TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KASIM BİNER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11399)
|
|
Karar Tarihi: 22/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Kasım BİNER
|
Vekili
|
:
|
Av. Ömer ÖNEREN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; hizmet süresine ilişkin olarak açılan davada hukuka
aykırı, çelişkili karar verilmesi, makul sürede yargılamanın tamamlanmaması ve
tetkik hâkimi görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru
belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, başkomiser olarak görev
yapmaktadır. Başvurucunun yurt dışı misyon koruma
görevinde geçen üç yıl hizmet süresinin rütbe terfi işlemlerinde dikkate
alınması istemiyle yaptığı idari başvuru 7/7/2008 tarihli işlemle
reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 7/8/2008 tarihinde dava açmıştır.
9. Ankara 8. İdare Mahkemesi 14/5/2009
tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret kararının gerekçesi şöyledir;
"... 12.02.1987 tarihinde Polis Adayı olarak göreve başlayan
davacının, 30.06.1999 tarihi itibarıyla Komiser Yardımcığı,
26.06.2003 tarihinde ise komiser 22.07.2007 tarihinde ise Başkomiser
rütbesine terfi ettirildiği, halen bu görevini yürütmekte iken 03.06.2008 günlü
dilekçesi ile 31.12.1993-31.12.1996 tarihleri arasında Belgrad Büyükelçiliğinde
ifa ettiği 3 yıllık görev süresinin rütbe terfiinde değerlendirilerek terfii
tarihinin 30.12.2002 olarak belirlenmesi istemiyle davalı idareye başvurduğu,
isteminin yurt dışı misyon koruma görevinde geçen
hizmet süresinin bu görevi ifa ettiği polis memurluğu rütbesinde sayıldığı
gerekçesiyle reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu, emniyet hizmetlerinin özellikleri
ve gereklerini dikkate alarak rütbeye dayalı hiyerarşik sistemin ast ve üst
ilişkilerinin korunmasını ve rütbe terfi şartını kurumun kendine has yapısını
da dikkate alarak belirlemiştir.
Kanun koyucu, polis amirinin bir üst rütbeye yükselebilmesi için
bulunduğu rütbede zorunlu bekleme süresi kadar fiilençalışmış
olmasışartını öngörmüş olup, mevcut koşula fiili
çalışmanın istisnası olarak askerlik hizmeti, yurt dışı misyon
koruma, yurt dışı kurs ve diğer görevler sebebiyle geçirilen süreler ile tedavi
ve istirahat süreleri dahil edilmiş, ancak, bu sürelerin hangi rütbede ifa
edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki fiili çalışma süresi içerisinde
değerlendirileceği açıkça vurgulanmıştır.
Bu duruma göre, davacının polis memuru olarak
31.12.1993-31.12.1996 tarihleri arasında Belgrad Büyükelçiliğinde ifa ettiği 3
yıllık görev süresinin Polis Memurluğu rütbesinde değerlendirildiği hususu da
göz önüne alındığında, Anayasa Mahkemesinin 31.01.2007 gün ve E:2005/51;
K:2007/12 sayılı kararıyla; 55.maddenin 14.fıkrasının ikinci tümcesinin; “...
bu Kanunun 13 üncü maddesinde
sayılan rütbeler içerisinde yapılan ...” bölümü ile “… hangi rütbede ifa
edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki ...” bölümünün ve üçüncü tümcesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine karar verilmiş olması
karşısında, davacının yurt dışı misyon koruma
görevinde geçen süresinin hangi rütbede ifa edilmiş veya geçirilmiş ise o
rütbedeki fiili çalışma süresi içerisinde değerlendirilebileceği açık olup,
yurt dışı misyon koruma görevinde geçirdiği sürenin rütbe kıdeminde değerlendirilmemesine
ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemiştir. "
10. Mahkemenin ret kararı, Danıştay Onikinci
Dairesinin 13/3/2013 tarihli kararıyla onanmış ve
karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
11. Başvurucu, nihai kararı 19/6/2014
tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
12. Mahkemenin 22/11/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
13. Başvurucu; konuya ilişkin mevzuat hükümlerinin hatalı
yorumlandığını, konuya ilişkin lehe birçok yargı kararı bulunmasına rağmen
çelişkili karar verildiğini ileri sürmektedir.
14. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, uyuşmazlık
konusu işlem ve yargılama sonucu verilen karar nedeniyle Anayasa'nın 10. ve 36.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.Başvurucu
her ne kadar Anayasa'nın farklı maddelerini temel almak suretiyle ihlal
iddiasında bulunmuş ise de şikâyetlerin özü dava konusu işlemin hukuka aykırı
olduğu ve Mahkeme tarafından hatalı karar verildiği iddialarına yönelik
olduğundan şikâyetin yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası
kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
15. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği
belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
16. Öte
yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara
ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları
da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Miras Mümessillik İnş. Taah. Reklam Paz.Bas.Yay.San.
ve Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013,
§ 36).
17. Somut
olayda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı Mahkemece incelenerek ilgili
kısımları yukarıda belirtilen (bkz. § 9) gerekçe ile 14/5/2009
tarihinde hüküm kurulmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi
tarafından da delillerin Mahkemece takdir edilerek karar verildiği ve takdirde
de bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle karar onanmıştır.
18. Başvurucu
tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince delillerin
değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup Mahkeme
kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
19. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir..
B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu
temyiz ve karar düzeltme aşamalarında Danıştay tetkik hâkimi görüşünün tarafına
tebliğ edilmediğini ve bu durumun silahların eşitliği ilkesini ihlal ettiğini
ileri sürmektedir.
21.30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların
kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının
ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli
bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir."
22.Başvurucunun
ileri sürdüğü ihlal iddialarının niteliği nazara alınarak başvurunun kabul
edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve kişisel
önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
23.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasında herkesin bireysel başvuru hakkına
sahip olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık yukarıda yer verilen Kanun
maddesinde (bkz. § 21) anayasal ve kişisel önemi düşük olan veya bulunmayan
başvuruların esastan incelenmeksizin reddedilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Anılan düzenlemenin kaynağı, hâkimin küçük/önemsiz işlerle uğraşmaması
gerektiğini ifade eden kadim "De minimis non curat
praetor" ilkesidir. Bu ilkenin
temelinde yatan düşüncelerden biri mahkemelerin asıl işlevlerine
odaklanmalarını sağlamak ve buna engel teşkil edecek olan önem derecesi düşük
davaların ve başvuruların iş yükü oluşturmasını önlemektir (İbrahim Kızılkaya, B. No: 2014/2517, 5/4/2017, § 23).
24. Anılan hükümle anayasal ve kişisel önemden yoksun
başvuruların esastan incelenmemesine imkân tanıyan ek bir kabul edilebilirlik kriteri getirilmiştir. Dolayısıyla diğer tüm kabul
edilebilirlik kriterlerini taşısa hatta esas hakkında
incelemeye geçildiğinde ihlal kararı verilebilecek nitelikte olsa bile Kanun’da
belirtilen nitelikteki bir başvuru kabul edilemez bulunabilecektir. Kanun’da anayasal ve kişisel önemden yoksun başvuruların kabul
edilemez bulunabilmesi için iki koşul öngörülmüştür: “Anayasal önem” olarak
adlandırılabilecek olan birinci koşul "başvurunun Anayasa’nın uygulanması
ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi
açısından önem taşımaması”, “kişisel önem” olarak adlandırılabilecek olan
ikinci koşul ise “başvurucunun önemli bir zarara uğramaması”dır
(İbrahim Kızılkaya,§ 24).
25. Anayasal önem koşulunun uygulanmasıyla ilgili olarak kanun
koyucu “Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma”, “Anayasa’nın
yorumlanması açısından önem taşıma” ve “temel hakların kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıma” şeklinde üç unsur belirlemiş
olmakla birlikte temel hak ve özgürlüklerle ilgili Anayasa hükümlerinin
yorumlanması -işin doğası gereği- temel hak ve özgürlüklerin kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesini de içermektedir. Bu nedenle anayasal önemin, temel
hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin “yorumlanması” ve
“uygulanması” açısından önem taşıma şeklinde ifade edilebilecek iki unsurunun
bulunduğunu kabul etmek gerekir (İbrahim
Kızılkaya,§ 25).
26. İşin
doğası ve kanun metni dikkate alındığında bir başvurunun anayasal öneminin
bulunduğu sonucuna varılabilmesi için onun bu iki unsurdan biri açısından önem
taşımasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa hükümlerinin yorumlanması
açısından önem taşıma unsurunun başta Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla
daha önce yorumlamadığı meseleleri kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. Bununla
birlikte mahkeme, bir meseleyle ilgili olarak daha önce Anayasa’nın ilgili
hükümlerini yorumlamış olsa bile değişen durumları dikkate alarak yeniden
yorumlama ihtiyacı duyabilir. Bu durumda da o meseleye ilişkin başvurunun
anayasal öneminin bulunduğunu kabul etmek gerekir(İbrahim Kızılkaya,§ 26).
27. Anayasa’nın
uygulanması açısından önem taşıma unsuru ise özellikle mahkemenin Anayasa
hükümleriyle ilgili yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin
uygulamaları arasındaki farklılıkta kendisini gösterir. Ancak her uygulama
farklılığı, başvurunun Anayasa’nın uygulanması açısından “önemli” olduğu
anlamına gelmez. Anayasa hükümlerinin uygulanması açısından başvurunun önem taşıdığının
söylenebilmesi için kamu makamları ve derece mahkemelerinin belli bir meseleye
ilişkin uygulamalarının Anayasa Mahkemesi yorumlarından farklı olması ve bu
farklılığın da önemli olması gerekir (İbrahim
Kızılkaya,§ 27).
28. Kişisel
önemin bulunmaması koşulu, başvurucunun önemli bir zarara uğramamış olmasını
ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun kişisel durumu üzerindeki
olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir. Somut olayda ortaya çıkan kişisel
zararın önemli olup olmadığını başvurucunun subjektif
algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde bulunduğu koşullar da dâhil
olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve objektif
verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilir (İbrahim Kızılkaya,§ 28).
29. Zararın
parayla ölçülüp ölçülememesi, onun önemini değerlendirme bakımından belirleyici
değildir. Parayla ölçülmesi mümkün olmayan zararlar yönünden de anayasal ve
kişisel önemden yoksun olma kriterinin uygulanması
mümkündür. Öte yandan parayla ölçülebilen zararlar yönünden her başvurucu için
geçerli olacak ve kişisel önem koşulunun belirlenmesinde esas alınacak belli
bir meblağ belirlenmesi mümkün değildir. Belli bir meblağ, başvurucuların
içinde bulundukları kişisel koşullara göre farklı önem derecesine sahip
olabilir (İbrahim Kızılkaya,§
29).
30. Anayasa
Mahkemesi, önüne gelen iddialara ilişkin birçok başvuruda silahların eşitliği
ve çelişmeli yargılama ilkelerinin kapsam ve içeriğini belirlemiştir. Her ne
kadar başvurucunun şikâyetine konu uygulamanın Anayasa Mahkemesinin
içtihatlarında benimsediği (bkz. Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014;
Zekayi Çelebi, B. No: 2014/5633,
18/5/2016; Laleş Çeliker,
B. No: 2013/8413, 21/9/2016)
yorumlardan farklı olduğu ileri sürülebilirse de bu farklılığın genel bir
soruna işaret etmediği anlaşılmaktadır.
31. Buna
göre Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğusilahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun
genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması
veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem
taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
32. Diğer
taraftan ihlal iddiasına konu tetkik hâkimi görüşleri başvurucu tarafından
ileri sürülen temyiz ve karar düzeltme nedenlerinin yerinde olmadığına ve
istemlerin reddedilmesi gerektiğine ilişkindir. Tetkik hâkimi görüşünde
başvurucunun yorumlarını gerektirecek daha önce tartışılmayan konulara ilişkin
yeni herhangi bir argüman ileri sürülmemektedir.
Görüşün esaslı değerlendirmeler ya da başvurucunun bilgisi dâhilinde olmayan ek
açıklamalar içermediği görülmektedir.
33. Tetkik
hâkimi görüşünün tebliğ edilmemesinin kendisine ciddi anlamda zarar verdiği ve
kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda başvurucunun herhangi bir
açıklamasının olmadığı da gözetildiğinde başvurunun bu kısmı açısından önemli
bir zarar olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.
34. Yukarıda
açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının Anayasa'nın yorumlanması ve
uygulanması açısından önem taşımadığı gibi başvurucunun da önemli bir zarara
uğramadığı sonucuna varılmaktadır.
35. Açıklanan
nedenlerle anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu anlaşılan başvurunun diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
36. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
40. Anılan ilkeler, Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar ve somut başvuruya konu yargılama sürecinin niteliği dikkate
alındığında yaklaşık 5 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olmadığısonucuna varmak gerekir.
41. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
42. 6216 sayılıKanun’un 50. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine kar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
43. Başvurucu 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
44. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
45. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığındabaşvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın anayasal
ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.006,10
TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 8. İdare Mahkemesine
(E.2008/1179, K.2009/747) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.