TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYHAN KILIÇOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14426)
|
|
Karar Tarihi: 24/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Ayhan
KILIÇOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali
ÖMÜRLÜBAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik hizmetinden kaynaklanan psikiyatrik
rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre
aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1994 yılında zorunlu askerlik hizmetini Şırnak
Silopi'de bulunan askerî birlik emrinde yerine getirmekte iken terör örgütüne
karşı yürütülen bir operasyon sırasında askerlerden birinin mayına basması
neticesinde meydana gelen patlamada yaralanmıştır. Aynı olayda on üç asker de
şehit olmuştur.
9. Yapılan tedavisinin ardından yeniden birliğine katılan
başvurucu 1/10/1994 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis
edilmiştir.
10. Kendi ifadesine göre başvurucu, askerlikten sonra birtakım
psikolojik sıkıntılar yaşamakla birlikte 2011 yılı Kasım ayına kadar herhangi
bir psikiyatrik tedavi görmemiştir. Başvurucu 2011 yılı Kasım ayında alkol
koması şikâyetiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi Asker Hastanesi (GATA) Acil
Servisine kaldırılmıştır. Başvurucunun burada yapılan muayenesi sırasında
belirttiği askerlik yaptıktan sonra alkol almadan uyuyamama, intihar teşebbüsü
gibi vakıalardan hareketle rahatsızlığının askerlik döneminden
kaynaklanabileceği şüphesiyle polikliniğe başvurması önerilmiştir.
11. Başvurucu, GATA Komutanlığının 9/1/2012 tarihli muayene
sonuç raporuna istinaden aynı tarihte Askerlik Şubesine yaptığı müracaatla
GATA'ya sevkini talep etmiştir. Askerlik Şubesi Başkanlığı, Millî Savunma
Bakanlığının 11/3/2010 tarihli "Terhislerinden Sonra Asker Hastanesine
Sevk Edilen Yükümlüler" konulu emri kapsamında, rahatsızlığının askerliğin
sebep ve tesiri ile meydana gelip gelmediğinin tespiti için başvurucuyu GATA
Psikiyatri Servisine sevk etmiştir. Burada yapılan muayenesi ve akabinde bir
yılı aşkın süreyle takibinin ardından düzenlenen 1/3/2013 tarihli sağlık kurulu
raporu ile başvurucu hakkında "kronik nitelik kazanmış travma sonrası
stres bozukluğu, 16/D/1 tanısı ile askerliğe elverişli olmadığı, hastalığın
oluşmasında askerlik görevinin sebep ve tesirinin bulunduğu" yönündetespit yapılmıştır.
12. Söz konusu rapor 26/4/2013 tarihinde onaylanarak
kesinleşmiştir.
13. Akabinde Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Engelli
Sağlık Kurulunca düzenlenen 18/7/2013 tarihli sağlık raporunda "tedavi ile işlevselliği düzelmeyen,
travma sonrası stres bozukluğu" tanısı ile başvurucunun engel
oranı%70olarak belirlenmiştir.
14. Başvurucu, söz konusu raporun düzenlenmesinin ardından
24/7/2013 tarihinde idareye başvurmuş ve askerlik sebebiyle söz konusu
rahatsızlığının oluştuğunu belirterek tazminat talebinde bulunmuştur. İdare,
başvurucunun talebini zımnen reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 21/11/2013
tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır.
15. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme), oyçokluğuyla verdiği kararladavayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 12/3/2014
tarihli kararda öncelikle davanın idari eylemden doğan bir tam yargı davası
niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca, başvurucunun
maruz kaldığını ileri sürdüğü idari eylem nedeniyle en geç terhis edildiği
1/10/1994 tarihinden itibaren bir yıl içinde ve her hâlükârda eylem tarihinden
itibaren beş yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerekirken bu süreler
geçtikten sonra 24/7/2013 tarihinde idareye başvurduğu belirtilmiştir.
Dolayısıyla idareye süresinde yapılmayan başvurunun zımnen reddi üzerine
21/11/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.
16. Karşıoyda ise davanın süresinde
olup olmadığına karar verilebilmesi için öncelikle tıbbi bilirkişi incelemesi
yaptırılması veya başvurucunun GATA'ya sevk edilerek hakkında ayrıca bir rapor
düzenlettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yaptırılacak bu inceleme yolu ile
başvurucunun rahatsızlığının ne zaman oluştuğu veya oluşabileceği, bu
rahatsızlığın terhisten sonra müracaatı hâlinde tespit edilip edilemeyeceği
veya terhisten ne kadar zaman sonra bu rahatsızlığın bir hastaneye müracaatı
gerektirecek seviyeye gelebileceği, 1994 ile 2012 yılları arasındaki süreçte bu
rahatsızlığa neden olabilecek başka faktörler bulunup bulunmadığı hususlarının
ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir.
17. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 9/7/2014 tarihlikararıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar başvurucuya 5/8/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanunlar
20. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki
işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi
içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
22. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmî yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
23. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:
"[2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinde], idareye başvuru
için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı
zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
...
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar
verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin
doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B.
No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel
hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir
yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
26. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin
tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen
(çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak
hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
27. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No:
8225/78,28/5/1985, § 57).
28. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım sürelerin öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birleşik Kralık,
B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
29. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, § 51).
30. AİHM, Eşim/Türkiye (B.
No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen
başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu
incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken
25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi
uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği
kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş
dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin
olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında
mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak
amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada
AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava
açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
31. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının tartışma
konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının
beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi
yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı
zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi gerektiğine hükmetmiş
ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun
davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).
32. AİHM, Howald Moor ve diğerleri/İsviçre (B.
No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/201) başvurusunda daEşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını sürdürmüştür. Başvuruya
konu olayda başvuranlar, 1965 yılından 1978 yılına kadar çalışma ortamında amyanta
(asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat
eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır. Olayda hastalığın amyanttan
kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve başvuranların mirasçısı 25/10/2005
tarihinde işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre
Federal Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan
değil olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995
yılından sonra amyanta maruz kalmadığına, 1995'ten önceki olaylar açısından ise
taleplerin zamanaşımına uğradığına karar vermiştir.
33. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların
amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis
edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere
sistematik olarak uygulanmasının bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde
ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir.
AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu
bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin
zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek
zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz
konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar
vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§
77,78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 24/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu; psikiyatrik rahatsızlığının askerliğin sebep ve
tesiriyle meydana geldiğinin ancak 2013 yılında düzenlenen sağlık raporlarıyla
anlaşıldığını, söz konusu raporlar üzerine süresi içinde idari başvuru yaparak
dava açtığını belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin dava açma süresini terhis
tarihinden başlatarak davayı süre aşımından reddetmesi nedeniyle mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucu her ne kadar mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetlerinin özü
mahkemeye erişim hakkına ilişkin olduğundan başvuru adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
39. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
40. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden fayadalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya
koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil
yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
41. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu
görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
44. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
45. Başvurucunun idari eylemden doğan zararının tazmini
istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme
kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir.
Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
46. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması
mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu
kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama
nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma
hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak
arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm
alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın
13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9,
10/2/2016, § 10).
47. İdarenin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında
kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari işlem ve eylemlere karşı yapılacak
başvurular ve açılacak davalar kanunlarla belli sürelere bağlanmıştır (Aynı
yönde karar için bkz. Mohammed Aynosah, § 39).
Diğer yandan idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalar için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder
(AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17). Dolayısıyla bu tür durumların
önlenmesi bakımından idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre
koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
48. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek
ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını
anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini
ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
49. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik
ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak
mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş.
Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
50. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava
açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak
derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve
kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi
hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen
sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına,
gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle
orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017, § 65).
51. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye
erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır. Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının
doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun
kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava
hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
52. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun
hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı
şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte
mahkemelerin, sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum
kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini
bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden
olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki
güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge
gözetilmelidir (Yaşar Çoban, §
67).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Başvurucu, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
terhis tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden
şikâyet etmektedir.
54. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 22, 23) Danıştay içtihadında
ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini
istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi
için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında
illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
55. Askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı
uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesi üzerine mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
Anayasa Mahkemesince incelenmiştir (Kemal
İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015; Haluk
Pek, B. No: 2013/9094, 4/2/2016; Nahit
Aydın, B. No: 2013/4072, 6/1/2016; Sezai
Balta, B. No:
2013/8834, 4/2/2016; Mesut Ekinci,
B. No: 2014/956, 18/5/2016).
56. Anayasa Mahkemesinin anılan başvurularda ortaya koyduğu
içtihada göre kişinin idari eyleme ilişkin tam yargı davası açma hakkını, idari
eylem nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve uğradığı zararın hangi sebep
veya sebeplerden kaynaklandığını gerçekte değerlendirebildiğinde kullanabilmesi
gerekir.
57. Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen içtihadında,
askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylemden dolayı zarara uğranıldığı
iddiasında erken terhis durumunun varlığı hâlinde söz konusu zararın erken
terhisle öğrenilerek değerlendirilebileceği, erken terhis işleminden sonra
sağlık raporunun onaylanarak başvurucuya tebliğ edilmesinin ise ancak açılan
tazminat davasında rahatsızlığın seviyesine göre talep edilecek olan tazminat
tutarının hesaplanmasına etki edebileceği kabul edilmektedir. Erken terhis
durumunun olmadığı durumlarda ise mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip
edilmediğinin tespitinde zarardan bilgi sahibi olup olmadıklarına dair
başvurucuların ortaya koyacakları argümanlar, bu çerçevede zararın
öğrenilmesine elverişli nitelikteki sağlık raporunun varlığı ve derece
mahkemelerinin bunlara dair gerekçeleri önem arz eder.
58. Bu bağlamda bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun
psikiyatrik rahatsızlığının sağlık raporlarının düzenlenmesinden daha önce
başladığında ve hastalığa neden olduğu ileri sürülen olayların da çok zaman
önce yaşandığında tartışma bulunmamaktadır. Bununla birlikte fiziksel
rahatsızlıklarda, rahatsızlığın ilk defa bilindiği veya bilinmesi gerektiği
tarihten itibaren zararın değerlendirilebileceği kabul edilebilir ise de
psikiyatrik rahatsızlıklar açısından rahatsızlığı doğuran olayın bilindiği
tarihte uğranılan zararın değerlendirilebilmesi çoğunlukla mümkün olmayabilir.
Zira somut olayda olduğu gibi psikiyatrik hastalıklar, hastalığa sebep olduğu
ileri sürülen olaylarla aynı tarihlerde ortaya çıkmamakta, çok sonraki bir
tarihte ve anılan olaylara bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla
psikiyatrik hastalığa neden olan olayların yaşandığı anda başvurucuların
uğradıkları zararı öğrenmeleri ve değerlendirmeleri her zaman beklenemez.
59. Somut olayda başvurucu, zorunlu askerlik hizmetinin ifası
sırasında katıldığı askerî operasyonda yaralandıktan sonra yapılan fiziki
tedavisinin ardından yeniden birliğine katılmış ve askerlik hizmet süresini
tamamlayarak olağan şekilde terhis edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun terhis
tarihi itibarıyla anılan rahatsızlığının bulunduğunu ve bu rahatsızlığın
askerliğin sebep ve etkisinden kaynaklandığını mutlak suretle bildiğinden ya da
bilmesi gerektiğinden söz edilemez. Başvurucunun anılan hastalığının askerliğin
sebep ve etkisinden kaynaklandığını ortaya koyan sağlık raporunun ardından
zararını değerlendirebildiği söylenebilir. Bu itibarla terhis tarihi esas
alınarak uğradığı zararla ilgili tazminat davası açmasının beklenmesi
başvurucuya orantısız bir külfet yüklemektedir.
60. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Mahkemenin başvurucunun
uğradığı zararı öğrenmesine ve değerlendirmesine imkân tanımayan terhis
tarihini esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu
yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek
neredeyse imkânsız hâle getirdiği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan
hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Öte yandan bireysel başvuruya konu olan uyuşmazlıkta
idarenin kısmen veya tamamen tazmin sorumluluğu bulunup bulunmadığı hususu
ancak davanın esastan incelenmesi sonucu Mahkemenin belirleyeceği bir husustur.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç
yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın
esasına ilişkinbir değerlendirme içermediği açıktır.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
64. Başvurucu, ihlalin tespiti talebinde bulunmuştur.
65. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
66. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771
sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E)
bendiyle AYİM kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince-
yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin
12/3/2014 tarihli ve E.2014/414, K.2014/339 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.