TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
DÖNE KIZILER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/12200)
Karar Tarihi: 22/11/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Volkan SEVTEKİN
Başvurucu
Döne KIZILER
Vekili
Av. Rabiya BALKANLI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, anonim şirketin mal varlığının satışına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın kanunun açık hükmüne aykırı şekilde reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1995 yılında kurulan Pazarcık İplik Dokuma Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (şirket) ortaklarındandır.
9. Şirketin 25/6/2002 tarihli olağan genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyeliğine seçilen S.K. tarafından, şirkete ait arsa vasfındaki 277 ve 282 parseller ile iplik fabrikası ve idare binasının bulunduğu 280 parsel sayılı taşınmazların haciz ve ipoteklerden oluşan takyidatlarıyla birlikte 24/3/2004 tarihinde G. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.ye (davalı şirket) satılmıştır.
10. Başvurucu, bir yönetim kurulu üyesi imzası ile ortakların tümünün muvafakati alınmadan şirketin tek mal varlığının satışının geçersiz olduğunu ileri sürerek, taşınmazların satış işleminin iptali istemiyle Pazarcık Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesinde (Mahkeme) 6/4/2004 tarihinde dava açmıştır.
11. Mahkemenin 31/5/2007 tarihli kararı ile "satışa konu her üç taşınmaz üzerindeki birden fazla haciz ve ipoteklerden oluşan takyidatlar dikkate alındığında, borca batık bulunan şirketin varlığını sürdürebilmesi için taşınmazların hayati öneme haiz bulunduğu, ortaklar kurulu kararı ile özel yetki verilmeden devredilemeyeceği, bu itibarla taşınmazların özel yetki olmaksızın satışının geçerli olmadığı" gerekçesiyle davalı şirket yönünden davanın kabulü ile taşınmazların satış işleminin iptaline ve tapu kayıtlarının şirket adına tesciline, diğer davalılar yönünden açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
12. Temyiz üzerine karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin (Daire) 5/2/2008 tarihli kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Dava, genel kuruldan karar alınmadan davalı anonim şirkete ait taşınmazın tümü ile davalı şirkete satıldığı iddiasıyla, taşınmaz satışının iptali istemine ilişkindir.
Pazarcık İplik Dokuma San.ve Tic.A.Ş. anasözleşmesinin 8. maddesine göre, şirketin yönetim ve dışarıya karşı temsili yönetim kuruluna aittir. Anonim ortaklığın temsil yetkisi ve temsilin kapsamı ise TTK.nun 321. maddesinde belirlenmiş olup, kural olarak şirketi temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunabilme yetkisi bulunmaktadır. Ana sözleşme ve açıklanan yasa hükümlerine göre, kural olarak şirketi temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait bir malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabileceğinin kabulü gerekir. Ancak bu malvarlığının, şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olduğunun veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunduğunun belirlenmesi halinde bu kez, anılan devir yönündeki taahhüdün geçerli olabilmesi için genel kuruldan karar alınması gerekmektedir. Anonim şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olan veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunan taşınmazların satılmasında kural bu olmakla birlikte, her somut olayın ayrıca kendi koşullarında değerlendirilmesi, genel kuruldan karar alınmadan yapılan satım sözleşmesinin şirketin menfaati icabı olup olmadığının ve buna göre de satışın geçersiz olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Davacı şirketin önceki yönetim kurulu üyeleri ile denetçisi olan davalılar S. K., Y. K., H. Ö. ve A. Ç. vekili, şirketin fabrikayı satmaması halinde fabrikanın değerinin düşmesi, borçların yükselmesi karşısında, toplam mal varlığının borçlarına yetmez hale geleceğinden, şirketin iflasını talep etmesinin TTK.'nun 324. madde hükmü gereği olduğunu, makinelerin beklemeye bağlı teknik donanımının yıpranması ve kullanmadıkça değerinin hızla düşmesi karşısında satışın sorumlu ve basiretli bir yönetici için zorunlu olduğunu, dava konusu satışın şirketin zararına değil, aksine yararına olduğunu savunmuştur. Davalı G. Tekstil San. ve Tic.A.Ş. vekili de, Pazarcık A.Ş.'nin satış tarihinde borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu, taşınmazın tapu kaydında haciz ve ipotekler olup, dava konusu satım sonrası müvekkilince ödenmesi gereken satış bedeli ile Pazarcık A.Ş.'nin borçlarının kapatıldığını, satım sözleşmesinin muvazaalı olmadığını belirterek, dava konusu satış bedelinin Pazarcık A.Ş. borçlarının ödenmesinde kullanıldığına dair belgeler sunmuştur. Ayrıca, davalı şirkete satılan taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde, taşınmaz üzerinde ipotek ve hacizler bulunduğu da anlaşılmaktadır.
Davalı şirket ile davalı gerçek kişilerin savunmaları, taşınmazı satın alan şirketin ödediği gerçek satış bedeli, taşınmaz üzerinde bulunan takyidatlar ile dava konusu satım bedelinin nerelere ödendiğine dair belgeler de dikkate alınarak, davacıların da ortağı olan dava dışı Pazarcık AŞ.ne ait taşınmazlar ve üzerinde bulunan fabrikanın davalı G. Tekstil San. ve Tic. A.Ş.'ne satılmasının Pazarcık AŞ.nin yararına olup olmadığının daha sonra şirketin tasfiyesine karar verilmesi olgusu da gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri bulunmayan ve tasfiye halinde uygulanması gereken TTK.'nun 443/2. maddesi gereğince genel kuruldan karar alınmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı G.Tekstil San.ve Tic.A.Ş. yararına bozulması gerekmiştir..."
13. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/6/2008 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
14. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 30/3/2011 tarihli kararıyla "taşınmazların satışını yapan S.K.nın şirketi temsil ve ilzama münferiden yetkili bulunduğu, Yargıtay bozma ilamı ve bilirkişi kurulunun raporu da dikkate alınarak yapılan satışların şirket zararına olmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
15. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 17/10/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Davalılarında ortağı olduğu dava dışı Pazarcık İplik Dokuma San. ve Tic. A.Ş. yönetim kurulu üyeleri aleyhine, dava konusu olayı da içine alacak şekilde, şirkete ait taşınmazların düşük bedelle satılarak, şirketin ve ortakların zarar uğratıldığından bahisle hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan kamu davası açıldığı, işbu dava da şirkete ait taşınmaz ve üzerindeki müştemilatın değerinin 5.749.072,99 TL olduğu halde bu miktarın çok altında bir fiyatla davalı şirkete satıldığı gerekçesiyle, mahkumiyet kararı verildiği ve bu kararın 11. Ceza Dairesi tarafından savunma hakkının kısıtlandığından hareketle bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan ceza davasında, dava konusu olayı da kapsayacak şekilde yapılan saptamaların, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesine göre hukuk hakimini bağlayacağı kuşkusuzdur.
Bu itibarla mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda, anılan ceza davasının sonucubeklenerek neticesine göre bir karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir..."
16. Karar düzeltme talebi Dairenin 20/3/2012 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
17. Bozma kararı sonrasında Mahkemenin 31/1/2013 tarihli kararı ile davalı şirket yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan açılan ve sonucu beklenilen kamu davasında sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiği ve kararın da 14/11/2012 tarihinde kesinleştiğinden düşme kararının bu dava açısından bir bağlayıcılığının kalmadığı belirtilmiştir. Öte yandan ceza dosyası içerisinde yer alan 25/6/2007 tarihli bilirkişi raporunda, 2004 yılında 1.407.334,06 TL'ye satılan şirkete ait bina ve demirbaşların değerinin 5.749.072,99 TL olarak belirlendiği, bu durumda satışın şirketin genel kurulundan karar alınmadan ve piyasa araştırılması yapılmadan gerçekleştirilmek suretiyle şirket zarara uğratılarak yapıldığından söz edildiği vurgulanmıştır. Ancak görülen davada Mahkeme, Yargıtay bozma kararı doğrultusunda 13/11/2009 tarihinde yapılan keşif sonucunda düzenlenen asıl ve ek bilirkişi raporlarına göre yapılan satışın şirketin zararına olmadığının anlaşıldığını, her iki dosyadaki bilirkişi raporları karşılaştırılarak bozma kararı doğrultusunda alınan bilirkişi raporlarının daha kapsamlı olması nedeniyle bu raporlara itibar edildiğini bildirerek davanın reddedildiğini açıklamıştır.
18. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 8/10/2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
19. Karar düzeltme talebi Dairenin 18/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
20. Nihai karar 12/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
21. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 321. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler.
..."
22. 6762 sayılı mülga Kanun'un "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı 443. maddesi şu şekildedir:
"Umumi heyet aksine karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık suretiyle de satabilirler.
(Değişik: 16/6/1989 - 3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır."
23. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi şöyledir:
"Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez."
24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi şöyledir:
"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 22/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu, şirketin aktiflerinin toptan satılması hâlinde genel kuruldan kanunda açıklanan çoğunlukla karar alınması gerekirken açık kanun hükmü ve yargılama sırasında dosyaya sunulmuş emsal Yargıtay kararları hiçe sayılarak "her somut olayın kendi koşullarında değerlendirilmesi" şeklindeki (bkz. §12) yorumun keyfîlik içerdiğini belirtmiştir. Öte yandan ceza yargılamasında "şirketin zarara uğratıldığı" bu nedenle sorumlular hakkında emniyeti suistimal suçundan mahkûmiyet kararı verildiğini, her ne kadar karar Yargıtayca bozulmuş ve sonrasında davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiş ise de ceza mahkemesinin şirketin zarara uğratıldığı tespitinin hukuk hâkimini bağlayacağını ancak aksi yönde karar verilmesi suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
28. Benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Miras Mümessillik İnş. Taah. Reklam Paz.Bas.Yay.San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 36).
29. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisine ilişkin 818 sayılı mülga Kanun'un 53. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi) gereğince, ilke olarak hukuk mahkemesi hâkimi, ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen beraat kararı ile bağlı değildir. Verilecek mahkûmiyet kararı ve tespit edilen maddi olgular ile bağlıdır. Ayrıca ceza mahkemesi hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da hukuk mahkemesi hâkimini bağlamaz.
30. Somut olayda Dairenin bozma kararında şirkete ait bir mal varlığı üzerinde tasarrufa ilişkin genel kurallar açıklanarak, şirket genel kurulundan karar alınmadan yapılan satım sözleşmesinin şirketin menfaati icabı olup olmadığının ve buna göre de satışın geçersiz olup olmadığının belirlenmesi, bir başka ifade ile davanın kendine özgü koşulları içerisinde genel kuraldan ayrılmayı gerektiren koşulların değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 12). Mahkemece bu kapsamda sunulan deliller ve bilirkişi raporu değerlendirilerek davanın reddine hükmedilmiştir.
31. Diğer yandan Mahkeme, ortada şirketin zarara uğratıldığından bahisle fiilin hukuka aykırılıklığı tespit eden kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü olmadığından ceza mahkemesi kararına dayanak bilirkişi raporundan daha kapsamlı hazırlanan bilirkişi raporuna itibar ederek yapılan satışın şirketin zararına olmadığını belirlemiştir (bkz. § 17).
32. Derece mahkemelerinin kararları ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün hukuk kuralları ile delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
33. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
39. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 10 yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
40. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
42. Başvurucu, 500.000 TL manevi ve 5.749.072,99 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
43. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
44. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
45. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucununuğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Pazarcık Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesine (E.2012/554, K.2013/75) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.