TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUAMMER TOYGA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13291)
|
|
Karar Tarihi: 25/10/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Muammer
TOYGA
|
Vekili
|
:
|
Av. Güray
GÜNEŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu
askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan
davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. 1/1/2003 tarihinde askerlik çağına giren başvurucunun
25/9/2006 tarihinde son yoklaması yapılmış, Askerlik Şubesi Başkanlığı Askerlik
Meclisince gerçekleştirilen muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna
karar verilmiştir.
7. Başvurucu 19/11/2007 tarihinde askere sevk edilmiştir.
8. Birliği tarafından sevk edildiği İzmir Asker Hastanesince
3/12/2007 tarihinde başvurucu
hakkında "Askerliğe elverişlidir.
Komando olur." yönünde sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir.
9. Başvurucu zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 19/2/2009
tarihinde terhis edilmiştir.
10. Terhisten sonra kendi isteğiyle uzman erbaş adaylığına
müracaat eden başvurucu 25/3/2009 tarihinde sözleşme imzalayarak jandarma uzman
çavuş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi
esnasında yapılan sağlık kontrolü üzerine düzenlenen 22/1/2013 tarihli sağlık
kurulu raporunda aortik
kapak yetmezliği tanısıyla
''Askerliğe elverişli değildir. TSK'da görev
yapamaz." tespiti yapılmıştır. Bu raporun 21/2/2013 tarihinde
Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) onaylanıp kesinleşmesinin ardından
başvurucunun sözleşmesi sağlık nedeniyle 16/4/2013 tarihinde feshedilmiştir.
11. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe
elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun
tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu
sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 18/3/2013 tarihinde idareye
başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 21/5/2013 tarihinde Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
12. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararladavayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 19/2/2014
tarihli kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle
davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi)
doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun
en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir.
Dolayısıyla4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden (19/2/2009)
itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un 35. maddesi uyarınca
davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin
cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca
hesaplanacak süre içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun
ise askere alınması işleminin tesis, öğrenme ve icra tarihlerinden çok sonra
18/3/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun zımnen reddi üzerine
21/5/2013 tarihindeaçtığı davanın süresinde olmadığı
ifade edilmiştir.
13. Karşıoyda ise başvurucunun terhis
edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından
haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin
başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır.
Askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun tebliğiyle
birlikte başvurucunun zararı öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Buna göre dosyadan tebliğ tarihi tespit edilememekle birlikte
dosyada aksine belge olmadığından başvurucunun tazminat ödenmesi talebiyle
idareye ihtiyari müracaatta bulunduğu 18/3/2013 tarihinde hak kaybına
uğradığından haberdar olduğu, dolayısıyla bu başvurunun zımnen reddi üzerine
altmış gün içinde açtığı davada süre aşımı bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/7/2014
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Nihai karar başvurucuya 1/8/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Sözleşme
17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar
verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
B. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak
bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından
savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve
yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her
ne kadar bizzat 6. madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk
sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında
"medeni" nitelikte olmalıdır (James
ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).
19. AİHM, "medeni hak" kavramının özel bir kişi
olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü
itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini
ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin
yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987).
20. AİHM, uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olup
olmadığını tespit ederken davanın konusundan ziyade davada tartışılacak
meseleye odaklanmaktadır. AİHM'in Panjeheighalehei/Danimarka
([k.k.] B.No:
11230/07, 13/10/2009) kararına konu olayda İran vatandaşı olan başvurucunun
annesi 1997 yılında yasal yollardan başvurucu ve diğer çocuğu (kızı) ile
birlikte Danimarka’ya gelmiş ve Danimarka’da iken hem kendisi hem de o tarihte
reşit bulunmayan çocukları için siyasi sığınma talebinde bulunmuştur.
Başvurucunun annesi monarşi yanlısı İran Javid
örgütünün aktif üyesi olması ve örgüt tarafından düzenlenen gösterilere
katılması nedeniyle İran Hükûmeti tarafından gözaltına alındığını ve işkence
gördüğünü ileri sürmüş, geri gitmesi hâlinde işkence görme riskinin bulunduğunu
belirtmiştir. Ancak başvurucunun annesinin sığınma talebi, anlatımlarının
itibar edilebilir bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 1999 yılında reşit
olan başvurucu dosyanın yeniden açılması için Danimarka makamlarına dilekçe
vermiş ve İran Hükûmeti tarafından arandığına dair haber aldığını belirterek
geri gönderilmesi hâlinde işkence göreceğini yinelemiştir. Fakat başvurucunun
talebi, yeni bilgi ve belge eklenmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve başvurucu
bu tarihte sınır dışı edilmiştir. Başvurucunun avukatı 1999 ve 2002 yıllarında
olmak üzere iki kere daha başvurucu adına sığınma talebinde bulunmuştur.
Başvurucu 2003 yılında tekrar Danimarka’ya giriş yapmış ve yeniden sığınma
talep etmiştir. Başvurucu, ülkesinde iken iki yıl boyunca gözaltında işkence
gördüğünü ileri sürmüştür. İşkence Mağdurları Rehabilitasyon ve Araştırma
Merkezi tarafından verilen sağlık raporunda başvurucunun vücudundaki izlerin
anlattığı hikâye ile uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Bu rapor üzerine 2004
yılında başvurucunun sığınma talebi kabul edilmiştir. Başvurucu 1999 tarihli
karar nedeniyle ülkesine geri gönderilmesi üzerine gördüğü işkence ve çektiği
acılar sebebiyle tazminat ödenmesi talebiyle Mülteci Kurumuna karşı dava
açmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun tazminat talebi, Mülteci Kurumunun,
sınır dışı işlemleri nedeniyle bir sorumluluğunun söz konusu olamayacağı
gerekçesiyle reddedilmiştir (Panjeheighalehei/Danimarka
[k.k.]).
21. Başvurucu, AİHM’e bireysel
başvuruda bulunurken diğer iddialarının yanında tazminat talebinin reddi nedeniyle
Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının da
ihlal edildiğini öne sürmüştür. AİHM yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı
ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin
işlemlerin medeni hak ve yükümlülük karakterinin bulunmadığına dair içtihadını
yinelemiştir. AİHM başvurucunun, görülen davanın yabancıların “ülkeye girişi,
ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne
ilişkin işlemlerle ilgisinin bulunmadığı yolundaki savını da yerinde
bulmamıştır. AİHM başvurucunun açtığı tazminat davası haksız fiil sebebiyle
açılan bir dava gibi kurgulanmış olsa da bu davadaki temel iddianın Mülteci
Kurumunun 1999 tarihli kararının hukuka aykırılığı olduğunun altını çizmiştir.
AİHM başvurucunun tazminat talebinin özünde ve öncelikle Mülteci Kurumunun 1999
tarihli kararının esasının sorgulanmasını gerektirdiğini vurgulamıştır. AİHM,
başvurucunun açtığı tazminat davasında incelenmesi gereken meselelerin Mülteci
Kurumunun 1999 tarihli kararıyla yakından bağlantılı olduğu ve “yabancıların
ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmelerine ilişkin karar”dan ayrıştırılmasının mümkün bulunmadığı kanaatini
açıklamıştır. Sonuç olarak AİHM başvurucunun açtığı tazminat davasının
Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kapsamına girmediğinden
kabul edilemezlik kararı vermiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare
tarafından yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi
sonucu kendisine zorunlu askerlik hizmeti yaptırıldığını, bu sebeple uğradığı
zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin
hakkaniyete aykırı olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin aynı nitelikteki
uyuşmazlıklarda farklı yönde verdiği kararlar olduğunu da ifade eden başvurucu,
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci
cümlesi şöyledir:
"Herkes, Anayasa'da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilir.(...)"
25. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine
yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü
tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
26. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın "Vatan
hizmeti" kenar başlıklı 72. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve
ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine
getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir."
28. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiş ancak hakkın kapsamı düzenlenmemiştir. 3/10/2001 tarihli ve 4709
sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil
yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin
gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye
Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına
alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip
olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de
düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu
anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban,
[GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 53). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar
başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin AİHM içtihadının da gözönünde
bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz,§ 22).
29. Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri sürebileceği tüm
hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını güvenceye almamaktadır.
Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya
ilişkin hak ve ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların" ve bir "suç isnadının" esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla
sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle
bireysel başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya
yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma
hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanı kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
30. Somut uyuşmazlıkta suç isnadına bağlı bir yargılamanın
mevcut olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte
uyuşmazlığın niteliği itibarıyla "medeni hak ve yükümlülükler"
kapsamında görülüp görülemeyeceği, bu husustaki değerlendirmeden hareketle söz
konusu uyuşmazlığa ilişkin başvurunun Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanı içinde yer alıp almadığı yönünden bir irdeleme yapılması gerekmektedir.
31. Yukarıda da belirtildiği üzere bir kimsenin "medeni hak
ve yükümlülükleri"nin karara bağlanmasıyla
ilgili bir yargılama usulünde Sözleşme'nin 6. maddesi uygulanabilir. AİHM,
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının "medeni"
meselelerde uygulanabilirliği için ilk olarak ortada bir uyuşmazlığın bulunması
koşulunu aramakta, uyuşmazlığın iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek
"haklar ve yükümlülükler" ile ilgili olması ve bu haklar ve
yükümlülüklerin de Sözleşme'deki anlamıyla
"medeni" olması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. §18)
32. Bu noktada devletin bir bireye, salt egemenlik yetkisini
kullanarak tanıdığı hak ya da yüklediği yükümlülüklerin "medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmek gerekir. AİHM de
"medeni hak" kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş
olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna
ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir (bkz. §
19). Askerlik ve askere alma işlemleri de devletin egemenlik yetkisinin
tezahürü olan ve müdahaleye kapalı bulunan çekirdek alanını oluşturmaktadır. Bu
bağlamda Anayasa'da vatandaşlık bağından kaynaklanan kamusal bir hak ve ödev
olarak düzenlenen askerlik hizmetinin "medeni hak ve yükümlülük"
kapsamında olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bir kişinin zorunlu
askerlik hizmeti yükümlüsü olup olmadığı, kimlerin bu hizmeti yerine
getirmekten muaf tutulacağı ya da muafiyet koşullarının ne olacağı, bu hizmetin
hangi statüde ve ne kadar süre ile yerine getirileceği, askere sevk
işlemlerinin hangi yöntem izlenerek ve ne şekilde yürütüleceği, bu süreçteki
uygulamaların ne olacağı gibi meseleler özü itibarıyla askerlik hizmeti yapma
yükümlülüğüne ilişkin olduğundan"medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında değildir. Buna göre askerlik yükümlülüğünü konu
alan ya da "askere alma kararları"na
ilişkin olan iş ve işlemlerden dolayı açılan davalardaki yargılama süreçleriyle
ilgili adil yargılanma şikâyetlerinin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanı dışında olduğunun kabul edilmesi gerekir.
33. Askerlik hizmetinin kişinin maddi ve manevi varlığı ya da iç
hukukta korunan başka hakları üzerindebirtakım etki
ve sonuçlar yaratabileceği, dolayısıyla askere alma kararından kaynaklı bir
uyuşmazlığın bu tür uzantılarının ve sonuçlarının da olabileceği tabiidir. Zira
askerlik hizmeti doğası gereği yükümlüyü bazı medeni haklarından mahrum
bırakmaktadır. Bununla birlikte uyuşmazlığın "medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi bağlamında
yapılacak bir incelemede dikkate alınması gereken ölçüt, davada tartışılacak
"mesele"nin ne olduğudur. Bunun tespiti
için de davaya konu uyuşmazlığın "özünün" ortaya konulması
gerekmektedir. Şayet -tazminat talebine ilişkin bile olsa- bir davada, devletin
"askere alma kararı" diğer bir anlatımla askere alma yetkisinin
kullanılmasına ilişkin iş ve işlemleri değerlendirme konusu olacak ise bu
uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülük kapsamında görülmesi mümkün olmaz.
34. Somut davada başvurucunun askerliğe engel teşkil edecek
nitelikte bir rahatsızlığının bulunduğunun askere sevki sırasında idare
tarafından tespit edilmesi ve askerlikten muaf tutulması gerektiği ileri
sürülmektedir. Başvurucu, idarenin bu konudaki yükümlülüğünü gereği gibi yerine
getirmemesi neticesinde rahatsızlığının tespit edilememesi nedeniyle kendisine
askerlik hizmeti yaptırılmış olması olgusuna dayanmış, askere sevk sürecindeki
bu uygulamaların ve sevk işleminin hukuka aykırılığından bahsetmiştir. Söz
konusu davada başvurucu, haksız şekilde yerine getirmek zorunda bırakıldığı
askerlik hizmeti süresince çalışamadığı için gelirinden mahrum kaldığını ve
manevi olarak yıprandığını belirterek tazminat talep etmiştir.
35. Buna göre bireysel başvuruya dayanak davanın açılmasına
sebep olan olgu, askerliğe elverişli olmadığı ileri sürülen bir kimsenin
askerlik hizmeti yapmakla yükümlü tutulmuş olmasıdır. Davanın çözümünde
tartışılması gereken temel mesele ise 19/11/2007 tarihli "askere alma kararı"dır. Dolayısıyla uyuşmazlığın özünün, devletin
askere alma yetkisinin kullanımıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla
devletin salt egemenlik yetkisinin kullanımının tezahürü mahiyetinde olan
askere alma yetkisiyle doğrudan bağlantılı görülen ve 19/11/2007 tarihli
"askere alma kararı"nın tartışılmasını gerektiren
bu uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülük kapsamında değerlendirilemeyeceği
açıktır.
36. Öte yandan başvurucunun askerlik yapmanın doğal sonuçları
dışında bedensel veya ruhsal bütünlüğünün zarar gördüğüne yönelik bir iddiası
da bulunmamaktadır. Tüm bu değerlendirmelere göre medeni hak ve yükümlülük
kapsamında yer almayan askerlik hizmeti yükümlülüğüne ilişkin olduğu anlaşılan
uyuşmazlığın Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
sonucuna varılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.