TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DÖNE KIZILER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12200)
|
|
Karar Tarihi: 22/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan SEVTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Döne KIZILER
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya
BALKANLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, anonim şirketin mal varlığının satışına ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davanın kanunun açık hükmüne aykırı şekilde
reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1995 yılında kurulan Pazarcık İplik Dokuma Sanayi
ve Ticaret A.Ş.nin (şirket) ortaklarındandır.
9. Şirketin 25/6/2002 tarihli olağan
genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyeliğine seçilen S.K. tarafından,
şirkete ait arsa vasfındaki 277 ve 282 parseller ile iplik fabrikası ve idare
binasının bulunduğu 280 parsel sayılı taşınmazların haciz ve ipoteklerden
oluşan takyidatlarıyla birlikte 24/3/2004 tarihinde
G. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.ye (davalı şirket) satılmıştır.
10. Başvurucu, bir yönetim kurulu üyesi imzası ile ortakların
tümünün muvafakati alınmadan şirketin tek mal varlığının satışının geçersiz
olduğunu ileri sürerek, taşınmazların satış işleminin iptali istemiyle Pazarcık
Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesinde (Mahkeme) 6/4/2004
tarihinde dava açmıştır.
11. Mahkemenin 31/5/2007 tarihli kararı
ile "satışa konu her üç taşınmaz üzerindeki birden fazla haciz ve ipoteklerden
oluşan takyidatlar dikkate alındığında, borca batık
bulunan şirketin varlığını sürdürebilmesi için taşınmazların hayati öneme haiz
bulunduğu, ortaklar kurulu kararı ile özel yetki verilmeden devredilemeyeceği,
bu itibarla taşınmazların özel yetki olmaksızın satışının geçerli
olmadığı" gerekçesiyle davalı şirket yönünden davanın kabulü ile
taşınmazların satış işleminin iptaline ve tapu kayıtlarının şirket adına
tesciline, diğer davalılar yönünden açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle
reddine karar verilmiştir.
12. Temyiz üzerine karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin (Daire) 5/2/2008 tarihli kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesi
şöyledir:
"...Dava, genel kuruldan
karar alınmadan davalı anonim şirkete ait taşınmazın tümü ile davalı şirkete
satıldığı iddiasıyla, taşınmaz satışının iptali istemine ilişkindir.
Pazarcık
İplik Dokuma San.ve Tic.A.Ş.
anasözleşmesinin 8. maddesine göre, şirketin yönetim
ve dışarıya karşı temsili yönetim kuruluna aittir. Anonim ortaklığın temsil
yetkisi ve temsilin kapsamı ise TTK.nun
321. maddesinde belirlenmiş olup, kural olarak şirketi temsile yetkili yönetim
kurulu üyelerinin şirkete ait mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunabilme
yetkisi bulunmaktadır. Ana sözleşme ve açıklanan yasa hükümlerine göre, kural
olarak şirketi temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait bir
malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabileceğinin kabulü gerekir. Ancak bu
malvarlığının, şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olduğunun veya şirketin
varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunduğunun belirlenmesi
halinde bu kez, anılan devir yönündeki taahhüdün geçerli olabilmesi için genel
kuruldan karar alınması gerekmektedir. Anonim şirketin sahip
olduğu tek malvarlığı olan veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati
önemi haiz bulunan taşınmazların satılmasında kural bu olmakla birlikte, her
somut olayın ayrıca kendi koşullarında değerlendirilmesi, genel kuruldan karar
alınmadan yapılan satım sözleşmesinin şirketin menfaati icabı olup olmadığının
ve buna göre de satışın geçersiz olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Davacı
şirketin önceki yönetim kurulu üyeleri ile denetçisi olan davalılar S. K., Y. K., H. Ö. ve A. Ç. vekili, şirketin fabrikayı
satmaması halinde fabrikanın değerinin düşmesi, borçların yükselmesi
karşısında, toplam mal varlığının borçlarına yetmez hale geleceğinden, şirketin
iflasını talep etmesinin TTK.'nun 324. madde hükmü
gereği olduğunu, makinelerin beklemeye bağlı teknik donanımının yıpranması ve
kullanmadıkça değerinin hızla düşmesi karşısında satışın sorumlu ve basiretli
bir yönetici için zorunlu olduğunu, dava konusu satışın şirketin zararına
değil, aksine yararına olduğunu savunmuştur. Davalı G. Tekstil San. ve Tic.A.Ş. vekili de, Pazarcık A.Ş.'nin satış tarihinde borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu,
taşınmazın tapu kaydında haciz ve ipotekler olup, dava konusu satım sonrası
müvekkilince ödenmesi gereken satış bedeli ile Pazarcık A.Ş.'nin borçlarının kapatıldığını, satım sözleşmesinin
muvazaalı olmadığını belirterek, dava konusu satış bedelinin Pazarcık A.Ş.
borçlarının ödenmesinde kullanıldığına dair belgeler sunmuştur. Ayrıca, davalı
şirkete satılan taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde, taşınmaz üzerinde ipotek
ve hacizler bulunduğu da anlaşılmaktadır.
Davalı
şirket ile davalı gerçek kişilerin savunmaları, taşınmazı satın alan şirketin
ödediği gerçek satış bedeli, taşınmaz üzerinde bulunan takyidatlar
ile dava konusu satım bedelinin nerelere ödendiğine dair belgeler de dikkate
alınarak, davacıların da ortağı olan dava dışı Pazarcık AŞ.ne ait taşınmazlar ve üzerinde bulunan fabrikanın
davalı G. Tekstil San. ve Tic. A.Ş.'ne satılmasının
Pazarcık AŞ.nin yararına
olup olmadığının daha sonra şirketin tasfiyesine karar verilmesi olgusu da gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi ve sonucuna göre
karar verilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri bulunmayan ve tasfiye halinde
uygulanması gereken TTK.'nun 443/2. maddesi gereğince
genel kuruldan karar alınmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi
doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı G.Tekstil
San.ve Tic.A.Ş. yararına bozulması gerekmiştir..."
13. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/6/2008
tarihli kararı ile reddedilmiştir.
14. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 30/3/2011 tarihli kararıyla "taşınmazların satışını
yapan S.K.nın şirketi temsil ve ilzama münferiden
yetkili bulunduğu, Yargıtay bozma ilamı ve bilirkişi kurulunun raporu da
dikkate alınarak yapılan satışların şirket zararına olmadığı" gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
15. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 17/10/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Karar gerekçesinin
ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Davalılarında ortağı
olduğu dava dışı Pazarcık İplik Dokuma San. ve Tic.
A.Ş. yönetim kurulu üyeleri aleyhine, dava konusu olayı da içine alacak
şekilde, şirkete ait taşınmazların düşük bedelle satılarak, şirketin ve
ortakların zarar uğratıldığından bahisle hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan kamu davası açıldığı, işbu dava da
şirkete ait taşınmaz ve üzerindeki müştemilatın değerinin 5.749.072,99 TL
olduğu halde bu miktarın çok altında bir fiyatla davalı şirkete satıldığı
gerekçesiyle, mahkumiyet kararı verildiği ve bu kararın 11. Ceza Dairesi
tarafından savunma hakkının kısıtlandığından hareketle bozulduğu anlaşılmaktadır.
Anılan ceza davasında, dava konusu olayı da kapsayacak şekilde yapılan
saptamaların, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesine göre hukuk hakimini
bağlayacağı kuşkusuzdur.
Bu itibarla mahkemece, yukarıda yapılan
açıklamalar doğrultusunda, anılan ceza davasının sonucubeklenerek
neticesine göre bir karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu
şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir..."
16. Karar düzeltme talebi Dairenin 20/3/2012
tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
17. Bozma kararı sonrasında Mahkemenin 31/1/2013
tarihli kararı ile davalı şirket yönünden davanın reddine, diğer davalılar
yönünden husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde,
hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan açılan
ve sonucu beklenilen kamu davasında sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle
düşme kararı verildiği ve kararın da 14/11/2012
tarihinde kesinleştiğinden düşme kararının bu dava açısından bir
bağlayıcılığının kalmadığı belirtilmiştir. Öte yandan ceza dosyası içerisinde
yer alan 25/6/2007 tarihli bilirkişi raporunda, 2004
yılında 1.407.334,06 TL'ye satılan şirkete ait bina ve demirbaşların değerinin
5.749.072,99 TL olarak belirlendiği, bu durumda satışın şirketin genel
kurulundan karar alınmadan ve piyasa araştırılması yapılmadan gerçekleştirilmek
suretiyle şirket zarara uğratılarak yapıldığından söz edildiği vurgulanmıştır.
Ancak görülen davada Mahkeme, Yargıtay bozma kararı doğrultusunda 13/11/2009 tarihinde yapılan keşif sonucunda düzenlenen asıl
ve ek bilirkişi raporlarına göre yapılan satışın şirketin zararına olmadığının
anlaşıldığını, her iki dosyadaki bilirkişi raporları karşılaştırılarak bozma
kararı doğrultusunda alınan bilirkişi raporlarının daha kapsamlı olması
nedeniyle bu raporlara itibar edildiğini bildirerek davanın reddedildiğini
açıklamıştır.
18. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 8/10/2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
19. Karar düzeltme talebi Dairenin 18/4/2014
tarihli kararı ile reddedilmiştir.
20. Nihai karar 12/6/2014 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
21. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı
mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 321. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Temsile salahiyetli
olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her
nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını
kullanmak hakkını haizdirler.
..."
22. 6762 sayılı mülga Kanun'un "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı 443. maddesi
şu şekildedir:
"Umumi heyet aksine
karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık
suretiyle de satabilirler.
(Değişik: 16/6/1989 -
3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için
umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve
dördüncü fıkraları uygulanır."
23. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı
mülga Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi şöyledir:
"Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili
temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun
mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza
mahkemesinde verilen beraet karariyle
de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve
zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini
takyit etmez."
24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi şöyledir:
"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt
etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini
bağlamaz."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 22/11/2017 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu, şirketin aktiflerinin toptan satılması hâlinde
genel kuruldan kanunda açıklanan çoğunlukla karar alınması gerekirken açık
kanun hükmü ve yargılama sırasında dosyaya sunulmuş emsal Yargıtay kararları
hiçe sayılarak "her somut
olayın kendi koşullarında değerlendirilmesi" şeklindeki (bkz. §12) yorumun keyfîlik
içerdiğini belirtmiştir. Öte yandan ceza yargılamasında
"şirketin zarara uğratıldığı" bu nedenle sorumlular hakkında emniyeti
suistimal suçundan mahkûmiyet kararı verildiğini, her
ne kadar karar Yargıtayca bozulmuş ve sonrasında
davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiş ise de ceza
mahkemesinin şirketin zarara uğratıldığı tespitinin hukuk hâkimini
bağlayacağını ancak aksi yönde karar verilmesi suretiyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar
Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
28. Benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki
içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin,
uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki
yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemez (Miras
Mümessillik İnş. Taah. Reklam Paz.Bas.Yay.San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056,
16/4/2013, § 36).
29. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına)
etkisine ilişkin 818 sayılı mülga Kanun'un 53. maddesi (6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi) gereğince, ilke olarak hukuk mahkemesi hâkimi,
ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen beraat kararı ile bağlı değildir.
Verilecek mahkûmiyet kararı ve tespit edilen maddi olgular ile bağlıdır. Ayrıca
ceza mahkemesi hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin
kararı da hukuk mahkemesi hâkimini bağlamaz.
30. Somut olayda Dairenin bozma
kararında şirkete ait bir mal varlığı üzerinde tasarrufa ilişkin genel kurallar
açıklanarak, şirket genel kurulundan karar alınmadan yapılan satım
sözleşmesinin şirketin menfaati icabı olup olmadığının ve buna göre de satışın
geçersiz olup olmadığının belirlenmesi, bir başka ifade ile davanın kendine
özgü koşulları içerisinde genel kuraldan ayrılmayı gerektiren koşulların
değerlendirilmesi gerektiği
belirtilmiştir (bkz. § 12). Mahkemece bu kapsamda sunulan deliller ve bilirkişi
raporu değerlendirilerek davanın reddine hükmedilmiştir.
31. Diğer yandan Mahkeme, ortada şirketin zarara uğratıldığından
bahisle fiilin hukuka aykırılıklığı tespit eden
kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü olmadığından ceza mahkemesi kararına dayanak
bilirkişi raporundan daha kapsamlı hazırlanan bilirkişi raporuna itibar ederek
yapılan satışın şirketin zararına olmadığını belirlemiştir (bkz. § 17).
32. Derece mahkemelerinin kararları ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün hukuk kuralları ile delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
33. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı
tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi
delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan
delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
39. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 10 yıllık yargılama süresinin
makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
40. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
42. Başvurucu, 500.000 TL manevi ve 5.749.072,99 TL maddi tazminat
talebinde bulunmuştur.
43. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
44. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
45. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucununuğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit
edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda
herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Pazarcık Asliye Hukuk
(Ticaret) Mahkemesine (E.2012/554, K.2013/75) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.