TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUSUF DİLEKÇİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12026)
|
|
Karar Tarihi: 21/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yusuf
DİLEKÇİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi
çerçevesinde inşa edilen bağımsız bölümün tapusunun iptali ve tescil talebinin
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle
de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Ankara ili Çankaya ilçesine bağlı Çukurca Mahallesinde
bulunan 26206 ada 17 parsel sayılı 712 m2'lik arsa sahibi adına vekili K.G. ile başvurucu arasında
Ankara 18. Noterliğinde 20/8/2002 tarihinde arsa payı
karşılığı inşaat yapım sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşmeye göre başvurucu
yüklenici sıfatıyla arsa üzerinde altı daireli bir bina yapımını üstlenmiştir.
Arsa sahibi bunun karşılığında arsanın yarısını yükleniciye satacağını taahhüt
etmiştir. Nihayet yapılacak dairelerden 2, 4 ve 6 numaralı bağımsız bölümlerin
yükleniciye, diğer üç bağımsız bölümün ise arsa sahibine bırakılması
kararlaştırılmıştır. Sözleşmede ayrıca yapılacak binanın özellikleri
gösterilmiş ve inşaatın 31/12/2004 tarihinde anahtar
teslimi olarak tamamlanması öngörülmüştür.
10. Başvurucu, bina önemli ölçüde tamamlandığı hâlde arsa sahibi
tarafından sözleşmeye aykırı olarak arsa paylarının devredilmediği iddiasıyla 7/4/2006 tarihinde Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) alacak ve cezai şartın tahsili davası açmıştır. Dava dilekçesinde,
binanın rayiç bedelinin ve 5.000 TL tutarında cezai tazminatın davalıdan
tahsili talep edilmiştir.
11. Davalı arsa sahibinin vefat etmesi üzerine mirasçıları
davaya dâhil edilmiştir. Ayrıca arsa sahibinin mirasçıları K.G. ve N.D.
tarafından25/7/2007 tarihinde kira alacağı talebiyle başvurucu aleyhine açılan
dava da görülmekte olan söz konusu dava ile birleştirilmiştir. Mahkeme,
uyuşmazlık konusu taşınmazın başında 9/3/2007
tarihinde keşif yapmıştır. Yapılan keşif sonucu düzenlenen uzman bilirkişi
kurulu raporunda, yüklenicinin inşaatı %95 oranında tamamladığı, inşaatın keşif
günü itibarıyla iskânının alınmadığı, elektrik, su ve doğal gaz bağlantılarının
yapılmamış olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca kusurlu tarafın davalı arsa
sahibi olduğu, arsa sahibinin belediyeye başvuru yapmadığı belirtilmiştir.
Bilirkişi kurulu, arsa sahibinin taahhüt ettiği arsa paylarını başvurucuya
henüz devretmediğine dikkat çekmiştir.
12. Başvurucu 27/11/2006 tarihinde dava
dilekçesini ıslah ederek sözleşme gereği kendisine düşen bağımsız bölümlerin
tapularının iptali ile adına tescil edilmesini talep etmiş, ıslah harcını da
8/5/2009 tarihinde yatırmıştır.
13. Mahkeme, 13/5/2009 tarihinde asıl
davanın kısmen kabulü ile inşaat için yapılan harcama tutarı olan 510.000
TL'nin ve cezai şart olarak 5.000 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek
ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen
alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkeme, inşaatın devamı için
yapılan harcamaların ve sözleşme yapma fırsatını kaçırmaktan doğan zararın
tazmini taleplerini ise reddetmiştir. Mahkeme birleştirilen davanın da reddine
karar vermiştir.
14. Temyiz edilen hüküm Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin (Daire) 20/1/2011 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, arsa
payı karşılığı inşaat sözleşmesinin mahkeme kararıyla veya tarafların
iradelerinin birleşmesiyle feshedilebileceği, somut olayda ise böyle bir
durumun söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Daireye göre taraflar arasındaki
sözleşme bu yollarla feshedilmemiş olduğundan yürürlüktedir. Daire,
yüklenicinin kendisine düşen bağımsız bölümlere hak kazanabilmesi için edimini
yerine getirmesi gerektiğini açıklamıştır. İlamda, bilirkişi raporuna göre
binanın henüz tamamlanmadığı ve iskân da alınmadığı belirtilmiştir. Dairenin
bozma ilamında, taraflar arasındaki sözleşmeye göre iskân ruhsatı alınması
yükümlülüğünün başvurucu yüklenici tarafından üstlenildiğine ve arsa
sahiplerinin iki bağımsız bölümün devrini kabul ettiklerine dikkat çekilmiştir.
Daire bu gerekçelerle başvurucunun ıslah dilekçesi gözardı
edilerek ve sözleşmenin hâlen yürürlükte olduğu dikkate alınmadan tazminata
karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Daireye göre, ilk
derece mahkemesi, yükleniciye ait iki bağımsız bölümün ve eğer hak etmişse,
yani iskân ruhsatının alınıp alınmadığına bağlı olarak diğer bağımsız bölümün
tapusunun iptali ile başvurucu adına tesciline karar vermelidir. Üçüncü
bağımsız bölüm yönünden iskân ruhsatı alınmadığı takdirde ise bu kısım yönünden
davanın reddedilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
15. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 19/6/2012
tarihli duruşmada iskân iznini alabilmesi için başvurucu tarafa sonraki celseye
kadar olmak üzere kesin süre vermiştir. Mahkeme sonraki celse günü, 1/11/2012 tarihinde, davanın kısmen kabulü ile taşınmazda
inşa edilmiş bulunan binanın 4 ve 6 numaralı bağımsız bölümlerinin tapu
kayıtlarının iptaline ve başvurucu veya talep ettiği kişi adına tapuya
tesciline karar vermiştir. Mahkeme, 2 numaralı bağımsız bölümün tescili
talebini ise iskân ruhsatı alınmadığından reddetmiştir. Mahkeme, daha önce
kesinleşen birleştirilen dava yönünden ise bir karar verilmesine yer olmadığı
sonucuna varmıştır.
16. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 23. Hukuk
Dairesinin 20/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 30/4/2014
tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
17. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. Uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 106.
maddesi şöyledir:
“Karşılıklı taahhütleri havi olan bir akitte
iki taraftan biri mütemerrit olduğu takdirde, diğeri
borcun ifa edilmesi için münasip bir mehil tayin veya münasip bir mehilin
tayinini hakimden isteyebilir.
Bu mehil zarfında borç
ifa edilmemiş bulunduğu surette alacaklı her zaman onun ifasını talep ve teahhür sebebi ile zarar ve ziyan davası ikame eylemek
hakkını haizdir; birde aktin icrasından ve teahhürü sebebiyle zarar ve ziyan talebinden vazgeçtiğini
derhal beyan ederek borcun ifa edilmemesinden mütevellit zarar ve ziyanı talep
veya akdi fesh edebilir.”
19. 818 sayılı Kanun’un 107. maddesi şöyledir:
"Aşağıdaki hallerde bir mehil tayinine
lüzum yoktur.
1 - Borçlunun hal ve vaziyetinden bu tedbirin
tesirsiz olacağı anlaşılırsa
2 - Borçlunun temerrüdü neticesi olarak borcun
ifası alacaklı için faidesiz kalmış ise.
3 - Akdin hükümlerine göre borç tayin ve tesbit edilen bir zamanda veya muayyen bir mehil içinde ifa
edilmek lazım geliyorsa."
20. 818 sayılı Kanun’un 355. maddesi şöyledir:
“İstisna, bir akittirki
onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş
sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam
eder.”
21. 818 sayılı Kanun'un 358. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Mütaahhit, işe
zamanında başlamaz veya mukavele şartlarına muhalif olarak işi tehir eder yahut
iş sahibinin kusuru olmaksızın vakı olan teehhür
bütün tahminlere nazaran mütaahhidin işi muayyen
zamanda bitirmesine imkan vermiyecek
derecede olursa iş sahibi teslim için tayin edilen zamanı beklemeğe mecbur
olmaksızın akdi feshedebilir."
22. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun 647. maddesi şöyledir:
“22/4/1926 tarihli ve
818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır."
23. 6098 sayılı Kanun'un 648. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun 1 Temmuz 2012 tarihinde
yürürlüğe girer."
24. 12/1/2011 tarihli ve 6101 sayılı
Türk Borçlar Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1. maddesi
şöyledir:
"Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği
tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup
olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken
gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar
Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak
gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine
tabidir."
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016
tarihli ve E.2014/23-724, K.2016/168 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
"Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yapım
Sözleşmeleri ise, arsa sahibi veya sahipleri ile yüklenici arasında yapılan ve
eser sözleşmelerinin bir türü olan sözleşme tipidir.
Bir tanım yapmak gerekirse; arsa payı
karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri; yüklenicinin finansı kendisi tarafından
sağlanarak arsa malikinin arsası üzerine bina yapım işini üstlendiği, arsa
malikinin ise, bedel olarak binadaki bir kısım bağımsız bölüm mülkiyetini
yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerin konusu, arsa
sahibinin maliki olduğu arsa üzerine yapılacak bina inşaatıdır. İnşaat; maddi
nitelikte eseri ifade eder.
İnşaat yapım sözleşmelerinde yüklenicinin ana
borçları; bir inşaat (eser) meydana getirme ve bu eseri iş sahibine teslim etme
borçlarıdır. Bu iki ana borçtan doğan ve bu borçların akde
uygun surette ifasını sağlayan diğer birtakım yan borçlar da iş görme ediminin
iyi surette ifası, eserin akde uygun olarak hazırlanması ile ilgili olarak işi
sadakat ve özenle yapma borcu, araç ve gereçlerle malzemeye ilişkin borçlar,
genel ihbar yükümlülüğü, işe zamanında başlamak ve devam etmek borcu ile teslim
borcuna bağlı olan, ondan çıkan önemli bir borç olan ayıba karşı takeffül borcudur...
Yüklenicinin belirtilen borçlarına karşılık bu
tür sözleşmelerde, iş sahibi de arsa üzerinde meydana getirilen esere karşılık,
“arsa payı devri” suretiyle bir bedel ödemeyiasli
edim olarak borçlanmaktadır. Bu sözleşmelerde iş sahibinin ödeyeceği ücret
(bedel), arsa sahibi tarafından ayın olarak ödenmektedir. Bu
tür sözleşmelerin genellikle yıllara yayılması nedeniyle, sözleşmedeki amaca
ulaşılması, ifa süresindeki tek bu ücret ediminin yerine getirilmesi ile mümkün
bulunmaz. Bu nedenle iş sahibi tarafından bazı yan borçların da yerine
getirilmesi gerekir. Bunlar; Üzerinde hukuki ve fiili bir engel bulunmadan
arsanın inşaata elverişli ve ayıpsız olarak teslimi, arsanın imar durumunun ve
inşaat ruhsatının alınması, plan ve projelerin yetkili merci olan belediyede onaylattırılması,
yüklenicinin hak ettiği bağımsız bölüm tapularının finans temini için satışı,
kat irtifakı kurulması, iskan ruhsatı alımı gibi iş ve
işlemler için gerektiğinde yükleniciye vekaletname verilmesi, sözleşmede
belirlenen arsa payının devri gibi yükümlülüklerdir.
Her iki tarafa borç yükleyen sözleşme
türlerinde kural olarak, taraflardan birinin önceden ifada bulunma yükümlülüğü
mevcut değilse, kendi edimini ifa etmeyen borçlu, karşı taraftan edimini ifa
etmesini talep edemeyecektir... Bu husus BK'nun 81.
maddesinde "Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir akdin ifasını talep
eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir ecelden istifade hakkını
haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif eylemiş olmak
lazımdır" amir hükmü ile düzenlenmiş, aynı husus TBK'nun
97. maddesinde de hükme bağlanmıştır.
Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmeleri
de, her iki tarafa borç yükleyen sözleşme türlerinden olduğundan, ifa sırası
yani ilk önce taraflardan hangisinin edimini ifayla yükümlü olacağı sorusu önem
taşımaktadır. Bu neviden sözleşmelerde öncelikle bina yapma yükümlülüğü altına
giren yüklenici taraf, sözleşmeye uygun olarak edimini yerine getirmeli, daha
sonra da arsa malikinden edimini yerine getirmesini talep etmelidir. Bir başka
deyişle ise, öncelikle sözleşmeye uygun eser yapılmalı, daha sonra arsa
malikinin edimini yerine getirmesi talep edilmelidir.
Arsa maliki, arsa payı devri edimini değişik
şekillerde ifa edebilir. Bu edimi ya kararlaştırılan arsa paylarının devrinin
inşaat bitirilince yükleniciye devredilmesi, ya dasözleşmede
inşaatın geldiği aşamaya göre kademeli tapu devri şeklinde yerine getirebilir.
Bu ikinci halde yani kademeli tapu devrinde, yüklenici her aşamada devri
kararlaştırılan tapuları arsa sahibinden istemeye hak kazanır.
Tam burada konuyu aydınlatması bakımından
borçlunun temerrüdünden de söz edilmesi faydalı olacaktır.
Geniş anlamda borçlu temerrüdü (borçlunun
direnimi) borçlunun sözleşmeye aykırı davranması=borcunu ifa etmemesi demektir.
Bu halde ifa olanağı bulunduğu ifa için kararlaştırılan zaman geldiği ve
uyarıldığı halde borçlu borcunu ifa etmemektedir.
Borçlunun temerrüdüne ilişkin düzenlemeye BK’nun 101-108.maddelerinde yer verilmiştir. Bununla
birlikte, BK. m.358/1’de olduğu gibi, borç ilişkisinin özelliği gereği diğer
bazı yasalarda da borçlu temerrüdüne dair hükümler yer almaktadır.
Genel olarak borçlu temerrüdünde aranan ilk
şart “edimin ifa olanağı bulunması”dır. Şayet edimin
ifası objektif olarak imkânsızsa borçlu temerrüdünden söz edilemez.
Borçlu temerrüdünde aranan diğer bir şart da
“borcun muaccel olması”dır. Borç istenebilir hale
gelmeden temerrütten bahsedilemez. Zira muacceliyet
alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade
eder.
BK’nun 101/1 maddesine göre, “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı
ile mütemerrit olur.” denilmektedir.
Maddeye göre, temerrüt için muacceliyet yetmemekte, kural olarak alacaklının ihtarı da
aranmaktadır. İhtar, alacaklının talep iradesini borçluya ulaştırmasıdır.
Borçlu kusurlu veya kusursuz olsun, yukarıda
sayılanlar olayda varsa temerrüt gerçekleşir. Başka bir deyişle borçlunun
kusuru temerrüt için şart değildir.
Eser sözleşmeleri iki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerdendir. Burada biri diğerinin karşılığı olan borçlar vardır. Başka
bir anlatımla, taraflar birbirine karşı hem alacaklı ve hem de borçludur. Kendi
borcunu ifa eden veya ifaya hazır olduğunu bildiren taraf alacaklı (BK. m.81),
edimini yerine getirmeyen taraf ise borçludur.
Sözleşme hukukunda temel koşul, sözleşmenin kurulmasından sonra
tarafların sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, kararlaştırılan şekilde ve
zamanda yerine getirmek zorunda olmalarıdır. Sözleşme kurulduktan sonra,
şartlarda değişiklik ortaya çıksa bile, taraflar sözleşme gereğini aynen yerine
getirmek zorundadır. Temel kural budur ve bu kurala “ahde vefa” (söze bağlılık)
ilkesi denilmektedir.
Eser sözleşmesinin iki tarafa borç yükleyen
sözleşme olması özelliğinden dolayı temerrüt halinde, temerrüdün sonuçları
bakımından BK. m.106-108’deki düzenlemelere tabidir. Çünkü anılan maddelerde
genel hükümlerden ayrılarak (BK. m.102), iki tarafa borç yükleyen sözleşmelere
özgü, özel hükümler getirilmiştir.
BK’nun 106-108 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, iki tarafa borç
yükleyen sözleşmeyle temerrüde düşen borçluya karşı, alacaklıya üç ayrı
seçimlik hak tanındığı görülmektedir.
Bunlar; aynen ifa ve gecikmeden dolayı
tazminat isteme hakkı; aynen ifayı reddederek ademi
ifa sebebiyle müspet zararını talep hakkı; sözleşmeyi feshederek menfi zararını
isteme hakkı olarak sayılabilir.
....
Borç, alacaklının tayin ettiği süre sonunda da
ifa edilmezse, ayrıca bir ihtara gerek olmadan BK. m.106’daki seçeneklerden
biri kullanılabilir.
Ancak BK. m. 107’de sayılan nedenler söz
konusu ise alacaklı, borçluya mehil vermeden de, BK. m. 106’daki seçeneklerden
birini kullanabilir.
Bunlar; borçlunun hal ve davranışından süre
verilmesinin etkisiz olacağının anlaşılması; temerrüt alacaklı yönünden aynen
ifayı faydasız hale getirmişse; sözleşmede ifa tarihinin kesin olarak
saptanması halleri olarak sayılabilir."
26. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13/5/2010
tarihli ve E.2010/4902, K.2010/5603 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri
yükleniciye kişisel hak sağlar. Yüklenici inşaat yapımı sebebi ile kazanacağı
kişisel hakkını arsa sahibinden doğrudan isteyebileceği gibi bu hakkı işin
mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça veya sözleşmeyle yasaklanmadıkça Borçlar
Kanununun 162. maddesinden yararlanarak üçüncü kişilere devredebilir. Gerek
yüklenici veya yüklenicininkazandığıkişiselhaktemlikedilmişseüçüncükişi
şahsi hakkın sonuçlarından yararlanabilmek için arsa sahiplerine karşı
öncelikli edimi olan inşaat yapım işini yerine getirmelidir. Zira,
Borçlar Kanununun 81. maddesine göre öncelikli edim yerine getirilmemişse arsa
sahiplerinin karşı edimi olan arsa payının devri onlardan istenemez. Kaldı ki
arsa sahipleri temlik işleminden haberdar olduğu zaman Borçlar Kanununun 167.
maddesinden yararlanarak yükleniciye karşı ileri sürebilecekleri def’i ve
itirazları temellük eden kişiye karşı da ileri sürer hale gelir..."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına
alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul
etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten
etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca
bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 143).
28. AİHM içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda,
mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan
bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§ 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz
[BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], § 124; Broniowski/Polonya [BD], § 129).
29. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını
kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002,
§ 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye,
B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
30. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda
ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren
mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği
yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya
[BD], No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam
II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83. Meşru beklenti
kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments
Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
31. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli
değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, (k.k.) [BD],B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve
uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak
reddedildiği durumlarda meşru bir
beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003,
§§ 29-33).
32. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir
olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir
düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına
dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye
(k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
.
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde
açtığı dava neticesinde yalnızca iki bağımsız bölümün adına tesciline karar
verildiğini, halbuki sözleşmeye göre üç bağımsız
bölümün de tescil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucuya göre, ilk
derece mahkemesi önce lehine karar vermiş ise de temyiz aşamasında siyasi
gerekçelerle ve alevi inancını benimsemesi yüzünden haksız yere bu karar
verilmiştir. Başvurucu, derece mahkemelerinin kararlarının iskân ruhsatının
alınmadığına dayandırıldığını ancak iskân ruhsatının kendisinin çözebileceği
bir konu olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca sözleşmeye göre temel
atılınca bir daire, kaba inşaat bittiğinde bir daire ve inşaat tamamen
bittiğinde de bir dairenin teslim edileceğinin arsa sahiplerince taahhüt
edildiğini belirtmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle etkin ve adil
bir yargılama yapılmadığını ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde, derece mahkemelerinin davanın kısmen
reddine dair gerekçesinin başvurucunun üzerine düşen yükümlülüğü yerine
getirmediğine dayalı olduğu, zira başvurucunun bina için iskân almadığı
belirtilmiştir. Bakanlığa göre bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali
iddiası açıkça dayanaktan yoksundur.
2. Değerlendirme
36. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
37. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
38. Başvurucu ilk olarak derece mahkemelerince dini inancı
nedeniyle ayrımcılık yapılarak davasının kısmen reddedildiğinden yakınmaktadır.
Ancak ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucuların kendisi
ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan
muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim ve benzeri
ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33). Somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki
iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları ortaya koyamadığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
39. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet
hakkının ihlali iddiası yanında, açtığı davanın haksız yere kısmen reddedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini öne sürmektedir. Ancak
başvurucunun temel şikâyeti, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde
inşa edilen 2 numaralı bağımsız bölümün tapusunun iptali ve kendi adına
tesciline ilişkin olup bu nedenle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı
dışındaki bütün ihlal iddialarının mülkiyet hakkı bağlamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
40. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35.
maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif
yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel
kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının
korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B.
No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).
41. Bununla birlikte ister devletin negatif yükümlülükleri
isterse de pozitif yükümlülükleri kapsamında olsun mülkiyet hakkının ihlali
iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun öncelikle mülkiyet hakkının
varlığını kanıtlaması gerekmektedir.
42. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dahildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60).
43. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı
bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu
hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya
icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
44. Somut olayda başvurucu ile uyuşmazlık konusu arsa
niteliğindeki taşınmazın malikleri arasında arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesi düzenlenmiştir. Bu sözleşmeye göre arsa üzerinde altı daireden
oluşan bir bina yapılacak ve tamamlanması kaydıyla bu binadaki bağımsız
bölümlerden üçü yüklenici olan başvurucuya verilecektir. Başvurucu arsa
maliklerinin sözleşmeye aykırı olarak kendisine düşen bağımsız bölümleri
devretmediği iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkeme,
bağımsız bölümlerden ikisinin devrinin arsa sahiplerince kabul edildiğini
gözeterek 4 ve 6 numaralı bağımsız bölümler yönünden başvurucunun talebini
kabul etmiştir. Ancak Mahkeme 2 numaralı bağımsız bölümün tescili talebini
iskân ruhsatı alınmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu 2 numaralı
bağımsız bölümün de sözleşme gereği kendi adına tescil edilmesi gerektiğini
ileri sürmekte olup bu sebeple bireysel başvurunun konusunu bu bağımsız bölümün
mülkiyeti oluşturmaktadır.
45. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı
Türk Medenî Kanunu'nun 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin
kazanılabilmesi için kural olarak tapu siciline tescil şarttır. Ancak yine aynı
maddeye göre miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâllerinde
mülkiyet tescilden önce kazanılabilmektedir. Dolayısıyla Türk hukukunda miras,
mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri dışında taşınmaz
mülkiyeti, kural olarak tapu siciline yapılan tescilin sonucunda
kazanılmaktadır (Hasan Çoşkun,
B. No: 2014/2765, 6/4/2017, § 37).
46. Başvurucu tarafından ihlal iddiasına konu edilen 2 numaralı
bağımsız bölümün tapuda başvurucu adına tescilli olmadığı tartışma konusu
değildir. Olayda, 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinde yer alan mülkiyeti
tescilsiz kazanma hâllerinin söz konusu olmadığı da açıktır. Esas itibarıyla
başvurucu mülkiyet iddiasını; bağımsız bölümün inşa edildiği taşınmazın arsa
sahipleri ile arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine
dayandırmaktadır. Gerçekten de kimi durumlarda sözleşmeye dayalı edim ve
alacaklar da mülkiyet hakkının konusunu teşkil edebilir. Dolayısıyla
başvurucunun arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi çerçevesinde söz
konusu bağımsız bölümün mülkiyetini edinme hususunda meşru bir beklentisi olup
olmadığı da değerlendirilmelidir. Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında meşru
bir beklentisi olduğu sonucuna varabilmek için ise başvurucu tarafından bu beklentinin,
bir kanun hükmüne veya yerleşik yargısal içtihatlara ve uygulamalara
dayandığının gösterilmesi beklenir.
47. Somut olay bakımından taraflar arasındaki sözleşmeye göre
başvurucunun, yüklenici sıfatıyla söz konusu bağımsız bölümün mülkiyetini kazanabilmesi,
üzerine düşen edimi yerine getirmesi koşuluna bağlanmıştır. Buna göre derece
mahkemelerinin de tespit ettiği üzere başvurucu, taşınmaz üzerinde inşa etmekle
yükümlü olduğu binayı anahtar teslim olarak arsa sahiplerine teslim etmek
karşılığında üç bağımsız bölümün de mülkiyetini kazanabilecektir. Derece
mahkemeleri, binanın bu şekilde teslim edildiğinden söz edilebilmesi için iskân
ruhsatının alınması gerektiğini, her ne kadar başvurucu iskân ruhsatını ancak
arsa sahiplerinin alabileceğini iddia etmekte ise de sözleşmeye göre bu
yükümlülüğün başvurucuya düştüğünü tespit etmişlerdir. Nitekim başvurucu da bu
tespitin doğru olmadığını ispatlayamamıştır.
48. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk
kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel
başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde hukukun
ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve
bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince
kesin olarak reddedildiği durumlarda açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir
takdir hatası içermediği sürece “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz.
49. Somut olayda derece mahkemelerince başvurucunun sözleşmede
yer alan kendisine düşen edim yükümlülüğünü yerine getirmediğindenuyuşmazlık
konusu bağımsız bölümün mülkiyetini kazanamadığı kabul edilmiştir. Arsa payı
karşılığı inşaat sözleşmesine ilişkin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikteki kanun hükümleri (bkz. §§ 18-24) ile yargısal içtihatlara (bkz. §§
25-26) ve bu çerçevede özellikle taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine
dayalı olduğu dikkate alındığında, derece mahkemelerinin kararlarının keyfî
olduğu veya bariz takdir hatası içerdiği de söylenemez. Bu durumda uyuşmazlık
konusu bağımsız bölümün mülkiyetine ilişkin olarak başvurucu adına bir tapu
kaydı bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun, bu bağımsız bölümün mülkiyetini
edinme hususunda, bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal içtihatlar ile
uygulamalara dayalı olarak meşru bir beklentisinin bulunduğunu da
kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır.
50. Son olarak belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi
soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu itibarla somut başvuru açısından
yeterli bir hukukî temele dayalı olmadığından başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkü veya en
azından mülkiyeti elde etme yönünde bir meşru beklentisinin bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan gerekçeyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
52. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
56. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 8 yıl 1 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir …”
59. Başvurucu, 100.000 TL manevi tazminat ve 1.000.000 TL maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
60. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
61. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesine
(E.2014/516, K.2014/3340) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/9/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.