TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ DURSUN VE MÜSLÜM DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12720)
|
|
Karar Tarihi: 19/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Tuğçe TAKCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ali DURSUN
|
|
:
|
2. Müslüm DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Abidin DOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gözaltında işkence altında ifade alınması nedeniyle
işkence yasağının; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının; işkence altında alınan ifadelerin mahkûmiyete esas alınması
ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ve İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinden (Mahkeme) temin edilen yargılama dosyasından ulaşılan bilgi ve
belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu Ali Dursun 1969, Müslüm Demir ise 1972 doğumludur.
10. Başvurucu Ali Dursun 18/7/1992
tarihinde gözaltına alınmış, 3/8/1992 tarihinde tutuklanmış, 30/12/2004
tarihinde ise tahliye edilmiştir. Başvurucu Müslüm Demir ise 27/10/1999
tarihinde gözaltına alınmış, 28/10/1999 tarihinde tutuklanmış, 12/10/2004
tarihinde tahliye edilmiştir.
11. 18/7/1992 tarihli kolluk tarafından
düzenlenen yakalama tutanağına göre PKK terör örgütüne yönelik operasyonlar
kapsamında hâlinden şüphelenilmesi üzerine yakalanıp kimlik kontrolü yapılan
başvurucu Ali Dursun, PKK terör örgütü içinde faaliyet yürüttüğünü ve
Doktor-Edip kod adlarını kullandığını beyan etmiştir. Tutanağa göre
başvurucunun yapılan üst aramasında bir sayfalık, el yazısıyla yazılmış
örgütsel doküman ele geçirilmiştir.
12. Başvurucu Ali Dursun tarafından müdafi yokluğunda birden çok
yer gösterme işlemi gerçekleştirilmiş olup bu yer göstermelerde gidilen evlerde
diğer örgüt üyeleri yakalanmış ve yapılan aramalarda birçok ateşli silah ve
örgütsel doküman, yayın, teyp kaseti ele geçirilmiştir.
13. 18/7/1992 tarihinde, müdafi
yokluğunda B.D. isimli şahsın evinde kolluk tarafından gerçekleştirilen yer
gösterme işlemi sonucu Muvafakatlı Ev Arama, Yakalama
ve Zapt Etme Tutanağı düzenlenmiştir.
14. Anılan tutanağa göre başvurucu Ali Dursun, PKK terör
örgütünün Marmara Bölge Komitesindeki askerî kanat olan ARGK adına kurdukları
Devrimci İntikam Birliği içinde polis, asker, ajan ve itirafçılara karşı örgüt
adına işlenen öldürme eylemlerinde tetikçi olarak görev yaptığını beyan
etmiştir. Ali Dursun, örgütün talimatları doğrultusunda yanında Mehmet ve Bahar
kod adlı örgüt üyeleriyle birlikte 4/7/1992 günü A.A.
isimli itirafçıyı kaçırıp ellerini ve gözlerini bağladığını, örgüt adına
sorguladıktan sonra bizzat kendisinin kullandığı 14'lü Browning
marka tabancayla şahsı başına ateş etmek suretiyle öldürdüğünü söylemiştir. Ayrıca bu cinayet silahı ile örgüte ait iki savunma el bombasını ve
Star marka 7,65 mm çaplı bir tabancayı yine örgütsel ilişkisi olduğu B.D.
isimli şahsa evinde saklaması için verdiğini, bu şahsın evinde diğer örgüt
mensuplarıyla zaman zaman bir araya geldiğini, toplantılar yaptıklarını,
gördüğü takdirde B.D.nin evini gösterebileceğini
bildirmiştir.
15. Bu beyanlar üzerine gidilen söz konusu
evde B.D. yakalanmış ve B.D.nin rızasıyla evinde
yapılan aramada B.D. tarafından kolluk güçlerine teslim edilen bir poşet
içinden 1 adet beyaz nikelajlı 2...19 seri numaralı 14'lü Browning
marka tabancayla bu tabancaya ait dolu bir şarjör, 1 adet 102...43 seri
numaralı Star marka 7,65 mm çaplı tabanca ve bu tabancaya ait iki dolu şarjör,
iki savunma tipi parça tesirli el bombası, "A.Ailesine" başlıklı ERNK
Marmara Komitesi imzalı, daktiloyla yazılmış bir belge ele geçirilmiştir.
16. Yine yer gösterme işlemlerinden bir diğeri neticesinde
tutulan 18/7/1992 tarihli Muvafakatlı Ev Arama,
Yakalama ve Zapt Etme Tutanağı'na göre başvurucu Ali
Dursun, Devrimci İntikam Birliği içinde polis, asker, ajan ve itirafçılara
karşı işlenen eylemlerde tetikçi olarak görev yaptığını, birçok eylemde
kullanılan üç adet Kalaşnikof marka silahı kendisine
sorumlusu tarafından tanıştırılan ve yine örgütte yer alan M.S.G.
isimli şahsa bizzat bu şahsın evinde teslim ettiğini, bu şahsın evinde diğer
örgüt mensuplarıyla zaman zaman bir araya geldiğini, toplantılar yaptıklarını,
bu evde örgütsel yayınlar ve teyp kasetleri olduğunu, gördüğü takdirde M.S.G.nin evini gösterebileceğini bildirmiştir.
17. Bu beyanlar üzerine gidilen söz konusu evde M.S.G. yakalanmış ve M.S.G.nin
rızasıyla evde yapılan aramada M.S.G. tarafından kolluk güçlerine teslim edilen
bir spor çantasının içinden bir adet 151...12 seri numaralı, bir adet 31...66
seri numaralı ve bir adet 270...88 seri numaralı toplam üç Kalaşnikof
marka silah, bu silahlara ait üç şarjör ve otuz adet 7,62 mm çaplı muhtelif
marka dolu mermi, bölücü mahiyetteki dokuz Kürtçe teyp kaseti, PKK terör
örgütünün yayını olan otuz beş adet dergi ele geçirilmiştir.
18. Bir diğer müdafisiz yer gösterme
işlemi sonucu tutulan 18/7/1992 tarihli Muvafakatlı
Ev Arama, Yakalama ve Zapt Etme Tutanağı'na göre
başvurucu Ali Dursun örgütün yurt içi ve yurt dışı bağlantılarının Hasan kod
adlı F.A. tarafından kendisine aktarıldığını, yine aynı evde bulunan ve bu
şahsın ailesi olan H.A., P.A., Z.A., E.A. ve S.A.nın da evdeki 52... numaralı telefonla yurt dışından
gelen örgütsel telefonları kendisine aktardığını, zaman zaman bu evde
kaldığını, örgütün talimatıyla F.A.nın kendisine
eylemlerde kullanılmak üzere bir adet 7,65 mm çapında tabanca temin ettiğini,
bu tabancanın, bazı örgütsel yayınların, örgüt kamplarında çekilmiş video
kasetlerinin ve öldürülen A.A.isimli itirafçının
örgüte hitaben yazdığı öz eleştiri raporlarının bu evde bulunduğunu, gördüğü
takdirde bu evi gösterebileceğini bildirmiştir.
19. Bu beyanlar üzerine gidilen evde bulunan H.A.nın
rızasıyla yapılan aramada bir tencere içinde bir adet 7,65 mm çapında 27...54
seri numaralı Browning marka tabanca, tabancaya ait
bir şarjör, altı adet aynı çaplı mermi, örgütün yayını olan yedi dergi, 1 adet video kaset, kareli deftere yazılmış altı sayfalık "Mücadelem onurumdur-yoldaşlara"
başlıklı, A.A. imzalı el yazılı doküman ele geçirilmiştir.
20. Dosya kapsamındaki 22/7/1992 tarihli, Kriminal
Polis Laboratuvarınca düzenlenmiş ekspertiz raporunda;
inceleme için gönderilen bazı kağıtlardaki, zarftaki, kartvizitlerdeki ve not
defterinin bazı sayfalarındaki yazıların başvurucu Ali Dursun'un el yazısıyla
uyumlu olduğu tespitine yer verilmiştir.
21. Kolluk tarafından müdafisiz olarak
başvurucu Ali Dursun ile birlikte yapılan bir diğer yer gösterme işlemi
sonucunda tutulan 21/7/1992 tarihli Olay Yeri Görgü ve
Tespit Tutanağı'na göre Kestel Jandarma Bölük
Komutanlığının PKK terör örgütü mensuplarınca taranması olayına ilişkin olarak
olay yerine gidilmiştir. Ali Dursun, olaydan üç dört saat öncesinde
arkadaşlarıyla kendisini bir minibüsün evden aldığını, Bölük Komutanlığına
yakın bir ara sokakta araçtan birisinin inip çevreyi kontrol etmesinden sonra
araçtan Y., A. ve O. isimli, silahlı üç kişinin
indiğini sonrasında birkaç arkadaşı ile birlikte kendisinin de silahlı
vaziyette araçtan indiğini, N.Y. isimli şahsın Bölük Komutanlığı önündeki
askere silahını atmasını söyleyip asker silahını bırakmayınca nöbetçi askere
ateş ettiğini, sonrasında tüm Bölük Komutanlığını taramaya başladıklarını
anlatmıştır.
22. Kolluk tarafından müdafisiz
gerçekleştirilen yüzleştirmeli teşhis işlemi neticesinde düzenlenen 27/7/1992 tarihli tutanağa göre, Uludağ Üniversitesi Tıp
Fakültesinde öğrenci olduğu sırada yakalanan başvurucu Ali Dursun PKK terör
örgütünün askerî kanadında yer aldığını, Devrimci İntikam Birliği içinde
Doktor-Edip-Davut-Kasım kod adlarını kullandığını, Bursa'dan kazandırdığı
kişileri örgütün dağ kadrosuna gönderdiğini, 2/4/1992 günü Bursa/Kestel
Jandarma Bölük Komutanlığına silahlı baskın düzenlediğini, sonrasında
İstanbul'a gönderildiğini, buradaki örgüt mensuplarıyla tanıştığını, örgütün
İstanbul'daki evlerini ve örgüt üyelerini kolluk güçlerine göstererek
yakalattığını, A.A. isimli eski itirafçıyı kardeşlerinin evinden alarak
sorguladıklarını, sonrasında Haramidere mevkiine
götürüp bizzat kendisinin başına ateş ederek bu şahsı öldürdüğünü, bu eylemde
ve diğer eylemde kullandıkları silah ve bombaları da kolluk güçlerine
göstererek yakalattığını itiraf etmiştir.
23. Söz konusu teşhis işlemi sırasında başvurucu Ali Dursun'a
diğer on yedi örgüt üyesi canlı olarak gösterilmiş, başvurucu tüm bu kişileri
örgüt ilişkisi çerçevesinde tanıdığını söylemiş ve kod adlarını bildirmiştir.
Başvurucu; M.S.G. isimli şahsın evinde ele geçirilen
üç adet Kalaşnikof marka silahı bu şahısla birlikte
temizlediklerini, şahsın bu silahların örgüte ait olduğunu bilerek sakladığını
ve daha birçok eylemi anlatmıştır. Bu işlem sırasında diğer on yedi şahıs da
başvurucu Ali Dursun'u tanıdığını, birlikte gerçekleştirdikleri iş ve eylemleri
anlatmıştır. Tüm işlem sonucunda da on sekiz şüpheli tarafından on bir sayfalık
Yüzleştirmeli Teşhis Tutanağı'nın imzalandığı
görülmüştür.
24. Dosya kapsamındaki "A.Ailesine" başlıklı,
ERNK-Marmara Komitesi adına daktilo ile düzenlenmiş belgenin incelenmesinden
belgede ifade edildiği şekliyle A.A. isimli kardeşlerinin Halk Mahkemesince 4/7/1992 tarihinde alınan ifadesi neticesinde düşman ile iş
birliği içinde olduğunu ispatlanması üzerine kardeşlerinin ölümle
cezalandırıldığının aileye bildirildiği görülmüştür. Belgeden, ailesi olarak bu
durumu bildikleri hâlde sakladıkları, kardeşlerinin MİT tarafından korunduğu,
bu durumlara karşı ailece düşkün bir durum sergiledikleri, bu nedenle
İstanbul'u terk edip Diyarbakır'a gelmeleri ve tecrite
girerek davranışlarını gözden geçirmeleri gerektiği, "aksi hâlde yürüyen halkın ayakları altında
ezilecekleri" şeklinde aileye yönelik talimat ve tehditler
bulunduğu anlaşılmaktadır.
25. Başvurucu; müdafisiz alınan
Cumhuriyet Başsavcılığındaki 3/8/1992 tarihli
ifadesinde, yakalanmasını müteakip tanıdığı şahısların isimleri ile katıldığı
eylemleri tek tek anlattığını, söz konusu ifadesinin altındaki imzanın
kendisine ait olduğunu, Bursa/Kestel Jandarma Bölük Komutanlığına yapılan
baskından bilgisi olduğunu fakat baskına katılmadığını, olayı basından ve
arkadaşlarından öğrendiğini, gözaltında olduğundan bunu senaryolaştırıp
anlattığını, PKK terör örgütüyle ilgisi olduğunu kabul ettiğini, M. isimli
şahısla ilişkisi olduğundan A.A. hakkındaki yazıların kendisinden çıktığını, bu
yazıları kabul ettiğini fakat A.A.nın yargılanmasına
ya da ölümüne karar vermediğini, şahsı öldürmediğini, öldürülmesinde kullandığı
tabancayı bildiğini, tabancanın M.nin evinde
bulunduğunu, silahlar konusundaki ikrarlarının doğru olduğunu, silahları
kendisinin bırakmadığını, M.nin yerlerini kendisine
gösterdiğini, yer gösterme işlemlerini kabul ettiğini, öldürme eylemini
işlediğini ise kabul etmediğini, örgütle ilişkisi ve silahlarla ilgili bilgisi
olduğunu, yer gösterme suretiyle silahları ele geçirttiğini kabul ettiğini,
yüzleştirme işlemini ise kabul etmediğini, gözaltında olması nedeniyle kaldığı
baskı altında bunları imzaladığını söylemiştir.
26. Başvurucu Ali Dursun sorgusundaki ifadesinde; A.A.nın olayını M.nin kendisine
anlattığını, A.A.yı sorgulayıp cezalandırdıklarını
anlatarak öldürme yerini söylediğini, sorgulama yerini söylemediğini, aileye
verilmek üzere kendisine bir yazı verdiğini ancak yazıyı veremeden
yakalandığını bildirmiştir.
27. 21/7/1992 tarihli Bölge Kriminal
Polis Laboratuvarının ekspertiz raporunda;
i. 25/7/1991 tarihinde Küçükçekmece
Polis Karakolunun taranmasından sonra olay yerinden elde edilen kovanların,
ii. 17/10/1991 tarihinde Hava
Kuvvetleri Komutanlığına ait servis aracının taranmasından sonra olay yerinden
elde edilen kovanların,
iii. 26/11/1991 tarihinde Paşaköy Jandarma Karakolunun taranmasından sonra olay
yerinden elde edilen elli üç kovanın,
iv. 27/3/1992 tarihinde Çekmeköy yol sapağında servis aracının taranmasından sonra
olay yerinden elde edilen kovanların 151...12 seri numaralı Kalaşnikof
marka silahtan atıldığı,
v. 26/11/1991 tarihinde Paşaköy Jandarma Karakolunun taranmasından sonra olay
yerinden elde edilen kırk dokuz kovanın ise 31...66 seri numaralı Kalaşnikof marka silahtan atıldığı,
vi. 26/11/1991 tarihinde Paşaköy Jandarma Karakolunun taranmasından sonra olay
yerinden elde edilen dokuz adet Browning marka silaha
ait boş kovanın ise 102...43 seri numaralı Star marka silahtan atıldığı,
vii. 4/7/1992 tarihinde A.A.nın öldürülmesi olayında olay yerinden elde edilen bir
adet Parabellum tipi boş kovanın ise Browning marka
2...19 seri numaralı silahtan atıldığı tespitlerine yer verilmiştir.
28. Yukarıda değinilen raporda incelenen silah ve boş kovanlar
yargılama aşamasında rapor temini amacıyla tekrar Adli Tıp Kurumu
Fizik/Balistik İhtisas Dairesine (Daire) gönderilmiştir. Dairenin 10/6/1993 tarihli raporunda; iletilen 107 adet boş kovanın
ve beraberinde iletilen Kalaşnikof marka silahtan
atıldığı fakat A.A.nın öldürülmesi olayında olay
yerinden elde edilen bir adet boş kovanın Browning
marka 2...19 seri numaralı silahtan atılmadığı tespitlerine yer verilmiştir.
29. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet
Başsavcılığının 30/9/1992 tarihli iddianamesiyle
başvurucu Ali Dursun hakkında bölücü terör örgütü PKK mensubu olma ve bu çete
adına faaliyette bulunma, silahlı çete adına ideolojik ve politik amaçlı adam
öldürme, ruhsatsız silah ve bomba bulundurma, yasak yayın bulundurma ve örgüte
yardım toplama suçlarından kamu davası açılmıştır. Dava İstanbul 1 No.lu
DGM'nin 1992/376 esasına kaydedilmiştir.
30. Başvurucu Müslüm Demir hakkında ise İstanbul DGM Cumhuriyet
Başsavcılığının 23/11/1999 tarihli iddianamesiyle
2/2/1992 tarihinde meydana gelen ve bir askerin şehit olduğu Kestel/Bursa
Karakolunun basılması eyleminde olaya katılan terör örgütü elemanlarının
kullandığı minibüsün şoförlüğünü yaptığı iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Bu
dava, İstanbul 1 No.lu DGM 1992/376 Esas sayılı kamu davası ile
birleştirilmiştir.
31. Başvurucu Ali Dursun vekili tarafından bireysel başvuru
sırasında sunulmayan başvurucu hakkındaki 3/8/1992
tarihli Adli Tıp Kurumu raporuna bireysel başvuru kapsamında temin edilen
belgelerden de ulaşmak mümkün olmamıştır. Başvurucu hakkında bir adli rapor
olduğu bilgisine İstanbul 1 No.lu DGM'nin başvurucu hakkında verdiği mahkûmiyet
kararının bozulmasına dair Yargıtay 9. Ceza Dairesinin (Yargıtay) 7/6/2004 tarihli kararı ve bozma üzerine yeniden verilen
mahkûmiyet kararının gerekçelerinden ulaşılmaktadır. Yargıtayın
gerekçesinin rapora ilişkin kısmı şöyledir:
"Sanıkların kollukta baskı ve işkence
gördüklerine ilişkin iddiaları ile sanık Ali Dursun [başvurucu] ve [M.B.K.ya] ait doktor raporlanndaki
bulgular da nazara alınarak Maktül [A.A.nın] öldürülmesi
eylemi ile ilgili olarak düzenlenen farklı ekspertiz ve Adli Tıp raporları,
öldürülme şekline ilişkin anlatım ile otopsi raporundaki çelişkilerin
giderilmesi..."
32.İstanbul 1 No.luDGM önündeki 27/11/1992 tarihli celsede müdafii
huzurunda verdiği savunmasında başvurucu Ali Dursun emniyette yoğun baskı ve
işkenceye maruz kaldığını, Savcılık ve sorgu ifadelerinin bu şekilde
alındığını, emniyet, Savcılık ve sorgu ifadelerini kabul etmediğini, A.A.yı öldürmediğini, Savcılık ve emniyet ifadelerinin
temelde doğru olduğunu fakat duruşmada sunduğu yazılı savunmasının daha detaylı
olduğunu beyan etmiştir.
33. İstanbul 1 No.luDGM 11/4/2003 tarihli kararıyla başvurucuların 1/3/1926 tarihli
ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca
cezalandırılmalarına karar vermiştir.
34. Yargıtayın 7/6/2004 tarihli
kararıyla hüküm; sanıklar Ali Dursun, M.B.K., E.E. ve
Müslüm Demir yönünden, sanıkların kollukta işkence gördüklerine dair iddiaları
ile sanıklar Ali Dursun ve M.B.K.ya ait doktor
raporlarındaki bulgular nazara alınarak A.A.nın
öldürülmesi eylemi ile ilgili olarak düzenlenen farklı ekspertiz ve adli tıp
raporları, öldürülme şekline ilişkin anlatım ile otopsi raporundaki
çelişkilerin giderilmesi, maddi kanıtlar ile sanıkların aşamalardaki
savunmalarının örtüşen ve ayrışan kısımlarının yeterince tartışılmasının, maddi
gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya konulmasının gerektiği
gerekçesiyle bozulmuştur.
35. Bozma üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 18/9/2012 tarihli kararıyla başvurucuların 765 sayılı
Kanunu'nun 125. maddesi gereğince neticeten müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmalarına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...sanık Ali Dursun'un [başvurucu] yasadışı PKK adlı silahlı terör örgütünün devrimci
intikam birliği üyesi, yani tetikçi olduğu, örgütte DOKTOR, DAVUT, KASIM ve
EDİP KOD adlarını kullandığı, örgüt adına 02.04.1992 tarihinde bir grup örgüt
üyesi ile beraber 16 M 0332 plakalı minibüsün silah tehdidi ile gasp edilip,
Bursa-Kestel Jandarma karakolunun basılıp nöbetçi jandarma eri [D.Ö.nün] şehit edilmesi
ve piyade tüfeğinin alınması olayı ile; örgütün talimatı ile, örgüte ihanet
ettiği ve ajan olduğu iddiası ile [A.A.] isimli şahsı 07.07.1992 tarihinde İstanbul'da halk mahkemesinde başka
örgüt üyeleri ile birlikte yargılayarak ölümüne karar verdikleri, sanığın
öldürme eylemini bizzat gerçekleştirdiği;Sanığın
bu şekilde gerçekleşen eylemlerinin çeşitliliği, niteliği ve ağır sonucu
dikkate alındığında, bir bütün olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin topraklarının tamamını veya bir kısmını devlet
idaresinden ayırmaya matuf bir eylem olarak kabul edilmesi ve (aynı eyleme
karşılık gelen 5237 SK.nun 302/1.maddesinde, her
eylem ayrıca ayrı bir suçkabul edilmesi nedeniyle
aleyhe olduğu için) hakkında lehe olan 765 Sayılı TCK.nın
125.maddesinin uygulanması gerektiği, anlaşıldığından 125. madde ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir..."
36. Mahkeme kararında kolluk ifadesinin
işkence ve baskı altında alındığı iddiaları ile ilgili olarak "Sanık hakkında ve başka bazı sanıklar hakkında
doktor raporları olması nedeniyle, genel olarak emniyetteki ifadelerinin baskı
altında alınmış olabileceği, bu nedenle doğru olmayabileceği ve delil olarak da
kabul edilemeyeceği düşünülse bile mahkeme, savcılık ve sorgu aşamasındaki
ifadelerin baskı altında olmadan hür irade ile verildiğinin kabul edilmesi
gerekir. Yine benzer birçok örgüt dosyasında da
karşılaşıldığı gibi, sanık, tanık ve mağdurların olayı ilk ifadelerinde doğru
anlattıklarının, ancak daha sonra örgüt tehtidi,
baskısı, korkusuyla veya kendilerini ve suç arkadaşlarını cezadan kurtarma
amacıyla ifadelerin değiştirildiğinin, yumuşatıldığının, çeşitli yorumlara
girildiğinin de gözönünde bulundurulması gerekir.
Dosyamızda da genel olarak sanıkların olayları emniyette doğru olarak
anlattıkları, duruşma, savcılık ve sorgu sırasında ise ya hiçbir suçlamayı
kabul etmedikleri veya örgüt üyeliği ve benzeri yani suçun daha basit halinden
ceza verilmesini gerektirecek şekilde tevilli-dolaylı
anlatımlarda bulundukları anlaşılmıştır..." şeklinde gerekçelendirmede
bulunmuştur.
37. Karar, Yargıtayın 24/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
38.Başvurucular kararı 2/7/2014
tarihinde tefhimle öğrendiklerini bildirmiştir.
39.Bireysel başvuru 31/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
40. Anayasa Mahkemesi tarafından 23/10/2018
tarihinde yazılan müzekkereye cevap olarak Mahkemece iletilen 2/11/2018 yazıya
göre başvurucu Ali Dursun hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İnfaz ve İlamat Bürosu tarafından 17/3/2015 tarihinde düzenlenen
mahkûmlara mahsus yakalama emri hâlen infaz edilmemiştir. Bakanlık Uluslararası
Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün UYAP üzerinden ulaşılan 6/4/2015 tarihli yazısına göre ise başvurucu Ali Dursun muvafakatname işlemi için 8/3/2015 tarihinde tekrar T.C.
Erbil Başkonsolosluğuna başvuruda bulunmuştur. Bakanlık tarafından aynı
yazıyla, anılan şahsın yurt dışındaki adresinin tespit edildiği gözetilerek
şahıs hakkında gerekli ise Kırmızı Bülten düzenlenebileceği ve ülkemize
iadesinin talep edilebileceği Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir.
41. Öte yandan Bakanlık görüşünden tespit edildiği üzere
başvurucu Ali Dursun 18/2/2002 tarihinde, Müslüm Demir
ise 15/3/2005 tarihinde tutukluluk ve yargılama sürelerinin makul süreyi aştığı
iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur.
AİHM 17765/02 numaralı başvuruya ilişkin olarak 3/5/2007
tarihinde Ali Dursun'un iddialarını haklı bularak hem tutukluluk hem de
yargılama sürelerinin makul süreyi aştığı gerekçesiyle başvurucuya manevi
tazminat ödenmesine karar vermiştir (Dursun/Türkiye,
B. No: 17765/02, 3/5/2007).
42. Müslüm Demir'in 13097/05 numaralı tutukluluk ve yargılama
sürelerinin makul süreyi aştığı iddialarıyla ilgili başvurusu ise başvurucuya
tazminat ödenmesi konusunda dostane çözüme ulaşılması üzerine AİHM tarafından 24/11/2009 tarihinde kayıttan düşürülmüştür. Müslüm Demir
AİHM nezdindeki söz konusu başvuruda Av. Abidin Doğan tarafından da temsil
edilmiştir.
43. Başvurucu Ali Dursun, AİHM tarafından verilen söz konusu
karardan başvuru formunda bahsetmek suretiyle Anayasa Mahkemesini
bilgilendirmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
44. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929
tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135/a maddesi
şöyledir:
“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür
iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence,
zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı
araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak
yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak
değerlendirilemez.”
45. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir
yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1)
Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere
dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2)
Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir.”
B. Uluslararası Hukuk
46. AİHM, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının -ceza
muhakemesini ilgilendiren boyutunda- savunma hakkı ile bağlantılı olduğunu
vurgulamakta; delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada
kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri gözetilerek
tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün
olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004,
§§ 38; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§
67, 68, 81-89).
47. Örneğin AİHM, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı
kapsamındaki güvencelere aykırı olarak elde edilen delillerin mahkûmiyete esas
alınmasının yargılamanın hakkaniyete uygun olmadığı ve dolayısıyla adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması bakımından tek başına
yeterli bir ölçüt olmadığını vurgulamaktadır. Bunun için yürütülen ceza
soruşturmasının iç hukukta bir dayanağının var olması, delillerin sıhhati veya
gerçekliği konusunda kuşkuya düşülmesini haklı kılan sebeplerin bulunmaması veya
bulunsa dahi destekleyici diğer deliller sayesinde bu kuşkuların giderilmiş
olması ve sanığa delillerin gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme
fırsatının tanınmış olması şartlarını aramaktadır (Schenk/İsviçre [GK], B. No: 10862/84, 12/7/1988,
§§ 45, 46, 48; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, §
124, Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97,
12/5/2000, §§ 36-38).
48. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt
türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil
olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu
olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki
bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme
konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008,
§ 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).
49. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının
şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen
delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya, § 100; Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008
§ 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında
verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden
esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak
değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye,
B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
50. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Ali Dursun Yönünden
1- İşkence ve Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
51. Başvurucu, gözaltında kolluk görevlileri tarafından işkence
ve kötü muameleye maruz bırakılarak ifadesinin alındığını ve bu durumun Adli
Tıp raporuyla da tespit edildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.''
53. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
…Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
54. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"...Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
56. 6216 sayılı Kanun’un "Bireysel
başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun,
başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
57. Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının
tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son
ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
58. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri
önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
59. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkilibaşvuru
yollarıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak
uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun
koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde
birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama
şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele
alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun başvuru yollarını tüketmesi
noktasında kendisinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No:
2013/2355, 7/11/2013, § 28).
60. Şikâyeti konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru
yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda bulunmak, dava ve
başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü bulunan
başvurucu en kısa sürede yetkili makamlara başvurmalıdır. Zira zaman geçtikçe
delillerin kaybolma veya bozulma ihtimali artmakta, gerçeklerin ortaya çıkması
zorlaşmaktadır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
B. No: 2014/15732, 24/1/2018, § 84).
61. Anayasa Mahkemesi, benzer başvurularda daha önceden verdiği
kararlarda başvurucunun yetkili makamlara müracaat etmesine rağmen uğradığını
ileri sürdüğü kötü muameleyle ilgili soruşturma başlatılmamışsa başvurucunun
gerekli özeni göstermesi ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa
Mahkemesine sunması gerektiğine karar vermiştir (benzer yöndeki bir karar için
bkz. Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).
62. Somut olayda başvurucu 27/1/1992
tarihli celsedeki müdafili savunmasında kolluk
ifadelerini baskı ve işkence altında verdiğini beyan etmiştir. Başvurucunun
gözaltında tutulduğu sırada kolluk görevlileri tarafından kötü muameleye tabi
tutulduğu yönündeki bu beyanları sonrasında ilgili görevliler hakkında resen
bir soruşturma başlatıldığına dair başvuru dosyasına yansımış herhangi bir bilgi
ya da belge yoktur. Kovuşturma aşamasında kötü muameleye maruz kaldığı
şikâyetini yetkili makamlara iletmiş olan başvurucunun bu tarihten Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012 tarihini de aşacak şekilde 31/7/2014 tarihine
kadar sessiz kaldığı anlaşılmıştır. Bu zaman zarfında yetkili makamlarca resen
bir ceza soruşturması başlatılmadığının farkında olan başvurucunun gerekli
özeni gösterme yükümlülüğü kapsamında söz konusu iddiaya ilişkin Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmasına kadar geçen sürenin makul kabul
edilemeyecek ölçüde uzun olduğu ve başvurunun süresinde yapılmış bir başvuru
olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği ile Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a.Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararına Kadarki Dönemde
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
64. Başvurucu, tutukluluk ve yargılama sürelerinin makul süreyi
aştığını ileri sürmüştür.
65. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesine göre Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı
ileri sürülen kamusal eylem veya işlemden başvurucunun kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).
66. Somut olayda, başvuru formunda da belirtildiği üzere
başvurucunun anılan iddiaları AİHM tarafından haklı bulunarak 3/5/2007 tarihli kararla başvurucuya 12.000 Avro manevi
tazminat ödenmesine karar verildiği tespit edilmiştir (bkz
§ 41). Verilen tazminat ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik ihlalin tazmin edildiği, makul sürede yargılanma hakkı bakımından ise
başvurucuya yönelik suç isnadının başladığı tarihle AİHM'in
karar verdiği 3/5/2007 tarihine kadar olan dönemle
ilgili olarak makul sürede yargılanma hakkına yönelik ihlalin tazmin edildiği,
dolayısıyla söz konusu ihlaller nedeniyle başvurucunun mağdur sıfatı taşımadığı
anlaşılmaktadır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısımlarının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Kararından Sonraki Dönemde Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucu hakkındaki yargılama 24/6/2014
tarihinde tamamlanmıştır. Dolayısıyla AİHM'in
başvurucu hakkında karar verdiği 3/5/2007 tarihinden
başvurucu hakkındaki yargılamanın tamamlandığı 24/6/2014 tarihine kadarki dönem
açısından başvurucunun ileri sürdüğü makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasının ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
69. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul
sürede sonuçlandırılmadığı, yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya
da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel,
§§ 27-36).
70. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri
mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle
ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir
başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân
tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması
nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu
hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa
Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı
şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat
Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin
bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
71. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
3. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
73. Başvurucu, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kolluktaki
ifadesinin mahkûmiyetine esas alındığını ileri sürmüştür.
74. Bakanlık bu iddiaya ilişkin olarak görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
75. Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin
gerekçede Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında, kanuni
bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin
yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları adil
yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında incelemektedir.
76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun
iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
i. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
77. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii.Esas Yönünden
(1) Genel
İlkeler
78. Anayasa Mahkemesi Orhan
Kılıç ([GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018)
kararında kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen
delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili iddiaların adil yargılanma
hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiğini belirterek konuyla ilgili ilkeleri belirlemiştir.
79. Buna göre bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri
tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla
ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan
değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek
değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan
Kılıç, § 44).
80. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının
hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa
Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu olduğu ilk
bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit
edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp
kullanılmadığını ve bu hukuka aykırılığın
bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir
(benzer yöndeki bir karar için bkz. Yaşar
Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, §
46).
81. Kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş
yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen ya da derece
mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek
veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde
delillerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri,
yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir (Orhan Kılıç, §§ 44-46).
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
82. Somut olayda, başvurucunun kolluk
ifadesinin elde ediliş yöntemi açısından hukuka aykırı mahiyette olduğu
hususunda derece mahkemelerince yahut AİHM tarafından yapılmış bir tespit
bulunmadığı, Yargıtayın bozma gerekçesinde yalnızca
başvurucu hakkındaki adli rapor gözetildiğinde diğer deliller arasındaki
çelişkinin giderilerek hüküm verilmesi gerektiğinin belirtildiği, dolayısıyla
olaydaki işkence iddiasının maddi bir vakıa hâlini almadığı görülmektedir.
83. Öte yandan Mahkeme gerekçesinde, iddiaya konu ifade hukuka
aykırı yöntemlerle elde edilmiş olsa bile başvurucunun Savcılık ve sorgu
ifadelerinde tevilli ikrarları bulunduğuna
değinilmiştir (bkz § 36). Nitekim başvurucu, örgütün
bazı eylemlerinde kullanıldığı ekspertiz raporlarıyla
da kanıtlanan silahların ele geçirildiği yer gösterme işlemlerinin doğruluğunu
kabul etmiştir (bkz § 25).
84. Ayrıca somut başvuruya konu
yargılamada, başvurucunun müdafiyle temsil edildiği, başvurucunun yargılama
aşamasında her türlü delili sunabilme ve savunmasını yapabilme konusunda
herhangi bir zorluk ya da kısıtlamayla karşılaşmadığı, ilk derece mahkemesince
iddiaya konu hukuka aykırılık irdelenerek (bkz § 36)
delilin geçerli olduğu yönünde kanaate ulaşıldığı, ilk derece mahkemesince
keyfî ve gerekçesiz karar verildiğinden bahsedilemeyeceği hususları da gözönüne alındığında hukuka aykırılığı iddia edilen söz
konusu delilin ceza davasında kullanılmasının bir bütün olarak başvurucunun
hakkaniyete uygun yargılanma hakkını zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.
85. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucu Müslüm Demir Yönünden
2- Başvurucunun İddiaları
86. Başvurucu; gözaltında işkenceye maruz kaldığını,
tutukluluğun ve yargılamanın makul süreyi aştığını, ayrıca hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen ifadesinin mahkûmiyetine esas alındığını ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
87. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi
gereği, başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki
davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit
edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin
2.000 TL'den fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilir.
88. İlgili düzenlemeler vasıtasıyla genel hukuk teorisinde bir
kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça
öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının
hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının
bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda
bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve mahkemenin başvuruyu
gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye
kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö.,
B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).
89. Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek
olmayan maddi vakıalara dayanılması, bu nitelikte bilgi ve belge sunulması,
başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi
verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu
değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında
mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat
oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak
kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya
tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında
ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla
bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru
hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö., § 29; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No:
2013/1013, 2/7/2015; Osman Sandıkçı,
B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve
diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).
90. Somut olayda başvurucunun aynı
yargılamayla ilgili tutuklamanın ve yargılamanın makul süreyi aştığına ilişkin
iddialarını AİHM'e taşıması sonrası ulaşılan dostane
çözüm uyarınca başvurucuya 6.500 avro manevi tazminat ödenmesi karşılığında
AİHM tarafından başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verildiği ve
başvurucunun AİHM nezdindeki başvurusunda Av. Abidin Doğan tarafından da temsil
edildiği tespit edilmiştir (bkz. § 42).
91. Buna göre başvuru formu ve eklerinde
başvurucu tarafından AİHM'e yapılmış başvuru ve
neticesiyle ilgili başvurucu vekili tarafından Anayasa Mahkemesine herhangi bir
bilgi ve belge sunulmayıp bu açıdan ileri sürülen iddiaların yanıltıcı beyan
niteliğinde olduğu anlaşılmış, bu nedenle başvurunun tümünün başvuru hakkının kötüye kullanılması
nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
92. Bu durumda Av. Abidin Doğan hakkında Anayasa Mahkemesini
yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi
ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucu Ali Dursun yönünden;
1. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği ile makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu Müslüm Demir yönünden;
1. Müslüm Demir'e vekâleten Av. Abidin Doğan tarafından yapılan
başvurunun başvuru hakkının kötüye
kullanılması nedeniyle REDDİNE,
2. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para
cezasının Av. Abidin Doğan'dan TAHSİLİNE,
D. Kararın birer örneğinin İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar
Birliğine GÖNDERİLMESİNE,
E. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.