TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN UDUM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14551)
|
|
Karar Tarihi: 21/6/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin UDUM
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
SADAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; beraatle sonuçlanan bir suç
isnadı kapsamında taşınmaza el konulması ve el konulan taşınmazın makul olmayan
bir sürede, zarara yol açılarak iade edilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu Hakkında
Örgüt Üyeliğinden Açılan Ceza Davası Süreci
8. Başvurucu, İsviçre'de ikamet etmekte iken 5/7/1999 tarihinde
Türkiye'ye giriş yapmıştır. Sonrasında 26/7/1999 tarihinde İstanbul ili Kartal
ilçesine bağlı Çavuşoğlu Mahallesi'nde bulunan 2370 ada 562 parsel sayılı
taşınmazı H.A.dan tapuda satın almıştır. Bu
taşınmazın üzerinde tek katlı villa niteliğinde bir yapı bulunmaktadır.
Başvurucu daha sonra -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte-
ülkeden ayrılmıştır.
9. Hizbullah terör örgütüne yönelik olarak yürütülen bir ceza
soruşturması kapsamında 17/1/2000 tarihinde, söz konusu villada kolluk
görevlilerince dokuz erkek cesedi bulunmuştur.
10. Bu olaydan sonra başvurucu 13/1/2007 tarihinde yeniden
Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu ülkeden çıkarken 25/1/2007 tarihinde
yakalanarak terör örgütü üyesi olma suçundan gözaltına alınmış ve aynı tarihte
bu suçtan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başvurucunun Hizbullah terör örgütüne üye olma suçunu işlediği yönünde yeterli
şüphenin bulunduğu belirtilerek bu suçtan cezalandırılması istemiyle 31/1/2007
tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, başvurucunun evinde bulunan
belgelere göre örgüte öz geçmiş raporu verdiği, suç tarihi ve öncesinde örgüt
lideriyle yakından görüştüğü, operasyon yapılan hücre evinin başvurucuya ait
olduğu belirtilmiştir.
11. İddianamenin kabul edilmesiyle başlanan kamu davasında
yapılan yargılama neticesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008
tarihli ilamıyla başvurucunun terör örgütü üyeliği suçunu işlediği sonucuna
varılmıştır. Mahkeme, başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 53. ve 62. maddeleri ile 58.
maddesinin (9) numaralı fıkrası uygulanarak 6 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun
operasyon sırasında hücre evinde ele geçirildiği belirtilen fotoğrafı ve öz geçmiş
raporunu kabul ettiği ancak bunları başka bir derneğe verdiğini söylediği
belirtilmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun satın aldığı bu evi görmeyip
kiracıları tanımaması ve bu durumdan haberdar olmaması hayatın olağan akışına
uygun değildir. Mahkeme 28/1/2001 tarihinde evin bahçesinde yapılan kazıda
dokuz erkek cesedinin ele geçirildiğine ve bu tarihten önce evin boşaltılmış
olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme ayrıca, öz geçmiş raporunda başvurucuyu
örgütle tanıştıran kişinin adına yer verildiğini ve bu kişinin ise örgüt
üyeliği suçundan arandığını vurgulamıştır. Bununla birlikte gerek iddianamade gerekse de mahkûmiyet kararında hücre evi
olarak nitelendirilen söz konusu villanın müsaderesine ilişkin bir hükme yer
verilmemiştir.
12. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 29/9/2009
tarihli ilamıyla onanmıştır.
B. El Koyma ve Kara
Paranın Aklanmasına İlişkin Ceza Davası Süreci
13. Başvurucu hakkında ayrıca, söz konusu taşınmazı örgüt üyesi
olarak kanun dışı yollarla elde edilen para ile satın aldığı iddiasıyla kara
paranın aklanması suçundan ceza soruşturması başlatılmıştır.
14. Bu ceza soruşturması kapsamında Kartal 1. Sulh Ceza
Mahkemesinin 8/11/2000 tarihli ve 2000/175 Müteferrik sayılı kararı ile
başvurucu adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaza el konulmasına karar
verilmiştir. Mahkeme, bu taşınmaz üzerindeki her türlü tasarruf yetkisinin
tamamen yasaklanmasına ve el koyma tedbirinin tapuya şerh edilmesine karar
vermiştir. Ayrıca bu olay nedeniyle taşınmaz, kolluk görevlilerince mühürlenmiştir.
15. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 29/3/2001 tarihli
iddianamesi ile başvurucunun ve H.A.nın kara paranın
aklanması suçundan 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı mülga Kara paranın
Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı
maddenin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında cezalandırılması istemiyle
Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, örgüt
üyesi olan H.A.nın örgütün kanun dışı yollarla elde
ettiği parayla söz konusu taşınmazı edindiği belirtilmiştir. İddianamede
ayrıca, bu evin alındığı para ile kaynağının gizlenmesi amacıyla aynı evin 1999
yılında başvurucu tarafından satın alındığı ileri sürülmüştür.
16. Yapılan yargılama sırasında Mahkeme 28/9/2005 tarihinde, el
konulan taşınmaz üzerinde bulunan yapının başvurucuya teslimine karar
vermiştir. Kolluk görevlilerince 6/10/2005 tarihinde düzenlenen bir tutanak ile
söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapı, başvurucu adına avukatına teslim
edilmiştir. Teslim tutanağında, binanın kapılarında herhangi bir mührün
bulunmadığı, binanın ise bütün kapı ve pencerelerinin sökülmüş, harabe bir
durumda bulunduğu belirtilmiştir.
17. Başvurucu 22/1/2007 tarihli sekizinci oturuma müdafii ile birlikte katılmış ve kendisinin savunması
alınarak sorgusu yapılmıştır. Mahkemece başvurucu hakkında kara paranın
aklanması suçu ile ilgili olarak gözaltına alma ya da gıyabi bir tutuklama
kararının mevcut olmadığı bildirilmiştir.
18. Yargılama devam ederken 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı
Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un 26. maddesinin
birinci fıkrası ile 4208 sayılı mülga Kanun'un 7. maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır. Mahkeme bu kanun değişikliği nedeniyle başvurucuya isnat edilen
fiilin artık bir suç teşkil etmediği gerekçesiyle 22/12/2011 tarihinde
başvurucunun beraatine karar vermiştir. Aynı kararda,
el koyma tedbiri konulan taşınmazın tapu kaydındaki şerhin de kaldırılmasına
karar verilmiştir.
19. Mahkemece düzenlenen 13/2/2012 tarihli kesinleşme şerhinde,
başvurucunun beraatine ilişkin hükmün temyiz
edilmeksizin 24/1/2012 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Mahkeme 28/2/2012
tarihinde, başvurucuya ait el konulan taşınmazın tapu kaydına konulan tedbir
şerhinin kaldırılması hususunda Kartal 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı
yazmıştır.
20. Bununla birlikte söz konusu beraat hükmü katılan sıfatıyla
Hazine tarafından 7/5/2014 tarihinde temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde
kararın sonradan öğrenildiği belirtilmiş ve hükmün bozulması talep edilmiştir.
Mahkeme 16/5/2014 tarihinde Hazinenin temyiz talebini katılan sıfatının
bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karar da Hazine tarafından 28/5/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu müdafii
de hükmü, vekâlet ücreti verilmesi gerektiğini belirterek temyiz etmiştir.
Yargıtay 19. Ceza Dairesi 4/2/2016 tarihli ilamıyla başvurucunun temyiz
talebini süre yönünden reddetmiştir. Daire, Hazinenin temyiz talebi yönünden
ise suçtan doğrudan zarar gördüğünden bahisle Hazinenin katılan sıfatının
bulunduğunu belirterek temyiz talebinin reddine ilişkin Mahkeme kararını
kaldırmıştır. Aynı ilamda, kanunda öngörülen zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu
gerekçesiyle davanın düşürülmesine; dava konusu taşınmaz üzerine konulan
tedbirin ise kaldırılmasına karar verilmiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
21. Başvurucu, haksız yere yakalanıp gözaltına alındığı ve
taşınmazına el konulduğunu belirterek bu tedbirler nedeniyle uğradığı
zararların tazmini istemiyle Maliye Hazinesi aleyhine İstanbul 5. Ağır Ceza
Mahkemesinde 24/4/2012 tarihinde tazminat davası açmıştır.
22. Mahkeme, İsviçre'de ikamet ettiği bildirilen başvurucunun
ülkemizdeki yerleşim yeri adreslerinin Mahkemenin yetki alanı içinde kalmadığı
gerekçesiyle 10/5/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Aynı kararda,
yetkisizlik kararının kesinleşmesiyle birlikte dava dosyasının görevli ve
yetkili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderileceği belirtilmiştir. Karara
yapılan itiraz, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/6/2012 tarihli kararıyla
reddedilmiş; dava dosyası Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
23. Başvurucu, zararının tespiti için dava konusu taşınmazın
başında keşif yapılmasını talep etmiş; Mahkemenin 28/3/2013 tarihli üçüncü
oturumunda başvurucunun bu talebi reddedilmiştir.
24. Mahkeme 28/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 144.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan düzenlemeye
dayanılmıştır. Mahkeme, tazminata hak kazanmadığı hâlde sonradan yürürlüğe
giren ve lehte düzenlemeler getiren Kanun gereği, durumları tazminat istemeye
uygun hâle dönüşenlere bu kanun hükmü gereği tazminat verilemeyeceğini
belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun kara paranın aklanması suçundan
yargılanmakta iken bu suçun düzenlendiği 4208 sayılı mülga Kanun'un 7.
maddesinin yürürlükten kaldırıldığı için beraat ettiğini tespit etmiştir.
Mahkemeye göre bu sebeple başvurucunun durumu, lehe düzenlemeler getiren Kanun
hükmü gereğince sonradan tazminat istemeye uygun hâle dönüşmüştür.
25. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
26. Bu karar, başvurucu vekiline 26/8/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
27. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
28. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya
tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
...
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine,
koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler
alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan
veya zamanında geri verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler. .
...
3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.)
Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil
olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları
işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir."
29. 5271 sayılı Kanun'un 144. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir: "
Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan
kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
...
b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan
yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat
istemeye uygun hâle dönüşenler
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 21/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
31. Öncelikle her ne kadar başvurucu beraat ettiği hâlde haksız
yere yakalanarak gözaltına alındığından yakınmakta ise de başvurucunun kara
paranın aklanması suçundan değil terör örgütü üyeliği suçundan gözaltına
alındığı ve tutuklandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun bu
iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
32. Başvurucu, kara paranın aklanması suçundan yapılan ceza
soruşturması sırasında el konulan taşınmazının yargılama sırasında iade
edildiğini ve bu yargılama neticesinde beraat ettiğini ifade etmiştir.
Başvurucu ilk olarak taşınmazına haksız yere el konulduğundan yakınmaktadır.
Başvurucunun ikinci şikâyeti, taşınmazın iadesine ilişkin sürecin makul olmayan
bir sürede sonuçlandırılmasına ilişkindir. Başvurucu son olarak taşınmazının
harap bir hâlde iade edildiğini belirtmiştir. Başvurucu bu sebeplerle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 17).
34. Somut olayda başvurucunun taşınmazına kara paranın aklanması
suçundan yürütülen ceza soruşturması sırasında 8/11/2000 tarihinde el
konulmuştur. Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kovuşturma sırasında
28/9/2005 tarihinde el konulan taşınmaz üzerinde bulunan yapının başvurucuya
teslimine karar verilmiş, kolluk görevlilerince 6/10/2005 tarihinde bu yapı
başvurucu adına avukatına teslim edilmiştir. Mahkeme 22/12/2011 tarihinde,
isnat edilen eylemin yapılan bir kanun değişikliğiyle suç olmaktan çıkarıldığı
gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiştir.
Mahkeme ayrıca, başvurucuya ait taşınmazın tapu kaydındaki tedbir şerhinin
kaldırılmasına da karar vermiş ve 28/2/2012 tarihinde de bu şerhin kaldırılması
için Tapu Müdürlüğüne yazı göndermiştir. Karardan sonradan bilgi sahibi olan
Hazine 7/5/2014 tarihinde hükmü temyiz etmiş; Yargıtay 19. Ceza Dairesi
4/2/2016 tarihinde, Kanun'da öngörülen zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu
gerekçesiyle davanın düşürülmesine, dava konusu taşınmaz üzerine konulan
tedbirin ise kaldırılmasına karar vermiştir.
35. Başvurucu bireysel başvuruya konu ihlal iddialarını dile
getirerek tazminat istemiyle Hazine aleyhine 1/8/2012 tarihinde Bakırköy 12.
Ağır Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu tazminat talebini, 5271 sayılı
Kanun'un 144. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine dayandırmıştır. Ancak
Mahkeme 28/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme,
başvurucunun isnat edilen eylemin yargılama sırasında yapılan bir kanun
değişikliğiyle suç olmaktan çıkarıldığı gerekçesiyle beraat ettiğini tespit
etmiştir. Buna göre başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 144. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (b) bendine göre tazminat talebinde bulunamayacağı hüküm altın
alınmıştır. Mahkemeye göre tazminata hak kazanmadığı hâlde sonradan yürürlüğe
giren ve lehte düzenlemeler getiren Kanun gereği, durumları tazminat istemeye
uygun hâle dönüşenlere bu kanun hükmü gereği tazminat verilemez.
36. Bu durumda Mahkemenin bu gerekçesi karşısında başvurucunun
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tüketmesi
gerekip gerekmediği değerlendirilmelidir.
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan
önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
38. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici,
etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması
ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması
gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
39. Anayasa Mahkemesi el koyma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleler yönünden erişilebilir, elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde
bir başarı imkânı sunduğu gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde
öngörülen hukuk yolunu tüketilmesi gereken etkin bir başvuru yolu olarak
görmektedir (Konu ile ilgili çok sayıda karar arasından bkz. Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429,
30/3/2016, § 28; Yıldıray Soysal,
B. No: 2014/14887, 17/11/2016, § 47; Nuray
Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016, § 66).
40. Bununla birlikte somut başvurunun söz konusu başvurulardan
farklı bir yönü bulunmaktadır. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde koruma
tedbirleri nedeniyle tazminat istemi düzenlenmiş ancak aynı Kanun'un 144.
maddesinde ise tazminat istenemeyecek hâller hüküm altına alınmıştır. 144.
maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, hak kazanmadığı hâlde sonradan
yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat
istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat isteyemeyecekleri düzenlenmiştir.
Yargıtay içtihadında da isnat edilen eylemin suç olmaktan çıkartılması
sebebiyle beraat eden kişilerin anılan Kanun maddesine göre tazminat isteme
hakkının bulunmadığı kabul edilmiştir (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23/1/2013
tarihli ve E.2012/27741, K.2013/2047 sayılı ile 28/10/2014 tarihli ve
E.2014/5517, K.2014/21204 sayılı kararları). Dolayısıyla anılan Kanun maddesi
çerçevesinde tazminat talebinde bulunamayacak kişilerin 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinde öngörülen hukuk yolunu tüketmelerine gerek bulunmamaktadır.
Çünkü bu hukuk yolu, söz konusu kişiler yönünden hukuken ve fiilen etkili bir
yol olarak gözükmemektedir.
41. Öte yandan başvurucunun tazminat davasını açtığı tarih itibarıyla
gerek 5271 sayılı Kanun'un 144. maddesindeki ulaşılabilir, erişilebilir ve
öngörülebilir mahiyetteki düzenlemenin gerekse de konu ile ilgili verilmiş
Yargıtay içtihatlarının mevcut olduğu dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla
belirtilen hukuk yolunun tazminat davasının açıldığı tarih itibarıyla
tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olmadığı açık bir şekilde
öngörülebilir durumdadır.
42. Somut olayda, başvurucunun ihlal iddiaları esas itibarıyla
Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (sonradan İstanbul Anadolu 15. Asliye Ceza
Mahkemesi) görülen ve zamanaşımı sebebiyle düşmesine karar verilen davadaki el
koyma sürecine ilişkindir. Başvuruya konu el koyma süreci incelendiğinde el
konulan taşınmazın başvurucuya 6/10/2005 tarihinde teslim edildiği, tapu kaydı
üzerindeki tedbir şerhinin ise 28/2/2012 tarihli yazı ile kaldırıldığı
anlaşılmaktadır. Her ne kadar Yargıtay 19. Ceza Dairesi 4/2/2016 tarihinde
yeniden taşınmaz üzerine konulan tedbirin kaldırılmasına karar vermiş ise de el
koyma tedbirine ilişkin süreç fiilen 28/2/2012 tarihinde sona ermiştir. Bu
durumda başvuruya konu el koyma sürecinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce sonuçlandırıldığı
anlaşılmaktadır.
43. Başvurucu el koyma süreci tamamlandıktan sonra 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurmuş ise de yukarıda da
değinildiği üzere somut olayın özel koşulları içinde bu hukuk yolunun başarı
şansı bulunan etkin bir başvuru yolu olmadığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 40,41).
Başarılı olunmayacağı belli olan başvuru yoluna bireysel başvuruların
incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra
başvurulması sonucu verilen ret kararı üzerine yapılan bireysel başvurunun
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğunun kabul
edilmesi mümkün değildir (Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 119).
44. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.