TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
SÜMEYYE ÖRNEK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/11091)
Karar Tarihi: 7/6/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör Yrd.
Fatih ALKAN
Başvurucu
Sümeyye ÖRNEK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamu görevlisi olarak görev yapan başvurucunun mobbinge (psikolojk taciz) maruz kalması nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Kamu görevlisi olan başvurucu, Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü (İdare) Kayseri Şube Müdürlüğü bünyesinde veri hazırlama kontrol işletmeni unvanıyla görev yapmaktadır.
8. Başvurucu, hakkında yapılan şikâyet üzerine İdare tarafından yürütülen soruşturmada görevli müfettişlerin kendisinin psikolojik sorunları olduğu yönünde kişilik haklarına saldırı teşkil edecek şekilde kanaat bildirdiklerini ve akıl sağlığının yerinde olup olmadığının tespiti için keyfî şekilde hastaneye sevk edildiğini belirterek görevlerini kötüye kullandıklarını iddia ettiği kamu görevlileri hakkında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
9. Yetkisizlik kararıyla dosyayı devralan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, şüphelilerin üzerine atılı suçun görevleriyle ilgili olduğu gerekçesiyle İdareden soruşturma izni talep edilmiştir. İdare tarafından bu kapsamda yapılan inceleme neticesindeverilen 9/1/2014 tarihli ve 2014/1 sayılı kararla şüpheliler hakkındaki şikâyetin işleme konulmamasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, şikâyetin işleme alınmayı gerektirecek ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, soyut ve genel nitelikte olduğu ve adı geçen kamu görevlilerinin yasal görevlerini yerine getirdikleri belirtilmiştir.
10. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 27/3/2014 tarihli ve E.2014/50, K.2014/139 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, hakkında soruşturma yapılması istenen kişiler hakkında ileri sürülen iddianın Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı ifade edilmiştir.
11. Nihai karar 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 3/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
13. 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un 4. ve 9. maddeleri.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 7/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, hakkında yürütülen idari bir soruşturmada görev alan müfettişler tarafından psikolojik sorunlarının bulunduğu yönünde yorumda bulunulduğunu, bu kapsamda akıl sağlığının yerinde olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla haksız ve keyfî şekilde hastaneye sevk edildiğini, kişilik hakları göz ardı edilerek yapılan bu işlemler nedeniyle kurum içerisinde ve sosyal hayatında akıl hastası olarak damgalandığını, dışlandığını ve manevi olarak acı çektiğini, hayat boyu etki doğurabilecek söz konusu işlemleri yapan kişilerin kasıtlı olarak görevlerini kötüye kullandıklarını belirtmiştir. Başvurucu, tüm bu nedenlerle mobbinge maruz kaldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
16. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun mobbinge maruz kaldığı iddiasının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
17. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
18. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
19. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı güvence altına alınmıştır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22).
20. Ancak bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi olanaklıdır.
21. Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkündür. Bununla birlikte bu eylemlerin Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun subjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
22. Belirtilen tespitler ışığında somut olay incelendiğinde, iddia edilen eylemlerin kişilik haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte, özellikle kamu görevlisi olan başvurucu hakkında idari bir soruşturma yürütülmesinin ve bu kapsamda birtakım işlemler yapılmasının, muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından, başvurucunun yaşı ve mesleki statüsü de dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez. Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin, kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
23. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Işıl Yaykır, § 41).
24. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl Yaykır, § 42).
25. Bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve ruhsal bütünlüğe keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda,bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk anlamında bu tür fiillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları dikkate alındığında, belirtilen tazmin imkânının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması gözönüne alınarak hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1925, K.2013/1407 sayılı ilamı; Danıştay 8. Dairesinin 16/4/2012 tarihli ve E.2008/10606, K.2012/1736 sayılı ilamı). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (Işıl Yaykır, § 43; Adnan Oktar (3), B. No. 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
26. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluk istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, § 44; Aslı Kırmızı Demirseren, B. No. 2013/5680, 15/4/2014, § 41).
27. Başvuruya konu olayda Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunan başvurucu, hakkında yürütülen idari soruşturmada görev alan müfettişlerin keyfî ve haksız işlem ve eylemler ile kendisinin akıl hastası olduğu yönünde izlenim uyandırdıklarını, mobbing uygulamak suretiyle manevi olarak acı çekmesine neden olduklarını ileri sürmüştür. Söz konusu şikâyet hakkında 4483 sayılı Kanun kapsamında İdare tarafından yapılan incelemede şikâyetin işleme konulmamasına karar verilmiş ve bu karar Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 27/3/2014 tarihli ilamıyla kesinleşmiştir. Ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
28. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan müdahaleler ile ilgili olarak başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
29. Açıklanan nedenlerle somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yolu kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 7/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.