TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
CEMAL BAYSEFEROĞULLARI BAŞVURUSU (3)
(Başvuru Numarası: 2014/13046)
Karar Tarihi: 10/5/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Yakup MACİT
Başvurucu
Cemal BAYSEFEROĞULLARI
Vekili
Av. Nedim ERKUŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında; usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; duruşma hâkiminin yargılama sırasındakitavırları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile 20/8/1990 tarihinde imzalanan anlaşma çerçevesinde yürütülen proje kapsamında yapımı kararlaştırılan Polatlı 150 yataklı Devlet Hastanesi inşaatı işi, Sağlık Bakanlığı tarafından 10/12/1993 tarihinde başvurucuya ait Cemal Bayseferoğulları İnş. Taah. Dış Ticaret Şirketine ihale edilmiş, taraflar arasında Ankara 30. Noterliğinde 10/1/1994 tarihinde sözleşme düzenlenmiştir.
9. İnşaat yapım işi 9/5/1994 tarihinde yer teslimi yapılmak suretiyle başlamış, 15/3/1999 tarihinde tamamlanarak 20/11/2000 tarihinde kesin kabul yapılmıştır.
10. Sözleşme kapsamında hakediş ödemelerinde yaşanan aksaklık nedeniyle taraflar arasında 5/3/2004 tarihli "İhtilafın Sulh Yoluyla Halline İlişkin Müzakere ve Ön Anlaşma Tutanağı" (sulhname)başlıklı sözleşme düzenlenmiş, başvurucuya 9.700.000 TL ödenmesine, tarafların karşılıklı olarak sözleşme kapsamında ulusal ve uluslararası merciler nezdinde her türlü talep, takip ve dava hakkından feragat etmiş sayılmalarına karar verilmiştir.
11. Sulhname ile ilgili olarak Danıştaydan görüş istenmiş; Danıştay Birinci Dairesinin 9/6/2004 tarihli kararında, Sağlık Bakanlığına gönderilen onaylı kesin hakediş raporunda yer alan tutarın yükleniciye ödenip ödenmeyeceği hususunda taraflar arasında bir anlaşmazlık bulunmadığı, idarelerin kanunla kendilerine tevdi edilmiş görevlerini yerine getirmek üzere yetki ve sorumlulukları altında yapacakları icrai işlemler hakkında görüş bildirilmesi hususunu kapsamayan istemin incelenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
12. Başvurucunun alacağının 1.500.000 TL'lik kısmı 20/4/2005 ve 1/8/2005 tarihlerinde ayrı ayrı, 8.446.000 TL'lik kısmı ise 19/1/2006 tarihinde ödenmiştir.
13. Başvurucu 25/8/2009 tarihinde Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, kesin hakediş parasının geç ödenmesi nedeniyle zarara uğradığını, biriken borçlarını tasfiye edemediğini, borçlar nedeniyle acz içinde olduğunu, aynı iş nedeniyle Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/202 sayılı dosyasında zararın tespit edildiğini ancak davada taleple bağlı kalınarak hüküm tesis edildiğini, 14. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda sulhnamenin geçersiz kabul edilmesi hâlinde tespit edilmiş olan alacak miktarına göre 14.046.209,56 TL alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 14/6/2011 tarihli ıslah dilekçesinde sulhnameyle belirlenen ödemenin yaklaşık 20 ayda yapılmış olması ve maruz kaldığı hacizler nedeniyle munzam zarara uğradığını belirterek dava dilekçesinde talep edilen alacağın munzam zarar olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
14. Mahkeme 13/3/2012 tarihli kararında, hakedişlerle ilgili olarak 7/5/2004 tarihinde düzenlenen sulhname ile davacının davalıya 9.700.000 TL + KDV ödeyeceği belirtilerek tarafların birbirlerini karşılıklı olarak ibra ettiklerini, davalının sulhname kapsamında üstlendiği edimini 20/4/2005, 1/8/2005 ve 19/1/2006 tarihlerinde yerine getirdiğini, davacının ödemeler sırasında evvelce işleyen faizlere yönelik ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, dolayısıyla 19/1/2006 tarihinde yapılan son ödeme ile sulhname kapsamında davalının sorumluluğunun sona erdiğini, tarafların karşılıklı olarak birbirlerini ibra etmeleri nedeniyle davacının, faizle karşılanamayan zararlarını, munzam zarar olarak talep etmesinin sulhnameye aykırı olduğunu, ayrıca davacı vekili 16/2/2012 tarihli celsede, davacı hakkında yürütülen 130 adet icra takip dosyasındaki borcun davalının geç ödemesinden kaynaklandığını iddia etmişse de bu iddianın dikkate alınmasının sulhnameye göre mümkün olmadığını belirterek davayı reddetmiştir.
15. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 26/12/2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
16. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
17. Ret kararı 22/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 10/5/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, Mahkemenin ret kararına ilişkin gerekçesinin, dosyada ileri sürülen deliller ve maddi olguları açıklamadığını, Yargıtayın formül onama ve ret kararı verdiğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmişir.
20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında, gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında yer aldığı belirtilmiştir.Dolayısıyla gerekçeli karar hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
21. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
22. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
23. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
24. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
25. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
26. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
27. Somut olayda taraflarca dosyaya sunulan ve toplanan deliller değerlendirilmek suretiyle davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve savunmaların gerekçeli kararda tartışılarak (bkz. § 14) davanın reddine karar verildiği, Yargıtay tarafından da Mahkemenin gerekçesine atıfta bulunularak hükmün onandığı ve karar düzeltme talebinin reddedildiği anlaşılmıştır. Bu açıdan gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia
29. Başvurucu, davalı idarenin karara esas alınan sulhnamenin geçerliliği konusunda çelişkiye düştüğünü, ödeme biçimi ve takvimini içermeyen belgenin sulhname olarak kabul edilmesinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını, idarece yapılan ödemelerin temlik ve icra alacaklarına ödendiğini, bu nedenle faiz alacağı açısından ihtirazi kayıt ileri sürmesinin mümkün olmadığını, alacağın tamamen ödenmemesi hâlinde faiz alacağının düşmeyeceğine ilişkin Yargıtay kararları olduğunu, yargılamanın usul, kanun ve hakkaniyete aykırı olarak yürütüldüğünü, kararın keyfî olduğunu belirterek Anayasa'nın 10. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasının koşulları açısından mahkemece yapılan değerlendirmelerin sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmış, bu nedenle iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Başvurucunun ihlal iddiaları, yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, ilgili Kanun hükümlerini somut olay çerçevesinde değerlendirmek (bkz. § 14) suretiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemeleri tarafından hukuk kurallarının ve delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
C. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, yargılama sırasında hâkimin esasa dair karar vermeden önce tereddüt ettiği bir hususta birilerinden haber beklediğini, haber geldiğinde dava hakkında kanaatinin kesinleştiğini ifade ettiğini belirterek tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur (AYM, E.2002/170, K.2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E.2005/55, K.2006/4, K.T. 5/1/2006; E.1992/39, K.1993/19, K.T. 29/4/1993).
36. Genel olarak tarafsızlık davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaatin söz konusu olmamasını ve davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 61).
37. Somut dava açısından başvurucu yargılamayı yürüten hâkimin, tereddüt ettiği bir hususta birilerinden haber beklediğini, haber geldiğinde dava hakkında kanaatinin kesinleştiğini ifade ettiğini ileri sürmüş ise de bu davranışın, tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenime yol açacak nitelikte ve bu suretle hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak nitelikte bir olgu olduğunun objektif ölçülerle kanıtlanamadığı anlaşılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
42. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
43. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde 25/8/2009 tarihinde açılan davada 13/3/2012 tarihinde davanın reddine karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 26/12/2013 tarihli kararıyla hükmün onandığı, karar düzeltme talebinin aynı Dairenin 5/6/2014 tarihli kararıyla reddedildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle karmaşık niteliği bulunmayan ve başvurucunun yargılamanın uzamasında önemli bir etkisinin de tespit edilmediği başvuru konusu davada yaklaşık 4 yıl 9 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
46. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
47. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak herhangi bir tazminat talebinde bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu lehine manevi tazminata karar verilmesi mümkün değildir.
49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Talep olmadığından başvurucu lehine manevi tazminata KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2009/307, K.2012/88 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.