TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATMA GÜL BALIKÇIOĞLU VE ZEYNEP NUR YAZICIOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11026)
|
|
Karar Tarihi: 27/6/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Zeynep Nur YAZICIOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Zarife Figen SAMURAY
|
|
|
2. Fatma Gül BALIKÇIOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın imar planında ortaöğretim alanı olarak
ayrılmasının yol açtığı zararlar nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2014/11026 ve 2014/11037 numaralı bireysel başvurular
3/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Aralarında konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle
başvuruların birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, İstanbul ili Küçükçekmece ilçesi Sefaköy Mahallesi 3335 parsel sayılı taşınmazın
paydaşlarındandır. Başvurucuların bu taşınmazdaki payları miras yoluyla intikal
etmiştir.
9. Bu taşınmaz 7/2/2003 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli Sefaköy nazım imar planında ortaöğretim tesis alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucuların
miras bırakanının taşınmazın ortaöğretim alanından çıkarılarak ticaret hizmet
alanına çevrilmesi için yaptığı itiraz ise İstanbul Büyükşehir Belediyesince
12/12/2003 tarihinde reddedilmiştir.
10. Nazım imar planı 25/3/2004 tarihinde revizyon görmüş, ancak
taşınmazın imar durumunda bir değişiklik yapılmamıştır. Başvurucuların miras bırakanı
bu revizyon işlemi sonrası taşınmazın imar durumunun değiştirilmesine yönelik
olarak bir defa daha itirazda bulunmuş ancak Büyükşehir Belediyesince 14/1/2005
tarihinde bu itiraz yine reddedilmiştir. Bu kararda; itirazın donatı azaltıcı,
yapı yoğunluğu artırıcı ve 1/5000 ölçekli plan bütünlüğünü bozucu nitelikte
olduğundan reddedildiği açıklanmıştır. Söz konusu nazım imar planına göre
taşınmazın çok küçük bir kısmı sanayi alanında ve yol alanında bırakılmış,
taşınmazın kalan kısımları ise ortaöğretim alanı olarak ayrılmıştır. Bu nazım
imar planına dayalı olarak hazırlanan 22/6/2005 tarihli 1/1000 ölçekli imar
planında da taşınmazın bir kısmı yol, diğer kısmı da ortaöğretim alanı olarak
ayrılmıştır.
11. Başvurucular, nazım imar planı ile imar uygulama planının ve
revizyonlarının söz konusu taşınmaz yönünden iptal edilmesi istemiyle İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve Küçükçekmece Belediyesine karşı 19/6/2009 tarihinde
İstanbul 5. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır.
12. Mahkemece taşınmazda 20/9/2010 tarihinde keşif yapılmış ve
uzman bilirkişiden konu hakkında teknik rapor aldırılmıştır. Bilirkişi
raporunda, imar uygulama planının nazım imar planı doğrultusunda yapıldığı ve
her iki planın da planlama teknikleri ile şehircilik ilkelerine uygun yapıldığı
kanaati bildirilmiştir.
13. Mahkeme 20/9/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararda, bilirkişi raporuna atıfta bulunularak uyuşmazlık konusu taşınmazın
bulunduğu bölgede çok sayıda sağlıksız ve yoğun bir yapılaşma bulunduğuna
dikkat çekilmiştir. Mahkeme, donatı standartları açısından bölgede ortaöğretim
alanlarının olması gerekenin çok altında olduğunu, hâlbuki eğitim alanlarının
vazgeçilmez bir gereksinim olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, özellikle
nüfus yoğunluğunun ve sağlıksız yapılaşmanın çok fazla olduğu alanlarda
toplumsal gereksinimleri karşılamak ve yaşam kalitesini artırmak açısından
sosyal donatı alanlarının artırılmasının çok büyük önem taşıdığını
belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, uyuşmazlık konusu taşınmazın nazım imar
planı ile imar uygulama planındaki durumunun planlama teknikleri, şehircilik
ilkeleri ve kamu yararına uygun olduğu kanaatine vardığını açıklamıştır.
Mahkeme, imar planında yapılan revizyonlar yönünden ise başvurucuların yapılan
işlemle menfaat ilişkilerinin mevcut olmadığı sonucuna varmıştır.
14. Temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 13/11/2013
tarihli ilamıyla onanmıştır. Onama kararında, bir kamu hizmetinin görülmesi
maksadıyla resmî bina ve tesisler için imar planında bu amaca ayrılan
taşınmazlar için başvurucuların taşınmaz yönünden kamulaştırma işlemine
başlanmasını idareden talep edebilecekleri belirtilmiştir. Danıştay, bu talep
sonucunda tesis edilecek idari işlemin de yargı denetimine açık olduğunu
vurgulamıştır.
15. Nihai karar, başvurucular vekiline 20/6/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 3/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
17. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık
hali" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe
girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında
ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere
Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına
tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar
programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis
edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde
kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık
bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam
eder."
18. 3194 sayılı Kanun'un "İmar
planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"(Birinci
fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve
E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma
yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması
halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan
emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada
yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile
kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden
itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin
29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada
yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık
payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz
olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım
vergisi alınmaz."
19. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na
7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 33. maddesi ile eklenen ek
1. madde şöyledir:
"Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne
dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama
imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar
programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu
taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını
kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı
değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin
yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma
sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri
tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari
yargıda dava açılabilir.
Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde
taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri,
mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak,
taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki
nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın
idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.
Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında
açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on
birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak
henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri,
kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra
hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması
gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak
ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11
inci ve geçici 12 nci
maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin
toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde,
ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı
maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır."
20. 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrası
şöyledir:
"Vuku bulduğu tarih
itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu
maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu
madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu
maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye
verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma
görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde,
uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak
suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar
hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda
öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava
açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm
davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca
sekizinci fıkra hükümleri uygulanır."
21. 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile
eklenen geçici 11. madde şöyledir:
"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci
fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.
Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası
hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında
da uygulanır."
22. Anayasa Mahkemesinin bu maddenin iptaline ilişkin 28/3/2018
tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"15. İmar planları onaylanarak idare ve
bireyler açısından hukuki sonuçlar doğurmaktadır. İmar planlarının
onaylanmasından sonra özellikle imarlı alan içinde bulunulacak her türlü imar
ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve programlarına uygun davranma, her türlü
yapı için ilgili idareden izin alma ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa
etme yükümlülüğü ilgililer açısından doğmaktadır. Bunun yanında taşınmazın imar
planında kamu hizmetine ayrılması henüz bir kamulaştırma yapılmayıp fiilen de
taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamakla birlikte
malikin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu
kapsamda kamu hizmet alanı olarak ayrılmasından dolayı taşınmaz üzerinde inşai faaliyette bulunulabilmesi mümkün olamadığı gibi bu
durumun satış, bağış, ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden
yapılacak işlemler ve taşınmazın rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazların
imar durumunun kamu hizmet alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına müdahale
teşkil ettiği kuşkusuzdur. Nitekim 2942 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde de
uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılması
nedeniyle malikin tasarrufunun hukuken kısıtlandığı kabul edilmiştir. Bununla
birlikte itiraz konusu kuralda olduğu gibi mülkiyet hakkına getirilen
sınırlamanın belirsiz veya uzun süreli olması durumunda da mülkiyet hakkına
yönelik bir müdahale söz konusudur.
16. Anayasa’nın 35.
maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu
yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet
hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
17. Anayasa’nın 13.
maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için
müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük
ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
18. Anayasa’nın 35. maddesi
uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. İmar
planlarıyla arazi ve arsa düzenlemesi sırasında taşınmazların bir kısmının kamu
hizmetine ayrılmasının kamu yararı amacına dönük olduğu kuşkusuzdur.
19. İtiraz konusu kuralla
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli
olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin gerekli olmasını,
orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
Öngörülen tedbirin ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında maliki olağan dışı
ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla
ölçülü olduğundan söz edilemez.
20. Düzenli ve planlı bir kentleşmenin
sağlanabilmesi amacına yönelik olarak arsa ve arazi düzenlemesi yapılmasının ve
bu kapsamda kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan taşınmazların kamu hizmetine
ayrılmasının itiraz konusu kural bakımından elverişsiz bir araç olduğu
söylenemez. Diğer yandan düzenli bir kentleşmenin sağlanabilmesi, planlama
yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yetkili kamu otoritelerince planlama
yapılırken toplum olarak bir arada yaşamanın doğurduğu tüm sosyal, kültürel ve
ekonomik ihtiyaçların belirlenmesi ve karşılanması hedeflenmektedir. Sosyal
birer varlık olarak aynı yerleşim yerinde ve bir arada yaşayan bireylerin bu
ihtiyaçlarının giderilmesi, özel mülkiyette bulunmayan kamusal birtakım
alanların varlığını gerekli hâle getirmektedir. Bu amaçla kamuya ait
gayrimenkullerden bedelsiz devredilen veya yüzde kırk oranında bedelsiz alınan
düzenleme ortaklık payı ya da kamu ortaklık payı ayrılması ve bunun yanında
belirtilen alanların eksik kalması durumunda kamu hizmetleri için duyulan
taşınmaz ihtiyacının kamulaştırma yoluyla giderilmesi öngörülmüştür.
Dolayısıyla kamu yararı amacıyla imar uygulamasında taşınmazların kamu hizmeti
alanlarına ayrılması suretiyle itiraz konusu kural kapsamında mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.
21. İtiraz konusu kuralla
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir.
Bu bağlamda imar uygulamalarında kamulaştırma yapılmadan da ilgili kamu yararı
amacının gerçekleştirilmesi için kişilerin ve kamunun taşınmazlarının bedelsiz
olarak devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla
öncelikle kanun koyucu tarafından belirlenen araçları dikkate alarak kamu
hizmeti alanına ayrılan yerlerin belirleneceği ancak bu alanların yeterli
olmaması durumunda ise bazı taşınmazların temininin kamulaştırma yoluyla
sağlanabileceği anlaşılmaktadır. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar
uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla
birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir.
22. Diğer taraftan imar
uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli ödeneğin
konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre içinde
tamamlanmasını öngörmüştür. Mülkiyetin kamu yararı amacıyla kontrolüne ilişkin
söz konusu müdahaleler bakımından kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır.
Bu takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının
gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle
malikin makul ve belirli bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması
beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar,
taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin
uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim
imkânının getirilmemesi de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep
olacaktır.
23. İtiraz konusu kuralda,
imar uygulamasıyla getirilen kısıtlılık yönünden öngörülen beş yıllık sürenin
maddenin yürürlük tarihinden itibaren yeniden başlaması hüküm altına alınmaktadır.
Başka bir ifadeyle mülkiyet hakkından dilediği gibi tasarruf edebilmesi ve
yararlanabilmesi kısıtlanan malikin kamulaştırma bedeline kavuşabilmesi veya
söz konusu kısıtlılık hâlinin kaldırılarak mülkiyet hakkından yararlanabilmesi
için geçmesi gereken beş yıllık sürenin yeniden başlaması söz konusu
olmaktadır. Kanun koyucu bu süre nedeniyle malikin uğradığı zararları telafi
etmeye veya gidermeye yönelik herhangi bir düzenleme ise getirmemiştir. Üstelik
bu kısıtlılık nedeniyle açılacak davalarda taşınmazı kullanamamaktan doğan
zararların tazminine yönelik bir düzenleme mevcut olmadığı gibi itiraz konusu
kural, yürürlük tarihinden önceki kısıtlılık sürelerinin de dikkate
alınmamasına yol açmaktadır. Bu durum ise malike aşırı bir külfet yüklemekte ve
kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil
dengeyi malik aleyhine bozmaktadır.
24. Dolayısıyla imar
uygulaması sonucu taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesi suretiyle getirilen
kısıtlamaların Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden başlamasına
yol açan itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı
değildir."
2. Danıştay İçtihadı
23. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2015 tarihli ve
E.2014/9101, K.2015/2572 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İmar planlarında kamu hizmet tesislerine
tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde maliklerin tasarruf
hakları kısıtlanmakta, bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden
satış değerleri düşmekte,rayiç
değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar
sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel
haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde
kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelemesine neden
olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
...
Davacıya ait uyuşmazlık konusu parselin, imar
planında okul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya
gidilemeyeceği ve bu nedenle davacının tasarruf hakkının kısıtlandığı açıktır.
Bu fonksiyonun imar planına işlenmesinden itibaren beş yıldan fazla bir süre
geçmiş olmasına karşın davalı idarece imar programına alınmadığı gibi, ne zaman
imar programına alınacağı yahut söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına
alınıp alınmayacağı yahut bölgede parselasyon uygulamasının yapılıp
yapılmayacağı konusunda bir bilgi de davacıya verilmemiştir. Bu nedenle,
davacının maliki olduğu parselin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma
olanakları belirsizlik içindedir.
...
Uyuşmazlık konusu olayda da,
davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup,
taşınmazın imar programına alınmayarak kamulaştırılmaması veya imar uygulaması
yapılmaması nedeniyle kısıtlamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, imar planı sonucunda taşınmaz
üzerinde meydana gelen kısıtlılık halinin kamulaştırma ya da parselasyon
yapılarak kaldırılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği saptanmıştır.
Bu durumda, davacının taşınmaz üzerindeki kısıtlama
nedeniyle, imar planının taşınmazda doğurduğu sonuçların ortadan kaldırılması
yönündeki isteminin reddine dair işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir..."
24. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve
E.2010/6020, K.2014/3357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...İmar planlarında kamu hizmet
tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin
tasarruf hakları kısıtlanmakta; bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil
edeceğinden satış değerleri düşmekte, rayiç değerinden satılamamakta, ancak
kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma
yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı
süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının
özünün zedelenmesine neden olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen açıklamalar
doğrultusunda davacıya ait taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan
başvurunun geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken, söz konusu
taşınmazın önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden
bahisle başvurunun reddine ilişkin Ankara Valiliğinin 15.09.2008 tarih ve 1763
sayılı işleminin bu kısmında ve davanın bu kısmının reddine ilişkin mahkeme
kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvurucuların ihlal
iddialarına yönelik olarak öncelikle iç hukukta mevcut yeterli ve etkili
yolları tüketmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu yolların kesin olarak
varlığından söz edilebilmesi için teoride mevcut olması yeterli olmayıp
uygulamada da etkin olması, makul bir biçimde erişilebilir ve etkili olması
gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 35.
maddesinin (1) numaralı fıkrası, AİHM'e başvuru
yapılmadan önce başvurucuların uygun bir iç hukuk yoluna başvurmalarını
gerektirmekle birlikte, etkisiz veya yetersiz bir iç hukuk yoluna başvurulması
ise lüzumlu değildir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 51, 52).
27. AİHM, imar planının hukuka aykırılığından değil de bu planın
herhangi bir tazmin olmaksızın taşınmaz üzerinde meydana getirdiği
kısıtlamaların sonuçlarından şikâyetçi olunması durumunda imar planının iptali
istemiyle açılacak davanın tüketilmesi gerekli bir hukuk yolu olmadığını
belirtmiştir (Rossitto/İtalya, B. No: 7977/03, 26/5/2009, § 19; Ayangil ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33294/03,
6/12/2011, § 30). AİHM kararlarında, bu tür şikâyetler bakımından söz konusu
kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararın tazmini olanağını sağlayan mevcut ve
yeterli hukuk yollarının kullanılması gerektiği kabul edilmektedir (Gülizar Öz/Türkiye (k.k.),
B. No: 40687/98, 1/7/2004; Pınar
Güngör/Türkiye (k.k.), B. No: 46745/99,
6/3/2007; Rabia Tan ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 8095/02, 31/1/2008, §§ 37-41; Remzi
Tekin Bozkurt/Türkiye (k.k.), B. No:
38045/05, 2/3/2010).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
29. Başvurucular; taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmasının
mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu müdahale sebebiyle 2009 yılından
bu yana taşınmazı kullanamadıklarını belirterek taşınmazın
kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığının AİHM ve Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla da kabul edildiğini ifade etmişlerdir. Başvuruculara
göre iptal davası yerine idareye başvuru yolunun gösterilmesi ise ihlal
sürecini devam ettirmektedir. Başvurucular sonuç olarak müdahale yüzünden
zarara uğradıklarını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir.
31. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun
yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere
usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını
zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
32. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
33. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Gayrimenkul malların mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğu hususunda
tereddüt bulunmamaktadır. Uyuşmazlık konusu taşınmazın tapuda başvurucular
adına kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre somut olayda mülkün varlığı hususunda
bir duraksama yoktur.
34. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı
verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
35. Taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması, henüz bir
kamulaştırma yapılmayıp fiilen de taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet
hakkından yoksun bırakma sonucu doğurmamakla birlikte malikin mülkiyet
hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu kapsamda kamu
hizmet alanı olarak ayrıldığından dolayı taşınmaz üzerinde inşai
faaliyette bulunulabilmesi mümkün olmadığı gibi müdahalenin satış, bağış,
ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden yapılacak işlemler ve
taşınmazın rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri bulunmaktadır.
Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazın imar durumunun kamu
hizmeti alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
kuşkusuzdur.
36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci
fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
37. İmar uygulamalarıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, bireysel
başvuru kararlarında da ifade edildiği üzere kural olarak mülkiyetin kamu
yararına kullanılmasının kontrolü (veya düzenlenmesi) kapsamında görülmektedir
(Süleyman Günaydın, B. No:
2014/4870, 16/6/2016, § 65). Bu alanda ise devletin geniş bir takdir yetkisinin
olduğu kabul edilebilir. Öte yandan yukarıda da değinildiği üzere somut olay
bağlamında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya yol açmadığı da kuşkusuzdur.
Ancak müdahale kamulaştırma sürecinin bir aşamasını teşkil ettiğinden dolayı ve
müdahalede geçen süre dikkate alındığında müdahalenin kontrol veya düzenleme
amacından söz edilemez. Dolayısıyla başvuruya konu müdahalenin mülkiyetten
barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
Diğer bir deyişle somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkına kamulaştırma
sürecinin bir aşaması olarak getirilen belirsiz veya uzun süreli sınırlama
durumunda mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına yönelik bir müdahale söz
konusu olur.
38. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet sınırsız bir hak olarak
düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği
öngörülmüştür (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
§ 62).
39. Yerleşim yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygun gerçekleşmesini sağlamayı amaçlayan 3194
sayılı Kanun; arazi ve arsa düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri
için yeterli yerlerin ayrılması konusunda hükümler içermektedir (bkz. §§ 17,
18). Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının
bulunduğu anlaşılmaktadır.
40. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu
yararı amacıyla sınırlanabilir. 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesinde; Kanun'un
yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Bu
Kanun'un amacı çerçevesinde imar planlarıyla arazi ve arsa düzenlemesi
sırasında taşınmazların bir kısmının kamu hizmetine ayrılmasının kamu yararı
amacına dönük olduğu kuşkusuzdur.
41. Ancak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı
amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel
mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak
ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve
orantısız bir külfet yüklenmemelidir. (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
Somut olay bakımından imar uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle
ve bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma
sürecinin beş yıllık süre içinde tamamlanmasını öngörmüştür. Kamu makamlarının
takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi
yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli
bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin
uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti
ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin
zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının bulunmaması da malike
aşırı bir külfet yüklenmesine sebep olur (AYM, E.2016/196, K.2018/34,
28/3/2018).
42. Somut olayda başvurucular, imar planının hukuka
aykırılığından ziyade uyuşmazlık konusu taşınmazın bu planda kamu hizmeti
alanına tahsis edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalardan
şikâyet etmişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların temel şikâyetleri bu
kısıtlamalar nedeniyle uğradıkları zararların giderilmesi taleplerine
yöneliktir. Bu bakımdan başvurucuların belirtilen şikâyetleri yönünden etkili
bir başvuru yolunun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
43. Konu ile ilgili Danıştay kararlarında, taşınmazın imar
planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının makul bir
süreyi aşacak şekilde kısıtlandığı takdirde açılacak idari davalarda tazminata
hükmedilmesi gerektiği kabul edilmiştir (bkz. §§ 23, 24).
44. Bireysel başvurunun devamı sırasında ise 6745 sayılı Kanun
ile imar planlarıyla getirilen sınırlamalar yönünden 2942 sayılı Kanun’da
çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre anılan Kanun'un ek 1. maddesinde,
beş yıllık sürenin uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren
başlayacağı düzenlenmiştir. Bu maddeyle idareye bu süre içinde tasarrufu
hukuken kısıtlanan taşınmazları kamulaştırma veya mülkiyet hakkının
kullanılmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı
değişikliği yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu süre içinde belirtilen
işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmaz malikleri tarafından idareye başvuru
işlemleri ve uzlaşma süreci tamamlandıktan sonra taşınmazın
kamulaştırılmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabileceği
belirtilmiştir.
45. Diğer taraftan 6745 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile 2942
sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde, ek 1. madde kapsamında kalan ve bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan
taşınmazlar bakımından söz konusu beş yıllık sürenin bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren başlayacağı öngörülmüştür. Ancak bu madde hükmü,
malike aşırı bir külfet yüklediği ve kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı
arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozduğu gerekçesiyle
Anayasa Mahkemesince 28/3/2018 tarihinde iptal edilmiştir (bkz. § 22).
46. Dolayısıyla 2942 sayılı Kanun'un ek 1. maddesi ile konu
hakkındaki Danıştay içtihadına göre başvurucunun mülkiyet hakkına imar yoluyla
getirilen kısıtlamalar sebebiyle idareye başvurarak imar durumunun gözden
geçirilmesi veya taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunabileceği, bu
talebinin reddi hâlinde ise tazminat istemiyle idari yargı yerinde dava
açabileceği görülmektedir. Öte yandan başvurucunun bu davayla veya ayrı bir
dava yoluyla taşınmazı makul bir süre geçtikten sonra kullanamadığı dönem için
uğradığı zararları tazmin edebilmesi de mümkündür. Bireysel başvurunun
yapılmasından sonra çıkartılan ve başvurucunun belirtilen şekilde idari ve
yargısal yollara başvurmasını öteleyen kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptal
edildiğine göre bu hukuki yolun tüketilmesi önünde herhangi bir engel de
bulunmamaktadır.
47. Ancak somut olayda başvurucular tarafından adil dengenin
sağlanmasında etkili olduğu tespit edilen ve erişilebilir söz konusu hukuk
yollarına müracaat edildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgenin bireysel
başvuru dosyasına sunulmadığı görülmektedir. Sonuç olarak mülkiyet hakkının
ihlali iddiası kapsamında uğranılan zararların giderilmesi şikâyetleri yönünden
başvuru yolları usulünce tüketilmemiştir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm
imkânı sunan anılan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan başvuruların incelenmesi,
bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.