TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
M.C. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15910)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/3/2018-30354
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
M.C.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, sağlık personeli bulunmayan ambulansla yapılan nakil
sırasında ölüm olayının meydana gelmesi üzerine başlatılan ceza soruşturmasının
etkili bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 5/5/2007 tarihinde yaşamını yitiren 1975 doğumlu Ö.N.nin kardeşidir.
A. Başvurucunun Kardeşi Ö.N.nin
Hastalanması Üzerine Yaşanan Süreç
9. Altı aylıkken geçirdiği menenjit hastalığı sonrasında
bedensel ve zihinsel engelli hâle gelen başvurucunun kardeşi Ö.N., karın ağrısı
şikâyeti ile 5/5/2007 tarihinde Kelkit Devlet Hastanasi
Acil Polikliniğine götürülmüştür. Burada belli bir süre müşahade
odasında tutulan hasta daha sonra akut batın
tanısıyla Gümüşhane Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Kelkit
Devlet Hastanesinden Gümüşhane Devlet Hastanesine gerçekleştirilen sevk işlemi,
içinde sağlık memuru bulunan bir ambulansla yapılmıştır.
10. Hasta, aynı gün Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil
Polikliniğine götürülmüştür. Gümüşhane Devlet Hastanesi kayıtlarına göre
5/5/2007 tarihinde nöbetçi uzman, Dr. S.S.; nöbetçi pratisyen ise Dr. S.Ş.dir.
11. Hasta, Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde Dr.
S.Ş. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonucunda hasta, o sırada Hastanede
bulunan Genel Cerrahi Uzmanı Dr. B.A.Ö.ye yönlendirilmiştir.
12. Kendisine yönlendirilen hastayı muayene eden Genel Cerrahi
Uzmanı Dr. B.A.Ö., muayene sonucunda hastanın Trabzon Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesine sevk edilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine hasta,
içinde hiçbir sağlık personeli bulunmayan, Şoför Z.A. kontrolündeki ambulans
ile Gümüşhane Devlet Hastanesinden ayrılmıştır. Hasta, sevk edildiği Trabzon
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü sırada yolda fenalaşmış ve
hayatını kaybetmiştir.
B. Ceza Soruşturması
Süreci
13. Başvurucu, Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığına muhtelif
tarihlerde sunduğu dilekçelerle Gümüşhane Devlet Hastanesinde yapılan
işlemlerden yakınarak kardeşinin yaşamını yitirmesine neden olan olayda
sorumluluğu bulunan kişilerin cezalandırılması talebinde bulunmuştur.
Başvurucu, dilekçelerinde özellikle Gümüşhane Devlet Hastanesinden Trabzon
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapılan sevk sırasında ambulansta sağlık
personeli bulunmamasına vurgu yaparak yolda solunum yetmezliği krizine giren
kardeşine hiçbir müdahalede bulunulmadığını ifade etmiştir.
14. Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma kapsamında
6/5/2007 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü harici
muayenesine katılan doktor bilirkişi tarafından kesin ölüm sebebinin tespit
edilemediğinin belirtilmesi üzerine klasik otopsi yapılmasına karar
verilmiştir. Aynı gün gerçekleştirilen klasik otopsi işlemi sonucunda
hazırlanan 25/5/2007 tarihli otopsi raporunun sonuç kısmının ilgili bölümü
şöyledir:
"(...)
Kişinin ölümünün bağırsaklarda aşırı gaz ve
gaita birikimi nedeniyle ortaya çıkmış olması muhtemel kendisinde mevcut kalp
ve akciğer yetmezliği sonucu meydana gelmiş olduğunu bildirir tıbbi kanaat
raporudur."
15. Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı, yaşanan olayla ilgili
olarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu almıştır. Adli
Tıp Kurumundan alınan 9/5/2008 tarihli raporda, Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil
Polikliniğinde görev yapan Dr. S.Ş.nin hastayı
muayene ederek genel cerrahi uzmanından konsültasyon istemesinin tıp
kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, kendisinden
konsültasyon istenen Genel Cerrahi Uzmanı Dr. B.A.Ö.nün
ileri tetkik ve tedavi için hastayı başka bir hastaneye sevk etmesinin de tıp
kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte raporda; hastanın
sağlık personeli eşliğinde sevkinin yapılması gerekmesine rağmen bunun yapılmadığı,
sevk kararının hastane nöbetçi şefinin yetkisinde olduğu, 5/5/2007 tarihinde
nöbetçi uzman hekimin Dr. S.S. olduğu, bu hususun Savcılıkça
değerlendirilmesinin uygun olacağı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.
16. Bunun üzerine Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı, Gümüşhane
Devlet Hastanesinden Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine
gerçekleştirilen sevk sırasında Dr. B.A.Ö.nün
ambulans içinde sağlık personeli görevlendirmesi gerekirken bunu yapmayarak
görevini ihmal suretiyle ölüme neden olduğu iddiasıyla 31/12/2008 tarihinde adı
geçen doktor hakkında Gümüşhane Valiliğinden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 4. maddesi
uyarınca soruşturma izni istemiştir. Bunun üzerine başlatılan ön inceleme
neticesinde Dr. B.A.Ö. hakkında soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir.
17. Bu kararın kesinleşmesi üzerine Gümüşhane Cumhuriyet
Başsavcılığının 26/5/2009 tarihli iddianamesiyle Dr. B.A.Ö. hakkında görevi
ihmal suretiyle ölüme neden olma suçundan kamu davası açılmıştır. Ö.N.nin Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde ilk
muayenesini yapan Dr. S.Ş. hakkında ise aynı tarihte ek kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmiştir.
18. Dr. B.A.Ö. hakkında açılan davada katılan sıfatıyla yer alan
başvurucunun 21/1/2010 tarihinde Mahkeme huzurunda ifadesi alınmıştır.
Başvurucu ifadesinde özetle önceki beyanlarında kardeşinin ölümü ile
neticelenen olayda sorumlu kim ise onun cezalandırılmasını talep etmiş ise de
sonrasında esas sorumlunun sevk kararı vermesine rağmen kardeşine refakat için
ambulansta herhangi bir sağlık memuru görevlendirmeyen Dr. B.A.Ö. olduğunun
ortaya çıktığını, ambulansta sağlık görevlisi bulunmamasının kardeşinin ölümüne
yol açtığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca dosyanın Yüksek Sağlık Şûrasına
gönderilmesi ve oradan alınacak rapor doğrultusunda karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
19. Dr. B.A.Ö. savunmasında özetle hastanın karın şişliği ve
sertliği şikâyetiyle Kelkit Devlet Hastanesinden Gümüşhane Devlet Hastanesi
Acil Polikliniğine getirildiğini, ildeki tek genel cerrahi uzmanı olması
nedeniyle hastayı kendisinin muayene ettiğini, gerekli tahlil, röntgen ve
tetkikleri yaptırdıktan sonra hastayı Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesine sevk ettiğini, yapılan işlemlerin tıbbi açıdan doğru olduğunu,
nitekim bu hususun Adli Tıp Kurumu raporunda da ifade edildiğini belirtmiştir.
Dr. B.A.Ö. savunmasında ayrıca ambulansta sağlık personeli bulundurulmaması
nedeniyle vuku bulan ölüm olayından sorumlu tutularak hakkında dava açıldığını,
doktorun görevinin gerekli tıbbi müdahaleyi yapmak ve gerekiyorsa hastayı sevk
etmek olduğunu, ilgili mevzuatın hastayı sevk eden doktora ambulansın sevk ve
idaresinde herhangi bir sorumluluk yüklemediğini, kendisinin herhangi bir idari
görevinin bulunmadığını ifade etmiştir.
20. Tanık sıfatıyla ifadesi alınan ambulans şoförü ise özetle
olay günü hastayı Trabzon'a ambulans şoförü olarak kendisinin götürdüğünü,
ambulansta doktor ve sağlık görevlisinin bulunmadığını, ambulansta sadece hasta
ve yakınlarının olduğunu, hastanın dikkat çekecek kadar ağır bir hasta
olduğunu, ambulans şoför defterini Uzman Dr. B.A.Ö.ye imzalatırken sağlık
memuru gelip gelmeyeceğini sorduğunu ancak Dr. B.A.Ö.nün "Gerek yok." dediğini ifade
etmiştir.
21. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi; Dr. B.A.Ö.nün
eylemleri ile başvurucunun kardeşi Ö.N.nin ölümü
arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı, ayrıca ambulansta sağlık
görevlisi bulundurulup bulundurulmayacağı noktasında kimin takdir hakkına sahip
olduğu hususlarının tespiti ile ilgili olarak Yüksek Sağlık Şûrasından rapor
istemiştir.
22. Yüksek Sağlık Şûrasının 24-25/2/2011 tarihli raporunda, Dr. B.A.Ö.nün hastayı ileri tetkik ve tedavi için Trabzon
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk etmesinin tıp kurallarına uygun
olduğu belirtilmiştir. Raporda hastanın sağlık personeli refakatinde sevk
edilmesi gerektiği, sevk kararının ise hastane nöbetçi şefinin yetkisinde
olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca klasik otopsi sonucu yapılan işlemlere
göre kesin ölüm sebebi belli olmadığından hasta naklindeki kusur ile ölüm
arasında illiyet bağı kurulamayacağı yönünde görüş bildirilmiştir.
23. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi, gerek tarafların
beyanlarını gerekse hasta hakkındaki tıbbi belgeler ile raporları dikkate alarak
Dr. B.A.Ö.nün beraatine
karar vermiştir. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesinin 16/11/2011 tarihli
kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosya içerisindeki bütün bilgi ve
belgeler bir arada değerlendirildiğinde, olay zamanı maktül [ölen] Ö.N.nin karnındaki şişme
sebebi ile Kelkit Devlet Hastanesine kaldırıldığı, ilk müdahalesinin
yapılmasını müteakip ambulansla sağlık ekibi eşliğinde Gümüşhane Devlet
Hastanesine sevk edildiği, Devlet Hastanesinde ilk tedavinin doktor S.Ş.
tarafından yapıldığı, daha sonra sanık olan icapçı uzman hekim tarafından
muayene edildiği ve tedavi maksatlı Trabzon'a sevkinin sağlandığı, araç
içerisine sağlık memuru görevlendirilmediği, maktulün Trabzon'a götürüldüğü
sırada öldüğü sabit olsa da, ölüm ile ambulans içerisinde sağlık memuru
görevlendirilmesinin yapılmaması arasında illiyet bağı kurulamadığına dair şura
raporu da dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlemekte taksirin
bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Kaldı ki, Ambulanslar ve Acil Sağlık
Araçları ile Ambulans Hizmetleri Yönetmeliğinin 7. maddesinin b fıkrasında
'hasta nakil ambulanslarında en az bir sağlık personeli olmak üzere iki
personeli görev yapar, hastanın nakli sırasında en az bir sağlık personeli
hasta kabininde bulunur, gerekiyorsa bir de şoför eklenir' ibaresinin
bulunduğu, söz konusu hükümün emredici mahiyette
olduğu, bu nedenle hastanın sevki sırasında sağlık memurunun hasta kabininde
bulunmasının zorunlu olduğu, bunun doktorun ya da hastane yönetiminin
taktirinde bulunmadığı, sevk kararının da hastane nöbetçi şefinin yetkisinde
bulunduğu anlaşılmıştır. Her ne kadar Gümüşhane Devlet Hastanesinin 23/11/2009
tarihli yazılarında belirtildiği gibi personel görevlendirmenin hastanın
sevkinin yapan uzman hekimin görüşü doğrultusunda acil sorumlu doktoru tarafından
yapıldığı bildirilse de, hastane uygulamasının mevzuatla çeliştiği, bu nedenle
söz konusu görevlendirmenin sanığın görevine girmediği dikkate alınarak beraati yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
24. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi aynı kararda ayrıca Hastane
yönetiminin ve olay günü nöbetçi olan uzman doktorun eyleminin görevi ihmal
suçunu oluşturma ihtimalinin değerlendirilmesi için Gümüşhane Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
25. Dr. B.A.Ö. hakkında kurulan hüküm, Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 8/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır.
26. Başvurucu, anılan kararı 16/9/2014 tarihinde öğrendikten
sonra 25/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Bireysel Başvuru
Yapılmasından Sonraki Süreç
27. Somut olayda, Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesince suç
duyurusunda bulunulması sonrasında olay günü Hastanede nöbetçi uzman doktor
olan Dr. S.S. hakkında Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığının 25/8/2015 tarihli
iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
28. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi 24/5/2016 tarihli kararıyla
Dr. S.S.nin 10 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine
ve bu cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde; sanığın olay tarihinde nöbetçi uzman hekim olarak görev
yaptığı, olay tarihinde maktülün [ölenin] Kelkit Devlet hastanesinden Gümüşhane devlet
hastanesine sevk edildiği, buradan da ilk müdahalenin ardından, 7 Aralık 2006
tarihli ve 26369 sayılı Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans
Hizmetleri yönetmeliği 7. maddesi b fıkrasında 'Hasta nakil ambulanslarında en
az biri sağlık personeli olmak üzere iki personel görev yapar. Hasta nakli
sırasında en az bir sağlık personeli hasta kabininde bulunur, gerekiyorsa ekibe
şoför eklenir.' hükmüne aykırı olarak ambulansla herhangi bir sağlık personeli
görevlendirmeden Trabzon'a sevk edildiği, sevk sırasında maktulün vefat ettiği,
sevk kararının hastane nöbetçi şefinin yetkisinde olduğu, Adli Tıp Kurumu 3.
Adli Tıp İhtisas Kurulunun 09 Mayıs 2008 tarih 3346 Karar sayılı raporunda;
sanığın sevk esnasında sağlık personeli bulundurmaması nedeni ile kusurlu
olduğunun belirtildiği, sanığın yönetmelik kurallarına aykırı olarak ambulansla
hastayı sevk etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verdiği anlaşılmakla, sanığın
üzerine atılı ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği sabit
görülmüş, sanığın eylemine uyan ve sanığın lehine olan 08.12.2010 tarihve 6086 sayılı kanun 1.maddesi ile değişik TCK 257/2
maddesi gereğince, meydan gelen neticenin ölümle sonuçlanması dikkate alınarak
üst sınırdan, hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş aşağıdaki
şekilde hüküm kurulmuştur.
Sanığın hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasını kabul etmemesi nedeni ile hakkında Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılmasına karar verilmemiştir.
Yine meydana gelen neticenin ölümle
sonuçlanması dikkate alınarak sanık hakkında verilen kısa süreli hapis cezası
seçenek yaptırımlara çevrilmemiştir.
Sanığın adli sicil geçmişi dikkate
alındığında, sanığın hüküm olunan hürriyet bağlayıcı cezası bir daha suç
işlemeyeceği yönünde mahkememizce oluşan kanaatle ve TCK 51/1 maddesi gereğince
ertelenmiş, sanığın TCK 51/3-5 maddesi gereğince kendisine rehberlik edecek bir
uzman kişi görevlendirilmeksizin takdiren, bir yıl
süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde
hüküm kurulmuştur."
29. Bu karar, Dr. S.S. tarafından temyiz edilmiştir. UYAP
kayıtlarında temyiz talebinin sonuca bağlandığına dair bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır. Başvurucu da bu konuda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi
ve belge sunmamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
a, c, g ve ibentleri şöyledir:
“Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar
şunlardır:
a) Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında
eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır, koordine
edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir.
c) Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile
sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması
esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas
içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir. Bu düzenleme ilgili
Bakanlığın görüşü alınarak yapılır. Gerek görüldüğünde özel sağlık
kuruluşlarının her türlü ücret tarifeleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca
onaylanır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşları veya sağlık
işletmelerinde verilen her türlü hizmetin fiyatları Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığınca tespit ve ilan edilir.
g) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; sağlık
ve yardımcı sağlık personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını sağlamak
üzere istihdam planlaması yapar, ülke ihtiyacına uygun nitelikli sağlık
personeli yetiştirilmesi amacıyla hizmet öncesi ya da kamu kuruluşlarında
mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personeline hizmetiçi eğitim yaptırır. Bunu sağlamak amacıyla
üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve
kuruluşlarının imkanlarından da yararlanır. Hizmetiçi
eğitim programını ne şekilde ve hangi sürelerle yapılacağı Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanlığınca çıkartılacak yönetmelikte tespit edilir.
i)
Sağlık hizmetlerinin yurt çapında istenilen seviyeye ulaştırılması amacıyla;
bakanlıklar seviyesinden en uçtaki hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık
kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında
koordinasyon ve işbirliği yapılır. Sağlık kurum ve kuruluşları coğrafik ve
fonksiyonel hizmet alanları,verecekleri hizmetler,
yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda tespit edilen esaslara
uymak ve verilen görevleri yapmakla yükümlüdürler. Çağdaş tıbbi bilgi ve
teknolojinin ülkeye getirilmesi ve teşviki sağlanır.”
31. 7/12/2006 tarihli ve 26369 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans
Hizmetleri Yönetmeliği'nin olay tarihindeki şekliyle "Ambulans ve acil sağlık aracı personeli" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
"(1) Kara ambulanslarından;
a) Acil
yardım ambulanslarında en az bir hekim ve/veya ambulans ve acil bakım teknikeri
ve bir sağlık personeli olmak üzere en az üç personel görev yapar, gerekiyorsa
ekibe şoför eklenir. Hekim bulundurulmayan ambulanslarda hasta kabininde nakil
esnasında hastaya müdahale etmek üzere görev yapan personelden en az biri
ambulans ve acil bakım teknikeri olmak zorundadır.
b)
Hasta nakil ambulanslarında en az biri sağlık personeli olmak üzere iki
personel görev yapar. Hasta nakli sırasında en az bir sağlık personeli hasta
kabininde bulunur, gerekiyorsa ekibe şoför eklenir.
c) Özel
donanımlı ambulanslarda, en az bir hekim ve/veya ambulans ve acil bakım
teknikeri olmak üzere en az üç personel görev yapar, gerekiyorsa ekibe şoför
eklenir. Yoğun bakım ambulanslarında çalışacak hekim ve sağlık personeli;
Bakanlıkça onaylanmış erişkin ileri yaşam desteği ve travma resüsitasyon
kurslarını, yenidoğan ambulanslarında çalışacak hekim
ve sağlık personeli ise Bakanlıkça onaylanmış çocuklarda ileri yaşam desteği
kursunu başarı ile tamamlamış ve sertifika almış olmak zorundadır.
(2)
Hava ve deniz ambulanslarında en az bir hekim ve bir sağlık personeli veya iki
sağlık personeli ile hava/deniz ambulansını kullanma ehliyetine sahip personel
görev yapar.
(3)
Acil sağlık araçlarının personeli, aracın kullanım amacına ve kapasitesine
uygun olmalıdır. Hekim, sağlık personeli ve şoför yanında aracın görev alanı ve
içinde bulunan ekipmanları kullanabilecek teknik personel
bulundurulabilir."
B. Uluslararası Hukuk
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur(...)"
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
34. Bununla birlikte sağlık personeli yönünden yüksek mesleki
standartların sağlanması ve hastaların yaşamının korunması için gerekli
önlemlerin alınması hâlinde belli bir hastanın tedavisi kapsamında yapılan
değerlendirme hatası ya da yaşanan koordinasyon eksikliği gibi sorunların,
yaşam hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği
sonucuna ulaşılması için tek başına yeterli olduğu kabul edilemez (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 8/4/2015, § 80).
35. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, §
81).
36. AİHM, Sözleşme'nin üçüncü kişilere karşı ceza soruşturmaları
açma hakkını güvence altına almadığını ancak yaşam hakkının gerektirdiği etkili
bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün bazı durumlarda ceza
hukuku yollarını gerektirebileceğini birçok defa ifade etmiştir (Calvelli ve Ciglio/İtalya
[BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Asiye
Genç/Türkiye,§ 72).
37. AİHM; devlet görevlilerine ya da organlarına atfedilebilir
kusurun değerlendirme hatasının veya ihmalinin ötesine geçtiği durumlarda,
insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine
hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da bu kişilerin yargılanmamasının
Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlaline neden olabileceğini kabul etmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 93). Bu yaklaşım, Sözleşmeci bir devlet makamının vatandaşların
tümüne sağlamakla yükümlü olduğu tıbbi bakımı vermeyi reddederek bir kimsenin
hayatını tehlikeye atması veya tehlikeye attığının kanıtlanması hâlinde kamu
sağlığı alanında da geçerlidir (Asiye
Genç/Türkiye,§ 73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 7/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu; Gümüşhane Devlet Hastanesinden Trabzon Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen kardeşinin yanına ilgili mevzuat
uyarınca en az bir sağlık memuru verilmesi gerekirken bunun yapılmaması sonucu
kardeşinin ölümüne neden olunması üzerine ilgili kişiler hakkında başlatılan
ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmediğini, suçun gerçek
tavsifinin yapılmaması nedeniyle Dr. B.A.Ö. hakkında görevi ihmal suçu yerine
taksirle ölüme neden olma suçu yönünden dava açıldığını, olay günü sevk kararı
verme yetkisi kendisinde olan Dr. S.S. hakkında da etraflı ve etkin bir
soruşturma yürütülmediğini, bu durumun Sözleşme'nin 6. ve 13. maddelerinde
tanımlanan haklarını ihlal ettiğini, nitekim AİHM kararlarında da etraflı ve
etkin bir soruşturma yapılmamasının hak ihlali olarak kabul edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu ayrıca, kardeşinin ölümü üzerine başlayan ceza
soruşturmasının yaklaşık yedi yıl sürdüğünü, yargılamanın makul sürede
bitirilmediğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu temel olarak yetkili makamların
ihmali nedeniyle kardeşi Ö.N.nin yaşamını
yitirmesinden ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmemesinden şikâyet etmektedir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiştir.
41. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
42. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
43. Somut olayın koşulları değerlendirildiğinde mevcut başvuru,
tıbbi müdahale sırasında bir doktor ya da başka bir sağlık personeli tarafından
yapılan bir hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis nedeniyle
yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olmayıp durumunun ciddiyeti
yetkili makamlarca bilinen yahut bilinmesi gereken bir hastanın yaşamının
korunması için gerekli önlemlerin alınmaması ve sorumlu kişi/kişiler hakkında
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiası ile ilgilidir. Başka bir anlatımla başvuru konusu olayın
merkezinde, tıbbi müdahale esnasında yapılan bir hatadan yahut hastalık
hakkında konulan yanlış bir teşhisten ziyade durumunun ciddiyeti yetkili
makamlarca bilinen yahut bilinmesi gereken bir hastanın yaşamının korunması
için gerekli olan önlemlerin alınması noktasında yetkili makamların duyarsız
kalması hususu bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin hukuk mahkemelerinde tazminat
davası ya da idare mahkemelerinde tam yargı davası açılmadığı gerekçesiyle
başvuru yollarının tüketilmemiş olduğu sonucuna ulaştığı tıbbi hataya ilişkin
başvuruların temelinde, genel olarak tıbbi müdahale anında yapıldığı iddia
edilen bir hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis bulunmasına
rağmen(Nail Artuç,
B. No: 2013/2839, 3/4/2014; Saadet Ergün ve
diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015) mevcut başvuruda böyle bir
durum bulunmamaktadır. Başvuru konusu olay bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin
kabul edilemezlik kararı verdiği tıbbi hataya ilişkin diğer başvurulardan
farklılık göstermektedir. Bu sebeple başvuru konusu olayın klasik bir tıbbi
değerlendirme hatası ile ilgili olmadığı değerlendirilmiş ve somut olayda ceza
soruşturması sürecinin incelenmesinin gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.
Çünkü bu tarz olayların koşullarının tam olarak açıklığa kavuşturulmaması
ve/veya bu tarz olaylarda insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye
atan kişiler aleyhine bazı durumlarda hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu
kişilerin yargılanmaması Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir.
44. Bununla birlikte ceza soruşturmasının Anayasa Mahkemesince
kapsamlı bir şekilde incelenmesi neticesinde bu tarz olaylarda dahi somut
olayın koşullarına göre -olayın ağır kişisel kusur ya da kasıttan ziyade
idarenin işleyişindeki, kuruluşundaki veya düzenlenmesindeki nesnel nitelikli
bir aksaklıktan kaynaklanması gibi durumlarda- tazminat yolunun yeterli
olabileceği ve bu yolun ölen kişinin yakınlarının mağduriyetini ortadan
kaldırabileceği sonucuna ulaşılabilmesinin mümkün olduğu belirtilmelidir.
45. Somut olayda başvurucu, olay hakkında etkili bir soruşturma
yürütülmediği iddiasının yanı sıra sağlık personeli bulunmayan ambulansla
yapılan nakil sırasında ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşamı korumaya
ilişkin pozitif yükümlülüğün ihlal edildiğini de ileri sürmektedir. Ancak
yukarıda "Olaylar ve Olgular" bölümünde ifade edildiği üzere olay
hakkında açılan kamu davalarından bir tanesi devam etmekte olup bu davada,
olayın gerçekleşme koşulları ile bu koşullara göre ölümde bir sorumluluğun
bulunup bulunmadığı araştırılmaktadır. Başka bir ifadeyle başvurucunun
kardeşinin ölümüyle neticelenen olayın yetkili makamların ağır kişisel kusuru
ya da kasti davranışları nedeniyle mi yoksa personel yetersizliği gibi kusurlu
idari işleyiş nedeniyle mi gerçekleştiği sorusu bu konuda bir inceleme
yapılabilmesine olanak verecek ölçüde cevaplandırılabilmiş değildir. Bu nedenle
olayın gerçekleşme koşulları henüz tam olarak belirlenmediğinden Anayasa
Mahkemesinin söz konusu iddiayı bu aşamada değerlendirebilmesi mümkün değildir.
46. Bu nedenle inceleme, doğal olmayan ölüm olayını devletin
etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında; diğer bir ifadeyle yaşam hakkının
usul boyutuyla sınırlı olarak yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının usul boyutunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
48. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif
ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).
49. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı
sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
50. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da
saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte
cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda,
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ile davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesi yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak
için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 55).
51. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise
"etkili bir yargısal sistem kurma"
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası
açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili
hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
52. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm
olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme
hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri
göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek
için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi
inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların
hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 59-62).
53. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini
hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut
bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Kenan Sayın, B. No:
2013/5376, 14/10/2015, § 47).
54. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının
amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
55. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun
araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların
olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına
gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların
belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların
tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908,
6/1/2016, § 66).
56. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme
riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 57).
57. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen
tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
gerekmektedir(Doğan Demirhan, §
70).
58. Yaşam hakkına ilişkin soruşturmanın etkili olabilmesi için
soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmesi de gerekmektedir. Elbette
ki bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel
olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında
yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri, yaşanan olayların
daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne
olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya
da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).
59. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp
yapılmadığına ilişkin tespit başvuruya konu olayın kendi koşullarına,
soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın
karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da
güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No:
2013/4668, 16/9/2015, § 91).
60. Öte yandan soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlüklerin
bulunduğu bir durumda dahi yetkililerin süratle -mümkün olduğu ölçüde- hareket
ederek olayı aydınlatabilmeleri, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması
açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz
Yazıcı, § 96).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
61. Somut olayda başvurucu, Gümüşhane Devlet Hastanesinden
Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen kardeşinin yanına
ilgili mevzuat uyarınca en az bir sağlık personeli verilmesi gerekirken bunun
yapılmaması sonucu kardeşinin ölümüne neden olunması üzerine ilgili kişiler
hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmemesinden
yakınmıştır. Başka bir anlatımla başvurucu, sevk kararının tıbben doğru olup
olmadığını başvuru konusu yapmamıştır. Kaldı ki derece mahkemelerince alınan
bilirkişi raporlarında hastanın daha ileri tetkik ve tedavi için Gümüşhane
Devlet Hastanesinden Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk
edilmesinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 15, 22).
62. Bu durumda başvuru konusu olayda anayasal yönden incelenmesi
gereken temel mesele, başvurucunun kardeşinin sağlık personeli bulunmayan
ambulansla yapılan nakil sırasında ölmesinde sorumluluğu bulunan kişi ya da
kişiler hakkında etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği ve bu soruşturma
neticesinde olayın ağır kişisel kusur ya da kasıttan mı yoksa idarenin
işleyişindeki, kuruluşundaki veya düzenlenmesindeki nesnel nitelikli bir
aksaklıktan mı kaynaklandığının açıklığa kavuşturulup kavuşturulmadığıdır.
63. Somut olayda başvurucu, kardeşinin ölümünde kusurunun
bulunduğunu iddia ettiği Dr. B.A.Ö. hakkında verilen beraat kararından sonra
bireysel başvuruda bulunmuştur. Dr. B.A.Ö. hakkındaki ceza soruşturması ve
kovuşturması incelendiğinde Gümüşhane Devlet Hastanesinden Trabzon Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesine gerçekleştirilen sevk sırasında ambulans içinde
sağlık personeli görevlendirmesi gerekirken bunu yapmayarak görevini ihmal
etmek suretiyle ölüme neden olduğu iddiasıyla Dr. B.A.Ö. hakkında kamu davası
açıldığı ancak Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesinin 16/11/2011 tarihli kararıyla
Dr. B.A.Ö. hakkında beraat kararı verildiği görülmektedir. Gümüşhane Asliye
Ceza Mahkemesinin beraat kararında, sevk kararı vermenin hastane nöbetçi
şefinin yetkisinde bulunduğunun ve ambulansta sağlık personeli görevlendirmenin
Dr. B.A.Ö.nün görevine girmediğinin ifade edildiği
görülmektedir.
64. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi ambulansta sağlık personeli
görevlendirmenin Dr. B.A.Ö.nün görevine girmediği
tespitini yaptıktan sonra bu hususta kusuru bulunan kişi ya da kişilerin
cezalandırılması istemiyle Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunmuştur. Bunun üzerine olay günü Hastanede nöbetçi uzman doktor olan Dr.
S.S. hakkında kamu davası açılmış ve bu kişinin ihmal suretiyle görevi kötüye
kullanma suçundan 10 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine ve bu cezanın
ertelenmesine karar verilmiştir. Bu karar Dr. S.S. tarafından temyiz edilmiş
ise de gerek UYAP kayıtlarında gerekse başvuru formu ve eklerinde bu kararın
başvurucu tarafından temyiz edildiğine yahut Dr. S.S.nin
temyiz talebinin sonuca bağlandığına dair bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
65. Somut olayda başvurucu her ne kadar Dr. B.A.Ö. hakkında
verilen beraat kararının kesinleşmesinden sonra bireysel başvuruda bulunmuş ise
de Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi kararında ambulansta sağlık personeli
görevlendirmenin Dr. B.A.Ö.nün görevine girmediğinin
açıkça ifade edildiği, Yüksek Sağlık Şûrası tarafından hazırlanan rapor
doğrultusunda verilen bu kararın açık bir keyfîlik
içerdiğinin ve yaşanan olayda sorumluluğu bulunan kişi ya da kişilerin
korunması yahut cezasız kalması sonucunu doğurduğunun söylenemeyeceği
değerlendirilmektedir. Nitekim yaşanan olayda sorumluluğu bulunduğu
değerlendirilen kişi/kişiler hakkında Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesince suç duyurusunda
bulunulduğu, bu suç duyurusu üzerine olay günü Hastanede nöbetçi uzman doktor
olan Dr. S.S. hakkında kamu davası açıldığı ve bu davanın derece mahkemeleri
önünde derdest olduğu görülmektedir.
66. Bu durumda mevcut başvuruda anayasal yönden incelenmesi
gereken temel meselenin derece mahkemeleri önünde hâlihazırda incelenmekte
olduğu görülmektedir. Yani somut olayın gerçekleşme koşulları henüz tam olarak
belirlenememiş, başka bir anlatımla ölüm olayının ağır kişisel kusur ya da
kasıttan mı yoksa idarenin işleyişindeki, kuruluşundaki veya düzenlenmesindeki
nesnel nitelikli bir aksaklıktan mı kaynaklandığı hususu tam olarak açıklığa
kavuşturulmamıştır. Somut olayın gerçekleşme koşullarının henüz tam olarak
belirlenememiş olması ise somut olayda yaşam hakkının usul boyutu kapsamında
tüketilmesi gereken etkili hukuk yolunun hangisi olduğunun dahi tespit
edilememesine neden olmuştur. Çünkü yukarıda da belirtildiği üzere olayın ağır
kişisel kusur ya da kasıttan mı yoksa idarenin işleyişindeki, kuruluşundaki
veya düzenlenmesindeki nesnel nitelikli bir aksaklıktan mı kaynaklandığının
tespiti, yaşam hakkı kapsamında tüketilmesi gereken uygun hukuk yolunun
belirlenmesi açısından son derece önemlidir (bkz. §§ 43, 44).
67. Dolayısıyla somut olayda üzerinde durulması gereken asıl
meselenin ölüm olayının üzerinden on yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen
olayın tam olarak aydınlatılamaması ve ölüme neden olan eylemin niteliğinin
açıklığa kavuşturulamaması olduğu açıkça görülmektedir.
68. Bu aşamada yaşam hakkına ilişkin soruşturmaların makul bir
sürat ve özenle yürütülmesi gerektiği tekrar ifade edilmelidir.
69. Bu husus ile ilgili olarak ayrıca belirtmek gerekir ki
sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi; ilgili kurumlara ve
sağlık personeline, potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana
gelmesini önleme imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir.
Dolayısıyla bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların süratli bir
şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği
için son derece önemlidir (İlker Başer ve
diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 76).
70. Somut olay bu bağlamda incelendiğinde başvurucunun
kardeşinin 5/5/2007 tarihinde yaşamını yitirmesi üzerine olay hakkında bir
soruşturmanın başlatıldığı, bu kapsamda 6/5/2007 tarihinde ölü harici muayene
işlemi ile otopsi işleminin gerçekleştirildiği, yaşanan olayla ilgili olarak
Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan rapor alındığı, söz konusu raporda
hastanın sağlık personeli eşliğinde sevkinin yapılması gerekmesine rağmen bunun
yapılmadığının belirtilmesi üzerine 26/5/2009 tarihli iddianameyle Dr. B.A.Ö.
hakkında kamu davası açıldığı ancak bu davanın ambulansta personel
görevlendirmenin Dr. B.A.Ö.nün görev alanına girmediği
gerekçesiyle 16/11/2011 tarihinde beraat kararıyla neticelendiği ve bu kararın
8/4/2014 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği görülmektedir. Dr.
B.A.Ö. hakkında verilen beraat kararı üzerine olay günü hastanede nöbetçi uzman
doktor olan Dr. S.S. hakkında soruşturma başlatıldığı ve soruşturma neticesinde
Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığının 25/8/2015 tarihli iddianamesiyle kamu
davası açıldığı, davanın 24/5/2016 tarihinde ilk derece mahkemesince karara
bağlandığı ancak temyiz incelemesinin hâlihazırda devam ettiği anlaşılmaktadır.
71. Bu durumda başvurucunun kardeşinin 5/5/2007 tarihinde
yaşamını yitirmesi üzerine başlayan ceza soruşturması sürecinin devam ettiği
anlaşılmaktadır. Başvuruya konu olayın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve
başvurucunun davaların uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar
dikkate alındığında somut olayın koşullarının on yılı aşkın süredir tam olarak
açıklığa kavuşturulmamış olmasının makul olduğu söylenemeyecektir.
72. Dolayısıyla başvuruya konu davanın daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli
rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratte yürütülmediği
sonucuna varılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
75. Başvurucu, 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Başvurucu ayrıca olayda sorumluluğu bulunan kişilerin tamamı hakkında görevi
ihmal suçundan kamu davası açılması talebinde bulunmuştur.
76. Somut olayda, yaşam hakkına ilişkin soruşturma ve
kovuşturmaların makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul
boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
77. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE,
E. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın birer örneğinin bilgi için Yargıtaya
(Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/369 Esas sayılı dava dosyası ile
ilgili olarak) ve Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.