TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BEHZET ÇAKAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16277)
|
|
Karar Tarihi: 13/9/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. Behzet ÇAKAR
|
|
|
2. Erdoğan
YAKIŞAN
|
|
|
3. Ümit IŞIK
|
Vekili
|
:
|
Av. Muhammed
Neşet GİRASUN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında avukat yardımından
faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi
yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması
nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir.
7. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu Erdoğan Yakışan Hakkındaki
Soruşturma Süreci
9. Maktul C.E.nin üzerinden çıkan
belgeler neticesinde başvurucu Erdoğan Yakışan 27/2/1994 tarihinde terör örgütü
üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün
Tatvan ilçesindeki eylem komitesinde yer aldığını, örgüt içinde Salih kod
ismini kullandığını, 24/2/1994 günü Tatvan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
binasına bomba atılması eylemine katıldığını, yine aynı gün müezzin G.P.nin öldürülmesi eyleminde görev aldığını belirtmiştir.
10. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığında alınan
ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiştir.
11. Başvurucunun kolluktaki ifadesinde Tatvan'daki evinin
müştemilatında el yapımı bombanın bulunduğunu beyan etmesi üzerine bahse konu
adrese gidilmiştir. Yer gösterme sonucu basınç etkili el yapımı bir bomba
bulunmuştur. Yapılan inceleme sonucunda bombanın bina ve araçları tahrip edecek
güçte olduğu tespit edilmiştir.
12. Başvurucu 17/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 5/4/2007
tarihinde tahliye edilmiştir.
B. Başvurucu Behzet
Çakar Hakkındaki Soruşturma Süreci
13. Terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonlar kapsamında
başvurucu Behzet Çakar, terör örgütü üyesi olduğu
şüphesiyle 14/3/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır.
14. Başvurucu; kollukta müdafii
olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün mensubu olduğunu, PKK terör
örgütü adına örgütlenme, propaganda çalışmaları yapma, bu örgüt adına silahlı
eylem ve faaliyetlerde bulunma amacıyla Tatvan'da komite kurduklarını ve
kendisinin bu komite içinde yer aldığını belirtmiştir. Başvurucu, şüpheli
(başvurucu) Ümit Işık ile birlikte PKK terör örgütü adına Tatvan'da, 7/1/1994
tarihinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki ve Devlet Demir Yolları
(DDY) Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tanklarının altına zaman ayarlı
bomba yerleştirilmesi olaylarına katıldığını da beyan etmiştir. Aynı ifadede
başvurucu,
i. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki Millî Gençlik Vakfı binasına
bomba atılması,
ii. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki MHP binasına zaman ayarlı el
yapımı bomba konulması ve el bombası atılması,
iii. 17/2/1994 tarihinde Anavatan Partisi (ANAP) Tatvan ilçe
binasının giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemlerine
katıldığını da belirtmiştir.
15. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı
olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucunun
göstermiş olduğu bir yerde yapılan kazı neticesinde 1 adet 9 mm çapında tabanca
ile bu tabancaya ait fişekler ele geçirilmiştir.
16. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığındaki
beyanlarında kolluktaki ifadelerini tekrar etmiştir. Başvurucu 28/3/1994
tarihinde tutuklanmış ve 27/2/2003 tarihinde tahliye edilmiştir.
C. Başvurucu Ümit Işık Hakkındaki Soruşturma
Süreci
17. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu Ümit Işık terör
örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 9/6/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır.
Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan
ifadesinde PKK terör örgütünün fikirlerini benimseyip kabul ettiğini, bu
örgütün istihbarat biriminde yer aldığını, örgüt mensupları arasında kuryelik
yaptığını, örgüte ait silah ve patlayıcı maddelerin taşınmasında görev aldığını
belirtmiştir. Başvurucu ayrıca;
i. 7/1/1994 tarhinde Tatvan eski ve
yeni PTT binaları arasındaki yakıt tankının altına bomba yerleştirilmesi,
ii. 8/1/1994 tarihinde Tatvan DDY Depo Şefliği binasının
yanındaki yakıt tankının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi,
iii. 18/2/1994 tarihinde Tatvan DDY bekleme salonuna zaman
ayarlı bomba konulması,
iv. 24/2/1994 tarihinde 20.15 sıralarında Tatvan Cumhuriyet
Caddesi No: 76 adresinde faaliyet gösteren MHP'nin binasına bomba atılması,
v. 27/2/1994 tarihinde Tatvan Bahçelievler Mahallesi Pompalar
mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girilmesi eylemlerine
katıldığını ifade etmiştir. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat
yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.
18. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde sonradan
terör örgütü mensubu olduğunu öğrendiği Edip isimli şahsın baskısı sonucu Refah
Partisi binasına bomba konulması eylemine katıldığını, bunun dışında herhangi
bir eyleme katılmadığını ve kolluktaki beyanlarını kabul etmediği belirtmiştir.
Başvurucu, sorguda Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarını da kabul etmemiş;
suçlamaları reddetmiştir.
19. Başvurucu 5/7/1994 tarihinde tutuklanmış ve 16/12/2004
tarihinde tahliye edilmiştir.
D. Yargılama Süreçleri
20. Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da
müdafi yardımından yararlanmamışlardır. Kolluk tarafından yapılan ifade alma,
yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının
hatırlatıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.
21. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet
Başsavcılığının 28/3/1994, 8/4/1994 ve 15/7/1994 tarihli iddianameleriyle,
atılı suçtan başvurucular hakkında kamu davaları açılmıştır. Başvurucular;
yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış, suçlamaları reddetmiş ve
önceki ifadelerini kabul etmemiştir.
22. Diyarbakır 3 No.lu DGM'nin 18/6/1998 tarihli kararıyla
başvurucu Erdoğan Yakışan müebbet ağır hapis, başvurucu Behzet
Çakar ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmışlardır. Anılan
kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 8/3/1999 tarihinde, sanıkların
eylemine iştirak ettiği iddia olunan başvurucu Ümit Işık hakkında dava açılıp
açılmadığının araştırılarak gerektiğinde birleştirilmesi, mümkün olmadığı
takdirde ifadelerinden ve ilgili belgelerin onaylı suretlerinin getirtilip
delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına
karar vermiştir.
23. Bozma üzerine üç başvurucu hakkındaki dosyalar
birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 3 No.lu DGM 19/10/2000
tarihli kararıyla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet ağır
hapis, Behzet Çakar'ın ise 12 yıl 6 ay ağır hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.
24. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi
13/6/2001 tarihli kararıyla sanıklardan Ümit Işık'ın olay tarihinde ceza
ehliyetini kısmen veya tamamen kaldıran bir hastalığının bulunup bulunmadığının
araştırılarak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve tespitinde zorunluluk
bulunduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
25. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararla
başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet hapis, Behzet Çakar'ın ise hapis ve adli para cezalarıyla
cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısımları
şöyledir:
...
Sanık Erdoğan YAKIŞAN'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine
ilişkin kabulümüz:
İddia, sanıkların savunmaları, eylem
evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi
zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt
etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu
raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:
Sanık Erdoğan YAKIŞAN kolluk ifadesinde
iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, sonraki
aşamalarda bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk
ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan
eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan
kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak
anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme
tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın
bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar
ile sanık Erdoğan YAKIŞAN arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi
bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın
savunmalarına itibar edilemeyeceği,
Silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılan
sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın, örgütün faaliyeti
çerçevesinde kamu binalarına, siyasi parti temsilciliği binalarına bomba
konulması ve patlatılması, güvenlik güçleri ile girişilen çatışmada bir polis
memurunun yaralanması, İbadullah Cami İmamı Gıyasettin Barlak'ın
öldürülmesi şeklinde gerçekleşen eylem ve faaliyetlerinin 765 Sayılı Türk Ceza
Kanununun 125. maddesinde belirtilen amaç suça yönelik vehamet
arzeden eylemler olduğu,
...
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak
olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde
24/02/1994 tarihinde İbadullah Camii Müezzini G.P.nin
öldürülmesi olayına katıldığı, sanığın Suriye uyruklu Edip kod adlı örgüt
mensubunun emir ve talimatları altında örgütsel faaliyette bulunduğu, sanığın
bu eylemleri sırasında "Salih" Kod adını kullandığı, PKK'nın Tatvan
Milis örgütlenmesi eylem komitesinde yer aldığı, 24/02/1994 tarihinde MHP ilçe
binasına bomba atılması, 07/01/1994 tarihinde PTT binasındaki motorin tankına
saatli bomba bırakılarak maddi hasar meydana getirilmesi olaylarına katıldığı
anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin
hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya
matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı
Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek
gerekmiştir.
Sanığın; geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden
sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği
üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak, sanığa verilen cezadan, 765
Sayılı Türk Ceza Kanununun 59. maddesi (5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 62.
maddesi) gereğince; indirim yapılmasına ve sanığın;
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık Behzet
ÇAKAR'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine
ilişkin kabulümüz:
İddia, sanıkların savunmaları, eylem
evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi
zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt
etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu
raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:
Sanık Behzet ÇAKAR
kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde iddianamede kendisine isnat
edilen suçlamaları kabul ettiği halde, kovuşturma aşamasında bu beyanlarını
reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği
ifadelerinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan
eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan
kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak
anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme
tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın
bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar
ile sanık Behzet ÇAKAR arasında suç isnat etmelerini
gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Behzet ÇAKAR'ın savunmalarına
itibar edilemeyeceği,
...
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak
olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde
07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması,
08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt
tankına bomba konulması, 12/02/1994'te Milli Gençlik Vakfı binasına bomba
konulması, aynı tarihte MHP binasına bomba atılması, 17/02/1994 tarihinde
Anavatan parti binasına bomba atılması eylemlerine katıldığı, 27/02/1994'te
Tatvan'da öldürülen Garzan Edip kod adlı örgüt militanına yardım ve yataklıkta
bulunduğu, eylemlerde kullanılacak silah ve mühimmatları evinde sakladığı
anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin
hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya
matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı
Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek
gerekmiştir.
İçişleri Bakanlığı tarafından sanığın
pişmanlık yasasından faydalanmasının uygun olmadığına dair bildirilen görüşe
göre; sanığın, güvenlik güçlerine, örgütün suç işleyişinin önlenmesi,
dağıtılması, çökertilmesi bağlamında faydalı bilgi ve belge vermediği,
operasyonlara katılmadığı anlaşıldığından; sanık Behzet
ÇAKAR'ın 4959 Sayılı Pişmanlık Yasandan
faydalandırılmayacağı kanaatine varılmıştır.
...
Sanık Ümit IŞIK'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin
kabulümüz:
İddia, sanıkların savunmaları, eylem
evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi
zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt
etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu
raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:
Sanık Ümit IŞIK; kollukta alınan ifadesinde,
üzerine suçlamaları ayrıntılı bir şekilde anlatmış, Cumhuriyet Savcısı
huzurunda alınan ifadesinde ise, Brüsk Kod C. E.yi babasının arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını ve onun
yanındaki bir şahsın zorlamasıyla MGV binasına bomba yerleştirilmesi eylemine
katıldığını ikrar etmiştir. Sanık sorgu hakimliğindeki ifadesinde de; eylemlere
katılmadığını ancak zorlama neticesi bu eylemler sırasında havaya ateş
etmesinin istendiğini fakat bu isteği de yerine getirmediğini belirtmiştir.
Sanık kovuşturma aşamasında kolluk aşamasındaki ifadelerini reddederek,
savcılık ve sorgu hakimliğindeki beyanlarına itibar edilmesini istemiştir.
Sanığın üzerine isnat olunan eylemlere
katılmadığını ve suçsuz olduğunu aşamalarda savunmuş ise de, sanık Erdoğan
YAKIŞAN tarafından yapılan yer göstermelerinde isminin geçtiği ve ayrıca H.B.
isimli sanığın savcılık ifadesinde, bir akşam evlerine Erdoğan YAKIŞAN, A.O. ve
Ü.I.nın gelerek bir torba getirdiklerini torbanın
içerisinde silah olduğunu gördüğünü, sanık Erdoğan ve arkadaşlarının PTT
binasına bomba konulması, DDY ve MHP ilçe binasına bomba konulması eylemlerini
yaptıklarını duyduğunu söylediği görülmüştür.
...
Sanığın örgüt içerisinde "Agit" kod adını kullandığı, PKK terör örgütü içinde
yer aldığı, örgüt adına Tatvan ilçe merkezinde milis teşkilatı kurduğu, ilçe
içerisinde silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunduğu ve bu kapsamda olarak
sanığın; 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba
konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki
yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması,
18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde
bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Sanığın
ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler
kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri,
eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir
şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama
tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları,
yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık
beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer
sanıklar ve tanıklar ile sanık Ümit IŞIK arasında suç isnat etmelerini
gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Ümit IŞIK'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,
Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak
olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde
07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması,
08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt
tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994
tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis
memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın,
Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan
bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine
uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi
gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir."
26. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesince 27/5/2014
tarihinde onanmıştır.
27. Başvurucular 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
28. Başvurucuların mahkûmiyetine konu suç 1/2/1926 tarihli ve
765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenmiştir.
29. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412
sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta
amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim
tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin
kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya
çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen
suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının
bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin
edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından
yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek
kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı
bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu
söylenir.
5. Şüpheden kurtulması
için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi
aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları
ileri sürmek imkânı verilir.
6. İfade verenin veya
sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir
tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya
sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya
sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade
veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya
sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu
işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin
ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve
imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer
alır.”
30. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi
varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak
sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet
Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak
üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin,
yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında
olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
31. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi
halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya
sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya
dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi
tayin edilir.”
32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve
konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin
müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”
33. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte
bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan
şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim
önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.
Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki
suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya
fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin
dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede
sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi
güne kadar uzatılabilir.
Anayasanın 120 nci
maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya
tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre
Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.
Tutuklu
bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir.
Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra
gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”
34. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan
18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Bu
Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci
madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda
uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu
değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki
halleriyle uygulanır.”
35. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi
hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli
veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:
''1. Herkes davasının, …
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek
olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve
kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek;''
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan
kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini
bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin
etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse
resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç
isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78,
25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir
şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma
ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).
38. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının
şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen
delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006,
§ 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma
evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek
hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın
dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95,
19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin
verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da
gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya
[GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).
39. İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı
andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır
(Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan; kolluk
tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma
hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut
olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil
yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade
etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No:
18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).
40. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de
ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma
hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No:
4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi
yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her
türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının
gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).
41. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen
ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007,
§§ 55, 56).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
43. Başvurucular, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından
yararlandırılmadıkları sırada imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere
dayanılarak mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirterek müdafi yardımından
yararlanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesine
karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
2. Değerlendirme
44. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi
yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
46. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına
alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini
sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve
çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe
ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş
ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).
47. Savunma hakkının sağladığı güvenceler, esasen adil
yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin
gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması
nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde,
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması,
Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun
değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil
olduğundan söz edilemez(Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).
48. Müdafi, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını
yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii
aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde
görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya
sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu
müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/10-182, K.2011/204, 11/1/2011).
49. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen
meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması
da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların
teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır.
Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve
yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle
müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla
müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine
dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç
isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).
50. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... adil yargılanma" ibaresinin
eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c)
bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından
yararlanması, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve
adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın
yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmesi hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).
51. Savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma
düşmemesi için şüpheli ve sanığın kendisini bireysel
olarak (bizzat) savunabilmesinin yanı sıra müdafi yardımından yararlandırılması
da gerekebilir. Suç isnadı altındaki kişinin müdafi yardımına olan ihtiyacı; delillere
ulaşma bakımından yaşanan güçlüklerin aşılması, hukuki bilgi eksikliği veya
içinde bulunulan psikolojik durumdan kaynaklanabilir. Bu kapsamda savunma
hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından
yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesinin de
gereğidir. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma
hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği
ilkesine işlerlik kazandırmaktadır (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 74).
52. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı bakımından başka bir önemi, suç
isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünden devletin
pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Anayasa'nın 36. maddesine
göre suç isnadı altında bulunan kişinin ekonomik durumunun elverişli olmaması
veya ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gerekli görülmesi
hâlinde resen atanacak bir müdafinin yardımından yararlandırılması da gerekir.
Dava konusunun karmaşıklığı ve isnadın ağırlığıyla bağlantılı olarak suçlamanın
ciddiliği değerlendirilerek ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi
için suç isnadı altındaki kişiye müdafi atanması gerekebilir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 75).
53. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk
kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini
suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının
etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada
elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız
bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin
hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§
118, 135; Sami Özbil,
B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
54. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan,
yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından
etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 78).
55. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir.
Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece
önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki
kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup
bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından
mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir
baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza
davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç
isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen
delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi
sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması
durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır.
Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında
verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemecebu
husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 79).
56. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır;
kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak
avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu
anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü
içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa
Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev
alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının
mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48)
ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal
kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§
56-76; Aynur Avyüzen,
B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli
Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
57. Somut olayda başvurucular gözaltında tutulduğu sırada devlet
güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi
yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır.
3842 sayılı Kanun’a eklenen 31. maddeyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi
yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik
mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında
değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat,
gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucuların
belirtilen şartlarda 14 ile 29 gün arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.
58. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere
ilişkin değerlendirmede kendileri ve diğer sanıkların gözaltında müdafi
olmaksızın elde edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.
Somut olayda başvuruculara isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır.
Başvurucular gözaltına alınmış ve tutuklandıkları tarihe kadar gözaltında
tutulmuşlardır. Başvurucular, müdafi olmadan kollukta verdikleri ifadelerinde
isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediklerine dair beyanda
bulunmuşlardır. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi
yardımından yararlanmamıştır. Başvuruculara kolluk tarafından yer gösterme ile
yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucular, bu işlemler esnasında da
üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; müdafi yardımından
faydalandırılmamıştır. Öte yandan kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer
gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına
dair bir ibare de bulunmamaktadır.
59. Başvurucuların mahkȗmiyetine
hükmedilirken C.T., D.B. veH.Ç isimli kişilerin
beyanlarına da dayanıldığı fakat bu ifadelerin de o dönemde kollukta verilen
ifadeler olduğu görülmektedir. Başvuruculardan Behzet
Çakar ile yüzleştirilen A.A., M.B. ve A.A.nın
beyanlarına da İfadeli Yüzleştirme Tutanağı'nda yer
verilmiştir. Anılan tutanak tanzim edilirken beyanda bulunanlara hakları
hatırlatılmamış, avukat yardımı sağlanmamıştır. Mahkeme kararında, bu kişilerin
müdafi yardımından faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu
ifadelerini kabul edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer
verilmemiştir.
60. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan
ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri
gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği,
gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt
olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama
usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların savunma
hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.
61. Sonradan (yargılama devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271
sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi
yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında
savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus
gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi
edilememiştir. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde
edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından
yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlali sonucunu doğurmuştur.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi
yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
64. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini
tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
65. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35,36).
66. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucular, tutukluluklarının makul süreyi aştığını
belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18). Somut olayın başvurucuların 27/2/2003, 16/2/2004 ve 5/4/2007
tarihlerinde tahliye olmalarıyla son bulduğu anlaşılmıştır.
70. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
71. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
1. Genel İlkeler
72. 6216 saylı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına
göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde,
gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili
temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının
belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.
73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması zorunludur.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.
74. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine
geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Şahin Alpay (2)
[GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).
75. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.
76. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmedilir.
77. Kanun 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın
yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır.
Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da
derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir yargılamayı yeniden ele almaktadır.
Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi
müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında
bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin
giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili
usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
derece mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve
önceki kararın kaldırılması hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmak yükümlülüğündedir.
78. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapar. Bu çerçevede
ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya
yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule
ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç
yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ilgili idari
işlem veya uygulamanın kendisinin veya derece mahkemesi kararının sonucunun hak
ihlaline yol açtığı Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmişse bu takdirde
derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan dosya
üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını
ortadan kaldırması gerekebilir.
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
79. Başvurucular ayrı ayrı 300.000 TL maddi, 300.000 TL manevi
manevi tazminat talep etmiştir.
80. Anayasa Mahkemesi başvurucuların müdafi yardımından
yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
81. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna
göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ikinci
fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan
mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir
karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK
250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
82. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından diğer tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkıyla
bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2006/294, K.2013/8) yerine bakan Mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Başvurucular hakkında gözaltı ve tutuklama işlemlerinin
yürütüldüğü, kollukta ifade alma işlemlerinin cereyan ettiği tarihte (1994
yılında) 1412 Sayılı Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununun müdafi tayini ile ilgili
135, 136, 138 ve 144 üncü maddelerinin 2845 Sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş Ve Yargılama Usulülleri Hakkındaki Kanun
kapsamındaki suçlar yönünden uygulanmayacağı 18.11.1992 tarih ve 3842 Sayılı
“Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu İle Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 31 nci maddesinin birinci fıkrası ile hüküm altına
alındığından, o tarih itibariyle başvurucuların gözaltında ve kolluk ifadesi
sırasında müdafi yardımından yararlandırılmamalarında mevcut mevzuat açısından
bir hukuka aykırılık olmadığı, yargılamanın devam ettiği aşamada yürürlüğe
giren 4.12.2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun 148 nci
maddesinin (4) ncü fıkrasının geçmişe teşmilinin
mümkün olmadığı ve o zamanki mevzuata uygun şekilde cereyan eden adli
işlemlerin ihyasına imkân tanımayacağı, derece mahkemesince verilen ve onanan
mahkûmiyet hükmünün sadece kolluktaki sanık ifadelerine dayalı olmayıp, tüm
dosya kapsamının birlikte değerlendirilip tek tek gösterilen diğer delil ve
olgulara dayandırıldığı, dolayısiyle hakkaniyete
aykırı bir yargılamanın varlığından söz edilemeyeceği ve adil yargılanma
hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki
kararına katılmıyorum.