TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
BEHZET ÇAKAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/16277)
Karar Tarihi: 13/9/2018
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucular
1. Behzet ÇAKAR
2. Erdoğan YAKIŞAN
3. Ümit IŞIK
Vekili
Av. Muhammed Neşet GİRASUN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
7. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu Erdoğan Yakışan Hakkındaki Soruşturma Süreci
9. Maktul C.E.nin üzerinden çıkan belgeler neticesinde başvurucu Erdoğan Yakışan 27/2/1994 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün Tatvan ilçesindeki eylem komitesinde yer aldığını, örgüt içinde Salih kod ismini kullandığını, 24/2/1994 günü Tatvan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) binasına bomba atılması eylemine katıldığını, yine aynı gün müezzin G.P.nin öldürülmesi eyleminde görev aldığını belirtmiştir.
10. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiştir.
11. Başvurucunun kolluktaki ifadesinde Tatvan'daki evinin müştemilatında el yapımı bombanın bulunduğunu beyan etmesi üzerine bahse konu adrese gidilmiştir. Yer gösterme sonucu basınç etkili el yapımı bir bomba bulunmuştur. Yapılan inceleme sonucunda bombanın bina ve araçları tahrip edecek güçte olduğu tespit edilmiştir.
12. Başvurucu 17/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 5/4/2007 tarihinde tahliye edilmiştir.
B. Başvurucu Behzet Çakar Hakkındaki Soruşturma Süreci
13. Terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonlar kapsamında başvurucu Behzet Çakar, terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 14/3/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır.
14. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün mensubu olduğunu, PKK terör örgütü adına örgütlenme, propaganda çalışmaları yapma, bu örgüt adına silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunma amacıyla Tatvan'da komite kurduklarını ve kendisinin bu komite içinde yer aldığını belirtmiştir. Başvurucu, şüpheli (başvurucu) Ümit Işık ile birlikte PKK terör örgütü adına Tatvan'da, 7/1/1994 tarihinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki ve Devlet Demir Yolları (DDY) Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tanklarının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi olaylarına katıldığını da beyan etmiştir. Aynı ifadede başvurucu,
i. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki Millî Gençlik Vakfı binasına bomba atılması,
ii. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki MHP binasına zaman ayarlı el yapımı bomba konulması ve el bombası atılması,
iii. 17/2/1994 tarihinde Anavatan Partisi (ANAP) Tatvan ilçe binasının giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemlerine katıldığını da belirtmiştir.
15. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucunun göstermiş olduğu bir yerde yapılan kazı neticesinde 1 adet 9 mm çapında tabanca ile bu tabancaya ait fişekler ele geçirilmiştir.
16. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarında kolluktaki ifadelerini tekrar etmiştir. Başvurucu 28/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 27/2/2003 tarihinde tahliye edilmiştir.
C. Başvurucu Ümit Işık Hakkındaki Soruşturma Süreci
17. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu Ümit Işık terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 9/6/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün fikirlerini benimseyip kabul ettiğini, bu örgütün istihbarat biriminde yer aldığını, örgüt mensupları arasında kuryelik yaptığını, örgüte ait silah ve patlayıcı maddelerin taşınmasında görev aldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca;
i. 7/1/1994 tarhinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki yakıt tankının altına bomba yerleştirilmesi,
ii. 8/1/1994 tarihinde Tatvan DDY Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tankının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi,
iii. 18/2/1994 tarihinde Tatvan DDY bekleme salonuna zaman ayarlı bomba konulması,
iv. 24/2/1994 tarihinde 20.15 sıralarında Tatvan Cumhuriyet Caddesi No: 76 adresinde faaliyet gösteren MHP'nin binasına bomba atılması,
v. 27/2/1994 tarihinde Tatvan Bahçelievler Mahallesi Pompalar mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girilmesi eylemlerine katıldığını ifade etmiştir. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.
18. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde sonradan terör örgütü mensubu olduğunu öğrendiği Edip isimli şahsın baskısı sonucu Refah Partisi binasına bomba konulması eylemine katıldığını, bunun dışında herhangi bir eyleme katılmadığını ve kolluktaki beyanlarını kabul etmediği belirtmiştir. Başvurucu, sorguda Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarını da kabul etmemiş; suçlamaları reddetmiştir.
19. Başvurucu 5/7/1994 tarihinde tutuklanmış ve 16/12/2004 tarihinde tahliye edilmiştir.
D. Yargılama Süreçleri
20. Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi yardımından yararlanmamışlardır. Kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.
21. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/1994, 8/4/1994 ve 15/7/1994 tarihli iddianameleriyle, atılı suçtan başvurucular hakkında kamu davaları açılmıştır. Başvurucular; yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış, suçlamaları reddetmiş ve önceki ifadelerini kabul etmemiştir.
22. Diyarbakır 3 No.lu DGM'nin 18/6/1998 tarihli kararıyla başvurucu Erdoğan Yakışan müebbet ağır hapis, başvurucu Behzet Çakar ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmışlardır. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 8/3/1999 tarihinde, sanıkların eylemine iştirak ettiği iddia olunan başvurucu Ümit Işık hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılarak gerektiğinde birleştirilmesi, mümkün olmadığı takdirde ifadelerinden ve ilgili belgelerin onaylı suretlerinin getirtilip delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
23. Bozma üzerine üç başvurucu hakkındaki dosyalar birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 3 No.lu DGM 19/10/2000 tarihli kararıyla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet ağır hapis, Behzet Çakar'ın ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.
24. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 13/6/2001 tarihli kararıyla sanıklardan Ümit Işık'ın olay tarihinde ceza ehliyetini kısmen veya tamamen kaldıran bir hastalığının bulunup bulunmadığının araştırılarak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve tespitinde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
25. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet hapis, Behzet Çakar'ın ise hapis ve adli para cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
...
Sanık Erdoğan YAKIŞAN'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:
İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:
Sanık Erdoğan YAKIŞAN kolluk ifadesinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, sonraki aşamalarda bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Erdoğan YAKIŞAN arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,
Silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılan sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın, örgütün faaliyeti çerçevesinde kamu binalarına, siyasi parti temsilciliği binalarına bomba konulması ve patlatılması, güvenlik güçleri ile girişilen çatışmada bir polis memurunun yaralanması, İbadullah Cami İmamı Gıyasettin Barlak'ın öldürülmesi şeklinde gerçekleşen eylem ve faaliyetlerinin 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesinde belirtilen amaç suça yönelik vehamet arzeden eylemler olduğu,
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 24/02/1994 tarihinde İbadullah Camii Müezzini G.P.nin öldürülmesi olayına katıldığı, sanığın Suriye uyruklu Edip kod adlı örgüt mensubunun emir ve talimatları altında örgütsel faaliyette bulunduğu, sanığın bu eylemleri sırasında "Salih" Kod adını kullandığı, PKK'nın Tatvan Milis örgütlenmesi eylem komitesinde yer aldığı, 24/02/1994 tarihinde MHP ilçe binasına bomba atılması, 07/01/1994 tarihinde PTT binasındaki motorin tankına saatli bomba bırakılarak maddi hasar meydana getirilmesi olaylarına katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Sanığın; geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak, sanığa verilen cezadan, 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 59. maddesi (5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 62. maddesi) gereğince; indirim yapılmasına ve sanığın; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık Behzet ÇAKAR'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:
Sanık Behzet ÇAKAR kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, kovuşturma aşamasında bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Behzet ÇAKAR arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Behzet ÇAKAR'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 12/02/1994'te Milli Gençlik Vakfı binasına bomba konulması, aynı tarihte MHP binasına bomba atılması, 17/02/1994 tarihinde Anavatan parti binasına bomba atılması eylemlerine katıldığı, 27/02/1994'te Tatvan'da öldürülen Garzan Edip kod adlı örgüt militanına yardım ve yataklıkta bulunduğu, eylemlerde kullanılacak silah ve mühimmatları evinde sakladığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
İçişleri Bakanlığı tarafından sanığın pişmanlık yasasından faydalanmasının uygun olmadığına dair bildirilen görüşe göre; sanığın, güvenlik güçlerine, örgütün suç işleyişinin önlenmesi, dağıtılması, çökertilmesi bağlamında faydalı bilgi ve belge vermediği, operasyonlara katılmadığı anlaşıldığından; sanık Behzet ÇAKAR'ın 4959 Sayılı Pişmanlık Yasandan faydalandırılmayacağı kanaatine varılmıştır.
Sanık Ümit IŞIK'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:
Sanık Ümit IŞIK; kollukta alınan ifadesinde, üzerine suçlamaları ayrıntılı bir şekilde anlatmış, Cumhuriyet Savcısı huzurunda alınan ifadesinde ise, Brüsk Kod C. E.yi babasının arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını ve onun yanındaki bir şahsın zorlamasıyla MGV binasına bomba yerleştirilmesi eylemine katıldığını ikrar etmiştir. Sanık sorgu hakimliğindeki ifadesinde de; eylemlere katılmadığını ancak zorlama neticesi bu eylemler sırasında havaya ateş etmesinin istendiğini fakat bu isteği de yerine getirmediğini belirtmiştir. Sanık kovuşturma aşamasında kolluk aşamasındaki ifadelerini reddederek, savcılık ve sorgu hakimliğindeki beyanlarına itibar edilmesini istemiştir.
Sanığın üzerine isnat olunan eylemlere katılmadığını ve suçsuz olduğunu aşamalarda savunmuş ise de, sanık Erdoğan YAKIŞAN tarafından yapılan yer göstermelerinde isminin geçtiği ve ayrıca H.B. isimli sanığın savcılık ifadesinde, bir akşam evlerine Erdoğan YAKIŞAN, A.O. ve Ü.I.nın gelerek bir torba getirdiklerini torbanın içerisinde silah olduğunu gördüğünü, sanık Erdoğan ve arkadaşlarının PTT binasına bomba konulması, DDY ve MHP ilçe binasına bomba konulması eylemlerini yaptıklarını duyduğunu söylediği görülmüştür.
Sanığın örgüt içerisinde "Agit" kod adını kullandığı, PKK terör örgütü içinde yer aldığı, örgüt adına Tatvan ilçe merkezinde milis teşkilatı kurduğu, ilçe içerisinde silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunduğu ve bu kapsamda olarak sanığın; 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Ümit IŞIK arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Ümit IŞIK'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir."
26. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesince 27/5/2014 tarihinde onanmıştır.
27. Başvurucular 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
28. Başvurucuların mahkûmiyetine konu suç 1/2/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenmiştir.
29. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.
6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”
30. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
31. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:
“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”
33. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.
Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.
Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.
Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”
34. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”
35. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:
''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).
38. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).
39. İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).
40. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).
41. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
43. Başvurucular, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere dayanılarak mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirterek müdafi yardımından yararlanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
2. Değerlendirme
44. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
46. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).
47. Savunma hakkının sağladığı güvenceler, esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez(Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).
48. Müdafi, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/10-182, K.2011/204, 11/1/2011).
49. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).
50. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanması, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmesi hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).
51. Savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşmemesi için şüpheli ve sanığın kendisini bireysel olarak (bizzat) savunabilmesinin yanı sıra müdafi yardımından yararlandırılması da gerekebilir. Suç isnadı altındaki kişinin müdafi yardımına olan ihtiyacı; delillere ulaşma bakımından yaşanan güçlüklerin aşılması, hukuki bilgi eksikliği veya içinde bulunulan psikolojik durumdan kaynaklanabilir. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesinin de gereğidir. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine işlerlik kazandırmaktadır (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 74).
52. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı bakımından başka bir önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünden devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Anayasa'nın 36. maddesine göre suç isnadı altında bulunan kişinin ekonomik durumunun elverişli olmaması veya ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gerekli görülmesi hâlinde resen atanacak bir müdafinin yardımından yararlandırılması da gerekir. Dava konusunun karmaşıklığı ve isnadın ağırlığıyla bağlantılı olarak suçlamanın ciddiliği değerlendirilerek ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için suç isnadı altındaki kişiye müdafi atanması gerekebilir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 75).
53. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
54. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78).
55. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemecebu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).
56. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır; kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Somut olayda başvurucular gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’a eklenen 31. maddeyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucuların belirtilen şartlarda 14 ile 29 gün arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.
58. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendileri ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Somut olayda başvuruculara isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Başvurucular gözaltına alınmış ve tutuklandıkları tarihe kadar gözaltında tutulmuşlardır. Başvurucular, müdafi olmadan kollukta verdikleri ifadelerinde isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediklerine dair beyanda bulunmuşlardır. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi yardımından yararlanmamıştır. Başvuruculara kolluk tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucular, bu işlemler esnasında da üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; müdafi yardımından faydalandırılmamıştır. Öte yandan kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına dair bir ibare de bulunmamaktadır.
59. Başvurucuların mahkȗmiyetine hükmedilirken C.T., D.B. veH.Ç isimli kişilerin beyanlarına da dayanıldığı fakat bu ifadelerin de o dönemde kollukta verilen ifadeler olduğu görülmektedir. Başvuruculardan Behzet Çakar ile yüzleştirilen A.A., M.B. ve A.A.nın beyanlarına da İfadeli Yüzleştirme Tutanağı'nda yer verilmiştir. Anılan tutanak tanzim edilirken beyanda bulunanlara hakları hatırlatılmamış, avukat yardımı sağlanmamıştır. Mahkeme kararında, bu kişilerin müdafi yardımından faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu ifadelerini kabul edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
60. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların savunma hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.
61. Sonradan (yargılama devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
65. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35,36).
66. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucular, tutukluluklarının makul süreyi aştığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18). Somut olayın başvurucuların 27/2/2003, 16/2/2004 ve 5/4/2007 tarihlerinde tahliye olmalarıyla son bulduğu anlaşılmıştır.
70. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
71. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
1. Genel İlkeler
72. 6216 saylı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde, gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.
73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması zorunludur. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.
74. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).
75. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.
76. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.
77. Kanun 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir yargılamayı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak derece mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmak yükümlülüğündedir.
78. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapar. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ilgili idari işlem veya uygulamanın kendisinin veya derece mahkemesi kararının sonucunun hak ihlaline yol açtığı Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmişse bu takdirde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekebilir.
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
79. Başvurucular ayrı ayrı 300.000 TL maddi, 300.000 TL manevi manevi tazminat talep etmiştir.
80. Anayasa Mahkemesi başvurucuların müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
81. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ikinci fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
82. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından diğer tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2006/294, K.2013/8) yerine bakan Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Başvurucular hakkında gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yürütüldüğü, kollukta ifade alma işlemlerinin cereyan ettiği tarihte (1994 yılında) 1412 Sayılı Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununun müdafi tayini ile ilgili 135, 136, 138 ve 144 üncü maddelerinin 2845 Sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş Ve Yargılama Usulülleri Hakkındaki Kanun kapsamındaki suçlar yönünden uygulanmayacağı 18.11.1992 tarih ve 3842 Sayılı “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu İle Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 31 nci maddesinin birinci fıkrası ile hüküm altına alındığından, o tarih itibariyle başvurucuların gözaltında ve kolluk ifadesi sırasında müdafi yardımından yararlandırılmamalarında mevcut mevzuat açısından bir hukuka aykırılık olmadığı, yargılamanın devam ettiği aşamada yürürlüğe giren 4.12.2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun 148 nci maddesinin (4) ncü fıkrasının geçmişe teşmilinin mümkün olmadığı ve o zamanki mevzuata uygun şekilde cereyan eden adli işlemlerin ihyasına imkân tanımayacağı, derece mahkemesince verilen ve onanan mahkûmiyet hükmünün sadece kolluktaki sanık ifadelerine dayalı olmayıp, tüm dosya kapsamının birlikte değerlendirilip tek tek gösterilen diğer delil ve olgulara dayandırıldığı, dolayısiyle hakkaniyete aykırı bir yargılamanın varlığından söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
Üye