TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SULHİYE ARZU SARAÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12114)
|
|
Karar Tarihi: 13/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Sulhiye Arzu SARAÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Simge AYBEY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, velayet hakkı sahibi olmasına rağmen çocuğun
kaçırılması ve alıkonulması suçunu işlediği iddiasıyla yargılanan başvurucu
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilmesi
nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/9/2017
tarihinde Anayasa Mahkemesine bildirmiştir.
6. Bakanlık görüşü 11/4/2017 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Velayet Hakkına İlişkin Yargısal Süreç
8. 1968 yılında doğan başvurucu, 26/12/1990
tarihinde H.A. isimli kişi ile evlenmiş ve bu evlilikten 16/4/1998 tarihinde
Y.A. isimli bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
9. Söz konusu evlilik Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/10/1999 tarihli kararıyla sona ermiş ve Y.A.nın velayeti annesi olan başvurucuya verilmiştir.
10. Kızı ile birlikte yaşayan başvurucu, 9/9/2012
tarihinde S. Saraç isimli kişi ile evlenmiştir.
11. Başvurucunun erkek kardeşi ve Y.A.nın
dayısı olan H.D., başvurucunun annesi ve Y.A.nın anneannesi olan A.D. ile başvurucunun babası ve Y.A.nın dedesi olan N.D. tarafından başvurucuya karşı
6/9/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 8. Aile Mahkemesinde (Aile Mahkemesi)
velayetin değiştirilmesi davası açılmıştır.
12. Söz konusu kişiler dava
dilekçelerinde; Y.A.nın çocukluk yılları ile
ilköğretim döneminde başarılı bir öğrenci olduğunu, ancak başvurucunun
nişanlılık döneminde evden kaçma ve içki içme gibi alışkanlıklar edindiğini,
2012 yılında gerçekleşen evlilik sürecinde ise çocukta kişilik erozyonu,
isteksizlik ve okul başarısında hızlı bir performans düşüklüğü meydana
geldiğini ifade etmişlerdir. Ayrıca Y.A.nın yaşadığı bu
sorunların kendilerinden gizlendiğini, küçük Y.A.nın
cinsel saldırı suçunun mağduru olduğundan, İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza
Mahkemesinde açılan kamu davası ile haberdar olduklarını belirtmişlerdir. Y.A.nın, on üç yaşından itibaren alkol kullanmaya
başladığını, gece hayatının bulunduğunu, bu davranışları sık sık tekrarladığını
ileri süren davacılar, Y.A.nın nöropsikiyatri
kliniğinde altı kez tedavi gördüğünü; ancak, başvurucunun ilgisizliği nedeni
ile tedavilerde başarı sağlanamadığını ifade etmişlerdir. Davacılar, Y.A.nın kliniğe yatırılmasına yönelik çabalarının başvurucu
tarafından engellendiğini, Y.A.nın alkol, uyuşturucu
ve fuhuş batağına sürüklendiğini belirtmişlerdir. Bu
kapsamda, ihtiyati tedbir kararı verilerek başvurucunun velayet hakkının
kullanımının durdurulmasını, başvurucu dâhil birkaç kişinin Y.A. ile kişisel
olarak görüşmelerinin yasaklanmasını, bu kişilerin Y.A.ya
yaklaşmalarının önlenmesi için koruma tedbiri kararlaştırılmasını, H.D.nin geçici olarak Y.A.nın
vasisi olarak atanmasını ve başvurucunun velayet hakkının kaldırılmasını talep
etmişlerdir.
13. Başvurucu tarafından sunulan cevap dilekçesinde ise
ergenliğe girmesi ile birlikte Y.A.nın eve geç
gelmeye ve alkol kullanmaya başladığı, bu nedenle tedaviye devam edildiği, bu
durumdan davacıların da haberdar olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, tedavi
girişimine ve davacıların maddi desteğine rağmen çocuğunun düzelmediğini ve
evden kaçtığını belirtmiştir. Ayrıca karakolda verilen
ifadelerden kızının birkaç gençle cinsel birliktelik yaşadığını öğrendiğini ve
bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirten başvurucu, bir anne
olarak fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması amacıyla kızını birçok sağlık
kurumuna götürdüğünü, kızını hiçbir zaman yalnız bırakmadığını, düzelebileceği
umudu ile eski evine geri döndüğünü, eşinden ayrı yaşadığını ileri sürmüştür. Başvurucu,
ailesinin, kızı Y.A.nın yaşantısındaki olumsuzlukları
ikinci evliliği ile ilişkilendirdiğini oysa aile bireylerinin yaşadığı tartışma
ortamının buna neden olduğunu, kızının sevgi ortamında yetiştirilmesi gerektiği
doktorlar tarafından dile getirilmesine rağmen davacıların kızına nefret ve
öfkeyle yaklaştıklarını, kızına karşı şiddet uyguladıklarını, kızı üzerinden
kendisini tehdit ettiklerini ifade etmiştir. Başvurucu, kızının iyileşmesi için
ne gerekiyorsa yaptığını, ailesi tarafından yalnız bırakılmış ve kızı elinden
alınmaya çalışılan bir anne olduğunu, erkek kardeşi olan ve kızı Y.A. ile eşine
şiddet uygulayan davacı H.D.nin vasi olarak tayin
edilmesini istemediğini belirtmiştir. Başvurucu, sahip olduğu velayet hakkının
kaldırılmamasını, geçici olarak da olsa H.D.nin vasi
olarak belirlenmemesini, tedbir taleplerinin ve davanın reddedilmesini talep
etmiştir.
14. Aile Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli
ara kararıyla tedbir talebi kabul edilmiş ve küçük Y.A.nın
korunması, tedavisi, hak ve menfaatlerinin gerektirdiği her türlü işlemin
yapılması yönünden Y.A.nın dayısı ve başvurucunun
erkek kardeşi olan davacı H.D.ye yetki verilmiştir. Anılan ara kararla Y.A.nın tedavisinin tamamlanabilmesi için sağlık kurumuna
yatırılmasına da karar verilmiştir.
15. Yargılama sonucunda Aile Mahkemesinin 17/12/2015
tarihli ve E.2013/779, K.2015/1016 sayılı kararıyla davanın reddine
hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
".. Dinlenen tanıklardan H. S. H.nin beyanları itibarı ile annenin çocuğun bakım ve gözetiminde
önceleri bir takım ihmali davranışları olduğu belirlenmiş ise de dosya
kapsamına giren çocuğa ait tüm tedavi evrakları, annenin çocuğun tedavisi için
çaba harcadığı ve oluşan durumun çocuk lehine düzelmesini sağlamak için bir çok önlem almaya çalışması değerlendirildiğinde çocuğun
içine düştüğü çıkmaza düşmesinde tamamen anneye kusur yüklenemeyeceği, taraflar
arasında süre gelen çekişmeler ve buna ilişkin olayların da tablonun
oluşmasında etkili olduğu kanaatine varılmış olup, özellikle bu tanığın beyanında
geçen ''ben davacıya da söyledim Y.yi düşünüyorsanız
kardeşinizle olan meseleyi bir kenara bırakın çocuğun üzerine düşün fakat
umursamadılar tarafların derdi çocuk değil mirastır'' şeklindeki ifadesi
Mahkememizde tarafların salt çocuğun menfaatleri için hareket etmediği, aslında
taraflar arasında çocuk haricinde bir çekişmenin olduğu ve bu yüzden çocuğun
kullanılmaya çalışıldığı kanaatini oluşturmuştur, diğer davacı tanığının
beyanlarından ise annenin çocuğa karşı kötü bir davranışı olmadığı anlaşılmıştır.
Çocukla ilgili olarak yargılama sürecinde Mahkememiz haricinde verilmiş
bir çok psikolojik ve alkol kullanımına bağlı tedavi
evrakları ve raporları dosya içine taraflarca sunulmuş olup bunların
bazılarında özellikle çocuğun tedavisi ve normalleşmesi yönünden kendi ile
ilgili alınan kararların tek elden alınması gerektiğinin de belirtilmiş olduğu
görülmüştür.
Küçüğün velayetine ilişkin Mahkememizce de sosyo
inceleme raporları alınmış ancaktedavi için çocuk
yurt dışına götürülmüş olup hazır edilmediğinden bu raporların dosya içeriğine
göre çocuk birebir olarak dinlenmeden düzenlenmiş olduğu, çocuğun yaşının
yargılama esnasında reşit olma yaşına yaklaşması ve velayet ile görüşünün
alınabilecek yaşta olmasına rağmen yine çocuk ülkede bulunmadığı gerekçesi ile
hazır edilmediğinden hakimlikçe görüşü de sorulamamış
olup yine en son dosyaya gönderilen çocuk tarafından yazılıp imzalandığı
belirtilen velayetinin anneye verilmesine ilişkin dilekçede kimlik tespiti
yapılmamış olup imzanın verene ait olduğu tam olarak belirlenmemiş ve netolarak çocuğun görüşüdür diye kabulü mümkün değilse de,
dosya kapsamında bulunantaraflar arasındaki ya da
çocuk yönünden yapılan soruşturmalar kapsamında çocuğun ilgili makamlara
verdiği beyanlarda hep anneye teslimini istediği beyan etmiş olması (11.09.2012
tarihli, 18.3.2013 tarihli Y.A. ifade tutanakları gibi) hususu ile dosya bütün
olarak değerlendirilerek çocuğu anne ile kalmak istediği kanatine
varılmış dosyanın esası ile ilgili değerlendirme yapılırken buna göre hareket
edilmiştir.
Tüm bu hususlar ve mahkememizde oluşan kanaat bir arada
değerlendirildiğinde, ilk etapta çocuğun bakım ve gözetiminde yaşam şekli,
ihmali davranışları veya tecrübesizliği nedeniyle etkili tedbirler alamamış
olsa da annenin kasıtlı olarak çocuğun yaşadığı travmalara sebep olduğunun,
velayet hakkını kötüye kullandığının söylenemeyeceği, çocuğu düştüğü psikolojik
durumdan ve kötü alışkanlıklarından kurtulmasını sağlamak için annenin çaba
gösterdiği, bu durumda çok küçük yaştan beri velayeti annede olan babasını da
vefat nedeniyle boşanmadan sonra kaybeden, dosya kapsamından anlaşılacağı üzere
erken yaşta normal olmayan cinsellik yaşayıp buna bağlı soruşturmalar ile de
travma geçiren çocuğun velayetinin anneden alınarak vasi olacak bir akraba ile
sorunlarının çözüme ulaşmasının daha zor olacağı kanatine
varılmakla, davacılar tarafından açılan davanın reddi yönünde oluşan vicdani
kanaate göre .. davanın reddine ..
olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen
anlatıldı."
16. Başvurucu, Y.A.nın ergin olduğu 16/4/2016 tarihine kadar velayet hakkına sahip olmuştur.
B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
17. Y.A.nın dayısı olan ve Aile
Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ara kararıyla tedbiren
lehine yetki verilen H.D., İstanbul Anadolu Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunarak Y.A.nın
9/11/2013-20/11/2013 tarihleri arasında başvurucu tarafından kaçırıldığını
ileri sürmüştür.
18. Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma neticesinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 234.
maddesinde düzenlenen çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu işlediği
iddiasıyla başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. 11/12/2013
tarihli iddianameye göre Aile Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ara kararıyla Y.A.nın geçici velayetinin müşteki H.D.ye verildiği, suç
tarihi itibarıyla on altı yaşını doldurmamış olan Y.A.nın
başvurucu tarafından alıkonulduğu belirtilmiş ve çocuğun şikâyetçi olmamasına
rağmen H.D.nin şikâyetçi olması nedeniyle
başvurucunun cezalandırılması talep edilmiştir.
19. İstanbul Anadolu (kapatılan) 15. Sulh Ceza Mahkemesinin
(Ceza Mahkemesi) 29/4/2014 tarihli ve E.2013/748,
K.2014/386 sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine kanaat
getirilerek iki ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
".. Sanığa atılı suç çocuğun kaçırılması
ve alıkonulması suçudur.
Sanık her ne kadar atılı suçu kabul etmemiş, çocuğun velayetinin kendisinde
olduğunu ve yanında olduğundan karşı tarafın da haberi olduğunu ifade etmiş ise
de incelenen karar mahiyeti, dinlenen tanık ifadeleri ve dosya kapsamına göre
velayeti sanıkta bulunan mağdur ile ilgili olarak mahkemenin tedbiren bakım gözetim ile ilgili tüm işlemlerin yapılması
yetkisini 9/10/2013 tarihi itibarı ile katılana verdiği ve bu karar gereğince
mağdurun katılan tarafından tedavisinin yaptırıldığı ancak henüz 16 yaşını
bitirmeyen mağdurun sanık tarafından katılanın yanından alınarak kendi yanına
getirildiği, bu konuda katılanın rıza ve bilgisinin bulunmadığı anlaşılmış,
isnat edilen suçun unsurları bu şekilde oluştuğundan cezalandırılmasına karar
verilmiş, uygulanmasını kabul etmiş olması ve diğer yasal koşullar
gerçekleştiğinden CMK 231. maddesi sanık hakkında tatbik olunarak .. hüküm kurulmuştur. ...''
20. Bu karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Anadolu 23. Asliye
Ceza Mahkemesinin 3/6/2014 tarihli ve 2014/210 Değişik
İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
21. Nihai karar, 17/6/2014 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 17/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Bunun yanında H.D. tarafından başka bir tarihte yeniden suç
duyurusunda bulunulmuş ve Y.A.nın 3/1/2014
tarihinde başvurucu tarafından kaçırıldığı ileri sürülmüştür. İstanbul Anadolu
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu
yönünden başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 17/2/2014 tarihli karara göre Aile Mahkemesinin 9/10/2013
tarihli ara kararının başvurucunun velayet hakkının kaldırılmasına ilişkin
olmadığı, çocuğun işlemlerinin ve tedavisinin yapılabilmesi yönünden H.D.ye
yetki verilmesine ilişkin olduğu belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı
Türk Medeni Kanunu'nun "I. Koruma
önlemleri" kenar başlıklı 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hakim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
25. 4721 sayılı Kanun'un "I.
Genel olarak" kenar başlıklı 348. maddesi şöyledir:
"Çocuğun korunmasına ilişkin diğer
önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden
anlaşılırsa, hakim aşağıdaki hallerde velayetin
kaldırılmasına karar verir:
1) Ana
ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri
sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi.
2. Ana
ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini
ağır biçimde savsaklaması.
Velayet ana ve babanın her ikisinden
kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır.
Kararda
aksi belirtilmedikçe, velayetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları
kapsar."
26. 4721 sayılı Kanun'un "Ana
veya babanın yeniden evlenmesi halinde" kenar başlıklı 348.
maddesi şöyledir:
"Velayete sahip ana veya babanın yeniden
evlenmesi, velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak, çocuğun menfaati
gerektirdiğinde velayet sahibi değiştirilebileceği gibi, durum ve koşullara
göre velayet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir."
27. 5237 sayılı Kanun'un "Çocuğun
kaçırılması ve alıkonulması" kenar başlıklı 234. maddesi
şöyledir:
"(1) Velayet yetkisi elinden alınmış olan
ana veya babanın ya da üçüncü derece dahil kan hısmının, onaltı yaşını
bitirmemiş bir çocuğu veli, vasi veya bakım ve gözetimi altında bulunan
kimsenin yanından cebir veya tehdit kullanmaksızın kaçırması veya alıkoyması
halinde, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Fiil cebir veya tehdit kullanılarak
işlenmiş ya da çocuk henüz oniki yaşını bitirmemiş
ise ceza bir katı oranında artırılır.
(3) Kanunî temsilcisinin bilgisi veya rızası
dışında evi terk eden çocuğu, rızasıyla da olsa, ailesini veya yetkili
makamları durumdan haberdar etmeksizin yanında tutan kişi, şikâyet üzerine, üç
aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. "
28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün
açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar
başlıklı 231. maddesinin (5), (6), (8), (10) ve (12) numaralı fıkraları
şöyledir:
"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı
yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis
veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının
geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını
ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesi,
gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmez.
(7) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması
halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.
(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi
tutulur. Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir
daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde
bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın
denetimli serbestlik tedbiri olarak;
a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması
halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim
programına devam etmesine,
b) Bir meslek veya sanat sahibi olması
halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden
bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,
c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına,
belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek
başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
…
(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun
davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak,
davanın düşmesi kararı verilir.
...
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına itiraz edilebilir. ..."
B. Uluslararası Hukuk
29. Türkiye açısından 14/10/1990
tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:
“(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari
makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren
bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da
kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı
sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
(3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu
kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı
ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
30. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun
kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu
görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen
gösterilmek suretiyle tanırlar.
(2) Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari
kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir
makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına
uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
31. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin
sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması
için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi
sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere
düşer. Bu kişiler herşeyden önce çocuğun yüksek
yararını gözönünde tutarak hareket ederler.
(2) Bu Sözleşme’de belirtilen hakların
güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun
yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal
vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli
kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
(3) Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve
tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını
sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.”
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı"
kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"1. Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
2. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik,
kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda
gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale
yapılamaz."
33. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün
"Eşler arasında eşitlik" kenar
başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi
halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliliğini taşıyan hak ve sorumluluklar açısından
eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına
engel değildir."
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ebeveyn ile
çocukların birlikte yaşama istekleri aile hayatının vazgeçilmez bir unsuru olup
çocuğun herhangi bir nedenle kamu koruması altına alınmış olması, aile hayatını
ortadan kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile hayatının, anne ve babanın
birlikte yaşamamaları veya ortak yaşama son vermeleri veya çocuğun kamu
koruması altına alınması sonrasında da devam edeceği açık olup anne babanın ve
çocuğun aile hayatlarına saygı hakkı, belirtilen durumlarda ailenin yeniden
birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir (Olsson/İsveç (No:1), B. No: 10465/83, 24/3/1988,
§ 59; B./Birleşik Krallık, B. No:
9840/82, 8/7/1987, § 60; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, §
21; Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/2011,
§§56, 57).
35. AİHM'e göre anne-baba ve
çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve
baba arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda, hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan
ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı
hakkına bir müdahale oluşturur (Hoppe/Almanya,
B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya, B. No: 25735/94 13/7/2000, §
43).
36. AİHM'e göre aile hayatına saygı
hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin
biçimde tanımlamak mümkün değildir. İlgili makamlar her iki
yükümlülük çerçevesinde belirli bir takdir alanına sahiptir ve her iki
yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde
bulundurulması özellikle her iki durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı
ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk
ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi
gerekmektedir. AİHM'e göre bu dengenin
tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmelidir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Hoppe/Almanya, § 49).
37. AİHM, ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam etmesinin,
Sözleşme’nin 8. maddesinin birinci paragrafı kapsamında aile hayatının temel
bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin 8. maddesi, ebeveynin
çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep etme
hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de
kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici nokta, ulusal makamların uygulamadaki
mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da
birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırma noktasında kendilerinden
beklenilen bütün makul önlemleri alıp almadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 13/9/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
39. Başvurucu, Aile Mahkemesince verilen 9/10/2013
tarihli ara kararın çocuğu üzerindeki velayet yetkisini kaldırmadığını, söz
konusu ara karar dışında bu yönde verilmiş herhangi bir mahkeme kararının
bulunmadığını, velayet hakkı bulunmasına rağmen kızı Y.A.yı
kaçırma ve alıkoyma suçlamasıyla yargılandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunun ancak
velayet yetkisi elinden alınmış kişiler tarafından işlenebileceğini, yasal
unsurları oluşmamasına rağmen hapis cezası aldığını, hakkında her ne kadar HAGB
kararı verilmiş olsa da Ceza Mahkemesince verilen hüküm nedeniyle annenin
çocuğu ile kişisel ilişki kurma ve bu ilişkisini sürdürme hak ve yetkisinin zedelendiğini
iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu, yargılama sırasında usule ve davanın
esasına ilişkin yeterli inceleme ve araştırma yapılmadığını dile getirmiştir.
Başvurucu, Ceza Mahkemesinin kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile
yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
40. Bakanlık görüşünde, başvurucunun velayetinde bulunan Y.A.nın velayetinin değiştirilmesi talepli hukuk davasının
reddedildiği hatırlatılmış ve yukarıda anılan yargı kararlarının gerekçelerine
atıflar yapılmıştır.
B. Değerlendirme
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
42. Velayet hakkına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin
uyuşmazlıklar, adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına sıklıkla konu
olmakla birlikte sürecin ivedi olarak yürütülmesi de dâhil olmak üzere ilgili
prosedürlere ilişkin işlem ve eylemlerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında
meydana getirdiği sonuçlar dikkate alındığında söz konusu iddiaların aile
hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınması uygun görülmektedir (Marcus Frank Cerny,
[GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 82; M.M.E.
ve T.E., B. No: 2013/2910, 5/11/2015, §
137).
43. Başvurucu, velayet yetkisi altında
bulunan kızı Y.A.nın kaçırılması ve alıkonulması
suçunu işlediği iddiasıyla yargılanması ve hakkında HAGB kararı verilmesi
nedeniyle çocuğu ile kişisel ilişki kurma ve bu ilişkisini sürdürme hak ve
yetkisinin haksız yere zedelendiğini ileri sürmüş olduğundan gerek velayet
hakkına ilişkin yargısal süreç gerekse ceza yargılamasına ilişkin süreç
birlikte değerlendirilmek suretiyle annenin bu yöndeki iddiasının değerlendirilmesi
gerekir. Bu
nedenle başvurunun, Anayasa'nın 20. ve 41. maddelerinde düzenlenen aile
hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınması gerekir.
44. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."
45. Anayasa’nın “Ailenin
korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça
aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.”
46. Aile hayatına saygı hakkı, Anayasa’nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate
alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi
ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi
gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8.
maddesi çerçevesinde korunan aile hayatına saygı hakkının Anayasa’daki
karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile hayatına saygı hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında dikkate alınması gerektiği
açıktır (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny, § 36).
47. Aile hayatındaki temel ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn
ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birliklerinin aile hayatı
kapsamında korunduğu kuşkusuz olup evlilik içinde doğan çocuklar da
kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası sayılır. Bu çerçevede çocuğun doğumundan
itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile hayatı anlamına gelen bir bağ
kurulduğunun kabulü gerekir (Murat Atılgan,
§ 23). Başvuru konusu olayda, başvurucunun çocuğu evlilik içinde dünyaya gelmiş
olup boşanma ile sona ermeden önce hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır.
Bu bağlamda başvurucu ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki, aile hayatının
kurulması için yeterlidir.
48. Aile hayatının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir
şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır.
Bu hakkın kapsamının ise aile hayatına saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi
mümkün değildir (Murat Atılgan, §
24; Marcus Frank Cerny, §
38).
49. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri, aile
hayatının vazgeçilmez bir unsuru olup anne ve baba arasında ortak yaşamın
kurulamaması veya hukuken ya da fiilen sona ermiş olması aile hayatını ortadan
kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile hayatının, anne ve babanın birlikte
yaşamamaları veya ortak yaşama son vermelerinin ardından da devam edeceği açık
olup anne, baba ve çocuğun aile hayatlarına saygı hakkı, belirtilen durumlarda
ailenin yeniden birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz
konusu yükümlülük, yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına
alınması bağlamındaki uyuşmazlıklar açısından değil, ebeveyn veya diğer aile
bireyleri arasındaki velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar
için de geçerlidir (Murat Atılgan,
§ 25).
50. Bu kapsamda mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları
çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır.
Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup
olmadığını belirlemekle sınırlıdır.Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetlemekte ve
özellikle mahkemelerin velayete ilişkin mevzuat hükümlerini yorumlayıp
uygularken Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerindeki güvenceleri gözetip
gözetmediğini belirlemektedir (M.M.E. ve T.E., § 135).
51. Velayet hakkı sahibi ebeveyn, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini gözönünde tutarak gerekli
kararları alma ve uygulama yetkisini haizdir. Ayrıca bu yetki, olgunluğu
ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme ve önemli konularda mümkün olduğunca
çocuğun düşüncesinin de gözönünde tutulması
yükümlülüğünü de içerir. Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü
takdirde, ebeveynin duruma çare bulamadığı veya buna güçlerinin yetmediği
takdirde, 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi gereğince hâkim, çocuğun korunması
için uygun önlemleri alır.
52. Çocuğun korunmasına ilişkin olarak alınan önlemlerden sonuç
alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, 4721 sayılı
Kanun'un 348. maddesinde düzenlenen hâllerin varlığı hâlinde hâkim velayetin
kaldırılmasına karar verir. Velayet görevinin gereği gibi yerine
getirilememesi, ebeveynin çocuğa yeterli ilgi göstermemesi veya ona karşı
yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması durumunda somut koşulların
özellikleri dikkate alınarak velayetin kaldırılmasına karar verilebilir. Bunun
yanında 4721 sayılı Kanun'un 349. maddesi gereğince velayet hakkına sahip anne
veya babanın yeniden evlenmesi, velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak
çocuğun menfaatinin gerektirdiği durumlarda velayet hakkı sahibi
değiştirilebileceği gibi durum ve koşullara göre velayet kaldırılarak çocuğa
vasi de atanabilir.
53. Somut olayda velayet hakkı sahibi başvurucuya karşı,
davacılar H.D., A.D. ve N.D. tarafından velayetin
değiştirilmesi davası açılmıştır. Bu kapsamda Y.A.nın
fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü etkileyen birtakım sorunlar yaşadığı
gerekçesiyle davacılar tarafından küçüğün korunmasına yönelik olarak tedbir
talebinde de bulunulmuştur. Aile Mahkemesi, 9/10/2013
tarihli ara kararıyla tedbir talebini kabul etmiş ve küçüğün korunması,
tedavisi, hak ve menfaatlerinin gerektirdiği her türlü işlemin yapılması
yönünden davacı H.D.ye yetki vermiştir.
54. Söz konusu ara kararla başvurucunun velayetinin
kaldırılmadığı, yalnızca küçüğün menfaatlerinin korunması amacıyla geçici
olarak H.D.ye yetki tanındığı anlaşılmaktadır. H.D. söz konusu ara karara
dayanarak Y.A.nın 9/11/2013-20/11/2013
tarihleri arasında başvurucu tarafından kaçırıldığını ileri sürerek suç
duyurusunda bulunmuştur. Yapılan yargılama neticesinde ise çocuğun kaçırılması
ve alıkonulması suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucunun iki ay on beş gün
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
hükmedilmiş; bu karar kesinleşmiştir.
55. Anılan süreçte Y.A.nın
bakım ve tedavilerine devam edildiği, bu hususta Aile Mahkemesince alınan
tedbirler kapsamında uzmanlar eşliğinde küçüğün takibinin yapılarak buna
ilişkin raporların Mahkemeye sunulduğu, yurt dışında olması nedeniyle her ne
kadar Mahkeme huzurunda dinlenememiş olduğu vurgulanmış ise de Y.A.nın başvurucunun velayeti altında olmak istediğine
yönelik beyanda bulunduğu ve Aile Mahkemesinde de bu yönde bir kanaat oluştuğu
görülmektedir. Ayrıca Aile Mahkemesinin gerekçeli kararında,
başvurucunun kasıtlı olarak çocuğun yaşadığı travmalara
sebep olduğunun ve velayet hakkını kötüye kullandığının söylenemeyeceği
vurgulanmıştır. Bunun yanında başvurucunun, küçük Y.A.nın
psikolojik durumunun düzelmesi ve kötü alışkanlıklarından kurtulması yönünde
çaba gösterdiği de tespit edilmiştir. Neticede Aile Mahkemesi, velayet hakkının
anneden alınarak bir akrabanın vasi tayin edilmesi yoluyla sorunların çözüme
ulaşmasının zor olacağı kanatine varmış ve velayetin
değiştirilmesi davasının reddine karar vermiştir.
56. Başvurucu, velayet yetkisi altında bulunan kızı Y.A.nın kaçırılması ve alıkonulması suçunu işlediği
iddiasıyla yargılanması ve hakkında HAGB kararı verilmesi nedeniyle çocuğu ile
kişisel ilişki kurma ve bu ilişkisini sürdürme hak ve yetkisinin haksız yere
zedelendiğini, bu nedenle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Başvurucunun iddiası, söz konusu yargılama ve neticesinde verilen
hüküm nedeniyle devletin aile hayatına saygı hakkına keyfî olarak müdahalede
bulunduğuna ilişkindir.
57. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçundan yargılanan
başvurucu hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla anılan işlem ile kamu
makamları tarafından başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir müdahalede
bulunulduğu açıktır.
58. Anılan müdahalenin ihlal oluşturmaması için Anayasa'nın 13.
maddesinde düzenlenen ve somut başvuruya uygun düşen "kanunlar tarafından
öngörülme", "Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma","demokratik toplum düzeninin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama" ölçütlerine uygun olması gerekir.
59. Başvurucuya isnat edilen suçun 5237 sayılı Kanun'un 234.
maddesinde düzenlendiği, yargılamaların 5271 sayılı Kanun'un hükümleri
çerçevesinde yürütüldüğü dikkate alındığında müdahalenin kanunlar tarafından
öngörülme ölçütüne uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca madde gerekçesinde
belirtildiği üzere çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçuyla çocuğun
üzerindeki velayet ve vesayet haklarının korunması amaçlanmıştır. Bu yönüyle
müdahalenin meşru bir amacının olduğu sonucuna varılmıştır.
60. Yukarıda belirtildiği gibi ceza yargılamasına konu sürecin
başlangıcı Aile Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ara
kararına dayanmaktadır. Söz konusu ara karar, Y.A.nın
hak ve menfaatlerinin temin edilebilmesi ve tedavilerinin aksatılmaması
amacıyla H.D.ye geçici olarak yetki vermektedir. Bu yetki velayet hakkını
ortadan kaldırmadığından başvurucu, aksine bir tedbir kararı bulunmadığı ve
çocuğun üstün yararına aykırı olmadığı sürece, çocuğu ile kişisel ilişki kurmak
ve bu çerçevede çocuğu ile görüşme imkânına sahiptir.
61. Başvuruya konu ceza yargılaması ile aile hayatına saygı
hakkı bağlamında korunan çocukla kişisel ilişki kurma güvencesinin ortadan
kaldırıldığı sonucuna ulaşabilmek için bu hususta fiili olarak bir engellemenin
bulunması gerekir. Somut olayda başvurucu her ne kadar ceza tehdidi altında
kalmış ise de bu türden bir engelleme ile karşılaşmamıştır. Bunun yanında
başvurucu, velayetin değiştirilmesine ilişkin dava sürecinde çocuğu ile kişisel
ilişki kurma konusunda kamu makamlarının bir engellemesi ile de
karşılaşmamıştır. Ayrıca başvurucunun velayet yetkisinin tüm bu süreç
içerisinde kaldırılmadığı, aksine Y.A.nın ergin
olduğu 16/4/2016 tarihine kadar velayet hakkına sahip
olduğu, çocuğu ile kişisel ilişki kurmasının kamu makamları tarafından
engellenmediği açıktır.
62. Öte yandan başvurucu hakkında
kurulan hükmün yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde
olmadığı, ceza yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden biri sayılan
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının çocuk ile anne arasındaki
ilişkiyi anne ya da çocuk aleyhine ölçüsüz bir biçimde bozma olanağının
bulunmadığı dikkate alındığında bu yönüyle müdahalenin demokratik toplum
düzeninin gereklerine aykırı olduğu ya da yapılan müdahalenin amaçlanan
hedefler açısından orantısızolduğu söylenemez.
63. Öte yandan başvurucu, velayet yetkisinin kaldırılmadığını,
bu nedenle HAGB ile sonuçlanan ceza davasında suçun yasal unsurları oluşmadan
hukuka aykırı şekilde hüküm kurulduğunu, yargılama sırasında usule ve davanın
esasına ilişkin yeterli inceleme ve araştırma yapılmadığını da ileri sürmüştür.
Başvurucunun ceza yargılamasında hatalı değerlendirme sonucu verilen kararların
temel hakları ihlal ettiğine ilişkin iddiaları, başvurucunun talebi üzerine
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması ve temyiz yoluna
başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucunun tercih etmediği
dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesinin içtihadı kapsamında, dayanaktan
yoksun görünmektedir (Mahmut Çevik,
B. No: 2013/2896, 10/6/2015, §§ 32-38).
64. Sonuç olarak somut olayda aile hayatına saygı hakkına
yönelik açık ve görünür bir ihlalin olmadığı sonucuna varılmıştır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 13/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.