TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALPAY DİNÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12678)
|
|
Karar Tarihi: 6/7/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Alpay DİNÇ
|
|
|
2. Ali Sayın
|
|
|
3. İhsan Demirdağ
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik görevinden kaynaklanan psikiyatrik
rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri
Yüksek İdare Mahkemesitarafından süre aşımı
gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Birinci başvurucuya ait 2014/12678 sayılı başvuru 5/8/2014 tarihinde, ikinci ve üçüncü başvuruculara ait
2014/19552 ve 2014/19553 sayılı başvurular ise 16/12/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur.
4. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2014/12678 sayılı başvuruya ait belgelerin bir örneği bilgi
için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir.
6. Başvurular, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2014/12678
sayılı başvuru dosyası üzerinde incelenmek üzere birleştirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, bir dönem Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Özel
Kuvvetler Komutanlığı da dâhil olmak üzere çeşitli birimlerinde muvazzaf olarak
görev yapmış olan askerlerdir.
9. Kendi ifadelerine göre başvurucular; meslek hayatları
süresince farklı yer ve zamanlarda iç güvenlik faaliyetlerine iştirak etmiş ve
bu kapsamda birçok kez törör örgütü üyeleriyle
silahlı çatışmaya girmiş, mayın patlaması vakaısıyla
karşılaşmışlardır. Bu görevler sırasında bazen yaralanmışlar, bazen de
arkadaşlarının yaralandığı ve şehit olduğu olaylara tanıklık etmişlerdir.
Başvurucular yaşadıkları bu olaylara bağlı olarak bir müddet sonra psikolojik
ve psikiyatrik tedavi görmeye başlamışlardır. Bu tedavilerin ardından aşağıda
belirtilen süreçlerin sonunda başvurucuların TSK ile ilişiği kesilmiştir.
A. Alpay Dinç'e İlişkin Olay ve Olgular
10. Alpay Dinç ilk defa 2006 yılında psikiyatrik tedaviye
başlamıştır. 20/5/2008 ile 27/5/2013 tarihleri arasında psikiyatrik
rahatsızlığı nedeniyle yaklaşık iki yıl istirahat ve hava değişiminde
bulunmasını müteakiben GATA Asker Hastanesinin 29/5/2013 tarihli raporuyla
hakkında ''1-F43.1 Travma sonrası stres
bozukluğu (Kronik nitelik kazanmış travma sonrası
stres bozukluğu)'' teşhisi ile ''TSK'da
görev yapamaz, hastanın rahatsızlığında; 1- Askerlik mesleğinin sebep ve tesiri
vardır. 2- Bölücü terör örgütüne karşı katıldığı operasyonlardan ve girmiş
olduğu çatışmalardan kaynaklanmıştır.'' tespiti yapılmıştır.
11. Başvurucu, söz konusu raporun düzenlenmesinin ardından 10/6/2013 tarihinde idareye başvurarak askerlik sebebiyle
anılan rahatsızlığa yakalandığı iddiasıyla tazminat talebinde bulunmuş ancak
başvurusuna cevap verilmeyerek başvurusu reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır.
12. AYİM İkinci Dairesi, dava açma süresinin başvurucunun ilk
psikiyatrik tedaviye 2006 yılında başladığı gerekçesiyle davayı süre aşımı
nedeniyle reddetmiştir. gerekçesi şöyledir:
"... davacının
2006 yılından itibaren psikiyatrik tedavi görmeye başladığı, bu durumda
davacının 2007 yılından itibaren bir yıl içinde ve her halükarda 5 yıl
içerisinde davalı idareye müracaatla haklarının yerine getirilmesini istemesi
gerekirken, bir ve beş yıllık süreyi geçirdikten sonra ilk olarak 10.06.2013
tarihinde davalı idareye müracaatı müteakip, sonrasında 03.09.2013 tarihinde
açılan davada süre aşımı bulunduğu, davacının 2006 yılından itibaren
psikiyatrik tedavi görmesi nedeniyle GATA Asker Hastanesinin 29.05.2013 tarih
ve 6572 sayıl raporu ile rahatsızlığa sonradan tanı konulmasının zararın
öğrenilmesine ve dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı..."
B. Ali Sayın'a İlişkin Olay ve Olgular
13. Ali Sayın ilk defa 2008 yılında psikiyatrik tedaviye
başlamıştır. 7/6/2012 ile 11/7/2013 tarihleri arasında psikiyatrik rahatsızlığı
nedeniyle kendisine on üç ay istirahat verilmesinin ardından GATA Asker
Hastanesinin 12/9/2013 tarihli raporuyla hakkında ''1-F43.1 Travma sonrası stres bozukluğu (Kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu)'' teşhisi ile ''TSK'da görev yapamaz.''tespiti yapılmıştır.
14. Başvurucu, söz konusu raporun düzenlenmesinin ardından 18/9/2013 tarihinde idareye başvurarak askerlik sebebiyle
anılan rahatsızlığa yakalandığı iddiasıyla tazminat talebinde bulunmuş ancak
başvurusuna cevap verilmeyerek başvurusu reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucu, AYİM'de tam yargı davası açmıştır.
15. AYİM İkinci Dairesi dava açma süresinin başvurucunun ilk
psikiyatrik tedaviye 2008 yılında başladığı gerekçesiyle davayı süre aşımı
nedeniyle reddetmiştir. Gerekçesi ise şöyledir:
"...davacının
2008 yılından itibaren bir yıl içinde ve her halükarda 5 yıl içerisinde davalı
idareye müracaatla haklarının yerine getirilmesini istemesi gerekirken, bir ve
beş yıllık süreyi geçirdikten sonra ilk olarak 19.09.2013 tarihinde davalı
idareye müracaatı müteakip, sonrasında 19.11.2013 tarihinde açılan davada süre
aşımı bulunduğu, GATA Asker Hastanesinin 12.09.2013 tarih ve 11354 sayılı
raporunda, 2007-2009 yılları arasına görev yaptığı birliklerde ve bu birliklerin
bulunduğu mahalde görev yapmasının psikolojisini etkileyip rahatsızlandığına,
2009-2012 yılları arasında davacının var ise yaşadığı ve bu rahatsızlığa neden
olabilecek diğer olayların bu rahatsızlığa neden olmadığına dair bir açıklama
bulunmaması, davacının 05.02.2010 tarihinde yapılan periyodik muayenesi ile
27.07.2010 tarihinde yurt dışı geçici görev kapsamında yapılan muayenesi
sonucunda düzenlenen sağlık kurulu raporlarında psikiyatrik rahatsızlığına
ilişkin bir tespit ve değerlendirme bulunmaması karşısında 07.06.2012 tarihinde
başlayan süreç sonunda 19.09.2013 tarihli raporun ve rapordakı
tespit ve değerlendirmelerin zararın öğrenilmesine ve dava açma süresine bir
etkisinin bulunmadığı, anılan raporların davacının vazife malulü olarak kabul
edilip edilmemesinin değerlendirilmesinde etkisinin olabileceği sonuç ve
kanaatine ulaşılmıştır."
C. İhsan Demirağ'a İlişkin Olay ve Olgular
16. İhsan Demirdağ ilk defa 2009
yılında psikiyatrik tedaviye başlamıştır. 3/9/2009 ile 21/3/2013 tarihleri
arasında psikiyatrik rahatsızlığı nedeniyle kendisine on sekiz ayistirahat verilmesinin ardından GATA Asker Hastanesinin
19/6/2013 tarihli raporuyla hakkında ''1-F43.1Travma
sonrası stres bozukluğu (Kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres
bozukluğu), 2.F33.9 Yineleyen depresif bozukluk, (Kronik nitelik kazanmış
depresif bozukluk)" teşhisi ile ''TSK'da görev yapamaz,hastanın
rahatsızlığında 1- Askerlik mesleğinin sebep ve tesiri vardır. 2- Bölücü terör
örgütüne karşı katıldığı operasyonlardan ve girmiş olduğu çatışmalardan
kaynaklanmıştır...'' tespiti yapılmıştır.
17. Başvurucu, söz konusu raporun düzenlenmesinin ardından
28/6/2013 tarihinde idareye başvurarak askerlik sebebiyle anılan rahatsızlığa
yakalandığı iddiasıyla tazminat talebinde bulunmuş ancak başvurusuna cevap
verilmeyerek başvurusu reddedilmiştir.Bunun
üzerine başvurucu,AYİM'de tam yargı davası açmıştır.
.
18. AYİM İkinci Dairesi davayı süre aşımı nedeniyle oyçokluğuyla
reddetmiştir. Gerekçesi ise şöyledir:
"Davacının hizmet
safahatı incelendiğinde; 05.07.1993- 01..01.2000
tarihleri arasında ilk atma yeri olan Kayseri'de, 02.08.2000-16.07.2006
tarihleri arasında İzmir'de, 17.07.2006-14.08.2008 tarihleri arasında
Hakkari'de görev yaptığı, 15.08.2008 tarihinden sonra ayrıldığı tarihe kadar
Isparta Eğirdir'de görev yapan davacının 19.06.2013 tarihli raporla TSK'da
görev yapamaz raporu aldığı anlaşılmış ise de; davacı vekilince davacının
rahatsızlığına sebep olduğu ileri sürülen katıldığı olayların 1993-2000 yılları
ve Hakkari'de görev yaptığı 2006-2008 yılları arasındaki zaman dilimlerine atfediIdiği, bu zaman dilimlerinde ise, somut bir olaya,
zaman ve yer gösterilerek bir eylem belirtilmediği, bu durumda 1602 sayılı AYiM Kanunu'nun 43 üncü maddesi uyarınca 1 ve 5 yıllık
süreler geçtikten sonra 28.06.2013 tarihinde yapılan idari müracaatı müteakip
açılan bu davada süre aşımı bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır."
19. Karşıoyda ise özetle başvurucunun
rahatsızlığının fiziksel olmadığı, bir anksiyete
bozukluğu olan post travma sonrası stres bozukluğu
olduğu ve bu rahatsızlığın travmaya sebep olan olaydan çok sonra da ortaya
çıkabildiği, dava konusu olayda hastalığın kronik hâle geldiğine karar
verilerek "TSK'da Görev Yapamaz" sağlık raporu verilen başvurucunun
söz konusu zararını anılan raporun onaylanmasını müteakip kendisine tebliğ
edildiği tarihte öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu itibarla davada süre
aşımı bulunmadığı görüşü savunulmuştur.
20. Başvurucuların karar düzeltme istemlerinin reddedilmesiyle
kararlar kesinleşmiştir. Başvurucular, süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Anayasa ve Kanun
Hükümleri
21. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
22. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki
işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi
içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011
tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu
görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara
uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte,
resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de
ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam
yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu
görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza
muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
25. Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve
E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi,
bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi
olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem
olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu
görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve
yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe
edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve
olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de
idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle
doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru
sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden
sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin
doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B.
No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı
fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını
bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
28. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin
tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen
(çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak
hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
29. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi
bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı fıkrasıyla
bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57).
30. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım sürelerin öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birlesik
Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
31. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, § 51).
32. AİHM, Eşim/Türkiye (B.
No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı
nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip
engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucu askerlik
hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde
yaşanan bir çatışmada yaralanmış, başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam
etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki
yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında
başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında
GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla
idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada
AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava
açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
33. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki
mermiden haberdar olmamasının tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl
içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak
değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili
tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte
değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun davanın
esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye,
§§ 23, 25, 26).
34. AİHM, Howald Moor ve diğerleri/İsviçre (B.
No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/201) başvurusunda daEşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını
sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar, 1965 yılından 1978 yılına
kadar çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan
hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır.
Olayda hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve
başvuranların mirasçısı 25/10/2005 tarihinde işveren aleyhine
maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi, on yıllık
zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan değil olayın oluş anından
itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995 yılından sonra amyanta maruz
kalmadığına, 1995'ten önceki olaylar açısından ise taleplerin zamanaşımına
uğradığına karar vermiştir.
35. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların
amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis
edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere
sistematik olarak uygulanmasının bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde
ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir.
AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu
bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin
zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek
zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz
konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar
vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§
77,78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
37. Başvurucular; hastalıklarının askerliğin
sebep ve tesiriyle meydana geldiğinin ancak 2013 yılında düzenlenen raporlarla
anlaşıldığını, söz konusu raporlar üzerine süresi içinde idari başvuru
yapılarak davaların açıldığını, AYİM'in gerekirse
yeniden rapor aldırarak hastalığın tam olarak hangi tarihte oluştuğunu tespit
edilebileceği hâlde bunu yapmadığını, kaldı ki mesleğe devam edebilir durumda
iken böyle bir dava açmanın hakkaniyete aykırı olacağını belirterek AYİM'in dava açma süresini, hastalığı doğuran olayların
yaşandığı tarih ile tedaviye başlanılan ilk tarihten başlatması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ve kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve tazminata karar verilmesini istemişlerdir.
B. Değerlendirme
38. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla
başvurucular her ne kadar kanun önünde eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini
ileri sürmüş ise de başvurucuların iddialarının özü mahkemeye erişim hakkına
ilişkin olduğundan başvuru adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkı yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
41. Anayasa’nın 36. maddesinin birici
fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
42. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle
eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS
ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil
yargılanma hakkı güvencelerinden birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır
(bkz. § 27).
43. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
44. Başvurucuların açtıkları davaların, AYİM İkinci Dairesi
tarafından süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek davaların esasının
incelenmemesinin, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu
açıktır.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
45. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
46. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir
(Murat Kara ve diğerleri, B. No:
2014/6042, 9/3/2017, § 59).
47. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
48. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
49. Başvuruya konu olayda AYİM İkinci Dairesinin, 1602 sayılı
Kanun’un 43. maddesine(bkz. § 42) göre süre aşımı gerekçesiyle davaların
reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. AYİM Dairesinin bu maddeye göre verdiği
kararla yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı
açıktır.
ii. Meşru Amaç
50. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
51. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu
ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve
eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını
engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak amacıylahukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği
idari davaların açılmasının belli sürelerle sınırlandırıldığını söylemek
mümkündür.
52. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
53. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları adaletin iyi
yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini
amaçlarlar.
54. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı
açılan davalarda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
55.Muvazzaf askerlik sırasında yaşanan
olaylardan kaynaklı psikiyatrik rahatsızlığa yakalanma nedeniyle uğranıldığı
ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada AYİM Dairesinin, dava
açma süresini "hastalığı doğurduğu ileri sürülen olayların yaşandığı tarih
ile psikiyatrik tedaviye başlanılan ilk tarihten" başlatarak davayı süre
aşımı gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişimine
getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı hususunundeğerlendirilmesi
gerekir.
(1) Genel İlkeler
56. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
57. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın
hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten öte yandan kanunla
öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı
esneklikten kaçınmaları gerekir (Kamil Koç,
B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu çerçevede
mahkemeye erişim hakkına yapılacak sınırlandırmanın ölçülü olup bireylerin
mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da imkânsız hâle
getirmemesi gerekir.
58. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus derece mahkemelerinin
gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence
altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma
sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi
olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili
derece mahkemelerin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini
incelemektedir.
59. Askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı
uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesi üzerine mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
Anayasa Mahkemesince incelenmiştir ( Kemal
İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015; Haluk Pek, B.No:
2013/9094, 4/2/2016; Nahit Aydın, B.No: 2013/4072, 6/1/2016; Sezai
Balta, B. No:
2013/8834, 4/2/2016; Mesut Ekinci,
B. No: 2014/956, 18/5/2016).
60. Anayasa Mahkemesinin anılan başvurularda ortaya koyduğu içtihata göre kişinin idari eyleme ilişkin tam yargı davası
açma hakkını, idari eylem nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve uğradığı
zararın hangi sebep veya sebeplerden kaynaklandığını gerçekte
değerlendirebildiğinde kullanabilmesi gerekir.
61. Bu bağlamda, bir kısmına yukarıda yer verilen (§§ 24, 25)
Danıştay içtihatlarında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan
zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki
illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği
durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul
edilmektedir.
62. Anayasa Mahkemesi yukarıda yer
verilen içtihadında, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı
zarara uğranıldığı iddiasında erken terhis durumunun varlığı hâlinde söz konusu
zararın erken terhisle öğrenilerek değerlendirilebileceği, erken terhis
işleminden sonra sağlık raporunun onaylanarak başvurucuya tebliğ edilmesinin
ise ancak açılan tazminat davasında rahatsızlığın seviyesine göre talep
edilecek olan tazminat tutarının hesaplanmasına etki edebileceği kabul
edilmektedir. Erken terhis durumunun olmadığı durumlarda ise mahkemeye
erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde zarardan bilgi sahibi
olup olmadıklarına dair başvurucuların ortaya koyacakları argümanlar
bu çerçevede zararın öğrenilmesine elverişli nitelikteki sağlık raporunun
varlığı ve derece mahkemelerinin bunlara dair gerekçeleri önem arz eder.
63. Ayrıca, derece mahkemesi kararlarında başvurucuların uğradıklarını
ileri sürdükleri zararı öğrendikleri veya öğrenmeleri gereken tarih hakkında
hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin bazı kategorik
kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebilir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
64. Başvurucular, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
psikiyatrik rahatsızlığın tedavisine başlanılan tarih ile söz konusu
rahatsızlığa neden olduğu ileri sürülen olayların yaşandığı tarihin esas alınmasının
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedirler.
65. Somut olayda başvurucuların, uğradıkları zararlarını
değerlendirebilecekleri tarihin belirlenmesi ve bu tarihe ilişkin AYİM
Dairesinin gerekçesi, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip
edilmediğinin tespitinde önem arz etmektedir.
66. Başvurucuların psikiyatrik rahatsızlıklarının TSK'da görev
yapılamayacağına ilişkin olan sağlık raporlarının düzenlenmesinden çok önce
başladığında ve hastalığa neden olduğu ileri sürülen olayların da çok önce
yaşandığında tartışma bulunmamaktadır. Bununla birlikte fiziksel
rahatsızlıklarda, rahatsızlığın ilk defa bilindiği veya bilinmesi gerektiği
tarihten itibaren zararın değerlendirilebileceği kabul edilebilir ise de
psikiyatrik rahatsızlıklar açısından rahatsızlığın ilk defa bilindiği tarihte
uğranılan zararın değerlendirebilmesi çoğunlukla mümkün olmayabilir. Zira somut
olayda olduğu gibi psikiyatrik hastalıklar, hastalığa sebep olduğu ileri
sürülen olaylarla aynı tarihlerde ortaya çıkmamakta, çok sonraki bir tarihte ve
anılan olaylara bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla psikiyatrik
hastalığa neden olan olayların yaşandığı anda başvurucuların uğradıkları zararı
öğrenmeleri ve değerlendirmeleri her zaman beklenemez.
67. Nitekim başvuruya konu olayda olduğu gibi ilk psikiyatrik
tedaviye başlandıktan sonra başvurucular yedi yıla yakın bir süre daha TSK'da
görevini sürdürmüş ve en son 2013 yılında düzenlenen raporlarla artık
başvurucuların görevlerini sürdüremeyecekleri tespit edilmiştir.
68. Dolayısıylabaşvurucuların anılan
hastalıkları nedeniyle artık TSK'da görev yapamayacaklarını ortaya koyan sağlık
raporunun ardından zararlarını değerlendirebildiklerinin kabulü gerekir.
Hastalığın bu seviyeye ve bu sonuçlara yani TSK'da görev yapılamayacak derecede
ileri sonuçlara gideceğinden başvurucuların haberdar olmasının ve dolayısıyla
henüz görevleri başında iken sonradan uğrayacakları bu zararla ilgili tazminat
davası açmalarının beklenmesinin başvuruculara orantısız bir sorumluluk
yüklediği açıktır.
69. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde AYİM'in başvurucuların uğradıkları zararı öğrenmelerine ve
değerlendirmelerine imkân tanımayan "psikiyatrik rahatsızlığa neden olduğu
ileri sürülen olayların yaşandığı tarih ile psikiyatrik tedaviye başlanılan ilk
tarihi" esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu
yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek neredeyse
imkânsız hâle getirdiği açıktır.
70. Öte yandan anılan rahatsızlığa konu eylemlerin idarenin
tazmin sorumluluğunu gerektirip gerektirmediği hususu ancak davanın esastan
incelenmesi sonucu AYİM'in belirleyeceği bir
husustur. Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç
yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın
esasına ilişkinbir değerlendirme içermediği açıktır.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
73. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
74. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
75. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinden maddi ve
manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 618,30 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.418,30 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın 21/1/2017
tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan
anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine
GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin Alpay
Dinç'e ilişkin 12/3/2014 tarihli ve E.2014/37, K.2014/351; Ali Sayın'a ilişkin
24/6/2014 tarihli ve E.2014/502, K.2014/861; İhsan Demirdağ'a
ilişkin 4/6/2014 tarihli ve E.2013/1902, K.2014/849 sayılı kararlarıyla
ilgilidir.),
D. 618,30 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.418,30 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması
hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/7/2017tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.