TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ÜMİT YALÇIN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/12984)
Karar Tarihi: 26/2/2015
Başkan y.
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Recep ÜNAL
Başvurucu
Ümit YALÇIN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kendisine cinsel saldırı eyleminde bulunulduğu iddiasıyla yaptığı şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ve hakkında atama, disiplin cezası ve düşük sicil olmak üzere pek çok idari işlem tesis edilerek “mobbing” uygulandığını, bu nedenlerle, adil yargılanma, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 5/8/2014 tarihinde Kayseri 2. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 1. Komando Tugayı Lojistik Destek Komutanlığında (Komutanlık) Astsubay olarak görev yapan başvurucu, 17/10/2012 tarihinde yemekhanede iken “Loj.Des.K.P.Yb.” N.M.’nin, sakalı olduğunu bahane ederek “Suratına ağda mı yaptırdın?” dediğini ve “okşar vaziyette” yanağına dokunduğunu, bu şekilde cinsel saldırıda bulunduğunu iddia ederek değişik tarihlerde kendi sıralı amirleri ile Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) başvurularda bulunmuş olup, bu doğrultuda, olayın araştırılması amacıyla Komutanlık bünyesinde idari soruşturma başlatılmıştır.
6. Başvurucu, ayrıca N.M. tarafından cinsel saldırıya maruz kaldığını, bu suçla ilgili sıralı amirlerine yazılı ve sözlü olarak şikâyetlerini iletmesine rağmen mağduriyetini giderici gerekli kanuni işlemler yapılmadığını, sıralı amirleri tarafından yöneltilen onur kırıcı davranışlar neticesinde küçük düşürülmek suretiyle kendisine “mobbing” uygulandığını belirterek, ilgili kişiler hakkında 17/2/2014 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur.
7. Başvurucunun dilekçesini kabul eden nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, aynı tarihte başvurucunun şikâyetçi sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:
“… 17/10/2012 tarihinde maruz kaldığım cinsel saldırı hakkında sıralı amirlerim olan … N… M…, … Ü… D... ve … M... K...’a işlem yapılması için bilgi vermeme rağmen gerekli işlemler yapılmadı. Bunun yanında gerekli işlemleri yapmayan amirlerimin şahsımı rencide edici, onurumu kırıcı davranışlarına maruz kaldım. 17/10/2012 tarihinde Lojistik Destek Komutanlığı yemekhanesinde öğle yemeği sırasında masada yemeğimi yediğim esnada yemekhanede bulunan amirim … N… M... beni yanına çağırdı; ‘suratına ağda mı yaptırdın’ diyerek yanağıma okşar vaziyette dokundu. Bu el hareketi cinsel amaçla yaptığını düşünüyorum. Türk örf ve adetlerine göre bir erkeğin bir erkeğe bu şekilde konuşup bu hareketi yapmaması gerekir. Bu olay nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadım. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Özel Kartal Erciyes … Hastanesi ile Gülhane Askeri Tıp Akademisinden bu olay nedeniyle yaşadığım sorunlar nedeniyle tedavi gördüm. Dilekçemde ismi yazılı sıralı amirlerime bu olayı ve durumu anlattım. Kayıtsız kaldılar. Bu olayla ilgili Başbakanlık iletişim merkezine de müracaatlarım oldu. Sıralı sicil amirlerim müracaatlarımı almalarına rağmen herhangi bir işlem yapmadılar. Belirttiğim şekilde bana cinsel saldırıda bulunan N… M… ile bu olay nedeniyle gerekli tahkikat işlemlerini yapmayan sicil amirlerim olan … A... A…, … Ü… D… ve … M… K....’dan şikâyetçiyim. Beni yıldırmak için sürekli başka olaylardan dilekçemin ekinde ibraz ettiğim evraklardan da anlaşılacağı üzere savunmamı aldılar…”
8. Soruşturma dosyasında görevli Cumhuriyet Savcısı, 24/3/2014 tarihinde, şüpheli sıfatıyla N.M.’nin savunmasını almıştır. N.M.’nin ifadesi şöyledir:
“… Ümit YALÇIN, benim … Komutanı olarak görev yaptığım askeri birimde başçavuş olarak hatırladığım kadarıyla Eylül 2012’de göreve başladı. Birkaç ay sonra müştekinin sakal t(ı)raşı olmadan mesaiye geldiğini gördüğümde kendisini neden sakal t(ı)raşı olmadın diyerek uyardım ve kendisi bana ‘yeni stilimi beğendiniz mi’ şeklinde karşılık verdi. Ben de kendisine elimle sakalını işaret ederek uyarıda bulundum. Herhangi bir şekilde müştekinin iddia ettiği gibi yanağına dokunmadım. Sadece t(ı)raşsız olduğ(u)nu belirtmek için elimle sakalını işaret ederek, yukarıda belirttiğim sözlerle kendisini uyardım. Hatta bu davranışı sebebiyle yetkim olmasına rağmen müştekinin birliğe yeni intikal etmesini nazara alarak hakkında yasal işlem yapmadım. Kesinlikle tarafıma yöneltilen cinsel saldırı suçlamasını kabul etmiyorum. Ayrıca müştekinin bu iddiası hakkında Tugay Komutanlığımızca idari tahkikat heyeti oluşturulmuş ve bu konu hakkında tahkikat yapılmıştır. Hem benim hem de müştekinin dilekçe ve beyanında bahsetmiş olduğu diğer sıralı sicil amirlerinin bu konuda yaptığı müracaatını işlemsiz bırakma gibi bir durumumuz söz konusu değildir. Bu husu(s)lar gerçek dışıdır. Ayrıca hakkımda şikayette bulunan bu personelin şahsi dosyasını incelediğimde kendisinin daha önceki çalıştığı birliklerde çeşitli eylemleri sebebiyle oda hapsi ve hapis cezaları aldığını fark ettim. Zaten bu personel bizim birimimizde çalışmış olduğu yaklaşık 1 yıllık sürenin 8 buçuk ayını raporlu ve izinli olarak geçirmiştir. Yaptığımız görev gereği yılın büyük bir bölümünü Güneydoğuda geçi(r)mek durumunda olduğumuz için bu personelin bu şekilde bizim birimimizde çalışması mümkün olmadığından ilgili üstlerimize durumu arz etmemiz neticesinde müştekinin çalıştığı birim 2. Ana Bakım Merkez Komutanlığı olarak değiştirildi. Müştekinin emri altında çalıştığı dönemde psikoloji rahatsızlığı olabileceğini değerlendirdim ve bunun neticesinde kendisi GATA’da tedavi görmüştür. Bundan evvel Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesinin müşteki hakkında delizyonel bozukluk şüphesi bulunduğu için kendisi GATA’ya sevk olunmuştur. Haricen kendi yaptığım araştırmalara göre bu hastalığa sahip insanlarda kendisinin takip edildiğini, kendisine komplo kurulduğunu sık sık düşünmesi ve adli mercilere bitip tükenmek bilmeyen ısrarlı başvurular yapma refleksinin mevcut olduğunu öğrendim. Atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmiyorum. Söyleyeceklerim bundan ibarettir…”
9. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/2014 tarih ve S.2014/5486, K.2014/7308 sayılı kararı ile “...Yapılan soruşturmada şüphelinin atılı suçu işlediğine ilişkin, müştekinin soyut iddiası dışında kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak, objektif ve somut delil elde edilemediği...” gerekçesiyle şüpheli N.M. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
10. Başvurucunun, sıralı amirleri tarafından gerekli yasal işlemlerin yapılmadığı iddiası yönünden başlatılan soruşturma kapsamında, Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/2014 tarih ve S.2014/10598, K.2014/14 sayılı görevsizlik kararı ile gereğinin takdir ve ifası için soruşturma dosyasının, yetkili ve görevli Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinden, Askeri Savcılık önündeki soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi edinilememiştir.
11. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazı, Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 19/6/2014 tarih ve 2014/653 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
12. Anılan karar, 15/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 5/8/2014 tarihinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 172. ve 173. maddeleri, 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrası, 5. maddesinin birinci fıkrası, 6. ve 9. maddeleri (B. No: 2012/1213, 17/7/2014, § 12; B. No: 2013/3512, 17/7/2014, § 9).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2014 tarih ve 2014/12984 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu, Yüzbaşı N.M.’nin “suratına ağda mı yaptırdın?” diyerek, okşar şekilde yanağına dokunmak suretiyle cinsel saldırı suçu işlemesine rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve bu karara itirazının, yeterli araştırma yapılmadan reddedilmesi sebebiyle anılan kişi hakkında herhangi bir yaptırım uygulanmadığını, hukuk devletinde hiç kimseye imtiyaz tanınamayacağını, kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan eylem nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunu, hakkında, atama, disiplin cezası ve düşük sicil notu verilmesi gibi birçok idari işlem tesis edilerek “mobbing” uygulandığını belirterek, Anayasa’nın 10., 12., 17., 36. ve 56. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
17. Başvurucu ayrıca, cinsel saldırı suçuyla ilgili sıralı amirlerine yazılı ve sözlü olarak şikâyetlerini iletmesine rağmen, mağduriyetini giderici gerekli kanuni işlemlerin yapılmadığını, Askeri Savcılık tarafından silahların eşitliği ilkesi ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
18. Başvurucu, üstü ve komutanı olan N.M.’nin “suratına ağda mı yaptırdın?” diyerek, okşar şekilde yanağına dokunmak suretiyle cinsel saldırı suçunu işlemesine rağmen, Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve bu karara itirazının yeterli araştırma yapılmadan reddedilmesi sebebiyle anılan kişi hakkında herhangi bir yaptırım uygulanmadığını, hukuk devletinde hiç kimseye imtiyaz tanınamayacağını, kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan eylem nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunu, ayrıca, cinsel saldırı suçuyla ilgili sıralı amirlerine yazılı ve sözlü olarak şikâyetlerini iletmesine rağmen mağduriyetini giderici gerekli yasal işlemlerin yapılmadığını, Askeri Savcılık tarafından silahların eşitliği ilkesi ile makul sürede yargılanma hakkının ve dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. Anayasa’nın “Görev ve yetkileri” kenar başlıklı 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
20. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
21. Anılan Anayasa ve Kanun hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
24. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
25. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
26. Bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
27. Hukuk sistemimiz açısından, 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla, verilen soruşturma izni verilmemesine dair kararın etkilerinin de ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 24).
28. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlali İddiası
a. Cinsel Saldırı Suçunun İşlendiği Şüphesiyle Cumhuriyet Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturma
29. Başvurucu, üstü olan N.M.’nin “suratına ağda mı yaptırdın?” diyerek ve okşar şekilde yanağına dokunarak cinsel saldırı suçunu işlemesine rağmen Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve bu karara yaptığı itirazın yeterli araştırma yapılmadan reddedilmesi sebebiyle anılan kişiye herhangi bir yaptırım uygulanmadığını, hukuk devletinde hiç kimseye imtiyaz tanınamayacağını, kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan eylem nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunu belirterek, 10., 12., 17. ve 56. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. Başvuru konusu olay, üçüncü bir kişi tarafından başvurucuya cinsel amaçla yöneltildiği iddia edilen fiziki saldırı nedeniyle yürütülen adli soruşturmanın etkisizliği ile ilgili olması nedeniyle, öncelikle burada korunan hakkın kapsamı tespit edilmeli ve sonrasında ise bu hakkın yeterince korunup korunmadığı belirlenmelidir (B. No: 2012/1128, 8/5/2014, § 30).
33. Somut olay incelendiğinde, N.M.’nin başvurucuya yönelik cinsel saldırı eyleminin -başvurucunun iddiasına göre- anlık geliştiği ve sürdürülmediği anlaşılmaktadır. Anlık bir saldırıdan öte geçmeyen bu eylemin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir (Aynı yönde bkz. B. No: 2012/1128, 8/5/2014, § 31).
34. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası insan onurunu korumayı amaçlamıştır. Bu hüküm bir taraftan Devlete, insan onurunu zedeleyen fiillerden kaçınma ödevi yüklerken, diğer taraftan bu tür fiillerin Devlet görevlileri ya da üçüncü kişiler tarafından meydana gelmesi halinde bu fiilleri etkili bir şekilde soruşturma ve failleri cezalandırma ödevi yüklemektedir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).
35. Bireyin, bir Devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).
36. Etkili bir başvuru yolundan söz edebilmek için, başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/1128, 8/5/2014, § 34; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157, 160; Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 95).
37. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler Anayasa’nın 17. maddesinin her durumda, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
38. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucunun iddia ettiği cinsel saldırı olayı nedeniyle 17/2/2014 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak şikâyette bulunduğu anlaşılmaktadır.
39. Başvurucunun Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu şikâyet dilekçesi şöyledir:
“17.10.2012 tarihinde 3. sicil Amirim … N… M… (1.Kom.Tug.Loj.Des.K.) tarafından cinsel saldırıya maruz kaldım. Bu suçla ilgili müteakip defalar amirlerime yazılı ve sözlü şikayetim neticesinde sorumlu kişi hakkında mağduriyetimi giderici gerekli yasal işlem yapılmamıştır. Sıralı amirlerim tarafından şikayetlerim neticesinde şahsıma farklı tarihlerde onur ve haysiyetimi rencide edici davranışlarda bulunarak mobbing uygulanmıştır. Bu konulara ait dokümanlar EK’te sunulmuştur. Sonuç olarak söz konusu sıralı sicil amirlerim (…) hakkında cinsel saldırı ve mobbing suçlarından yüce mahkemeniz tarafından mağduriyetimin giderilmesini, mahkeme masraf ve giderlerinin karşı taraflardan tahsil edilmesini saygılarımla arz ederim.”
40. Bu şikâyet üzerine adli soruşturmanın bağımsız birimlerce denetime açık olacak biçimde derhal başlatıldığı ve bu kapsamda başvurucunun şikâyet dilekçesinin işleme konulduğu aynı gün şikâyetçi sıfatıyla ifadesine başvurulduğu anlaşılmaktadır.
41. Başvurucu, anılan ifadesinde özetle, 17/10/2012 tarihinde Lojistik Destek Komutanlığı yemekhanesinde öğle yemeği sırasında amiri N.M.’nin kendisini yanına çağırdığını, “Suratına ağda mı yaptırdın?” diyerek yanağını okşadığını, bu el hareketini cinsel amaçla yaptığını düşündüğünü, olay nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığını ve tedavi gördüğünü, sıralı sicil amirlerine müracaat etmesine rağmen herhangi bir işlem yapmadıklarını, kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu iddia ettiği N.M. ile bu olay nedeniyle gerekli tahkikat işlemlerini yapmadıklarını iddia ettiği sicil amirleri A.A., Ü.D. ve M.K.’den şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.
42. Başvurucunun 17/10/2012 tarihinde meydana gelen olay nedeniyle, yaklaşık bir yıl dört ay sonra, 17/2/2014 tarihinde şikâyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan başvurucu, gerek şikâyet dilekçesinde, gerekse Cumhuriyet Savcısı huzurunda tutanağa aktarılan beyanlarında, iddialarını ispata yarayan herhangi bir somut delil sunmadığı gibi, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısına hangi delillerin toplanması gerektiğini de bildirmemiştir. Ayrıca başvurucu, cinsel saldırı iddiasını, “… yanağıma okşar vaziyette dokundu. Bu el hareketi cinsel amaçla yaptığını düşünüyorum. …” şeklinde dile getirmiş olup, şüphelinin eylemini cinsel amaçla yaptığı düşüncesine nasıl ulaştığı konusunda da bir açıklamada bulunmamıştır.
43. Bu çerçevede adli soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı, 24/3/2014 tarihinde, soruşturmaya görevli ve yetkili olduğu şüpheli N.M.’nin savunmasını almış, diğer şüphelileri hedef alan iddialar yönünden dosyayı, görevli ve yetkili soruşturma makamı olan ilgili Askeri Savcılığa göndermiştir. Şüpheli N.M., 24/3/2014 tarihli ifadesinde özetle, başvurucunun, maiyetinde başçavuş olarak Eylül 2012’de göreve başladığını, birkaç ay sonra sakal tıraşı olmadan mesaiye geldiğini gördüğünde, nedenini sorarak başvurucuyu uyardığını, başvurucunun kendisine “Yeni stilimi beğendiniz mi?” şeklinde karşılık verdiğini, bunun üzerine eliyle sakalını işaret ederek ikaz ettiğini, iddia edildiği şekilde dokunmadığını, yetkisi olmasına rağmen, başvurucunun birliğe yeni intikal etmesini nazara alarak, hakkında yasal işlem yapmadığını, başvurucunun iddiaları hakkında Tugay Komutanlığınca idari tahkikat heyeti oluşturulduğunu ve konu hakkında soruşturma yapıldığını, başvurucunun daha önce çalıştığı birliklerde çeşitli eylemleri sebebiyle oda hapsi ve hapis cezaları aldığını, başvurucunun maiyetindeki bir yıllık görev süresinin sekiz buçuk ayını raporlu ve izinli olarak geçirdiğini, görev gereği yılın büyük bir bölümünü Güneydoğuda geçirdiklerinden, başvurucunun bu şekilde kendi biriminde çalışmasının mümkün olmaması nedeniyle görev yerinin değiştirildiğini, “delüzyonel bozukluk” şüphesi nedeniyle başvurucunun GATA’ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) sevk edildiğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir.
44. Belirtilen ifade ve beyanları değerlendiren Cumhuriyet Savcısı, kamu davası açılmasını gerektirecek düzeyde yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle, başvurucunun cinsel saldırı eylemine ilişkin şikâyeti ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
45. Başvurucunun şikâyeti üzerine soruşturmanın derhâl başlatılmış olması, başvurucunun dilekçesi ve şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesindeki veriler, şüphelinin savunmasında sunduğu argümanlar ve başvurucunun, olayın meydana geldiği iddia edilen tarihten, altı aylık yasal şikâyet süresini de içine alacak şekilde bir yıl dört ay sonra adli makamlara şikâyetçi olması dikkate alındığında, Cumhuriyet Başsavcılığınca etkisiz bir soruşturma yürütüldüğü sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
46. Açıklanan gerekçelerle, Cumhuriyet Başsavcılığınca cinsel saldırı suçunun işlendiği şüphesiyle yürütülen soruşturma kapsamında, Anayasa’nın 17. maddesi anlamında açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. “Mobbing” İddiası
47. Başvurucu, cinsel saldırı eylemi iddiasıyla sicil amiri hakkında şikâyette bulunması üzerine, hakkında atama, disiplin cezası ve düşük sicil notu verilmesi şeklinde işlem ve uygulamalar ile farklı tarihlerde onur ve haysiyetini rencide edici davranışlarda bulunularak, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
48. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
49. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
50. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendini gerçekleştirme ve kendine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
51. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, bu hüküm Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).
52. Ancak, bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise, diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
53. AİHM içtihadında da, başvuru konusu iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak, söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
54. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
55. Belirtilen tespitler ışığında somut başvuru incelendiğinde; başvurucu, 17/10/2012 tarihinde üçüncü sicil amiri olan N.M. tarafından işlendiğini iddia ettiği cinsel saldırı eylemi ile ilgili olarak birçok defa amirlerine yazılı ve sözlü şikâyetlerini iletmesine rağmen, mağduriyetini giderici kanuni işlemler yapılmadığını, sıralı amirleri tarafından bu şikâyetleri nedeniyle şahsına yönelik farklı tarihlerde onur ve haysiyetini rencide edici davranışlarda bulunulmak ve atama, disiplin cezası ve düşük sicil notu verilmesi gibi idari işlemler tesis edilmek suretiyle “mobbing” uygulandığını belirterek, bu olaylar nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu ve tedavi görmekte olduğunu, bu şekilde uğradığı manevi zararlar nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde; belirtilen eylemlerin, kişilik haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte, özellikle kamu görevlisi olan başvurucunun yetişkin bir birey olması ve mesleki statüsü de nazara alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
56. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
57. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
58. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
59. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19–20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
60. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
61. Bireyin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında, belirtilen tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak, hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır (YHGK, 25/9/2013 tarih ve E.2012/9-1925, K.2013/1407 sayılı; Danıştay 8. Dairesi, 16/4/2012 tarih ve E.2008/10606, K.2012/1736 sayılı kararlar). Dolayısıyla somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla bireyin, hukuk davası yoluyla daha etkin bir giderim sağlaması mümkündür (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 43).
62. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
63. Başvuruya konu olayda başvurucu, sicil amiri olan N.M. tarafından işlendiğini iddia ettiği cinsel saldırı eylemi ile ilgili olarak, amirlerine yazılı ve sözlü şikâyetlerini iletmesi nedeniyle amirleri tarafından şahsına yönelik farklı tarihlerde onur ve haysiyetini rencide edici davranışlarda bulunulmak ve atama, disiplin cezası ve düşük sicil notu verilmesi gibi idari işlemler tesis edilmek suretiyle “mobbing” uygulandığını, bu eylem ve uygulamalar neticesinde psikolojisinin bozulduğunu, bu sebeple tedavi görmekte olduğunu, bu olaylar nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirtmekle birlikte, somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna gitmediği anlaşılmaktadır.
64. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe ait unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak, başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 46).
65. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne ait unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından,başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “konu bakımından yetkisizlik”,
2. Cinsel saldırı suçunun işlendiği şüphesiyle Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. “Mobbing” oluşturduğunu ileri sürdüğü uygulamalar nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, “başvuru yollarının tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına,
26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.