TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL BAYSEFEROĞULLARI BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2014/13046)
|
|
Karar Tarihi: 10/5/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal
BAYSEFEROĞULLARI
|
Vekili
|
:
|
Av. Nedim
ERKUŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında;
usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının;
esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının;
duruşma hâkiminin yargılama sırasındakitavırları
nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile 20/8/1990 tarihinde
imzalanan anlaşma çerçevesinde yürütülen proje kapsamında yapımı
kararlaştırılan Polatlı 150 yataklı Devlet Hastanesi inşaatı işi, Sağlık
Bakanlığı tarafından 10/12/1993 tarihinde başvurucuya ait Cemal Bayseferoğulları İnş. Taah. Dış
Ticaret Şirketine ihale edilmiş, taraflar arasında Ankara 30. Noterliğinde
10/1/1994 tarihinde sözleşme düzenlenmiştir.
9. İnşaat yapım işi 9/5/1994 tarihinde yer teslimi yapılmak
suretiyle başlamış, 15/3/1999 tarihinde tamamlanarak 20/11/2000 tarihinde kesin
kabul yapılmıştır.
10. Sözleşme kapsamında hakediş
ödemelerinde yaşanan aksaklık nedeniyle taraflar arasında 5/3/2004 tarihli
"İhtilafın Sulh Yoluyla Halline İlişkin Müzakere ve Ön Anlaşma
Tutanağı" (sulhname)başlıklı sözleşme
düzenlenmiş, başvurucuya 9.700.000 TL ödenmesine, tarafların karşılıklı olarak
sözleşme kapsamında ulusal ve uluslararası merciler nezdinde her türlü talep,
takip ve dava hakkından feragat etmiş sayılmalarına karar verilmiştir.
11. Sulhname ile ilgili olarak Danıştaydan görüş istenmiş; Danıştay Birinci Dairesinin
9/6/2004 tarihli kararında, Sağlık Bakanlığına gönderilen onaylı kesin hakediş raporunda yer alan tutarın yükleniciye ödenip
ödenmeyeceği hususunda taraflar arasında bir anlaşmazlık bulunmadığı,
idarelerin kanunla kendilerine tevdi edilmiş görevlerini yerine getirmek üzere
yetki ve sorumlulukları altında yapacakları icrai
işlemler hakkında görüş bildirilmesi hususunu kapsamayan istemin incelenmesinin
mümkün olmadığı belirtilmiştir.
12. Başvurucunun alacağının 1.500.000 TL'lik kısmı 20/4/2005 ve
1/8/2005 tarihlerinde ayrı ayrı, 8.446.000 TL'lik kısmı ise 19/1/2006 tarihinde
ödenmiştir.
13. Başvurucu 25/8/2009 tarihinde Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) açtığı davada, kesin hakediş parasının geç
ödenmesi nedeniyle zarara uğradığını, biriken borçlarını tasfiye edemediğini,
borçlar nedeniyle acz içinde olduğunu, aynı iş
nedeniyle Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/202 sayılı dosyasında
zararın tespit edildiğini ancak davada taleple bağlı kalınarak hüküm tesis
edildiğini, 14. Asliye Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda sulhnamenin geçersiz kabul edilmesi hâlinde tespit edilmiş
olan alacak miktarına göre 14.046.209,56 TL alacağının tahsiline karar
verilmesini talep etmiş, 14/6/2011 tarihli ıslah dilekçesinde sulhnameyle belirlenen ödemenin yaklaşık 20 ayda yapılmış
olması ve maruz kaldığı hacizler nedeniyle munzam zarara uğradığını belirterek
dava dilekçesinde talep edilen alacağın munzam zarar olarak davalıdan tahsiline
karar verilmesini talep etmiştir.
14. Mahkeme 13/3/2012 tarihli kararında, hakedişlerle
ilgili olarak 7/5/2004 tarihinde düzenlenen sulhname
ile davacının davalıya 9.700.000 TL + KDV ödeyeceği belirtilerek tarafların
birbirlerini karşılıklı olarak ibra ettiklerini, davalının sulhname
kapsamında üstlendiği edimini 20/4/2005, 1/8/2005 ve 19/1/2006 tarihlerinde
yerine getirdiğini, davacının ödemeler sırasında evvelce işleyen faizlere
yönelik ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, dolayısıyla
19/1/2006 tarihinde yapılan son ödeme ile sulhname
kapsamında davalının sorumluluğunun sona erdiğini, tarafların karşılıklı olarak
birbirlerini ibra etmeleri nedeniyle davacının, faizle karşılanamayan
zararlarını, munzam zarar olarak talep etmesinin sulhnameye
aykırı olduğunu, ayrıca davacı vekili 16/2/2012 tarihli celsede, davacı
hakkında yürütülen 130 adet icra takip dosyasındaki borcun davalının geç
ödemesinden kaynaklandığını iddia etmişse de bu iddianın dikkate alınmasının sulhnameye göre mümkün olmadığını belirterek davayı
reddetmiştir.
15. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay 15. Hukuk
Dairesinin 26/12/2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
16. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/6/2014 tarihli kararı
ile reddedilmiştir.
17. Ret kararı 22/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 10/5/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
19. Başvurucu, Mahkemenin ret kararına ilişkin gerekçesinin,
dosyada ileri sürülen deliller ve maddi olguları açıklamadığını, Yargıtayın formül onama ve ret kararı verdiğini belirterek
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmişir.
20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı
hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok
kararında, gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında yer aldığı belirtilmiştir.Dolayısıyla
gerekçeli karar hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
21. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere
kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü
ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
22. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını
sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri
sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini
bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı
kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir
(Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
23. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No:
2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu
gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
24. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
25. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
26. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
27. Somut olayda taraflarca dosyaya sunulan ve toplanan deliller
değerlendirilmek suretiyle davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve
savunmaların gerekçeli kararda tartışılarak (bkz. § 14) davanın reddine karar
verildiği, Yargıtay tarafından da Mahkemenin gerekçesine atıfta bulunularak
hükmün onandığı ve karar düzeltme talebinin reddedildiği anlaşılmıştır. Bu
açıdan gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
29. Başvurucu, davalı idarenin karara esas alınan sulhnamenin geçerliliği konusunda çelişkiye düştüğünü,
ödeme biçimi ve takvimini içermeyen belgenin sulhname
olarak kabul edilmesinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını, idarece yapılan
ödemelerin temlik ve icra alacaklarına ödendiğini, bu nedenle faiz alacağı
açısından ihtirazi kayıt ileri sürmesinin mümkün
olmadığını, alacağın tamamen ödenmemesi hâlinde faiz alacağının düşmeyeceğine
ilişkin Yargıtay kararları olduğunu, yargılamanın usul, kanun ve hakkaniyete
aykırı olarak yürütüldüğünü, kararın keyfî olduğunu belirterek Anayasa'nın 10.
ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa'nın 10. maddesinde güvence
altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının, eser sözleşmesinden
kaynaklanan alacak davasının koşulları açısından mahkemece yapılan
değerlendirmelerin sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmış, bu nedenle iddiaların
adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Başvurucunun ihlal iddiaları, yukarıda belirtilen içtihat
kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu
ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, ilgili Kanun hükümlerini
somut olay çerçevesinde değerlendirmek (bkz. § 14) suretiyle davanın reddine
karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün derece mahkemeleri tarafından hukuk kurallarının ve
delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
C. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, yargılama sırasında hâkimin esasa dair karar
vermeden önce tereddüt ettiği bir hususta birilerinden haber beklediğini, haber
geldiğinde dava hakkında kanaatinin kesinleştiğini ifade ettiğini belirterek
tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinde
açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir
mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36.
maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber,
Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca bu hak da adil yargılanma hakkının zımni
bir unsurudur (AYM, E.2002/170, K.2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca mahkemelerin
tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara
alındığında Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve140.
maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde
gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (AYM,
E.2005/55, K.2006/4, K.T. 5/1/2006; E.1992/39, K.1993/19, K.T. 29/4/1993).
36. Genel olarak tarafsızlık davanın çözümünü etkileyecek bir
önyargı, tarafgirlik ve menfaatin söz konusu olmamasını ve davanın tarafları
karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip
olunmamasını ifade eder (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 61).
37. Somut dava açısından başvurucu yargılamayı yürüten hâkimin,
tereddüt ettiği bir hususta birilerinden haber beklediğini, haber geldiğinde
dava hakkında kanaatinin kesinleştiğini ifade ettiğini ileri sürmüş ise de bu
davranışın, tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde
menfi etkide bulunacak bir izlenime yol açacak nitelikte ve bu suretle hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak nitelikte bir olgu olduğunun
objektif ölçülerle kanıtlanamadığı anlaşılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
42. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
43. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda Ankara 22. Asliye Hukuk
Mahkemesinde 25/8/2009 tarihinde açılan davada 13/3/2012 tarihinde davanın
reddine karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin
26/12/2013 tarihli kararıyla hükmün onandığı, karar düzeltme talebinin aynı
Dairenin 5/6/2014 tarihli kararıyla reddedildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle
karmaşık niteliği bulunmayan ve başvurucunun yargılamanın uzamasında önemli bir
etkisinin de tespit edilmediği başvuru konusu davada yaklaşık 4 yıl 9 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
46. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini
talep etmiştir.
47. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
48. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla ilgili olarak herhangi bir tazminat talebinde bulunmadığı
anlaşıldığından başvurucu lehine manevi tazminata karar verilmesi mümkün
değildir.
49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Talep olmadığından başvurucu lehine manevi tazminata KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesine
(E.2009/307, K.2012/88 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/5/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.