TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CAFER ÖZAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12067)
|
|
Karar Tarihi: 25/10/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Cafer ÖZAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Güray GÜNEŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu
askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan
davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucunun Askerlik Şubesi Başkanlığı Askerlik Meclisince
yapılan muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir.
7. Başvurucu 20/2/2006 tarihinde askere
sevk edilmiştir.
8. 23/2/2006 tarihinde eğitim birliğine
katılan başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 20/5/2007 tarihinde
terhis edilmiştir.
9. Terhisten sonra kendi isteğiyle uzman erbaş adaylığına
müracaat eden başvurucu 2009 yılında sözleşme imzalayarak jandarma uzman erbaş
olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi
esnasında yapılan sağlık kontrolü üzerine düzenlenen 28/2/2013
tarihli sağlık kurulu raporunda ''gilbert sendromu" tanısı nedeniyle
başvurucu hakkında ''Askerliğe elverişli
değildir. TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır. Bu raporun 31/5/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığınca (MSB)
onaylanıp kesinleşmesinin ardından başvurucunun sözleşmesi sağlık nedeniyle
20/6/2013 tarihinde feshedilmiştir.
10. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe
elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun
tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu
sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 17/4/2013
tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 20/6/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM)
dava açmıştır.
11. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararla
davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 15/1/2014
tarihli kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle
davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi)
doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun
en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden
(20/5/2007) itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un 35. maddesi
uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine
idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca
hesaplanacak süre içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun
ise askere alınması işleminin tesis, öğrenme ve icra tarihlerinden çok sonra 17/4/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun
zımnen reddi üzerine 20/6/2013 tarihindeaçtığı
davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.
12. Karşıoyda ise başvurucunun terhis
edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından
haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin
başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır.
Başvurucunun askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun
kesinleşmesiyle birlikte zararı öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Buna göre başvurucunun zaten raporun kesinleştiği tarihten önce idareye
başvurduğu, dolayısıyla zımni ret işlemi üzerine açtığı davanın süresinde
olduğu belirtilmiştir.
13. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
14. Nihai karar başvurucuya 23/6/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 22/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Sözleşme
16. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ...
konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme
hakkına sahiptir..."
B. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
17. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak
bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından
savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve
yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her
ne kadar bizzat 6. madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk
sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında
"medeni" nitelikte olmalıdır (James
ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986,
§ 81).
18. AİHM; "medeni hak" kavramının özel bir kişi
olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü
itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini
ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin
yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987).
19. AİHM, uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olup
olmadığını tespit ederken davanın konusundan ziyade davada tartışılacak
meseleye odaklanmaktadır. AİHM'in Panjeheighalehei/Danimarka
([k.k.] B.No:
11230/07, 13/10/2009) kararına konu olayda İran
vatandaşı olan başvurucunun annesi 1997 yılında yasal yollardan başvurucu ve
diğer çocuğu (kızı) ile birlikte Danimarka’ya gelmiş ve Danimarka’da iken hem
kendisi hem de o tarihte reşit bulunmayan çocukları için siyasi sığınma
talebinde bulunmuştur. Başvurucunun annesi monarşi yanlısı İran Javid örgütünün aktif üyesi olması ve örgüt tarafından
düzenlenen gösterilere katılması nedeniyle İran Hükûmeti tarafından gözaltına
alındığını ve işkence gördüğünü ileri sürmüş, geri gitmesi hâlinde işkence
görme riskinin bulunduğunu belirtmiştir. Ancak başvurucunun annesinin sığınma
talebi, anlatımlarının itibar edilebilir bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir. 1999 yılında reşit olan başvurucu dosyanın yeniden açılması
için Danimarka makamlarına dilekçe vermiş ve İran Hükûmeti tarafından
arandığına dair haber aldığını belirterek geri gönderilmesi hâlinde işkence
göreceğini yinelemiştir. Fakat başvurucunun talebi, yeni bilgi ve belge
eklenmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve başvurucu bu tarihte sınır dışı
edilmiştir. Başvurucunun avukatı 1999 ve 2002 yıllarında olmak üzere iki kere
daha başvurucu adına sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 2003 yılında
tekrar Danimarka’ya giriş yapmış ve yeniden sığınma talep etmiştir. Başvurucu,
ülkesinde iken iki yıl boyunca gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür.
İşkence Mağdurları Rehabilitasyon ve Araştırma Merkezi tarafından verilen
sağlık raporunda başvurucunun vücudundaki izlerin anlattığı hikâye ile uyumlu olduğu
tespit edilmiştir. Bu rapor üzerine 2004 yılında başvurucunun sığınma talebi
kabul edilmiştir. Başvurucu 1999 tarihli karar nedeniyle ülkesine geri
gönderilmesi üzerine gördüğü işkence ve çektiği acılar sebebiyle tazminat
ödenmesi talebiyle Mülteci Kurumuna karşı dava açmıştır. Yargılama sonucunda
başvurucunun tazminat talebi, Mülteci Kurumunun, sınır dışı işlemleri nedeniyle
bir sorumluluğunun söz konusu olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]).
20. Başvurucu, AİHM’e bireysel
başvuruda bulunurken diğer iddialarının yanında tazminat talebinin reddi
nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim
hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür. AİHM yabancıların “ülkeye girişi,
ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne
ilişkin işlemlerin medeni hak ve yükümlülük karakterinin bulunmadığına dair
içtihadını yinelemiştir. AİHM, başvurucunun görülen davanın yabancıların
“ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne
ilişkin işlemlerle ilgisinin bulunmadığı yolundaki savını da yerinde
bulmamıştır. AİHM başvurucunun açtığı tazminat davası haksız fiil sebebiyle
açılan bir dava gibi kurgulanmış olsa da bu davadaki temel iddianın Mülteci
Kurumunun 1999 tarihli kararının hukuka aykırılığı olduğunun altını çizmiştir.
AİHM, başvurucunun tazminat talebinin -özünde ve öncelikle- Mülteci Kurumunun
1999 tarihli kararının esasının sorgulanmasını gerektirdiğini vurgulamıştır.
AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davasında incelenmesi gereken meselelerin
Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararıyla yakından bağlantılı olduğu ve
“yabancıların ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmelerine
ilişkin karar”dan ayrıştırılmasının mümkün
bulunmadığı kanaatini açıklamıştır. Sonuç olarak AİHM başvurucunun açtığı
tazminat davasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kapsamına
girmediğinden kabul edilemezlik kararı vermiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare
tarafından yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi
sonucu kendisine zorunlu askerlik hizmeti yaptırıldığını; bu sebeple uğradığı
zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin
hakkaniyete aykırı olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda
farklı yönde verdiği kararlar olduğunu da ifade eden başvurucu, mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci
cümlesi şöyledir:
"Herkes, Anayasa'da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilir.(...)"
24. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin
taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle
Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B.No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18).
25. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
26. Anayasa'nın "Vatan
hizmeti" kenar başlıklı 72. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir.
Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine
getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir."
27. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiş ancak hakkın kapsamı düzenlenmemiştir. 3/10/2001 tarihli ve 4709
sayılı Kanun'un, Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma
hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama
hakkı metne dahil" edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip
olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de
düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu
anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban,
[GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 53). Bu itibarla
Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği
belirlenirken Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin
AİHM içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir
(Onurhan Solmaz,§ 22).
28. Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri sürebileceği tüm
hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını güvenceye almamaktadır.
Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya
ilişkin hak ve ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların" ve bir "suç isnadının" esasının karara
bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla
sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel
başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleriyle
ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç
isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali
iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı kapsamı
dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
29. Somut uyuşmazlıkta suç isnadına bağlı bir yargılamanın
mevcut olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte
uyuşmazlığın niteliği itibarıyla "medeni hak ve yükümlülükler"
kapsamında görülüp görülemeyeceği, bu husustaki değerlendirmeden hareketle söz
konusu uyuşmazlığa ilişkin başvurunun Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanı içinde yer alıp almadığı yönünden bir irdeleme yapılması gerekmektedir.
30. Yukarıda da belirtildiği üzere bir kimsenin "medeni hak
ve yükümlülükleri"nin karara bağlanmasıyla
ilgili bir yargılama usulünde Sözleşme'nin 6. maddesi uygulanabilir. AİHM,
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının "medeni"
meselelerde uygulanabilirliği için ilk olarak ortada bir uyuşmazlığın bulunması
koşulunu aramakta; uyuşmazlığın iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek
"haklar ve yükümlülükler" ile ilgili olması ve bu haklar ve
yükümlülüklerin de Sözleşme'deki anlamıyla
"medeni" olması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. § 17).
31. Bu noktada devletin salt egemenlik yetkisini kullanarak bir
bireye tanıdığı hak ya da yüklediği yükümlülüklerin "medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmek gerekir. AİHM de
"medeni hak" kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş
olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin
bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir (bkz. § 18).
Askerlik ve askere alma işlemleri de devletin egemenlik yetkisinin tezahürü
olan ve müdahaleye kapalı bulunan çekirdek alanını oluşturmaktadır. Bu bağlamda
Anayasa'da vatandaşlık bağından kaynaklanan kamusal bir hak ve ödev olarak
düzenlenen askerlik hizmetinin "medeni hak ve yükümlülük" kapsamında
olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bir kişinin
zorunlu askerlik hizmeti yükümlüsü olup olmadığı, kimlerin bu hizmeti yerine
getirmekten muaf tutulacağı ya da muafiyet koşullarının ne olacağı, bu hizmetin
hangi statüde ve ne kadar süre ile yerine getirileceği, askere sevk
işlemlerinin hangi yöntem izlenerek ve ne şekilde yürütüleceği, bu süreçteki
uygulamaların ne olacağı gibi meseleler özü itibarıyla askerlik hizmeti yapma
yükümlülüğüne ilişkin olduğundan"medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında değildir. Buna göre askerlik yükümlülüğünü
konu alan ya da "askere alma kararları"na
ilişkin olan iş ve işlemlerden dolayı açılan davalardaki yargılama süreçleriyle
ilgili adil yargılanma şikâyetlerinin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanı dışında olduğunun kabul edilmesi gerekir.
32. Askerlik hizmetinin kişinin maddi ve manevi varlığı ya da iç
hukukta korunan başka hakları üzerindebirtakım etki
ve sonuçlar yaratabileceği, dolayısıyla askere alma kararından kaynaklı bir
uyuşmazlığın bu tür uzantılarının ve sonuçlarının da olabileceği tabiidir. Zira
askerlik hizmeti, doğası gereği yükümlüyü bazı medeni haklarından mahrum
bırakmaktadır. Bununla birlikte uyuşmazlığın "medeni hak ve
yükümlülük" kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi bağlamında
yapılacak bir incelemede dikkate alınması gereken ölçüt, davada tartışılacak
"mesele"nin ne olduğudur. Bunun tespiti
için de davaya konu uyuşmazlığın "özünün" ortaya konulması
gerekmektedir. Şayet -tazminat talebine ilişkin bile olsa- bir davada, devletin
"askere alma kararı" diğer bir anlatımla askere alma yetkisinin
kullanılmasına ilişkin iş ve işlemleri değerlendirme konusu olacak ise bu
uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülük kapsamında görülmesi mümkün olmaz.
33. Somut davada başvurucunun, askerliğe engel teşkil edecek
nitelikte bir rahatsızlığının bulunduğunun askere sevki sırasında idare
tarafından tespit edilmesi ve askerlikten muaf tutulması gerektiği ileri
sürülmektedir. Başvurucu, idarenin bu konudaki yükümlülüğünü gereği gibi yerine
getirmemesi neticesinde rahatsızlığının tespit edilememesi nedeniyle kendisine
askerlik hizmeti yaptırılmış olması olgusuna dayanmış; askere sevk sürecindeki
bu uygulamaların ve sevk işleminin hukuka aykırılığından bahsetmiştir. Söz
konusu davada başvurucu, haksız şekilde yerine getirmek zorunda bırakıldığı
askerlik hizmeti süresince çalışamadığı için gelirinden mahrum kaldığını ve
manevi olarak yıprandığını belirterek tazminat talep etmiştir.
34. Buna göre bireysel başvuruya dayanak davanın açılmasına
sebep olan olgu, askerliğe elverişli olmadığı ileri sürülen bir kimsenin
askerlik hizmeti yapmakla yükümlü tutulmuş olmasıdır. Davanın çözümünde
tartışılması gereken temel mesele ise 20/2/2006
tarihli "askere alma kararı"dır.
Dolayısıyla uyuşmazlığın özünün devletin askere alma yetkisinin kullanımıyla
ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla devletin salt egemenlik yetkisinin
kullanımının tezahürü mahiyetinde olan askere alma yetkisiyle doğrudan
bağlantılı görülen ve 20/2/2006 tarihli "askere
alma kararı"nın tartışılmasını gerektiren bu
uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülük kapsamında değerlendirilemeyeceği
açıktır.
35. Öte yandan başvurucunun askerlik yapmanın doğal sonuçları
dışında bedensel veya ruhsal bütünlüğünün zarar gördüğüne yönelik bir iddiası
da bulunmamaktadır. Tüm bu değerlendirmelere göre medeni hak ve yükümlülük
kapsamında yer almayan askerlik hizmeti yükümlülüğüne ilişkin olduğu anlaşılan
uyuşmazlığın Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
sonucuna varılmaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.