehmet Ali Aydın, 68,
70-72; Tansel Çölaşan, B. No:
2014/6128, 7/7/2015, §§ 51, 54, 55; Kemal Kılıçdaroğlu, §§ 50-51). Diğer taraftan devlet,
bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan
Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Kemal Kılıçdaroğlu,
§ 54).
40. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin,
kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri
işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve
bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman
vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58 ve Kemal
Kılıçdaroğlu, § 61; kamusal yetki kullanan
görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet
başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete
hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).
41. Anayasa Mahkemesi benzer başvurularda, başvurucunun
cezalandırılmasına ilişkin derece mahkemelerinin kararlarında başvurucunun
ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında adil
bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirir. Bu, soyut bir
değerlendirme olmayıp Anayasa Mahkemesi başvurucunun kullandığı ifadelerin
türünün kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik
kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile
getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan
ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi
değerlendirilip değerlendirilmediğine bakar. Bunun için Anayasa Mahkemesi,
başvurucu tarafından yapılan düşünce açıklamalarının tamamının söylendiği
bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilip
değerlendirilmediğini, başvuru konusu olan müdahalenin “gözetilen meşru amaçla
orantılı” olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar
tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini
inceleyecektir (Nilgün Halloran,
§ 27, 41, 52; Ergün Poyraz (2), §
56; İlhan Cihaner
(2), § 39; Kemal Kılıçdaroğlu, §§ 56-58).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi eldeki davada, başvurucunun ifade
özgürlüğü ile mağdurun şeref ve itibarının korunması arasında adil birdengenin kurulup kurulmadığı ve müdahalenin demokratik
toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun ve hedef alınan
kişinin toplumsal rol ve statüleri, yürüttükleri görevleri, tanınmışlık
dereceleri ilebaşvurucunun ifadelerinin içeriği,
söylenme şekli, bağlamı, kamusal tartışmalara sunduğu katkı gibi hususlarla
birlikte mahkemelerin gerekçelerini de dikkate alacaktır.
43. Başvurucunun toplumsal rolü ve statüsüne bakıldığında
kendisi avukat olup olay tarihinde, hukukçulardan oluşan belli bir kesimi
temsil eden, Tüzük'ünde belirtilen amaçları
doğrultusunda faaliyet yürüten ÇHD'nin de başkanıdır.
Başvurucu hem avukat kimliğiyle hem de dernek başkanı olarak kamuoyunun
gündemini meşgul eden davalarla ilgili olarak sıklıkla gündemde yer alan bir
kişidir.
44. Başvurucunun basın açıklamasındaki ifadeleriyle eleştirdiği
ve "Hayata Dönüş Operasyonu" nedeniyle yargılanması gerektiğini
vurguladığı kişi ise olayların geçtiği zaman diliminde ve Türkiye kamuoyunda
oldukça tanınan yüksek bir bürokrattır ve bu nedenle tanınmış bir kişidir. Yine
HSYK’nın idari bir kurul olduğu da gözönünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla başvurucu yönünden
kabul edilebilir eleştiri sınırları daha geniş olup Türk yargı sistemi içinde
kullandığı yetkiler bakımından son derece önemli olan HSYK üyeliği görevi
nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
45. Başvurucunun ifadelerinin söylenme şekline bakıldığında ise
ifadelerin bir basın açıklamasıyla 19/12/2000 tarihinde güvenlik görevlilerince
Ankara'da gerçekleştirilen ve kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu"
olarak bilinen operasyonların 9. yıl dönümünde HSYK'nın
bulunduğu bina önünde yapıldığı görülmektedir.
46. Basın açıklamasında, “Hayata Dönüş Operasyonu"sırasında
hayatını kaybeden kişiler nedeniyle o dönem CTE genel müdürü olarak görev yapan
Ali Suat Ertosun'un yaşanan mağduriyetlerden önemli ölçüde sorumlu olduğu ileri
sürülmektedir. Açıklamada, Ali Suat Ertosun'un ceza infaz kurumlarında yaşanan
olaylardaki sorumluluğuna rağmen Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile
ödüllendirilmesi ve sonrasında da HSYK üyesi seçilmesi eleştirel bir bakış
açısıyla anlatılmaktadır. Söz konusu operasyonları kamuoyunun gündeminde
tutmaya yönelik olduğu anlaşılan basın açıklamasında dile getirilen iddialar
ile bu operasyonların yapıldığı dönemdeki olaylar ve basın açıklamasının
yapıldığı yer ve tarihbütüncül olarak
değerlendirildiğinde kullanılan sözlerin kamuoyunu ilgilendiren bir konuda
yapılan tartışmanın bir parçası olduğu kabul edilmelidir.
47. Yine başvurucunun kullandığı ifadeler, yıl dönümü olan ve
basın açıklaması ile gündemde tutulmak istenen konu ile bağlantılı olup
başvurucunun kullandığı ifadelerin hedef alınan kişinin şahsından ziyade kamu
görevlisi olarak yürüttüğü göreve ve konuma yöneltilen görüşler olarak
değerlendirilmelidir.
48. Oda, sendika, vakıf veya dernek gibi sivil toplum
kuruluşlarının politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları
doğrultusunda kamuoyunun ilgisini çeken ve yürüttükleri görevleri nedeniyle
tanınmış kamu görevlilerinin sözlerini ve davranışlarını takip etmeleri, onlar
hakkında fikir oluşturarak üyelerini ve kamuoyunu bilgilendirmeye hatta
yönlendirmeye çalışmaları demokratik bir toplumda kaçınılmazdır. Rahatsız edici
de olsa siyasilere ve tanınmış kişilere ilişkin yapılan bilgilendirme ve
eleştirilerin cezalandırılması “caydırıcı etki” doğurarak toplumdaki ve
kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma
korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bu nedenle somut
olayda, bir sivil toplum kuruluşu olan ÇHD'nin
amaçları kapsamında ve söz konusu derneğin başkanı sıfatıyla basın açıklaması
yapan başvurucunun o dönemde HSYK üyesi olan Ali Suat Ertosun'un ve
operasyonlara katkısı olduğunu iddia ettiği diğer yöneticilerin sorumluluğundan
da bahsederek "Hayata Dönüş Operasyonu"nu
eleştirdiği açıklamalarda sert ve rahatsız edici ifadelere yer verdiği
görülmekle birlikte sarf edilen sözlerin hedef alınan kişinin kamu görevi de
dikkate alındığında kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşmadığının ve ifade
özgürlüğü kapsamında kaldığının kabul edilmesi gerekir. Bu nedenle başvurucu
hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi bilgilendirme ve eleştiri
ortamına da zarar verebilecek ve kişiler üzerinde ceza tehdidi nedeniyle
caydırıcı etki doğurabilecektir (bkz. §§ 22, 23).
49. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin
anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu
olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz. Buna
karşın somut olayda, yukarıdaki hususlar dikkate alındığında ilk derece
mahkemesinin Yargıtayın bozma kararı üzerine verdiği
kararındaki gerekçeleri başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için
uygun ve yeterli sayılamaz. Bu nedenle verilen kararda, başvurucunun ifade
özgürlüğü ile mağdurun şeref ve itibarına saygı hakları arasında adil bir denge
kurulduğu söylenemez.
50. Başvurucu, yaptığı basın açıklaması nedeniyle kamu
görevlisine hakaret suçundan kovuşturmaya tabi tutulmuş ve beraat etmiştir.
Daha sonra kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verilmiş olsa bile Yargıtayın
beraat kararını yerinde görmeyerek ilk derece mahkemesinin kararını esastan
bozduğu dikkate alındığında başvurucunun kovuşturmaya tabi tutulma ve yeniden
cezalandırılma riskinin denetim süresi boyunca devam etmiş olması nedeniyle
başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin ulaşılmak istenen amaçlara
uygun olmadığı ve dolayısıyla da demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü
olmadığı kanaatine varılmıştır.
51. Bu nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
53. Başvurucu, yeniden yargılama ile 5.000 TL maddi ve 50.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
54. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
55. İfade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara (Kapatılan) 9. Sulh Ceza
Mahkemesinin E.2014/201 ve K.201/362 sayılı dosyasının devredildiği mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. İfade özgürlüğünün ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
6.750 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun
uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet
bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması
nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade
özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere Ankara (Kapatılan) 9. Sulh Ceza Mahkemesine (E.2014/201 ve
K.201/362) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 6.750 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.