TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA EKŞİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7711)
|
|
Karar Tarihi: 24/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa EKŞİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi ve sonucu itibarıyla adil
olmaması, yargı kararının icra edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Sakarya'nın Adapazarı ilçesinde bulunan maliki
olduğu taşınmaza komşu parselin konut alanından çıkarılarak ticaret alanına
dönüştürülmesini öngören 1/1000 ölçekli imar planı değişikliğine ilişkin
14/9/2004 tarihli Belediye Meclisi ve 8/11/2004 tarihli Büyükşehir Belediye
Meclisi kararlarının iptali istemiyle Sakarya 1. İdare Mahkemesinde (1. İdare
Mahkemesi) dava açmıştır.
9. 1. İdare Mahkemesi 31/5/2006 tarihli kararıyla dava konusu
işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, üst ölçekli (1/5000)plan
olan nazım imar planı olmadan alt ölçekli (1/1000) plan olan uygulama imar
planı yapılamayacağı belirtilmiştir. Somut olayda üst ölçekli imar planı
bulunmaksızın yapıldığı anlaşılan uyuşmazlık konusu 1/1000 ölçekli imar planı
değişikliğinde bu yönüyle hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir.
10. Karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/6/2008tarihlionama
kararı ile kesinleşmiştir.
11. Söz konusu karar sonrasında Sakarya Büyükşehir Belediye
Meclisinin 9/6/2008 tarihli kararıyla Adapazarı Kent Merkezi 1/5000 ölçekli
kısmi revizyon nazım imar planı kabul edilmiş, belirtilen imar planında
uyuşmazlık konusu parsel ticaret alanı olarak gösterilmiştir.
12. Başvurucu 8/9/2008 tarihinde Belediyeye hitaben yazdığı dilekçede,
taşınmazına komşu parselin konut alanından çıkarılarak ticaret alanına
dönüştürülmesine ilişkin 2004 yılında yapılan imar planı değişikliğinin 1.
İdare Mahkemesi kararı ile iptal edildiğini ve kararın kesinleştiğini
belirtmiştir. Başvurucu dilekçesinde ayrıca, yargı kararına uyulmasının zorunlu
olduğunu hatırlatarak taşınmazına komşu parselin yeniden konut alanına
dönüştürülmesini, üzerinde yapılan inşaatın yıkılmasını talep etmiştir.
13. Belediye, 1. İdare Mahkemesi kararının gerekçesi doğrultusunda
üst ölçekli plan yapıldığını ve bu planda da söz konusu parselin ticaret alanı
olarak belirlendiğini belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir.
14. Başvurucu, uyuşmazlık konusu parselin bulunduğu alanda
hazırlanan kısmi revizyon nazım imar planının kabulüne dair Belediye meclisi
kararının planda ticaret alanı olarak gösterilen taşınmaza verilen yapı ruhsatı
ve iskân ruhsatının iptali,taşınmazının
değer kaybına uğraması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini ve
yapının yıkılması istemiyle 15/12/2008 tarihinde Sakarya 2. İdare Mahkemesinde
(2. İdare Mahkemesi) dava açmıştır.
15.2. İdare Mahkemesi uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi
incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, dava konusu kısmi revizyon nazım
imar planının planlama ve şehircilik ilkelerine uygun olmadığı yönünde görüş
bildirilmiştir. 2. İdare Mahkemesi söz konusu bilirkişi raporunu hükme esas
alarak verdiği 4/11/2010 tarihli kararla dava konusu nazım imar planının
kabulüne ilişkin Belediye Meclisi kararını ve taşınmazın yapı ruhsatını iptal
etmiş; iskân ruhsatının iptali ve yapının yıkılması istemlerini incelenmeksizin
maddi ve manevi tazminat talebini ise esastan reddetmiştir. Kararın maddi ve
manevi tazminat talebinin reddine ilişkin gerekçesinde, parseldeki yapıda
sürdürülen faaliyetten ötürü meydana gelecek gürültü vb. çevresel faaliyetler
nedeniyle doğacak zararların iptal istemine konu edilen işlemlerle doğrudan bir
alakasının bulunmadığı ifade edilmiştir. Parselin ticaret alanı olarak
belirlenmesi ile bu parsele yönelik olarak yapı ruhsatı verilmesinin ise tek
başına maddi bir zararın gerçekleşmesine elverişli olmadığı, dolayısıyla ortada
başvurucunun maddi tazminat talebini haklı kılacak gerçekleşmiş bir zararın
bulunmadığı belirtilmiştir.
16. Karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 14/12/2011 tarihli
kararıyla onanmıştır.
17. Tarafların karar düzeltme istemleri de aynı Dairenin
28/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar 21/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
1. İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,(...)"
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 24/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kararın İcrası
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, uyuşmazlık konusu parselin konut alanından çıkarılarak
ticaret alanına dönüştürülmesine ilişkin olarak ilk kez 2004 yılında
gerçekleştirilen plan değişikliğinin yargı kararı ile iptal edilmiş olmasına
rağmen Belediyenin yeniden aynı şekilde plan yaptığından şikâyet etmektedir.
Kesinleşmiş yargı kararını uygulamayan Belediyenin kendisini yeniden dava açmak
zorunda bıraktığını, bu sebeple ilave mahkeme masraflarına da maruz kaldığını
ifade eden başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
2. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen
şikâyetlerinin özü, kesinleşmiş yargı kararının uygulanmamasıdır. Bu itibarla
belirtilen ihlal iddiası niteliği gereği kararın icrası hakkı kapsamında
incelenmiştir.
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile
idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının
değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138.
maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi
gerektiği açıktır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).
26. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü
ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak
iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde
etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
27. Kararın icrası hakkı; mahkemeye erişim hakkı ve karar hakkı
ile birlikte adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkeme hakkının bir
unsurunu oluşturmaktadır. (Filiz Fırat, B.No:2014/10305, 5/12/2017, § 29). Mahkeme kararlarının
uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve
yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa
yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının
uygulanması "mahkeme hakkı" kapsamında değerlendirilmektedir. Buna
göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir,
ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde,
nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde
uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının
icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde "mahkeme
hakkı" da anlamını yitirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013,
§ 28).
28. Kural olarak mahkeme kararlarının uygulanması, ilam
zamanaşımı dolmadığı sürece her zaman talep edilebilir. Bu yöndeki bir talebe
rağmen mahkeme kararı uygulanmamışsa olumsuz kamu gücü işleminden kaynaklanan
bir süregelen ihlalden söz edilebilir. Bu durumda başvurucu mahkeme kararının
uygulanması talebini müteakiben makul bir süre bekledikten sonra Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilir. Başvurucunun talebinden vazgeçtiği
ya da takipsiz bıraktığı anlaşılmadıkça bu tür başvuruların süresinde
yapıldığını kabul etmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili
olup olmadığının ve başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının da bu çerçevede
belirlenmesi gerekir (Ahmet Yıldırım,
§ 29).
29. Somut başvuruda başvurucunun uygulanmadığını belirttiği
yargı kararının 1. İdare Mahkemesinin 31/5/2006 tarihli iptal kararı olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucunun yargı kararının uygulanmadığı iddiasını ise
Belediyenin söz konusu iptal kararı sonrasında9/6/2008 tarihinde aynı içerikte
yeni bir imar planı yapması ve yeni plana karşı 2. İdare Mahkemesinde açtığı,
aynı zamanda bireysel başvuruya dayanak olan davada verilen karar 28/3/2014
tarihi itibarıyla kesinleşinceye kadar bu planın uygulanmış olması hususuna
dayandırdığı görülmektedir. Dolayısıyla her ne kadar uygulanmadığı belirtilen
yargı kararı 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası
uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı olan
23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş ise de bireysel başvurunun süregelen
ihlal iddiasına dayandığı gözönünde bulundurulduğunda
belirtilen şikâyet konusu yönünden başvurunun süresinde yapıldığı ve ayrıca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından da yetkisi içinde olduğu kabul
edilmiştir.
30. Bu kabulden sonra ise öncelikle yargı kararının
uygulanmaması suretiyle başvurucunun mahkeme hakkına bir müdahalenin bulunup
bulunmadığının tespiti gerekmektedir. Yargı kararının uygulanıp
uygulanmadığının belirlenmesi noktasında da ihlal iddialarına konu mahkeme
kararında kurulan hükmün mahiyetinin ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu
mahiyetin belirlenmesinde mahkemenin hükme ulaşırken dayanak aldığı, bir başka
ifadeyle kararın gerekçesinde yer verdiği tespit ve değerlendirmelerin önemli
bir yol gösterici olacağı açıktır.
31. Bireysel başvuruya konu olayda, uygulanmadığı ileri sürülen
1. İdare Mahkemesinin 31/5/2006 tarihli iptal kararının gerekçesinde, üst
ölçekli nazım imar planı olmadan alt ölçekli uygulama imar planı
yapılamayacağı, uyuşmazlık konusu uygulama imar planı değişikliğinde bu yönüyle
hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Bu itibarla Mahkemenin şekil unsuru
yönüyle hukuka aykırı bulduğu idari işlemi iptal ettiği anlaşılmaktadır. Buna
karşın gerekçeli kararda, dava konusu uygulama imar planının içeriğine ve
dolayısıyla davanın esasına ilişkin (uyuşmazlık konusu parselin konut alanından
ticaret alanına dönüştürülmesinin planlama ve şehircilik ilkelerine uygun
olmadığı gibi)herhangi bir tespit ve değerlendirmeye,
bu yönde bir hukuka aykırılık sebebine yer verilmediği görülmektedir.
32. Buna göre yargı kararının uygulanması bağlamında söz konusu
iptal hükmünün sadece şekil unsuru yönünden hukuka aykırılığı tespit edilen
dava konusu idari işlemin ilk tesis edildiği andan itibaren hukuki varlığının
sonlandırılmasıyla idareyi yükümlü kıldığı, buna karşın aynı içerikte yeni bir
plan yapılamayacağı yönünde bir neticeyi ve zorunluluğu ise bünyesinde
barındırmadığı sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda idarenin de 31/5/2006 tarihli
iptal kararındaki gerekçe doğrultusunda imar planının yapılma usulüyle ilgili
şekil unsurundaki hukuka aykırılığı gidererek yargı denetimine tabi
tutulabilecek yeni bir imar planı yaptığı anlaşılmaktadır. Somut olayın özel
koşullarında idarenin bu tutumunun yargı kararının etkisiz kılınması sonucunu
doğurduğundan, bir başka ifadeyle 1. İdare Mahkemesi tarafından verilen iptal
kararının uygulanmadığından söz edilemez. Dolayısıyla belirtilen şikâyetler
bağlamında başvurucunun kararın icrası hakkına yönelik bir müdahalenin olmadığı
sonucuna varılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu, kısmi revizyon nazım imar planının iptali
istemiyle 2. İdare Mahkemesinde açtığı dava sonucunda imar planı iptal
edilmekle birlikte taşınmazının değer kaybından kaynaklı zararının
karşılanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar
Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
36. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, uyuşmazlıkla ilgili yargı sürecinin 1. İdare
Mahkemesinde dava açtığı 20/5/2005 tarihinde başladığını ve 2. İdare
Mahkemesinde açtığı davada verilen kararın kesinleştiği 28/3/2014 tarihi
itibarıyla sona erdiğini belirterek davanın 9 yıl sürdüğünü ifade etmiş; makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
42. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun özü itibarıyla
aynı mahiyetteki hukuki ihtilafa ilişkin olarak 1.ve 2. İdare Mahkemelerinde
açtığı davalarıtek ve bütün bir yargısal süreç olarak
nitelendirdiği ve makul sürenin aşıldığı iddiasını da bu temele dayandırdığı
görülmektedir. Belirtilen davalar arasında uyuşmazlığın konusundan kaynaklanan
bir irtibat bulunmakla birlikte bu irtibatın söz konusu davaların teknik
anlamda birbirinden farklı iki ayrı yargısal süreç olduğu olgusunu
değiştirmeyeceği, bunun neticesinde bahse konu davaların yargılama süresi
bakımından bir bütün olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Öte yandan 1. İdare
Mahkemesi kararının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı
olan 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği de dikkate alınarak makul süre
şikâyeti sadece 2. İdare Mahkemesindeki davaya özgülenerek irdelenmiştir.
43. Bu çerçevede yukarıda yer verilen ilkeler, Anayasa
Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar ve somut başvuruya konu
yargılama sürecinin niteliği dikkate alındığında yaklaşık 5 yıl 3 ay 13 günlük
yargılama süresinin makul olmadığısonucuna varmak
gerekir.
44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
45. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine kar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
46.Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
20.000 TL manevi, 40.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
47. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
48. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığındabaşvurucuya
net 5.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
49. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Sakarya 2. İdare Mahkemesine
(E.2008/875, K.2010/945) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.