TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ÖZER ER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11770)
|
|
Karar Tarihi: 15/3/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 9/5/2018 - 30416
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Özer ER
|
Vekili
|
:
|
Av. Hikmet
ŞENSES
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi hata sonucu gerçekleşen ölüm olayı üzerine ilgili
doktorlar ve hastane yöneticileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımının
dolduğu gerekçesiyle düşmesine karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
7. İkinci Bölüm tarafından 7/2/2018
tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, geçirdiği bir ameliyat sonrasında 22/3/2004
tarihinde yaşamını yitiren 1995 doğumlu M.E.nin
babasıdır.
A. M.E.nin
Hastaneye Götürülmesi ve Ölümü
10. Başvurucunun kızı M.E. sık sık boğaz ağrısı problemi
yaşaması nedeniyle 11/3/2004 tarihinde Özel A.
Hastanesine götürülmüştür. Burada yapılan tetkikler sonucunda hastanın bademcik
ameliyatı olmasına karar verilmiştir. Hasta aynı gün anılan Hastanede ameliyata
alınmıştır. Hastaya anestezi uygulandıktan kısa bir süre sonra hastanın
solunumunun normal olmadığı anlaşılmış, bunun üzerine ameliyata devam
edilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilerek ameliyata son verilmiştir.
11. Ameliyata son verilmesi üzerine hasta, servisteki yatağına
alınmış ancak bilinci yerine gelmediği için Samatya
SSK Hastanesi Yoğun Bakım Servisine ambulansla sevk edilmiştir.
12. Hasta M.E. 11/3/2004 tarihinde saat
15.40 sıralarında bilinci kapalı şekilde anılan Hastaneye ulaşmış ancak on bir
gün boyunca burada yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 22/3/2004
tarihinde yaşamını yitirmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
13. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak kızının
ölümünde kusuru bulunan Özel A. Hastanesi doktorları ile yöneticilerinin
cezalandırılması isteminde bulunmuştur.
14. Başvurucunun suç duyurusu üzerine Eyüp Cumhuriyet
Başsavcılığı, ilgili doktorlar ile Hastane yöneticileri hakkında soruşturma
başlatmış ve yaptığı araştırmalar neticesinde 7/4/2009
tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Eyüp
Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Hastanede
yapılan işlemlerin usulüne uygun olduğu yönünde görüş bildiren Adli Tıp Kurumu
3. İhtisas Kurulunun 31/12/2008 tarihli raporuna
dayanmıştır.
15. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul 6. Ağır
Ceza Mahkemesinin 31/12/2009 tarihli kararı ile
reddedilmiştir.
16. Başvurucu, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen
itirazın reddine ilişkin karara karşı kanun yararına bozma istemiyle Bakanlığa
başvurmuş; başvurucunun talebinin kabul edilmesi üzerine dosya Yargıtay 9. Ceza
Dairesine gönderilmiştir.
17. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 8/10/2010
tarihli ilamıyla İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen itirazın reddine
ilişkin kararı bozmuş ve dosyayı Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
18. Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının 22/3/2011 tarihli
iddianamesiyle Hastane Başhekimi C.K., Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı M.E.O., Kulak Burun Boğaz Uzmanı K.N. ve
Hastane yöneticilerinden Z.D. hakkında mesleklerinin gerekli kıldığı dikkat ve
özeni göstermemeleri nedeniyle ölüme sebebiyet verdikleri iddiasıyla kamu
davası açılmıştır.
19. İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kamu davası
sonucunda Mahkeme 29/3/2012 tarihli kararla dava
zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesine dayanarak sanıklar hakkında açılan
kamu davasının düşürülmesine karar vermiştir.
20. Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay
12. Ceza Dairesi 11/12/2013 tarihli ilamla derece
mahkemesi kararını onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Başvurucu, Yargıtay 12. Ceza Dairesi kararının kendisine
tebliğ edilmediğini, anılan kararı 11/6/2014 tarihinde
haricen öğrendiğini beyan etmiştir. UYAP kayıtlarında, başvurucunun nihai
kararı haricen öğrendiği şeklindeki beyanı dışında tebliğe ilişkin herhangi bir
bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır.
22. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Tazminat Davası Süreci
23. Başvurucu, kızının yanlış anestezi uygulanması sonucu
yaşamını yitirdiği iddiasıyla ameliyatın gerçekleştirildiği Hastane tüzel
kişiliği ile kızına müdahale eden doktorlar ve Hastane yöneticileri aleyhine 13/1/2005 tarihinde İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde
tazminat davası açmıştır.
24. İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi, olay hakkında Adli Tıp
Kurumu 3. İhtisas Kurulu ile Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu tarafından
hazırlanmış raporları dikkate alarak 2/5/2012
tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu
raporlarında ameliyat ve tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, davalı
doktorlar ile Hastanenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı yönünde
değerlendirmeler yapılmıştır.
25. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Hukuk
Dairesi 28/5/2013 tarihli ilamla eksik inceleme ve
araştırma sonucu hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının
bozulmasına karar vermiştir. Davalılarca yapılan karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 25/12/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir.
26. Bozma kararı üzerine yargılamaya İstanbul 18. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 2014/22 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Dava,
ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.
D. Doktorlar Hakkındaki
Disiplin Soruşturması Süreci
27. İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu, başvurucunun şikâyeti
üzerine, ameliyatı yapan Kulak Burun Boğaz Uzmanı K.N. ile Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı M.E.O.nun
on beş gün süreyle meslekten alıkoyma cezası ile tecziye edilmesine karar
vermiştir. Kararda; ameliyatın henüz başlangıcında hastanın oksijenizasyonunun
yeterli olmadığının görülmesi üzerine ameliyata son verilmesinin doğru bir
karar olduğu, ameliyattan sonra hastanın spontan
solunum ile servise alınmasının ve hastaya nasal
oksijen verilmesi ile yetinilmesinin ise tıbbi hata olduğu, hastanın
beklenmeksizin daha ileri sağlık merkezine sevkinin tıbbi bir zorunluluk olduğu
belirtilmiştir.
28. Anılan karara yapılan itirazı inceleyen Türk Tabipler
Birliği Yüksek Onur Kurulu ise 12/3/2009 tarihli kararlaAnestezi
ve Reanimasyon Uzmanı M.E.O.nuncezasının onanmasına, somut olayda ortaya
çıkan komplikasyonun yönetilmesinde sorumluluğu bulunmayan Kulak Burun Boğaz
Uzmanı K.N. hakkındaki tesis edilen cezanın ise bozulmasına karar vermiştir.
29. Başvurucu, anılan karara karşı idari yargıda iptal davası
açılıp açılmadığı hususunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge
sunmamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. İlgili hukuk için bkz.
Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 34-36.
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesişöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur."
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67).
33. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında
yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013,§ 81).
34. AİHM; Sözleşme’nin 2. maddesi bağlamında, ölüm olayının
kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlar ile ihmal sonucu meydana
geldiği durumlar arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM,
ölüm olayının kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlarda devletin
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân sağlayabilecek nitelikte
cezai soruşturmalar yürütmekle yükümlü olduğunu, bu tür durumlarda
mağdura/mağdurlara sadece tazminat ödenmesinin Sözleşme'nin 2. maddesi
bağlamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte AİHM'e
göre, yaşam hakkı ihlalinin kasti olmaması hâlinde "etkili yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif
yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez; bu gibi
hâllerde mağdura/mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Eyüp
Güvenç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43036/08, 21/5/2013,
§§ 33-35).
35. AİHM'e göre Sözleşme'nin 2.
maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin yerine getirilme yöntemine ilişkin
seçim, ilke olarak taraf devletin takdir yetkisi içinde yer almaktadır. Bu
bağlamda AİHM, Sözleşme’de güvence altına alınan hakları
sağlamanın farklı yollarının bulunduğunu ifade etmektedir. AİHM'e
göre devlet, iç hukukta öngörülen belli bir önlemi almakta başarısız olsa bile
yerine getirmekle yükümlü olduğu pozitif yükümlülükleri diğer yöntemlerle de
gerçekleştirebilir (İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, B.
No: 19986/06, 10/4/2012, § 37; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B.
No: 34885/06, 13/11/2012, § 70).
36. AİHM; tıbbi hata sonucu meydana gelen bir ölüm olayı
sonrasında ilgili doktorlar hakkında başlatılan ceza soruşturmasının
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla neticelenmesi üzerine ölüm olayının
hastalığın geç teşhis edilmesi nedeniyle meydana geldiği, olay hakkındaki ceza
soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmediği ve çok uzun sürdüğü (6 yıl 8
ay 5 gün) iddialarıyla yapılan bir bireysel başvuruda, başvurucunun tazminat
yoluna başvurmadığını dikkate alarak iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna
ulaşmıştır (Mübeyen Polat/Türkiye, B. No: 3143/12, 15/10/2013). AİHM; ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları
hakkındaki ceza davalarının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü bireysel başvurularda Sözleşme'nin
üçüncü kişiler hakkında ceza kovuşturması yapılmasını isteme veya ceza davası
açtırma hakkı bahşetmediğini ancak söz konusu olaylarda başvurucuların yalnızca
sorumluların cezai anlamda mahkûm edilmelerini sağlamak amacıyla ceza
davalarına müdahil olduklarını dikkate alarak konu bakımından yetkisizlik
gerekçesiyle kabul edilemezlik kararları da vermiştir (Nuri Aksu/Türkiye, B. No: 25082/08, 20/5/2014, §§ 28-34; Eyüp
Güvenç ve diğerleri/Türkiye, §§ 46-50; Muammer Öz/Türkiye, B. No: 31214/09, 4/9/2012).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 15/3/2018 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, yapılan ameliyatta kızının yaşam hakkının
korunamadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; kızının ölümüne sebep olan doktorlar
hakkında açılan kamu davasının zamanaşımına uğratıldığını, bu karar sonucunda
doktorların cezasız kalması nedeniyle toplum vicdanının yara aldığını
belirtmiştir.
39. Başvurucu, davanın zamanaşımından düşürülmesinin aynı
ameliyathanede olduğunu iddia eden doktorların ifadeleri arasındaki
çelişkilerin dahi tartışılamamasına sebep olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu,
davanın zamanaşımından düşürülmesi nedeniyle olayla ilgili olarak alınan
bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin de tartışılamadığını ifade
etmiştir. Başvurucu; davanın zamanaşımına uğramasının diğer bir sebebinin ise
suçun derece mahkemeleri tarafından "taksirle öldürme" olarak
nitelendirilmesi olduğunu, eğer suç "bilinçli taksirle öldürme"
olarak nitelendirilseydi zamanaşımı süresinin de uzayacağını, suçun vasfında
hata yapıldığını ve delillerin değerlendirilmediğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Başvurucu ayrıca kızının ölümüne neden olan kişiler hakkında
açılan kamu davasının yaklaşık on yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Başvurucu son olarak Anayasa Mahkemesinin emsal olaylarda
tazminat yoluna başvurulması gerektiğini belirttiği kararların yeniden
tartışılmasını istediğini, hukuk yargılamasından umulan sonuç ile ceza
yargılamasından umulan sonucun farklı olduğunu belirterek başvuru yollarını
tükettiğini ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, temel
olarak kızı M.E.nin tıbbi
hata sonucu öldüğünü ve bu ölüm olayı üzerine ilgili doktorlar ile Hastane
yöneticileri hakkında açılan kamu davasının etkili bir şekilde yürütülmediğini
ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları Anayasa'nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkı ile ilgili olduğundan bu iddiaların bir bütün hâlinde
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
44. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
45. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir
başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu,
ölen kişinin babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
46. Somut olayda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamakla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi kuralı yönünden
ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
47. Başvuru konusu olayda, başvurucu tüm ihlal iddialarını kamu
davası kapsamında ileri sürmüş olup İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde
devam eden tazminat süreci ile ilgili olarak herhangi bir ihlal iddiasında
bulunmamıştır. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğü şikâyetini de kamu davası
ile sınırlı tutmuş; devam eden tazminat davası ile ilgili olarak bu hususta
herhangi bir ihlal iddiası ileri sürmemiştir. Başvurucu, başvuru konusunun devam
eden tazminat davası süreci olmadığını özellikle vurgulamıştır.
48. Bu durumda somut olayda öncelikle "etkili yargısal
sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülüğün başvurucuya adli yargı mercileri önünde tazminat davası
açma imkânının sağlanmasıyla yerine getirilmiş sayılıp sayılamayacağı hususunun
değerlendirilmesi gerekir.
49. Bu bağlamda öncelikle devletin yaşam hakkı kapsamındaki
yükümlülüklerinin çerçevesinin belirlenmesi gerekir.
50. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif
bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını
gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§§ 50, 51).
51. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse
özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde
düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014,
§ 35).
52. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra
usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm
olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın
temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve
varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
53. Yaşam hakkına ilişkin bu usul yükümlülüğü olayın niteliğine
bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali
gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
55).
54. Ancak kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım
benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline
kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
55. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür
olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi
hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu
tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).
56. Bu noktada belirtilmelidir ki hukuka veya Sözleşme'ye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş
olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza
hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir
hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi
için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir
sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı
sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen başkalarına kasten veya taksirle
verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla
olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki
sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı
ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir
ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği
anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır,
B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
57. Anayasa Mahkemesi kararlarında da sıklıkla vurgulandığı üzere
ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı ilgili kişi
veya kurumlar aleyhine adli yargı önünde açılacak davalarla da uğranılan
zararların tazmin edilmesi mümkündür (Kenan
Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64).
58. Bununla birlikte kasıtlı olmayan
fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme
hatası veya dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında
olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında
tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve
yeterli önlemleri almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş
olsalar dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir
ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
59. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini
hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut
bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Kenan Sayın, § 47; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, §
68).
60. Görüldüğü üzere yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu
"etkili yargısal sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülük, olayın niteliğine bağlı olarak farklı nitelikteki hukuki
yolların etkili yürütülmesiyle yerine getirilmiş sayılabilmektedir. Bu durumda
başvuruya konu ölüm olayının niteliğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.
61. Somut olayda başvurucu, Özel A. Hastanesinde yapılan
ameliyatta kızının yaşam hakkının korunamadığını ileri sürmüştür. Başvurucu,
ölüm olayının ameliyatın başlangıcında yapılan hatalı tıbbi uygulamalardan
kaynaklandığına vurgu yapmıştır.
62. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun yaşadığı üzüntü
verici olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bilgi ve
belge bulunmamaktadır. Olayın meydana geldiği koşullar da bu bağlamda herhangi
bir şüphe uyandırmamaktadır. Nitekim başvurucu da söz konusu olayın ilgili
sağlık personeli tarafından kasti şekilde gerçekleştirildiği yönünde bir iddia
ileri sürmemiştir.
63. Esasen mevcut başvurunun merkezinde tıbbi müdahale esnasında
yapıldığı iddia edilen bir hata yer almaktadır. Bu gibi olaylar ise Anayasa Mahkemesince
tıbbi değerlendirme hatası olarak nitelendirilmektedir. Dolayısıyla Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura adli yargı mercileri önünde
tazminat davası açma yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
64. Bu itibarla Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan
olup hem ilgili sağlık personelinin ve hastanenin sorumluluğunu saptayabilecek
hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesi yoluyla uygun giderim sağlayabilecek
tazminat yolunun somut olayda öncelikle tüketilmesi gereken bir başvuru yolu
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddianın -İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesindeki yargılama süreci
kesin olarak sona ermediğinden- bu aşamada incelenmesi mümkün değildir.
65. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Anayasa
Mahkemesine göre tıbbi müdahale sırasında bir doktor ya da başka bir sağlık
personeli tarafından yapılan bir hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış
bir teşhis nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü
başvurularda tüketilmesi gereken uygun hukuki çare tazminat yoludur.
Dolayısıyla bu tarz tıbbi değerlendirme hatalarına ilişkin başvurularda ceza soruşturmasının
uzun sürdüğü yönündeki şikâyetlerin -bu durum tazminat yolunun etkililiğini
olumsuz olarak etkilemediği sürece- ayrıca incelenmesi gerekmez. Kaldı ki
tazminat davaları sonucunda derece mahkemelerince ihlal tespit edilerek ölen
kişinin yakınına/yakınlarına belli bir miktar tazminata hükmedilmiş olması
hâlinde bile tazminat davalarının uzun sürmesi, bu konuda bireysel başvuru
yapılması hâlinde yaşam hakkının usul yönü açısından ayrıca incelenebilecektir.
Dolayısıyla doktorların yaptığı tıbbi değerlendirme hatası nedeniyle yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü mevcut başvuruda ceza
soruşturmasının makul sürede tamamlanmadığı yönündeki şikâyetin ayrıca
incelenmesinin gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz
AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve
Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları
ve OYÇOKLUGUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 15/3/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1.
Tıbbi hata sonucu gerçekleşen ölüm olayı dolayısıyla ilgili doktorlar ve
hastane yöneticileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımının dolduğu
gerekçesiyle reddedilmesi üzerine yaşam hakkı ihlali iddiasıyla yapılan
bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle, yani zararın
ödenmesi suretiyle giderim sağlayabilecek hukuki tazminat yolunun sonucunun
beklenmesi gerektiği yolundaki kabule göre reddedilmesine, aşağıdaki nedenlerle
katılmamaktayım.
2. Hukukun himayesi
altında olan insan hayatının korunması sorunu ahlaki, dini, insani ve felsefi
yönlerden de değerlendirildiğinde, yaşam hakkına yapılan bir ihlalin giderimininsadece tazminat yoluyla sağlanmasının yeterli
olacağı yolundaki düşünceye itibar etmek mümkün değildir. Temel haklar arasında
kuşkusuz bir öncelik ve önem sıralaması yapılamaz. Ancak yaşam hakkının,
ortadan kalktığında kişi bakımından diğer tüm hak ve hürriyetlerin de
kullanılamaz hale gelmesi nedeniyle, temel haklar arasında mümtaz bir yeri
olduğu ve özel koruma yöntemlerine ihtiyaç bulunduğu açıktır.
3. Bu nedenledir ki,
yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hakkın korunması için devlete
yüklenen pozitif ve negatif yükümlülükler özellik arz eder. Bu bağlamda yaşam
hakkının korunması için devletçe alınacak önlemler ve yapılacak düzenlemeler,
diğer temel hakların korunmasına yönelik pozitif ve negatif yükümlülükler
kapsamında devletçe alınacak tedbirlerden ve yasal düzenlemelerden, tabiatıyla
farklı olacaktır.
4.
Kuşkusuz, insan haklarına dayalı çağdaş bir toplumda yaşam hakkı bir yandan bu
hakkı ihlal edenlere yönelik etkili cezai yollarla, diğer yandan da etkin bir
şekilde kullanılabilecek hukuk davaları yoluyla korunmalı, bunların yanı sıra
yaşam hakkı ihlal edilen kişinin veya duruma göre bu ihlalin mağdurlarının
haklarını sosyal risk ve toplumsal dayanışma anlayışı içinde gerçekleştirecek
sosyal devlet kurumları etkili bir şekilde devrede olmalıdır.
5. Birbirini tamamlayan
ve birlikte başvurulabilecek bu yollardan biri olan tazminat yolunun, ilkçağ
hukukundan beri zaten mevcut bir yol olduğu düşünülürse, yaşam hakkının ihlali
halinde tazminat hukukunun en etkili veya ilk başvurulacak yol olduğu anlayışını
kabule olanak yoktur. Daha açık bir anlatımla, insan hayatı, mala verilen zarar
gibi bir tazminat konusu olarak düşünülemez. Kaldı ki hukukumuzda mala zarar
dahi tazminatın genel esasları yanında, hürriyeti bağlayıcı ceza ile yaptırım
altına alınmıştır (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, Madde 151).
6. Yaşam hakkının ihlali
halinde mağdur taraf, yargıya başvuracaktır. Yargıya başvurma hakkının
düzenlendiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ve Anayasa'nın 36.
maddesi hem ceza davalarını hem de hukuk davalarını aynı güvencelere bağlamış,
bu iki yolun birlikte geçerli olduğu durumlarda birine veya diğerine öncelik
tanımamıştır. Yaşam hakkının ihlali söz konusu olduğu bir durumda meri hukuk
mevzuatı içerisinde tazminat davasının etkili yol olup olmamasının, aynı amaca
yönelik olarak yapılan ceza soruşturması ve kovuşturmasının somut bir olayda
etkisizliğini değerlendirme dışı bırakmak için bir neden teşkil etmemesi
gerekir.
7. Başvuru konusu olayda
olduğu gibi doktorlar ve sağlık personeline atfı kabil bir kusur bulunup
bulunmadığının ceza soruşturması ve kovuşturması yoluyla tespiti, açılacak bir
tazminat davasının sonucu bakımından da önemlidir. Somut başvuruya konu olayda, ölümün vuku bulduğu 2004 yılından yedi yıl
sonra 2011 yılında iddianame düzenlenerek kamu davasının açılabilmiş olması,
bundan bir yıl sonra da zamanaşımının dolması nedeniyle başvurucu,
sorumlulukları olan tıbbi ve idari görevlilerin varsa kusurlarının ve kusur
derecelerinin bir yargı kararı ile tespiti imkanını
kaybetmiş; bu nedenle tazminat davasından tam bir sonuç alma şansı da olumsuz
yönde etkilenmiştir.
8. Tıbbi personelin ağır
kusurunun yani kasıtlı bir davranışının bulunmadığı “malpractice” olaylarında hukuk
davası yolunun asıl takip edilmesi gereken yol olarak kabulü, ihmal sonucu
ölüme sebebiyet verilmesinden kaynaklanan diğer ceza soruşturma ve
kovuşturmalarına oranla daha aşağı bir standardın kabul edilmesine yol
açmamalıdır. Nitekim, Anayasa mahkemesi, trafik kazası
sonucu taksirle ölüme sebebiyet dolayısıyla açılmış bir ceza davasının
zamanaşımı nedeniyle düşmesinin Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam hakkının gerektirdiği hız ve
yeterlikte yargılama yapılmadığını ortaya koyduğuna, dolayısıyla
etkili soruşturma yükümlülüğünüm ihlal edildiğine hükmetmiştir (Filiz Aka, Başvuru numarası 2013/8365, paragraf 44,
45). Ancak, yine kusurlu davranışlarla yaşam hakkının ihlalinde,
tıbbi personele veya idarecilere sorumluluk yönünden diğer kişilere oranla daha
düşük bir standardın uygulanmasının, hukuki ve Anayasal bakımdan haklı bir
nedeni bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle
başvurunun KABUL EDİLEBİLİRLİĞİNE ve yaşam hakkının usuli
boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmesi gerekirken, başvuru yollarının
tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun reddinin adil ve isabetli olmadığı
düşüncesindeyim.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun kızı M.E. sık sık boğaz ağrısı problemi yaşaması
nedeniyle 11/3/2004 tarihinde Özel A. Hastanesine
götürülmüştür. Burada yapılan tetkikler sonucunda hastanın bademcik ameliyatı
olmasına karar verilmiştir. Hasta aynı gün anılan Hastanede ameliyata
alınmıştır. Hastaya anestezi uygulandıktan kısa bir süre sonra hastanın
solunumunun normal olmadığı anlaşılmış, bunun üzerine ameliyata devam
edilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilerek ameliyata son verilmiş ve
servisteki yatağına alınmış ancak bilinci yerine gelmediği için Samatya SSK Hastanesi Yoğun Bakım Servisine sevk
edilmiştir.
Hasta M.E. 11/3/2004 tarihinde saat
15.40 sıralarında bilinci kapalı şekilde anılan Hastaneye ulaşmış ancak on bir
gün boyunca burada yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 22/3/2004
tarihinde yaşamını yitirmiştir.
2. Başvurucunun çabasıyla şüpheliler hakkında yedi yıl sonra
kamu davası açılabilmiş ve sonuçta da bir yıl süren davanın zamanaşımı
nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Başvurucu “yaşam hakkı ihlali ve makul
süre şikayeti” nedenleriyle mahkememize başvurmuştur.
3. Mahkememizin 2013/8365 sayılı Filiz
AKA bireysel başvurusunda, “Somut olayda, özellikle
temyiz aşamasında yaşanan gecikmeler nedeniyle sekiz yıldan uzun
süren yargılamanın, alınan kararın sonucunun ne olduğunun önemi olmaksızın,
eşini kaybeden başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği dikkate alındığında, başlı başına, özelde başvurucunun ve genel olarak
da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi
ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı
görünümü verilmesinin engellenmesi açısından, yeterli hız ve özende
yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Başvuru konusu olayda, toplam yargılama süresinin çok uzun
olmasının da ötesinde, yargılama sürecinin uzamasıyla doğrudan bağlantılı olmak
üzere, herhangi kesin bir sonuca ulaşılmasını ortadan kaldıracak bir şekilde
zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi,yine
özelde başvurucu ve genel olarak da toplumdaki diğer bireyler açısından, yaşamı
tehlikeye soktuğunun açık olduğu iddia edilen (ve soruşturma makamlarınca resen
harekete geçilerek tüm açıklığıyla ortaya konulması gereken) bir eylemin
cezasız kalmasına yol açıldığı çıkarımı yapılmasına yol açılmıştır.
Başvurucunun, başvuru formunda, bu konudaki hissiyatını “eşinin ölümü sonucu ağır manevi elem duyduğunu ve
yine buna bağlı olarak makul süre içerisinde bir yargı kararı elde edilmesi
isteği duyduğunu” ifadelerini kullanarak dile getirdiği
görülmektedir.
Yapılan bu tespitler bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
somut olayda, soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve gerekli tüm
delilleri elde etmesi sonucu makul bir süre içerisinde kovuşturma aşamasına
geçildiği ve savcılık soruşturması ve ilk derece yargılaması aşamasında ölüm
olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına,sorumlu
kişilerin belirlenmesine ve cezalandırılmasına imkân tanıyan bir sürecin
işlediği görülmektedir. Fakat temyiz talebi sonrasında kayda değer hiçbir
gerekçe bulunmaksızın, ilk temyiz incelemesinin ve bozma kararı sonrası alınan
İlk Derece Mahkemesinin verdiği yeni karar için gerçekleşen ikinci temyiz
incelemesinin makul özen ve hız içerisinde gerçekleştiğini söylemek mümkün
değildir. İki dereceli yargılama sürecinde, başvurucunun davanın hızlı ve
etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati ve gecikmesinde hiçbir dahlinin
olmaması, davanın az sanıklı olması ve çok karmaşık olmaması gibi hususlar göz
önünde bulundurulduğunda, sekiz yılı aşan soruşturma ve kovuşturma sürecinin
uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. Bunun da ötesinde, yargılama sonunda kesin bir
sonuca ulaşılmasını ortadan kaldıracak şekilde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı
verilmiştir. Dolayısıyla bir bütün olarak yargılama sürecinin, Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği hız ve yeterlilikte olmadığı sonucuna ulaşılmıştır”
(Filiz Aka B. No:2013/8365 § 42, 43, 44).
denilerek Yaşam Hakkının usuli
boyutu yönünden ihlal kararı verilmiştir. Eldeki dosya yönünden de bu görüşten
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
4. Başvuru konusu olayda,ölümün
meydana geldiği 2004 yılından yedi yıl sonra iddianame düzenlenerek kamu davası
açılabilmiş, bundan bir yıl sonra da zamanaşımının dolması nedeniyle,
sorumlulukları olan görevlilerin kusurlu olup olmadıkları, varsa kusur
derecelerinin belirlenmesi ile cezalandırılmaları imkanı ortadan kalkmıştır.
5. Yaşanan bu süreçten sonra başvurucuya “olay kasıtlı değil,
ihmali bir olay o nedenle sen git tazminat davası aç, ya da açmışsan o davayı
sonuçlandır ve oradan aldığın tazminatla da ölüm olayından duyduğun elem, acı
ve ıstırabı dindir.Başvuru
yolları henüz tüketilmemiş,”denilmektedir. Böylece
ihmali yaşam hakkı ihlallerinin sadece hukuki tazminat yolu ile
giderilebileceği kabul edilmiş olunmaktadır. Ancak, ne yazık ki böyle bir
kabulün, yaşam hakkını korumakla yükümlü kişileringörevlerini
yaparken bazen özensiz davranmasına neden olma ihtimali bulunmaktadır.
6. Keza, ihmal sonucu meydana gelen ölüm olaylarını
soruşturmakla ve kovuşturmakla görevli yargı mercilerinin de, “AYM nasıl olsa bu tür olaylarda etkili soruşturma ve
kovuşturma yerine tazminat yolunu gösterdi. Bu durumda benim de acele etmeme
gerek yok, bir gecikme olur, mağduriyet doğarsa da vatandaş gitsin tazminat
davası açsın ve böylece hakkını elde etsin” şeklinde düşünmeleri
sonucunu doğurma ihtimali da göz ardı edilmemelidir.
7. Ülkemizde ihmal sonucu meydana gelen yaralanma ve ölüm
olayları sonucunda açılan tazminat davalarında mahkemeler genellikle, farklı
kusur oranlarının ortaya çıkmaması için, ceza davalarının sonucunu
beklemektedir. Somut olaya benzer durumlarda ceza soruşturma
ve kovuşturmalarının 7-8 yıl devam ettiği ve sonucunda da tazminat davasını
gören mahkemede de davanın ortalama 3-4 yıl sürdüğü düşünüldüğünde, mağdurun
(davacının) 10-12 yıl sonra alacağı tazminatın da tatmin sağlayıp
sağlayamayacağı ya da ne derece tatmin sağlayacağı düşünülmesi gereken diğer
bir husustur.
8. Bu yüzden ihmal sonucu meydana gelen
yaşam hakkı ihlallerinde, sorumlu kamu mercilerinin duyarlı ve özenli
davranmalarının sağlanabilmesi, (taksirle ölüme sebebiyet nedeniyle açılmış
ceza davalarının ivedilikle sonuçlandırılıp zamanaşımı nedeniyle düşmesinin
önlenebilmesi)için, (Filiz Aka dosyasında olduğu gibi), Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı ihlallerinde, gereken hız ve yeterlikte yargılama yapılmadığına,
dolayısıyla etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine hükmetmek
gerekmektedir.
9. “İHLAL kararı verilmesi gerektiği yönündeki kanaatimizin bir
diğer ve en az başvurucununmağduriyetinin giderilmesi
kadar önemli- nedeni de şudur: Bireysel başvuru kurumunun Türk hukuk sistemine
kazandırılmasının en önemli nedenlerinden biri de, verilecek İHLAL kararları
yoluyla, emsal yaratmak ve Türk yargısında uygulamada sıkça rastlanan eksiklik
ve yanlışlıkları, aynı zamanda yapısal (sistemik) sorunları hukuk aleminin ve yasa koyucunun dikkatine getirmek, bunlara çözüm
bulunmasını sağlamaktır. Anayasa değişikliğinin gerekçesinde bu husus şu
şekilde ifadeedilmiştir: "Türkiye'de bireysel
başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip oldukları temel hak
ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte yandan da kamu
organlarını, Anayasa'ya ve kanunlara daha uygun davranma konusunda
zorlayacaktır. Bu amaçla yapılan değişiklikle, bireysel hak ve özgürlüklerin
korunması ve teminat altına alınması için, vatandaşlara bireysel başvuru hakkı
tanınmakta ve Anayasa Mahkemesine de bu başvuruları inceleme ve karara bağlama
görevi verilmektedir. "(B. No: 2015/1668, Karşı oy yazısı § 30, 22/2/2018).
10. Başvurucu soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede (Yargıtay
incelemesiyle birlikte 10 yıl) sonuçlanmaması nedeniyle “makul süre” şikayetinde de bulunmuştur (Başvuru formu B- (b) sayfa:5.
Gerekçeli karar: § 40). Başvurucunun ceza soruşturma ve kovuşturma sürecinin
makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin bu şikayeti
mahkememizce dikkate alınmamıştır.
Mahkememizin, Özge Kaya başvurusu, karşı oy yazısında da ifade
edildiği üzere ceza davası müşteki, mağdur ve katılanına tazminat hakkı
tanınmaması sonucunda; soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesi ile somut
başvuruda olduğu gibi davanın, sorumlular cezalandırılamadan, zamanaşımı
nedeniyle ortadan kalktığı hallerde, başvurucular bir kez daha mağduriyet
yaşamaktadır. Aynı davanın sanığına makul süre şikayeti
ve talebi halinde tazminat verilebilirken mağduruna, müştekisine, katılanına
tazminat vermemek hakkaniyete aykırı ve vicdanları rahatsız eden sonuçların
doğmasına neden olmaktadır(B. No:2014/11084, 1.2.2017).
Başvurudaki gibi yaşam hakkı ihlalinin usuli
boyutu ile makul süre ihlalinin bir arada gerçekleştiği ve yeniden yargılama
kararı verilemeyen durumlarda, tazminat verilerek başvurucunun mağduriyetinin
giderilmesine mahkememizce de bir nebze katkı sağlanmasının hakkaniyete uygun
ve daha adil olacağı kanısındayım.
11. Sunulmaya çalışılan nedenlerle başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğu yönündeki çoğunluk görüşüne
katılamadım.