TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİNE DEMİR ÖZDEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13769)
|
|
Karar Tarihi: 22/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Emine DEMİR
ÖZDEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ömer
ÖNEREN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işleme karşı
açılan davada idare mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmaması, Danıştay tetkik
hâkimi ile Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi, onama kararının
gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 25/4/2007 tarihinde Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır.
İki yıllık süre sonunda başvurucunun görev süresi uzatılmayarak 14/4/2009
tarihli işlem ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu, görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin
iptali istemiyle 14/5/2009 tarihinde dava açmıştır.
10. Ankara 11. İdare Mahkemesi 16/12/2009 tarihli kararıyla
davayı reddetmiş, karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 28/12/2010 tarihli
kararıyla eksik incelemeye dayandığı gerekçesiyle bozulmuştur.
11. Danıştayın bozma kararına uyan
Mahkeme gerekli incelemeyi yaptıktan sonra 18/5/2011 tarihli kararıyla"...öğretim görevlileri, öğretim üyesi
bulunmayan dersler için veya özel bilgi ve uzmanlık isteyen konuların
eğitim-öğretim ve uygulamaları için atanmakta olduğundan, dosyada yer alan
bilgi ve belgelerden de, davacının görev yaptığı Zooloji alanında, öğretim
görevlisi ihtiyacına binaen öğretim üyesi bulunmayan dersin bulunmaması, özel
bilgi ve uzmanlık isteyen eğitim-öğretim ve uygulamalara girmemesi ve mevcut
ders yükleri itibariyle davacının hizmetine ihtiyaç bulunmadığından, davacının
görev süresinin uzatılmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık
görülmemiştir." gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci
Dairesinin 20/3/2013 tarihli ilamıyla kararın dayandığı gerekçenin usul ve
yasaya uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle
onanmıştır.
13. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 2/7/2014 tarihli
ilamıyla karar düzeltme nedenlerinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Bu karar, başvurucuya 13/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 25/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun
31. maddesi şöyledir:
“Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı
birimlerinde bu Kanun uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya
herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim - öğretim
ve uygulamaları için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile
tanınmış kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler.
Öğretim görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak
fakültelerde dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının
önerileri üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı
ve öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın
ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim üyesi
kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile atanabilirler; bu süre
sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim üyesi bulunmadığı ve
görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı usulle yeniden atanabilirler.
Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunların yeniden
atanmaları mümkündür. Bu takdirde ilk atama usulü uygulanır. Konservatuvarlar
ile meslek yüksekokullarına gerektiğinde sürekli olarak öğretim görevlisi
atanabilir.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 22/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Bağımsız ve Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
17. Başvurucu; Mahkemenin salt idarenin iddialarını dikkate
aldığını, bu nedenle bağımsız ve tarafsız olmadığını ileri sürmektedir.
18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3), 48.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda kamu
gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre
özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal
edildiği, buna ilişkin gerekçe ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
§§ 19, 20).
19. Somut olayda başvurucu; Ankara 11. İdare Mahkemesinin kamu
idaresini koruduğunu ve tarafsız olmadığını ileri sürmekteyse de Mahkemenin
bağımsız ve tarafsızlığını ihlal eden hususlara ilişkin somut açıklamada
bulunmamış, herhangi bir belge veya bilgi sunmamıştır. Bu itibarla başvurucu;
ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma, temel hak ve özgürlüğünün ihlal
edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüğünü yerine
getirmemiştir. Dolayısıyla başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların
temellendirilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
20. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Silahların Eşitliği ve
Çelişmeli Yargılama İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucu, Danıştay savcısının ve tetkik hâkiminin görüşünün
bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
23. Başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddialarının niteliği
nazara alınarak başvurunun kabul edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve
kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasında herkesin
bireysel başvuru hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık yukarıda
yer verilen Kanun maddesinde (bkz. § 21) anayasal ve kişisel önemi düşük olan
veya bulunmayan başvuruların esastan incelenmeksizin reddedilebileceği hüküm
altına alınmıştır. Anılan düzenlemenin kaynağı, hâkimin küçük/önemsiz işlerle
uğraşmaması gerektiğini ifade eden kadim "De
minimis non curat praetor"
ilkesidir. Bu ilkenin temelinde yatan düşüncelerden biri mahkemelerin asıl
işlevlerine odaklanmalarını sağlamak ve buna engel teşkil edecek olan önem
derecesi düşük davaların ve başvuruların iş yükü oluşturmasını önlemektir (İbrahim Kızılkaya, B. No: 2014/2517,
5/4/2017, § 23).
25. Anılan hükümle anayasal ve kişisel önemden yoksun
başvuruların esastan incelenmemesine imkân tanıyan ek bir kabul edilebilirlik
kriteri getirilmiştir. Dolayısıyla diğer tüm kabul edilebilirlik kriterlerini
taşısa hatta esas hakkında incelemeye geçildiğinde ihlal kararı verilebilecek
nitelikte olsa bile Kanun’da belirtilen nitelikteki bir başvuru kabul edilemez
bulunabilecektir. Kanun’da anayasal ve kişisel önemden yoksun başvuruların
kabul edilemez bulunabilmesi için iki koşul öngörülmüştür: “Anayasal önem”
olarak adlandırılabilecek olan birinci koşul "başvurunun Anayasa’nın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımaması”, “kişisel önem” olarak
adlandırılabilecek olan ikinci koşul ise “başvurucunun önemli bir zarara uğramaması”dır (İbrahim
Kızılkaya,§ 24).
26. Anayasal önem koşulunun uygulanmasıyla ilgili olarak kanun
koyucu “Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma”, “Anayasa’nın
yorumlanması açısından önem taşıma” ve “temel hakların kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıma” şeklinde üç unsur belirlemiş
olmakla birlikte temel hak ve özgürlüklerle ilgili Anayasa hükümlerinin
yorumlanması -işin doğası gereği- temel hak ve özgürlüklerin kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesini de içermektedir. Bu nedenle anayasal önemin temel
hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin “yorumlanması” ve “uygulanması”
açısından önem taşıma şeklinde ifade edilebilecek iki unsurunun bulunduğunu
kabul etmek gerekir (İbrahim Kızılkaya, §
25).
27. İşin doğası ve kanun metni dikkate alındığında bir
başvurunun anayasal öneminin bulunduğu sonucuna varılabilmesi için bu iki
unsurdan biri açısından önem taşımasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa hükümlerinin yorumlanması açısından önem taşıma unsurunun başta Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla daha önce yorumlamadığı meseleleri
kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte mahkeme, bir meseleyle
ilgili olarak daha önce Anayasa’nın ilgili hükümlerini yorumlamış olsa bile
değişen durumları dikkate alarak yeniden yorumlama ihtiyacı duyabilir. Bu
durumda da o meseleye ilişkin başvurunun anayasal öneminin bulunduğunu kabul
etmek gerekir(İbrahim Kızılkaya, §
26).
28. Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma unsuru ise
özellikle mahkemenin Anayasa hükümleriyle ilgili yorumu ile kamu makamları ve
derece mahkemelerinin uygulamaları arasındaki farklılıkta kendisini gösterir.
Ancak her uygulama farklılığı, başvurunun Anayasa’nın uygulanması açısından
“önemli” olduğu anlamına gelmez. Anayasa hükümlerinin uygulanması açısından
başvurunun önem taşıdığının söylenebilmesi için kamu makamları ve derece mahkemelerinin
belli bir meseleye ilişkin uygulamalarının Anayasa Mahkemesi yorumlarından
farklı olması ve bu farklılığın da önemli olması gerekir (İbrahim Kızılkaya, § 27).
29. Kişisel önemin bulunmaması koşulu, başvurucunun önemli bir
zarara uğramamış olmasını ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun
kişisel durumu üzerindeki olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir. Somut olayda
ortaya çıkan kişisel zararın önemli olup olmadığını başvurucunun subjektif algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde
bulunduğu koşullar da dâhil olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları
dikkate alınarak ve objektif verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi
tarafından değerlendirilir (İbrahim
Kızılkaya,§ 28).
30. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen iddialara ilişkin birçok
başvuruda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin kapsam ve
içeriğini belirlemiştir. Her ne kadar başvurucunun şikâyetine konu uygulamanın
Anayasa Mahkemesinin içtihatlarında benimsediği (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957,
30/12/2014; Zekayi Çelebi, B. No:
2014/5633, 18/5/2016; Laleş Çeliker,
B. No: 2013/8413, 21/9/2016)
yorumlardan farklı olduğu ileri sürülebilirse de bu farklılığın genel bir
soruna işaret etmediği anlaşılmaktadır.
31. Buna göre Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir
içtihadının bulunduğu silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin
ihlal edildiğine ilişkin başvurunun genel bir soruna işaret etmediği gibi
Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı
sonucuna varılmıştır.
32. Diğer taraftan ihlal iddiasına konu tetkik hâkimi ve savcı
görüşleri başvurucu tarafından ileri sürülen temyiz ve karar düzeltme
nedenlerinin yerinde olmadığına ve istemlerin reddedilmesi gerektiğine
ilişkindir. Bu görüşlerde başvurucunun yorumlarını gerektirecek daha önce
tartışılmayan konulara ilişkin yeni herhangi bir argüman ileri sürülmemektedir.
Görüşün esaslı değerlendirmeler ya da başvurucunun bilgisi dâhilinde olmayan ek
açıklamalar içermediği görülmektedir.
33. Tetkik hâkimi ve savcı görüşünün tebliğ edilmemesinin
kendisine ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu
hususunda başvurucunun herhangi bir açıklamasının olmadığı da gözetildiğinde
başvurunun bu kısmı açısından önemli bir zarar olduğu kanaatine
ulaşılamamıştır.
34. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının
Anayasa'nın yorumlanması ve uygulanması açısından önem taşımadığı gibi
başvurucunun da önemli bir zarara uğramadığı sonucuna varılmaktadır.
35. Açıklanan nedenlerle anayasal ve kişisel önemden yoksun
olduğu anlaşılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Gerekçeli Karar Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu, Danıştayın onama ve
karar düzeltme kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (AİHS) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar
hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868,
19/4/2017, § 75).
38. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,
§ 76).
39. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm
iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu
nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre
değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No:
2013/2995, 20/2/2014, § 51). Kanun yolu incelemesi yapan merciin, yargılamayı
yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya
atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından
yeterlidir (Yasemin Ekşi, B. No:
2013/5486, 4/12/2013, § 57).
40. Somut olayda ilk bozma kararında ayrıntılı gerekçenin
bulunduğu daha sonraki kanun yolu incelemesi sonucunda verilen kararlarda ise
değerlendirme konusu derece mahkemesinin hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu
dikkate alındığında gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık
olduğu anlaşılmaktadır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
D. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
44. Anayasa'nın 36. ve 141. maddeleri bağlamında medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması
gerektiğine dair temel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu
konuda karar verilmiştir (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013). Başvuru konusu olayda bu ilkelerden ayrılmayı
gerektiren bir husus bulumamaktadır.
45. Somut olayda 14/5/2009 tarihinde İdare Mahkemesinde açılan
dava ile başlayan yargılama sürecinin Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından
hükmün karar düzeltme isteminin reddedildiği 2/7/2014 tarihinde sona erdiği
anlaşılmıştır.
46. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu
davanın; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında iki dereceli bir yargılama sisteminde toplam 5 yıl 1 ay 18
günlük yargılama süresinin makul olduğunun söylenemeyeceği, davanın
başvurucunun işine ilişkin olduğu da gözetildiğinde başvurucunun haklarını
ihlal edecek bir gecikme olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
48. 6216 sayılı Kanun'un50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
49. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesine ve 20.000 TL manevi
tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
50. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
51. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 4.800 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın anayasal ve
kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.800 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 11. İdare Mahkemesine
(E.2011/529; K.2011/629) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
22/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.