TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDUL CEMAL KIRÇUVALOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13205)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 20/6/2015-29392
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Abdul Cemal KIRÇUVALOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Şeref AKÇAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak
suçundan yargılandığı ceza davasında, yeğeni ve oğullarıyla yaptığı telefon
görüşme kayıtlarına dayanılması, delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet
edilememesi ve gerekçesiz şekilde mahkûmiyet
hükmünün onanması nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 25/7/2014 tarihinde Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/1/2015 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III.
OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
5. Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başlatılan soruşturma
kapsamında başvurucu, iki oğlu ve yeğeni A. D. Ç. hakkında dinleme kararları
alınmıştır.
6. Başvurucu hakkında, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu
işlediği gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/1/2012
tarihli ve E.2012/54 sayılı iddianame ile İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesine
kamu davası açılmıştır.
7. Anılan iddianamede, başvurucunun müsnet
suçu işlediğine dair gösterilen deliller arasında, başvurucunun aynı davanın
sanıkları olan oğulları M. K., M. K. ve yeğeni A. D. Ç. ile yaptığı telefon
görüşmeleri de bulunmaktadır.
8. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi, 29/11/2012 tarihli ve
E.2012/13, K.2012/115 sayılı kararıyla başvurucunun müsnet
suçtan mahkumiyetine karar vermiştir.
9. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında, bahsi
geçen ve yakın akrabalar arasında yapılan konuşma kayıtlarını da hükme esas
almıştır. Hükme esas alınan delillerle ilgili olarak gerekçeli kararın ilgili
kısmı şöyledir:
“…. teknik ve fiziki takip tutanakları, adli
muayene raporları, soruşturma aşamasında hakimlikçe verilmiş iletişimin tespiti
kararları, arama ve el koyma kararları, üst arama yakalama ve gözaltına alma
tutanakları, uyuşturucu test sonuçları, değerlendirme raporları ve buna ilişkin
test kiti neticesi tutanağı, olay yeri inceleme raporu, kimlik ve pasaport el
koyma tutanağı, oto arama tutanağı, yakalama, ev arama ve el koyma tutanakları,
yakalama ve muhafaza altına alma tutanakları, olay tutanağı, araç fotoğrafları,
örgüt şeması, savcılık sorgu tutanakları, sorgu zaptı, tutuklama müzekkereleri,
kan numunesi inceleme kararları, Adli Tıp Kurumu raporu, ekspertiz raporu,
sanıklara ait nüfus ve sabıka kayıtları ile dosyada mevcut tüm belge ve
tutanaklar okunmuştur.
…
… sanık Abdul Cemal KIRÇUVALOĞLU’nun
[Başvurucu], sanık M.’nin Türkiye'ye
gelişi ve yurt dışından araç temini gibi konularda işin planlayıcısı olduğu,
sanık M. K’nın sanık A. D. ile görüşmeden önce babası
olan Abdul Cemal ile görüşerek bilgi verdiği, A. D.’ye
ne diyeyim diye sorduğu, sanıklar A. D’nin ve Abdul Cemal’in gelişmeleri yüz
yüze görüşmek için bir araya geldikleri, sanık A. D’nin "vallahi ben
geliyorum oraya baban orada mı, ne yapmış görüşmüş mü Vahap ile"
şeklindeki birden çok telefon görüşmeleriyle ve dosyada mevcut fiziki takip
tutanaklarıyla bu durumun tespit edildiği….”
10. Başvurucu, kararda tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptığı
telefon görüşmelerinin aleyhinde delil olarak kullanılmasının hukuka aykırı
olduğu ve Mahkemenin hukuk kurallarının uygulanmasında hataya düştüğü
gerekçeleriyle hükmü temyiz etmiştir.
11. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 26/6/2014 tarihli ve E.2014/2285,
2014/4959 sayılı ilamıyla anılan hükmü onamıştır. Onama gerekçesi şöyledir:
“Sanıklar …, Abdul Cemal KIRÇUVALOĞLU [Başvurucu] ve M. K. hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma”
suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesi:
Suç konusu 14367,661 gram eroinin miktarına
bağlı olarak önemi ve değerine göre, TCK'nın 61. maddesindeki ölçütler ile 3.
maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince temel hapis cezalarının üst sınır
veya üst sınıra yakın olarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, karşı
temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun
olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî
kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere
dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı,
eyleme uyan suç tipi ile eleştiri dışında yaptırımların doğru biçimde
belirlendiği anlaşıldığından; …hükümlerin ONANMASINA,…”
12. Onama kararı, 26/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tefhim
edilmiştir.
13. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19/2/2013 tarihli ve
E.2011/5.MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir:
“…Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç
işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları
görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt
bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı
kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu
altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında
doğmaktadır.
…. CMK'nun 135/2.
maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri
kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına
sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise
artık bu noktada CMK'nun 135/2. maddesi kapsamına
giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin,
tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği
kabul edilmektedir.
…
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele
alındığında;
Sanık A. K. ile yeğeni olan sanık M. K. ve
kardeşi olan sanık H. K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve
kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça
katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında
da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş
olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte
işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki
bunun kabulü de mümkün değildir…”
15. 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tanıklıktan çekinme" kenar
başlıklı 45. maddesi şöyledir:
"(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan
çekinebilir:
…
c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya
kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil
kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.
…”
16. Aynı Kanun’un 135. maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı
Kanun’un 12. maddesi ile değişiklik öncesi (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Şüpheli veya sanığın tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma
gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl
yok edilir."
17. Aynı Kanun’un 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya
getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller
hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde
elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
IV.
İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 15/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 25/7/2014 tarihli ve 2014/13205 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, yargılandığı ceza davasında,
tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yapılan görüşmelerin kayda alınması hukuken
mümkün olmamasına rağmen oğulları ve yeğeniyle yaptığı görüşme kayıtlarının
Mahkeme kararında delil olarak değerlendirildiğini, buna ilişkin itirazları hakkında ise İlk
Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından bir gerekçe gösterilmediğini, gerekçeli
kararda hangi tarihte ne tür bir konuşma yaptığının ve bunun nasıl suç delili
olarak kabul edildiğinin belirtilmediğini, ayrıca söz konusu görüşme
kayıtlarının suç unsuru taşımadığını, aksi kabul edilse dahi suçun yardım
niteliğinde olduğu ve teşebbüs aşamasında kaldığı hususlarının göz ardı
edildiğini belirterek, Anayasa'nın 19. ve 36. maddelerinde ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Başvurucu Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun haksız tutuklama hususuna sadece adil yargılanma
hakkının nasıl ihlal edildiğine dair açıklamalarında değindiği, başvurucunun
iddialarının özünün, yargılamanın adil olmadığı, onama kararının gerekçesiz
olduğu ve hukuka aykırı delillere dayanılarak hüküm tesis edildiği hususu ile
ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları aşağıda
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Yargılamada
Hukuka Aykırı Deliller Kullanıldığı ve Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı
İddiası
21. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
24. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur
Gür, B.No: 2012/828,
21/11/2013, § 21).
25. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın
değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı
verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci
Karakoç,
B.No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
26. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli
olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp,
Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya
ve Diğerleri, B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 27).
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bariz bir şekilde keyfi
olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına veya
aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi
olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi
de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki (Sözleşme) bir hakkın ihlali söz konusu
ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B.No:
54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya,
delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı
verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02,
10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
28. Başvurucu, yargılandığı ceza davasında, telefon görüşme
kayıtlarının suç unsuru taşımadığını, aksi kabul edilse dahi suçun yardım
niteliğinde olduğunu ve teşebbüs aşamasında kaldığını iddia etmiştir.
Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri
değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın
sonucuna ilişkindir.
29. Mahkeme; sanığın kovuşturma evresindeki savunmasına, teknik ve
fiziki takip tutanaklarına, adli muayene raporlarına, üst arama yakalama ve gözaltına
alma tutanaklarına, uyuşturucu test sonuçlarına, değerlendirme raporlarına,
olay yeri inceleme raporuna, arama tutanaklarına, kollukça tanzim edilmiş diğer
tutanaklara, Adli Tıp Kurumu raporuna ve diğer delillere dayanarak söz konusu
kararı vermiştir (§ 9). Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya
sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak
suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır
30. Diğer yandan başvurucu, tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle yapılan görüşmelerin kayda alınması hukuken mümkün
olmamasına rağmen oğulları ve yeğeniyle yaptığı görüşme kayıtlarının Mahkeme
kararında delil olarak değerlendirilmesini de şikâyet etmiştir. Başvurucunun, hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği telefon
konuşmalarının, dosyada sanık konumunda bulunan yakın akrabalar (başvurucu,
yeğeni ve iki oğlu) arasında gerçekleşmesi ve mahkeme kararıyla kayda alınması;
dinlenmesine karar verilen her akrabanın da dinleme yapılan suçtan mahkûm
olması karşısında, başvurucunun bu iddiasının dayanaksız olduğu görülmektedir.
31. Somut olayda başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın
sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara
etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi derece mahkemesi
kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
32. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir
b.
Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
33. Başvurucu, yeğeni ve
oğullarıyla yaptığı görüşme kayıtlarının delil olarak değerlendirilmesine
ilişkin itirazları hakkında İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtay tarafından bir gerekçe gösterilmeden yanıtsız
bırakılmasını; gerekçeli kararda hangi tarihte ne tür bir konuşma yaptığının ve
bunun nasıl suç delili olarak kabul edildiğinin belirtilmemesini ve hükmün
gerekçesiz olarak onanmasını şikâyet etmiştir.
34. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
35. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin
her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
36. 6216 sayılı Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
37. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri,
dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir
yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu
gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve
makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının
ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
38. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden,
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
39. Derece mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara
cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil eden gerekçelerin
nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer taraftan kanun yolu
mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde
alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş
olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek
bulunmamaktadır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25).
Nitekim AİHM içtihatları da bu yöndedir (Van
de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90,
19/4/1994, § 61).
40. Diğer yandan, derece mahkemelerinin kendisine sunulan tüm
iddialara yanıt vermek zorunluluğu bulunmamakta ise de, ileri sürülen
iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde,
mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Hiro Balani/İspanya,
B. No. 18064/91, 9/12/1994).
41. Başvuru konusu olayda, İlk Derece Mahkemesi
kararının gerekçesi somut olayla bağlantı kurularak açıklanmış, temyiz mercii
tarafından da İlk Derece Mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak, temyiz
talepleri gerekçeleri ile reddedilmiştir (§ 11). Mahkeme; sanığın kovuşturma evresindeki savunmasına, teknik ve
fiziki takip tutanaklarına, adli muayene raporlarına, üst arama yakalama ve
gözaltına alma tutanaklarına, uyuşturucu test sonuçlarına, değerlendirme
raporlarına, olay yeri inceleme raporuna, arama tutanaklarına, kollukça tanzim
edilmiş diğer tutanaklara, Adli Tıp Kurumu raporuna ve diğer delillere
dayanarak söz konusu kararı vermiştir (§ 9). Dolayısıyla
derece mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi
olduğu söylenemez.
42. Diğer yandan başvurucu, yeğeni ve
oğullarıyla yaptığı görüşme kayıtlarının delil olarak hükme esas alındığını,
bunların hukuka aykırı olması nedeniyle hükme esas alınmayacağına ilişkin
itirazlarda bulunduğunu, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından bu hususta
bir gerekçe gösterilmediğini şikâyet etmiştir. Başvuru formu ve ekli
belgelerden, başvurucu veya vekilinin İlk Derece Mahkemesinde bu yönde
itirazlarda bulunmadığı görülmektedir. Temyiz dilekçesinde bunlara ilişkin
itirazlar dile getirilmiş ise de, Yargıtay tarafından başvurucuya bu hususta
açık bir yanıt verilmediği anlaşılmaktadır. Bu şekilde elde edilen delillerin
hukuka uygun olduklarının içtihatlarda belirlenmiş (§ 13) bulunmaları nedeniyle
Mahkemenin bu konuda belirli ve açık bir yanıt vermemesi (zımnen ret kararı
vermesi) gerekçeli karar hakkının ihlali olarak değerlendirilemez.
43. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddialar çerçevesinde bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle,
A. Başvurunun,
1. Yargılamada hukuka aykırı
deliller kullanıldığı ve yargılamanın sonucunun adil olmadığına yönelik
kısmının, kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu gerekçesiyle “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğine yönelik kısmının, bir ihlalin olmadığının açık olduğu
gerekçesiyle “açıkça dayanaktan yoksun
olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
15/4/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.