TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SULTANİ ACAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/16344)
Karar Tarihi: 22/3/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
Murat İlter DEVECİ
Başvurucu
Sultani ACAR
Vekili
Av. Nuri MEHMETOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yaşamı koruyucu önlemlerin alınmaması neticesinde meydana gelen ölüm ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve bir örneği temin edilen Batman Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) ait soruşturma dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucunun eşi A.A., yaşadığı Batman'da bulunan bir işyerinin önündeki kaldırımda 23/3/1993 tarihinde saat 17.30 sıralarında ateşli silahla vurulmuştur.
10. A.A.nın Batman Devlet Hastanesinin Acil Servisine getirildiğinde ölü olduğu tutanağa bağlanmışır.
11. A.A.nın ölümü üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca resen soruşturma başlatılmıştır.
12. Aynı gün olay yerini inceleyen kolluk görevlileri, kaldırım üzerindeki 0,5-1 metre çapındaki kan gölünün iki metre ilerisinde iki adet boş kovan bulunduğunu ve A.A.yı vuran kişi veya kişileri gören herhangi bir kimseye rastlanmadığını tespit edip olay yerinin krokisini çizmiştir. Yapılan incelemeden on beş dakika sonra olayın meydana geldiği yerdeki işyerinin darabasına (tahta perde, tahta bölme, dükkân kepengi, parmaklık) saplanmış vaziyette, bir adet kısmen deforme olmuş mermi çekirdeği bulunup zapt edilmiştir.
13. 23/3/1993 tarihinde yapılan ölü muayenesinde hazır bulunan A.A.nın kardeşi S.A. cesedin A.A.ya ait olduğunu teşhis etmiştir. Ölü muayenesi sonucunda baş ve boyun bölgesinde iki adet kurşun giriş ve çıkış yarası tespit edilmiş ve kişinin ölüm nedeninin ateşli silah yaralanmasına bağlı beyin iç kanaması olduğu kanaatine varılmıştır. Ölüm nedeninin tespit edilmesi nedeniyle klasik otopsi işlemine gerek görülmemiştir.
14. Olay yerinden elde edilen boş kovanlar ve kısmen deforme olmuş mermi çekirdeği, balistik inceleme için Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına (Kriminal Laboratuvar) gönderilmiştir. Kriminal Laboratuvarınca düzenlenen 29/3/1993 tarihli raporda, boş kovanların tek bir silahtan atıldığı ve boş kovanlar ile mermi çekirdeğinin inceleme için gönderilecek silahlardan atılıp atılmadığının tespiti için geçici olarak alıkonulduğu belirtilmiştir.
15. 28/4/1993 tarihinde müşteki sıfatıyla, kolluk tarafından ifadesi alınan A.A.nın babası A.A.; oğlu ile birlikte ikamet ettiklerini, olay sırasında evde olduğunu, yaptığı araştırmaya göre oğlunu öldüren kişiyi gören kimse olmadığını ve şüphelendiği herhangi bir kimse bulunmadığını beyan etmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/4/1993 tarihinde Batman İl Emniyet Müdürlüğü (İl Emniyet Müdürlüğü) Asayiş Şube Müdürlüğüne müzekkere yazmış, fail veya faillerin sıkı ve gizli bir şekilde araştırılmasını, yakalanması hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesini istemiştir. Bu müzekkereye verilen 5/7/1993 tarihli cevapta faillerin aranmasına devam edildiği bildirilmiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı, faili tespit edilemeyen öldürme ve yaralama olaylarına ilişkin oluşturduğu listeyi İl Emniyet Müdürlüğüne göndermiş ve söz konusu olayların siyasi amaç taşıyıp taşımadığının bildirilmesini istemiştir.
18. İl Emniyet Müdürlüğünün 8/7/1994 tarihli yazısının ekindeki listede A.A.nın öldürülmesi "siyasi cinayet" olarak belirtildiğinden Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/1994 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir.
19. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 29/7/1994 tarihinde; olayla ilgili beyan, bilgi ve itirafların bildirilmesi, faillerin tespitine çalışılması, arama ve neticelerinden üç ayda bir haber verilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına, İl Emniyet Müdürlüğüne ve Batman İl Jandarma Alay Komutanlığına müzekkere yazmıştır. Faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince düzensiz aralıklarla tutulan tutanaklar DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İl Emniyet Müdürlüğünce Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan faillerin tespit edilemediğine ilişkin son yazı 29/4/2013 tarihlidir.
20. Başvurucu, vekili aracılığıyla 3/12/2004 ve 7/6/2013 tarihlerinde soruşturma evrakının fotokopisini almıştır.
21. Başvurucu; vekili aracılığıyla verdiği 9/9/2013 havale tarihli dilekçe ile olay yerinin çevresindeki işyerleri ve konutlarda bulunanların tespitini, bu kişilerin olayla ilgili bilgi ve görgülerinin bulunup bulunmadığının araştırılmasını, olayla ilgili diğer soruşturma evraklarında herhangi bir bilgi ve belgenin bulunup bulunmadığının tespit edilmesini ve Kriminal Laboratuvarının olay yerinden elde edilen kovanlar ve mermi çekirdeği ile ilgili sonradan bilgi edinip edinmediğinin tespitini talep etmiştir.
22. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK 10. madde ile görevli) "geçici olarak alıkonulan kovanların faili meçhul olaylarla karşılaştırılmasına ilişkin mukayese raporunun gönderilmesi" isteğine ilişkin yazıya Kriminal Laboratuvarınca verilen 9/10/2013 tarihli cevapta, karşılaştırmaya tabi tutulan kovanlar arasında herhangi bir ilişkinin bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Başvurucu vekili 25/10/2013 havale tarihli dilekçe ile taleplerinden sonra soruşturma evrakları arasına giren belgelerin fotokopisini almıştır.
24. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile görevli) 30/10/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir müzekkere yazmış, olayı kim ya da kimlerin gerçekleştirdiğinin olay mahallindeki esnaflardan sorularak araştırılmasını ve sonucun bildirilmesini istemiştir. Bu müzekkereye cevap verildiğine ilişkin herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile görevli),21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet Başsavcılıklarının görevlerine son verildiği ve soruşturma yetkisinin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 10/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçeleriyle 26/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararda suç vasfı, yasa dışı silahlı örgüt kurma veya katılma ve adam öldürme olarak belirtilmiştir.
27. Başvurucunun yirmi yıl boyunca olay yerinin çevresindeki işyerlerinin çalışanları ve sahipleri ile konutlarda oturanların bilgisine başvurulmadığı, soruşturmanın eksik ve yetersiz olduğu, olayı gerçekleştiren terör örgütü faaliyetlerini hâlen sürdürdüğü için zamanaşımı süresinin kesildiği iddialarıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı 18/6/2014 tarihli itirazı, Batman Sulh Ceza Hâkimliğince 11/8/2014 tarihinde reddedilmiştir.
28. Bu karar başvurucu tarafından 4/9/2014 tarihinde öğrenilmiş olup 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin (1), (2) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası:
(1) Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezaların müstelzim cürümlerde yirmi sene,
(2) Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
…
(6) Bundan evvelki bentlerde beyan olunan miktardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde alt ay geçmesiyle ortadan kalkar.”
30. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:
“ Hukuku âmme davasının müruru zamanı, mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair veya C. Müddeiumumîsi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeye başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102’inci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.”
32. 5237 sayılı Kanun'un "Dava zamanaşımı" kenar başlıklı 66. maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
...
Geçmesiyle düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır..."
33. 5237 sayılı Kanun'un "Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi" kenar başlıklı 67. maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
" (2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar."
34. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.”
36. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü belirli bir periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli Faili Meçhul Olay ve Cinayetlerin Soruşturma Usul ve Esaslarına İlişkin Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,
g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,
...”
B. Uluslararası Hukuk
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar"
38. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez." Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
..."
39. Sözleşme'nin "Kabul edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı 35. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir."
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin ikinci maddesinin birinci maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (Birçok karar arasından söz konusu yükümlülüğün belirgin bir şekilde ilk kez vurgulandığı karar için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 105; Şener Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir. AİHM'e göre bir soruşturmanın etkili sayılabilmesi için bazı ilkelerin yerine getirilmesi gerekir.
41. AİHM, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından önce de önüne gelen davalarda soruşturmanın etkililiğinin tespiti bakımından uyguladığı birtakım ilkeleri Hugh Jordan/Birleşik Krallık (B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109) kararında sistematikleştirmiş ve yaşama hakkına ilişkin başvurularda bu ilkelerin her birinin yerine getirilip getirilmediğini incelemiştir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında soruşturmanın etkililiğine ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:
-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)
-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)
-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)
-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)
-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için her olayda bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)
42. AİHM, ayrıca insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107, Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, § 90).
43. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olaya uygulanabilecek içtihatları genel olarak bu yönde olmakla birlikte AİHM'in etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği şikâyetlerine ilişkin bireysel başvuru süresi ile ilgili olan içtihatlarına da yer vermek gerekir. AİHM, söz konusu içtihatlarında aşağıda ayrıntılarına da yer verileceği üzere etkili soruşturma yürütülmediğini ileri süren başvuruculara belirli konularda özen gösterme ödevi yüklemekte; bu ödevin yerine getirilmediğini belirlediği olaylarda ise başvuruları süre aşımı nedeniyle reddetmektedir.
44. AİHM kararlarında, Sözleşme’nin 35. maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte ve bu sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul bir süre içinde incelenmesini sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği), yetkili makamların ve ilgili diğer kişilerin uzunsüre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07, 17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016, § 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.), B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10).
45. Bu kural AİHM tarafından uygulanan denetime zaman sınırı getirmekte ve hem bireylerin hem de devlet makamlarının dikkatini bu süre sona erdiğinde herhangi bir denetim yapılmayacağı hususuna çekmektedir (Sabri Güneş, § 40; El Masri, § 135). AİHM'e göre bu tür bir süre sınırı, sözleşmeci tarafların geçmiş kararlarının sürekli olarak gündeme getirilmesini önleme istekleri ile paralellik taşıdığı gibi düzen, istikrar ve huzurun sağlanmasına ilişkin haklı bir kaygıdan da kaynaklanmaktadır (Sabri Güneş, § 40).
46. Diğer taraftan AİHM'e göre altı aylık süre kuralı, meseleleri henüz yeni iken zamanın geçmesi ile ilgili hakikatlerin ortaya çıkması zorlaşmadan ve söz konusu sorunun adil bir biçimde değerlendirilmesi neredeyse imkânsız duruma gelmeden önce incelenebilmesini garanti altına alır (Jeronovičs/Letonya, § 74). Yukarıda vurgulandığı üzere altı aylık süre kuralının belirlenmesinin birden fazla amacı bulunmaktadır ve bu amaçlardan en önemlilerinden biri de davaya konu olaylara ilişkin gerçeklerin tespit edilmesini kolaylaştırmaktır. Zira gündeme getirilen sorunların adil bir şekilde incelenmesi, zaman geçtikçe zorlaşacaktır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23502/06, 12/11/2013, § 126).
47. AİHM'e göre altı aylık süre, kural olarak iç hukuk yollarının tüketilmesi sürecindeki nihai karar tarihinden itibaren işlemektedir. Ancak en başından itibarenetkili bir hukuk yolunun bulunmadığı başvurucu açısından açıksa bu süre şikâyette bulunulan işlem veya tedbirin gerçekleştirildiği ya da söz konusu işlemin veya başvurucu üzerinde yarattığı etki veya zararının bilindiği tarihten itibaren işlemektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 259; Sabri Güneş, § 54; El Masri, § 136).
48. Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin 35. maddesi, başvurucunun şikâyeti ulusal seviyede nihai olarak karara bağlanmadan önce başvurusunu AİHM'e sunmasıgerektiği şeklinde yorumlanamaz. Zira böyle bir durumda ikincillik prensibi ihlal edilmiş olacaktır. Bir başvurucu, görünüşte var olan bir hukuk yolunu kullandığında ve söz konusu hukuk yolunu etkisiz kılan koşullardan ancak daha sonra haberdar olduğunda 35. maddenin amaçları bakımından altı aylık sürenin başvurucunun söz konusu koşullardan ilk haberdar olduğu veya olması gerektiği tarihten başlatılması uygun olabilir (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 46477/99, 7/6/2001; El Masri, § 136).
49. Süregiden bir durumun söz konusu olduğu davalarda, süre her gün yeniden işlemeye başlar ve altı aylık süre genellikle aslında bu durum sona erdiğinde gerçek anlamda işler (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90, 18/9/2009, § 159; Sabri Güneş, § 54).
50. Ancak AİHM'e göre süregiden durumların hepsi aynı nitelikte değildir. Bir davadaki meselelerin çözüme bağlanması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların iddialarını usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini sağlayabilmek için gerekli süratle AİHM huzurunda dile getirilmesini sağlama ödevi bulunmaktadır (Varnava ve diğerleri, § 160). Bu durum bilhassa, Sözleşme kapsamında "belirli olayların soruşturulmasına yönelik herhangi bir yükümlülükle" ilgili şikâyetler bakımından geçerlidir. Zaman geçtikçe deliller bozulduğundan zamanın sadece devletin soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda AİHM'indavaya ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde de bir etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle başvurucunun hiçbir etkili soruşturma yürütülmeyeceği açık hâle gelince, başka bir deyişle devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği bariz bir görünüm kazanınca derhâl harekete geçmesi gerekmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya § 262; Varnava ve diğerleri, § 161).
51. Başvurucunun altı aylık süre kuralına uyup uymadığının tespiti, ulusal hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla doğal olarak ilişkilidir ve başvurucunun iddialarının ulusal makamlarca araştırılmasını sağlamaya yönelik adımlarıyla bağlantılı olarak incelenmelidir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 121).
52. AİHM hâlihazırda -kötü muameleye yönelik bir soruşturma ile ilgili davalarda da tıpkı bir akrabanın şüpheli ölümüne (yaşam hakkına) yönelik bir soruşturma ile ilgili davalarda olduğu gibi- başvurucuların soruşturmanın gidişatından, hiç yol alınmadığının ve etkili bir şekilde yürütülmediğinin farkında olur olmaz veya olması gerekir gerekmez başvurularını süratle yapmalarının beklendiğini karara bağlamış bulunmaktadır (Atallah/Fransa (k.k.), B. No: 51987/07, 30/8/2011; Hazar ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 62566/00-62577/00 ve 62579-62581/00, 10/1/2002).
53. Bununla birlikte AİHM, başvurucuların özenli davranma yükümlülüğünün birbiriyle yakından bağlantılı ancak ayrı iki yöne sahip olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'egöre bunlardan birincisi, başvurucuların soruşturmadaki gidişatla ilgili olarak ulusal makamlarla gecikmeksizin temasa geçmeleri -ki bu yükümlülük yetkili makamlara özenle başvurma gereğini ima etmektedir zira her türlü gecikme soruşturmanın etkililiğini riske atmaktadır- gerektiğidir. Diğeri ise başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığının farkına varır varmaz veya varmalarını gerektiren bir durum ortaya çıkar çıkmaz süratle AİHM'e bireysel başvuruda bulunmaları zorunluluğudur (Nasirkhayeva/Rusya (k.k.), B. No: 1721/07, 31/5/2011; Akhvlediani ve diğerleri/Gürcistan (k.k.), B. No: 22026/10, 9/4/2013, §§ 23-29; Gusar/Moldova (k.k.), B. No: 37204/02, 30/4/2013, §§ 14-17).
54. AİHM, bu özenli davranma ödevinin ilk kısmının -ulusal makamlara derhâl başvurma yükümlülüğü- davanın koşulları ışığında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda ulusal makamlara başvurmadaki gecikme; davanın karmaşıklığına ve söz konusu insan hakları ihlallerinin niteliğine bağlı olarak, başvurucunun savunmasız bir durumda bulunduğu hâllerde ve çok önemli olgusal veya hukuki meseleleri çözüme bağlayabilecek gelişmeleri beklemesinin makul olduğu durumlarda başvurunun kabul edilebilirliğini etkilemez (El Masri, § 142). Ağır nitelikteki insan hakları ihlallerinin dahi soruşturulmadığı bir korku ortamının mevcudiyeti, başvurunun geri çekilmesi veya değiştirilmesi konusunda yetkili makamların baskısı veya ihlale neden olan kamu görevlileri hakkında şikâyette bulunulması sonucunda bunun bedelinin ödettirileceği korkusunun ortaya çıkmasına yol açan haklı nedenlerin varlığı gibi hâllerdeki gecikmeler demakul görülebilir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 131; Akdıvar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 21893/93, 16/9/1996, § 10).
55. Özen yükümlülüğünün ikinci kısmına -başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığını fark eder etmez veya fark etmesi gerekir gerekmez bireysel başvuruda bulunması ödevine- gelince AİHM, bu aşamanın hangi noktada meydana geldiğinin tespiti meselesinin muhakkak ki davanın koşullarına bağlı olduğunu ve bunu her olay için net bir şekilde saptamanın güç olduğunu dile getirmiştir. AİHM, ölüme veya kötü muameleye yönelik etkili soruşturma yürütülmediğinden şikâyet eden başvuruculara yüklenecek bu özen yükümlüğünün ölçüsünü belirlerken bu iki tür durum arasındaki farklara rağmen büyük oranda bir ülkedeki uluslararası çatışma veya olağanüstü hâl ortamında kayıp vakaları ile ilgili şikâyette bulunan başvuruculara yüklenen özen yükümlülüğüne dair yakın tarihli içtihatlardan hareket etmektedir (Varnava ve diğerleri, § 165; Türkan Yetişen ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21099/06, 10/7/2012, §§ 72-85; Er ve diğerleri, B. No: 23016/04, 31/7/2012, § 52).
56. AİHM, yukarıda ifade edilen ilkeler çerçevesinde başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmanın hareketsiz kaldığının veya başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin farkında olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların "her birinde gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında" aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları altı aylık başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02, 15/12/2009,§ 51; Aydınlar ve diğerleri/Türkiye (k.k), B. No: 3575/05, 9/3/2010).
57. Başka bir deyişle AİHM, soruşturmanın etkisizliği veya eksikliği ile ilgili şikâyette bulunmak isteyen kişilerin başvurularını yapmak konusunda gereksiz yere gecikmemesini zaruri görmektedir. AİHM'e göre, aradan hatırı sayılır bir süre geçtiğinde ve soruşturma faaliyetlerinde önemli gecikmeler ve fasılalar yaşandığında akrabaların (mağdurların) etkili bir soruşturma sağlanmadığı veya sağlanmayacağını anlaması gereken bir nokta gelecektir (Mocanu ve diğerleri/Romanya § 268).
58. Ancak bu noktada ifade edilmelidir ki AİHM, ölen kişinin yakınları ile yetkili makamlar arasında şikâyetlere ilişkin anlamlı birtakım temaslar olduğu ve bilgi talepleri yahut soruşturma tedbirlerinde ilerleme sağlanacağına dair bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin genelde uyanmayacağını da dile getirmiştir. Buna karşılık AİHM'e göre bu durumlarda dahi aradan bir süre geçtikten sonra ve araştırma faaliyetleri önemli derecede ağır işlerse veya kesintiye uğrarsa ölen kişinin yakınlarının etkili bir soruşturma yürütülmediği ve yürütülmeyeceğinin farkına varmalarının zamanı gelmiş demektir. Bu aşamaya ne zaman gelindiği ise zorunlu olarak davanın kendine özgü koşulları ile ilgilidir (Varnava ve diğerleri, § 165).
59. Diğer taraftan AİHM'e göre başvurucularca etkili bir ceza soruşturmasının bulunmadığının farkında olunduğu ya da olunması gerektiği durumun ortaya çıkmasından sonra soruşturma sürecinde yetkili makamlara başkaca soruşturma tedbirlerinde bulunma yönünde yeni bir yükümlülük doğurmuş olan "yeni bir delil veya bilgi" ortaya çıkarsa bu durumda başvurunun süre aşımı nedeniyle reddedilemeyeceği de unutulmamalıdır (Brecknell/Birleşik Krallık, B. No: 32457/04, 27/11/2007, § 71; Gürtekin ve diğerleri/Kıbrıs (k.k.), B. No:60441/13, 68206/13 ve 68667/13, 11/3/2014).
60. AİHM, bu konuda son olarak olaya ilişkin uzun süre etkili yürütülmeyen ancak "olayları açıklığa kavuşturabilecek nitelikteki" bir soruşturma kapsamında da önemli gelişmelerin yaşanabileceğinin gözardı edilemeyeceğini, esasında bu noktada özellikle savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında faillerin yargılanması ve mahkûm edilmesinde kamu menfaatinin gözetilmesi nedeni ile olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra ortaya çıkma ihtimali olan yasa dışı öldürme eylemlerine ilişkin soruşturma yürütülmesi konusunda aşırı derecede kuralcı olmanın yersiz olduğunu da hatırlatmaktadır (Benzer ve diğerleri, § 129; Brecknell/Birleşik Krallık, § 69).
61. Sonuç olarakAİHM; etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası ileri sürülen bir başvuruda süreye ilişkin kabul edilebilirlik kriterinin yerine getirilip getirilmediğini, başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, bu koşullara göre başvurucu tarafından soruşturmaya gösterilen ilgi ve özenin derecesine ayrıca ulusal düzeyde yürütülen soruşturmanın yeterliliğine bağlı olarak belirlemektedir (Narin/Türkiye, § 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
62. Mahkemenin 22/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
63. Başvurucu; siyasi faaliyette bulunması ve işyerinin bir siyasi parti tarafından seçim çalışmalarında kullanılmasına izin vermesi nedeniyle eşinin takip ve tehdit edildiğini, bu bağlamda eşinin gerçek ve yakın tehlike altında bulunduğunu, bu hususları bilen yetkililerce gerekli tedbirlerin alınmadığını ve bu sebeple yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, eşinin ölümü hakkında yürütülen soruşturmada, olaya tanık olan kimse bulunup bulunmadığının araştırılmamasından, tanık bulunmadığına dair tutanak düzenleyen kolluk görevlilerinin beyanına başvurulmamasından ve klasik otopsi işlemi yapılmamasından şikâyet etmiştir. Son olarak başvurucu; yirmi bir yılı aşan bir sürede soruşturma dosyasında etkili herhangi bir işlem yapılmadığını, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını ve olayın zaman aşımına tabi olmadığını belirterek faillerin yakalanmaması ve soruşturmanın sonlandırılması nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile A.A.nın yakınları yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Bakanlık görüşünde, başvurucunun özen yükümlülüğünü yerine getirmeyip olayın üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunduğu ve soruşturmanın etkisiz olduğunu ileri süren başvurucunun bunu fark ettiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmaması nedeniyle başvurunun süresinde olmadığı ileri sürülmüştür.
B. Değerlendirme
65. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
66. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
67. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkıyla bağlantılı olduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında yapılmıştır.
68. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuruya konu olayda yaşamını yitiren A.A.nın eşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
1. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile yedinci fıkrası şöyledir:
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır...
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."
70. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
71. Somut olayda eşinin tehlike altında olduğunu yetkililerin nasıl ve ne zaman öğrendikleri konusunda bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklama yapmayan başvurucu, idari yargıda açacağı bir tam yargı davası ile ölenin takip ve tehdit edildiğini bildiği hâlde gerekli tedbiri almadığını iddia ettiği yetkililerin kusurlu olup olmadıklarını tespit ettirme ve maruz kaldığı zarara ilişkin tazminat alma imkânına sahiptir. Buna karşın başvurucu, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiasını idari yargıya taşıdığına dair bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklama yapmadığı gibi buna dair herhangi bir belgeyi başvuru formuna da eklememiştir. Bu nedenle başvurucunun hukuk sisteminde mevcut bir yargısal yolu tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna varılmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
73. Başvuru ehliyeti yönünden herhangi bir eksiklik bulunmasa da başvurunun, başvuru yollarının tüketilmesi ve bu kuralla iç içe girmiş bulunan otuz günlük başvuru süresi kuralı bakımından değerlendirilmesi gerekir.
74. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
76. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
77. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
78. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
79. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkili başvuru yollarıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların kendilerinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediklerinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
80. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti yapıldığında yeterli giderim sağlamaya imkân tanıyan bir başvuru yolunun bulunmaması hâlinde başvuru yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün olmayacaktır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, § 121). Böyle bir durumda başvurucuların ihlali öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekmektedir.
81. Şikâyetleri konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda bulunmak, dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü bulunan başvurucular en kısa sürede yetkili makamlara başvurmalıdırlar. Zira zaman geçtikçe delillerin kaybolma veyabozulma ihtimali artmakta ve gerçeklerin ortaya çıkması zorlaşmaktadır.
82. Öte yandan şikâyeti yetkili makamlara iletmenin imkânsız veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar -ki bu durumların neler olduğu her başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak ayrıca değerlendirilmelidir-mevcutsa başvurucuların özen yükümlülüğünün ancak bahse konu durumların sona ermesinden itibaren başlayacağı kabul edilmelidir.
83. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
84. Diğer taraftan başvurucuların yetkili makamlara müracaat etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir (Yasin Ağca, § 121). Böyle bir durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her başvurunun şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir.
85. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar.
86. Son olarak ifade etmek gerekir ki soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle getirecektir. Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı rolün önemi tartışılmazdır.
87. Somut olayda yaşanan elim hadiseyle ilgili resen soruşturma başlatılmış, olay yeri kolluk görevlilerince incelenmiş, olay yerinin krokisi çizilmiş, A.A.nın babasının beyanına başvurulmuş, ölü muayene işlemi yapılmış ve olay yerinden elde edilen mermi kovanları ve mermi çekirdeğiyle ilgili balistik rapor alınmıştır (bkz. §§ 12-14). Sonraki süreçte gerek DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekse Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın aydınlatılabilmesini, sorumluların belirlenebilmesini ve dolayısıyla soruşturmanın etkililiğini sağlayabilecek nitelikte bir soruşturma işlemi yapılmamış; yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince düzenli olmayan aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen tutanaklar soruşturma evrakları arasına alınmıştır.
88. Başvurucu, vekili aracılığıyla 9/9/2013 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından (TMK 10. madde ile görevli) birtakım taleplerde bulunmuştur. Ancak o ana kadar olayın aydınlatılmasına ve sorumluların tespit edilmesine imkân veren herhangi bir somut delil elde edilemediği ve bu yönde başvurucu tarafından da somut bir delil ortaya konulamadığı dikkate alındığında talepte yer alan hususların soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim soruşturmada ilerleme de sağlanamamıştır. O hâlde 9/9/2013 tarihli talep sonrasında soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair başvurucuda bir beklenti oluştuğundan söz edilemez.
89. A.A.nın öldürülmesi ile ilgili şikâyetini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektiği yönünde herhangi bir iddiası bulunmayan başvurucu, yaşanan elim olayla ilgili şikâyetini yetkili makamlara iletmemiş ve zamanaşımı süresi doluncaya kadar (Zamanaşımı 23/3/2013 tarihinde dolmuştur.) yetkili makamlardan soruşturmayla ilgili herhangi bir talepte -soruşturma dosyasının fotokopisini istemesi hariç- bulunmamıştır. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme yaşanmadığı gibi soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı bir tedbir de alınmamıştır. Nitekim başvurucu da yirmi bir yılı aşan bir sürede soruşturma dosyasında etkili herhangi bir işlem yapılmadığını iddia etmiştir. Buna rağmen etkili ve yeterli bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz ederek soruşturmanın etkisizliğinin zaten farkında olduğunu ortaya koyan başvurucu, bireysel başvuru yapmak için kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesini ve bu karara yaptığı itirazın sonuçlanmasını beklemiştir. Bu nedenle çok uzun bir zamandır etkisiz olduğu başvurucu tarafından da açıkça farkına varılan söz konusu soruşturmaya ilişkin olarak 2/10/2014 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapılmış olduğunun kabul edilebilmesi mümkün değildir.
90. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına yaşam hakkının üçüncü kişinin şiddetine karşı koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasıyla ilgili kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği iddiasıyla ilgili kısmının süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 22/3/2018 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.