TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN ÇAKAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11637)
|
|
Karar Tarihi: 21/9/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Osman ÇAKAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevil ARACI BEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terörle mücadele sonucu ağabeyi, kız kardeşi,
dayıları öldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli
ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete
uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya
ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2014 tarihinde Adana 1.
İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 25/12/2014
tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; Şırnak ili Güneyce köyünde ikamet etmekte iken
terör nedeniyle yaşadığı köyün boşaltıldığını, ayrıca ağabeyinin, kız
kardeşinin ve dayılarının terörle mücadelede öldüğünü, 1994 yılında köyden
ayrılarak Adana'ya yerleştiklerini, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik
kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Ancak
sehven Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünde yaşadığına yönelik başvuru
yaptığını belirtmiştir.
8. Başvurucu 10/5/2005 tarihinde 5233
sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği
Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Komisyon 19/2/2010 tarihli ve
2010/1-4364 sayılı kararında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca
Pervari ilçesi Okçular köyünün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli
korunduğu, her beş yılda bir köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde
korucuların bulunduğu ve korucuların dışında da vatandaşların ikamet ettiği,
idarece boşaltılan köy, mezra ya da beldenin olmadığı, köy okulunun 1989’dan
itibaren eğitime açık olduğu, kadrolu din görevlisinin bulunduğu ve 1990
yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1.002 kişinin yaşadığı
belirtilerek talebin reddine karar vermiştir.
10. Başvurucu tarafında belirtilen işlem aleyhine Diyarbakır 2.
İdare Mahkemesinde açılan dava 27/12/2011 tarihli
yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir.
11. Batman İdare Mahkemesinin 8/5/2012
tarihli ve E.2012/1653, K.2012/3175 sayılı kararı ile davanın reddine
hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“...Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün
boşalan ve/veya boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, nüfus sayımlarında
köyde bulunan askeri birlik personelinin sayısı konusunda açık ve net bir bilgi
bulunmamakla birlikte, köyde askeri personel ve geçici köy korucuları dışında
yaşayan/ikamet eden sivil vatandaşların bulunduğunda, köyün tamamen
boşalmadığı/boşaltılmadığındakuşku ve duraksamaya yer
bulunmamaktadır.
Bu durumda, asgari
güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna ulaşılan Pervari/Okçular Köyü'nde köy halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal
sebeplerle göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın,5233 sayılı Yasa
hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından,
davacının isteminin reddi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka
aykırılık görülmemiştir...”
12. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 15/5/2013 tarihli ve E.2012/9150,
K.2013/3398 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede
ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
13. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 19/3/2014 tarihli ve E.2014/145, K.2014/1990 sayılı ilam ile
reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 10/6/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4.,
6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı,
Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733
sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679,
K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013
tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve
üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 21/9/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, ağabeyinin, kız kardeşinin ve
dayılarının terörle mücadelede öldüğünü, göçe zorlanması ve memleketinden
sürgün edilmesi nedeni ile işinden olduğunu, buna neden olan devlet
yetkililerinin zararını tazmin etmediğini, ret kararına ilişkin açmış olduğu
davanın gereksiz şekilde uzatıldığını, yargılamanın dokuz yıl sonra
sonuçlandığını, makul bir sürede sonuçlanmadığını, talebinin reddine ilişkin
kararın hukuksuz olduğunu, temyiz ve karar düzeltmede davasının yeterince
incelenmediğini, bu başvuru yollarının etkili bir hukuk yolu olmadığını, ayrıca
devletin kişilerin yaşam hakkını korumak ve özgürlük ve güvenliğini sağlamak
durumunda olduğunu ancak pek çok yakınını devletin yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu kaybettiğini belirterek, Anayasa’nın 17.,
19., 35., 36. ve 40.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiş; 1.000.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Hakkaniyete
Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
ve açtığı davanın abisinin, kız kardeşinin ve dayılarının terörle mücadelede
öldüğü noktasındaki özel durumu nazara alınmaksızın kendisine yönelik bir terör
tehdidi ya da saldırısının bulunmaması gerekçesiyle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
20. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
22. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya
eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir.
23. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır.
24. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması
esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan
denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
25. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde
düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke
uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Bayram Gök, §
19).
26. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak
olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar
Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere
sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
27. Başvuru konusu olayda başvurucunun dava dilekçesi, temyiz
talebi ve karar düzeltme talebi incelendiğinde başvurucunun dava dilekçesinde
ağabeyinin, kız kardeşinin ve dayılarının terörle mücadelede öldüğüne dair
herhangi bir husustan bahsetmediği tespit edilmiştir. Anılan iddia hakkında
herhangi bir dava açmamış olması neticesinde iddiaların Anayasa Mahkemesince
incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği mümkün değildir.
28. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal iddialarının başvuru
yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Çelişmeli
Yargılama ve Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu; zarar tespitinde sadece
adli, idari ve askerî makamlar tarafından düzenlenen belgelerin kullanıldığını
ve bu belgelerin İlk Derece Mahkemesi tarafından hükme esas alındığını, bölge
genelinde ve başvurucunun zararına neden olan olay özelinde hiçbir adli
tahkikatın yapılmadığını yahut yapılmış olsa dahi sonucundan haberdar
edilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir. Başvurucunun
anılan şikayetlerinin çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkeleri kapsamında değerlendirmeye tabi tutulması uygun
görülmüştür.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan
“yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden
yararlanıldığı, bu hususun tespiti için de bir kısım idari birimden gelen
tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da
İlk Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve
içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu
tespit edilmiştir. Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep
dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve
savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz
edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular
tarafından sunulan belgelerin değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine
ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede
başvuru dosyaları kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek
usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014 §§ 74-76;
Cahit Tekin, B. No: 2013/2744,
16/7/2014, §§ 70-72).
31. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
33. Başvurucu, Komisyonca verilen
kararın akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, göç etmeye mecbur kalması
nedeni ile mal varlığına ulaşamadığını, tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim
kaynaklarından mahrum kaldığını, evini kullanamadığını, göç nedeni ile kira,
taşınma gibi zararlarının olduğunu anılan zararlara köy boşaltma eylemleri ile
sebebiyet verilmiş olmasına rağmen zararlarının tazmin edilmediğini belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuş; yargılama sürecinde
yapılan incelemeler ve lehine olmayan yargı kararı temeline dayandırıldığı
tespit edilen bu iddiaların Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
34. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin
incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi
tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz
ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
35. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
36. Başvurucu, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri
neticesinde davasının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemesince
delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu
belirtmekte olup başvurucunun iddialarının özünün Derece Mahkemesince
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
37. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, Batman İdare
Mahkemesinin E.2012/1429, 1266, 1277 sayılı dava dosyalarında ve Mahkemenin bu
köye ait muhtelif dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerden; Pervari İlçe
Jandarma Komutanlığının 28/1/2010 tarih ve 417 sayılı
yazısı ekinde bulunan Pervari İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı köy ve
mezralara ait çizelgede, Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünün tamamen
boşalan/boşaltılanköyler arasında yer almadığı, köyün
durumunun dolu olarak ifade edildiği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine
göre Okçular köyünde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1.002
kişinin yaşadığı, köyde 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında muhtarlık
seçiminin düzenli olarak yapıldığı, köye geçici köy koruculuğu sisteminin
getirildiği, başvurucu vekili tarafından Okçular köyünde askerî bir üssün
bulunduğu ve nüfus sayımı sonuçlarının bu nedenle fazla çıktığı iddia edilmekte
ise de bu hususun açıklığa kavuşturulması için Mahkemenin E.2012/1429 sayılı
dava dosyası veDiyarbakır 2. İdare Mahkemesinin
2010/1924 esasına kayıtlı davada ara kararı ile Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığından köy halkından olup köyde yaşayan şahısların sağlıklı olarak
tespit edilebilmesi amacıyla Pervari ilçesi Okçular köyünde bulunan jandarma
karakolunda sayım yapılan 1990, 1997 ve 2000 yılında görevli personel ve asker
sayılarına ilişkin bilgi ve belgelerin istendiği, Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığının ara kararına cevap yazısında ara kararıyla talep edilen düzeyde
bilgi derlenmediği, bu nedenle istenen bilgilerin gönderilemeyeceğinin
bildirildiği, bunun yanı sıra Mahkemenin E.2012/1429 esasına kayıtlı dosyasında
13/1/2011 tarihli ara kararı ile davalı idareden köy korucusu (ve ailesi) ve
asker (ve ailesi) olanlar dışında köyde yaşayanların bulunup bulunmadığı, varsa
sayısına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, ara kararına cevaben
gönderilen 2/2/2011 tarihli jandarma tutanağında 1990 yılına ait istenilen
belgelere ulaşılamadığı, 1997 yılında köyde 90 korucunun bulunduğu, bunlar
dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve korucu olmayanların ise yaklaşık 250 kişi
olduğu, 2000 yılında ise köyde 85 korucunun bulunduğu, korucu hariç köyde 13
hanenin, yaklaşık 100 kişinin yaşadığının belirtildiği tespit edilmiştir.
38.
Yukarıda yer verilen açıklamalara göre Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünün
boşalan ve/veya boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, nüfus sayımlarında
köyde bulunan askeri birlik personelinin sayısı konusunda açık ve net bir bilgi
bulunmamakla birlikte, köyde askeri personel ve geçici köy korucuları dışında
yaşayan/ikamet eden sivil vatandaşların bulunduğunda, köyün tamamen
boşalmadığı/boşaltılmadığındakuşku ve duraksamaya yer
bulunmamaktadır.
39. Bu
durumda asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna ulaşılan Pervari/Okçular
köyünde köy
halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla
ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç etmelerinden dolayı uğradıkları
zararın5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından başvurucunun isteminin reddi yönünde tesis edilen dava konusu
işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilerek davanın reddine karar
verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip
reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmıştır. Başvurucunun anılan
iddialarına yönelik olarak bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucu, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında ileri
sürdüğü taleplerin üstünkörü bir incelemeye tabi tutularak yeterli gerekçeye
yer verilmeden reddedildiğini iddia etmiş, bu nedenle anılan başvuru yollarının
etkili olmadığından şikâyetçi olmuştur. Anılan şikâyetlerin gerekçeli karar
hakkına ilişkin olduğu tespit edildiğinden bu iddiaların Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
42. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan
başvurularda, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan
özel durumlarının değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından
ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece
mahkemeleri kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
43. Somut başvurunun incelenmesi
neticesinde başvurucunun taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip
edilmeyeceği noktasında yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında Derece Mahkemesince değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri
sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak
reddedildiği (bkz. § 13), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve
gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu denetiminden geçerek (bkz.
§§ 14, 15)kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
47. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile
davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak,
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut
Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014,
§§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66).
Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği
ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı
durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır (İsmet Kaya, B. No:
2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
48. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
49. Somut davalara bir bütün olarak bakıldığında Komisyona
başvuru tarihi (10/5/2005)ile nihai karar tarihi olan
temyiz karar tarihi (19/3/2014) arasında geçen ve toplam süresi 8 yıl 10 ay
olan yargılama süresinde başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren
bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
52. Başvurucu,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitini ve bu nedenle
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
53. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/9/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.