TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SULTANİ ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16344)
|
|
Karar Tarihi: 22/3/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucu
|
:
|
Sultani ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Nuri
MEHMETOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yaşamı koruyucu önlemlerin alınmaması neticesinde
meydana gelen ölüm ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması
yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve bir
örneği temin edilen Batman Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı)
ait soruşturma dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucunun eşi A.A., yaşadığı Batman'da bulunan bir
işyerinin önündeki kaldırımda 23/3/1993 tarihinde saat 17.30 sıralarında ateşli
silahla vurulmuştur.
10. A.A.nın Batman Devlet Hastanesinin
Acil Servisine getirildiğinde ölü olduğu tutanağa bağlanmışır.
11. A.A.nın ölümü üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığınca resen soruşturma başlatılmıştır.
12. Aynı gün olay yerini inceleyen kolluk görevlileri, kaldırım
üzerindeki 0,5-1 metre çapındaki kan gölünün iki metre ilerisinde iki adet boş
kovan bulunduğunu ve A.A.yı vuran kişi veya kişileri
gören herhangi bir kimseye rastlanmadığını tespit edip olay yerinin krokisini
çizmiştir. Yapılan incelemeden on beş dakika sonra olayın meydana geldiği
yerdeki işyerinin darabasına (tahta perde, tahta bölme,
dükkân kepengi, parmaklık) saplanmış vaziyette, bir adet kısmen deforme olmuş
mermi çekirdeği bulunup zapt edilmiştir.
13. 23/3/1993 tarihinde yapılan ölü muayenesinde hazır bulunan A.A.nın kardeşi S.A. cesedin A.A.ya
ait olduğunu teşhis etmiştir. Ölü muayenesi sonucunda baş ve boyun bölgesinde
iki adet kurşun giriş ve çıkış yarası tespit edilmiş ve kişinin ölüm nedeninin
ateşli silah yaralanmasına bağlı beyin iç kanaması olduğu kanaatine
varılmıştır. Ölüm nedeninin tespit edilmesi nedeniyle klasik otopsi işlemine
gerek görülmemiştir.
14. Olay yerinden elde edilen boş kovanlar ve kısmen deforme
olmuş mermi çekirdeği, balistik inceleme için Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına (Kriminal
Laboratuvar) gönderilmiştir. Kriminal Laboratuvarınca
düzenlenen 29/3/1993 tarihli raporda, boş kovanların tek bir silahtan atıldığı
ve boş kovanlar ile mermi çekirdeğinin inceleme için gönderilecek silahlardan
atılıp atılmadığının tespiti için geçici olarak alıkonulduğu belirtilmiştir.
15. 28/4/1993 tarihinde müşteki sıfatıyla, kolluk tarafından
ifadesi alınan A.A.nın babası A.A.; oğlu ile birlikte
ikamet ettiklerini, olay sırasında evde olduğunu, yaptığı araştırmaya göre
oğlunu öldüren kişiyi gören kimse olmadığını ve şüphelendiği herhangi bir kimse
bulunmadığını beyan etmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/4/1993 tarihinde Batman İl Emniyet
Müdürlüğü (İl Emniyet Müdürlüğü) Asayiş Şube Müdürlüğüne müzekkere yazmış, fail
veya faillerin sıkı ve gizli bir şekilde araştırılmasını, yakalanması hâlinde
Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesini istemiştir. Bu müzekkereye verilen
5/7/1993 tarihli cevapta faillerin aranmasına devam edildiği bildirilmiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı, faili tespit edilemeyen öldürme ve
yaralama olaylarına ilişkin oluşturduğu listeyi İl Emniyet Müdürlüğüne
göndermiş ve söz konusu olayların siyasi amaç taşıyıp taşımadığının
bildirilmesini istemiştir.
18. İl Emniyet Müdürlüğünün 8/7/1994 tarihli yazısının ekindeki
listede A.A.nın öldürülmesi "siyasi
cinayet" olarak
belirtildiğinden Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/1994 tarihinde görevsizlik kararı
vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir.
19. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 29/7/1994 tarihinde; olayla
ilgili beyan, bilgi ve itirafların bildirilmesi, faillerin tespitine
çalışılması, arama ve neticelerinden üç ayda bir haber verilmesi için
Cumhuriyet Başsavcılığına, İl Emniyet Müdürlüğüne ve Batman İl Jandarma Alay
Komutanlığına müzekkere yazmıştır. Faillerin tespitine çalışıldığı yönünde
kolluk görevlilerince düzensiz aralıklarla tutulan tutanaklar DGM Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir. İl Emniyet Müdürlüğünce Cumhuriyet
Başsavcılığına yazılan faillerin tespit edilemediğine ilişkin son yazı 29/4/2013
tarihlidir.
20. Başvurucu, vekili aracılığıyla 3/12/2004 ve 7/6/2013
tarihlerinde soruşturma evrakının fotokopisini almıştır.
21. Başvurucu; vekili aracılığıyla verdiği 9/9/2013 havale
tarihli dilekçe ile olay yerinin çevresindeki işyerleri ve konutlarda
bulunanların tespitini, bu kişilerin olayla ilgili bilgi ve görgülerinin
bulunup bulunmadığının araştırılmasını, olayla ilgili diğer soruşturma
evraklarında herhangi bir bilgi ve belgenin bulunup bulunmadığının tespit edilmesini
ve Kriminal Laboratuvarının olay yerinden elde edilen
kovanlar ve mermi çekirdeği ile ilgili sonradan bilgi edinip edinmediğinin
tespitini talep etmiştir.
22. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK 10. madde ile
görevli) "geçici olarak alıkonulan kovanların faili meçhul olaylarla
karşılaştırılmasına ilişkin mukayese raporunun gönderilmesi" isteğine
ilişkin yazıya Kriminal Laboratuvarınca verilen
9/10/2013 tarihli cevapta, karşılaştırmaya tabi tutulan kovanlar arasında
herhangi bir ilişkinin bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Başvurucu vekili 25/10/2013 havale tarihli dilekçe ile
taleplerinden sonra soruşturma evrakları arasına giren belgelerin fotokopisini
almıştır.
24. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile
görevli) 30/10/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir müzekkere yazmış,
olayı kim ya da kimlerin gerçekleştirdiğinin olay mahallindeki esnaflardan
sorularak araştırılmasını ve sonucun bildirilmesini istemiştir. Bu müzekkereye
cevap verildiğine ilişkin herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK 10. madde ile
görevli),21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kurulan mahkemeler
ile Cumhuriyet Başsavcılıklarının görevlerine son verildiği ve soruşturma
yetkisinin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 10/3/2014
tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl
olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçeleriyle 26/5/2014 tarihinde kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararda suç vasfı, yasa dışı
silahlı örgüt kurma veya katılma ve adam öldürme olarak belirtilmiştir.
27. Başvurucunun yirmi yıl boyunca olay yerinin çevresindeki
işyerlerinin çalışanları ve sahipleri ile konutlarda oturanların bilgisine
başvurulmadığı, soruşturmanın eksik ve yetersiz olduğu, olayı gerçekleştiren
terör örgütü faaliyetlerini hâlen sürdürdüğü için zamanaşımı süresinin
kesildiği iddialarıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı
18/6/2014 tarihli itirazı, Batman Sulh Ceza Hâkimliğince 11/8/2014 tarihinde
reddedilmiştir.
28. Bu karar başvurucu tarafından 4/9/2014 tarihinde öğrenilmiş
olup 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
102. maddesinin (1), (2) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“Kanunda
başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası:
(1) Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezaların
müstelzim cürümlerde yirmi sene,
(2) Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını
müstelzim cürümlerde on beş sene,
…
(6)
Bundan evvelki bentlerde beyan olunan miktardan aşağı cezaları müstelzim
kabahatlerde alt ay geçmesiyle ortadan kalkar.”
30. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:
“ Hukuku âmme davasının müruru zamanı,
mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın
açılmasına dair veya C. Müddeiumumîsi tarafından mahkemeye yazılan iddianame
ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye
başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların
en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeye başlar. Ancak bu sebepler müruru
zaman müddetini 102’inci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının
ilavesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" kenar
başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte
bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise,
failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.”
32. 5237 sayılı Kanun'un "Dava
zamanaşımı" kenar başlıklı 66. maddesinin (1), (3) ve (4)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş
yıl,
...
Geçmesiyle düşer.
...
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller
itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde
bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun
kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik
cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas
alınır..."
33. 5237 sayılı Kanun'un "Dava
zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi" kenar başlıklı 67.
maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
" (2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması
veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının
verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye
başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde,
zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden
işlemeye başlar.
(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak
Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar."
34. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının
bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan
zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye
bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün
içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı
ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz
edebilir.”
36. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen
(11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na
6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı
fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu
soruşturmanın yürütüldüğü belirli bir periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011
tarihli Faili Meçhul Olay ve Cinayetlerin Soruşturma Usul ve Esaslarına İlişkin
Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık
gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye
cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca
eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının
yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,
...”
B. Uluslararası Hukuk
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan
herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden
yararlanmalarını sağlarlar"
38. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile
cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz
edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez." Herkesin
yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan
dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç
kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
..."
39. Sözleşme'nin "Kabul
edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı 35. maddesinin(1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme'ye
ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç
hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden
itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir."
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin ikinci
maddesinin birinci maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı
kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir (Birçok karar arasından söz konusu yükümlülüğün belirgin bir şekilde
ilk kez vurgulandığı karar için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18984/91,
27/9/1995, § 161). AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece
bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları
açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD],
B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 105; Şener Can
ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:
27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında
-öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da-
gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik
etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili
soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve
bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir. AİHM'e göre
bir soruşturmanın etkili sayılabilmesi için bazı ilkelerin yerine getirilmesi
gerekir.
41. AİHM, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından önce de önüne
gelen davalarda soruşturmanın etkililiğinin tespiti bakımından uyguladığı
birtakım ilkeleri Hugh Jordan/Birleşik Krallık (B. No: 24746/94,
4/5/2001, §§ 105-109) kararında sistematikleştirmiş ve yaşama hakkına ilişkin
başvurularda bu ilkelerin her birinin yerine getirilip getirilmediğini
incelemiştir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında
soruşturmanın etkililiğine ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:
-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan
haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)
-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)
-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını
sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya
yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)
-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)
-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık
olması, ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak
için her olayda bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)
42. AİHM, ayrıca insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107, Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05,
45001/05, 5/7/2011, § 90).
43. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında
etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olaya uygulanabilecek içtihatları genel
olarak bu yönde olmakla birlikte AİHM'in etkili
soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği şikâyetlerine ilişkin bireysel başvuru
süresi ile ilgili olan içtihatlarına da yer vermek gerekir. AİHM, söz konusu
içtihatlarında aşağıda ayrıntılarına da yer verileceği üzere etkili soruşturma
yürütülmediğini ileri süren başvuruculara belirli konularda özen gösterme ödevi
yüklemekte; bu ödevin yerine getirilmediğini belirlediği olaylarda ise
başvuruları süre aşımı nedeniyle reddetmektedir.
44. AİHM kararlarında, Sözleşme’nin 35. maddesinde öngörülen
altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte ve bu
sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul
bir süre içinde incelenmesini sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği),
yetkili makamların ve ilgili diğer kişilerin uzunsüre
belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No:
10865/09, 45886/07, 17/9/2014, § 258; Sabri
Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/Eski Yugoslav
Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016,
§ 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.),
B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10).
45. Bu kural AİHM tarafından uygulanan denetime zaman sınırı
getirmekte ve hem bireylerin hem de devlet makamlarının dikkatini bu süre sona
erdiğinde herhangi bir denetim yapılmayacağı hususuna çekmektedir (Sabri
Güneş, § 40; El Masri, § 135). AİHM'e
göre bu tür bir süre sınırı, sözleşmeci tarafların geçmiş kararlarının sürekli
olarak gündeme getirilmesini önleme istekleri ile paralellik taşıdığı gibi
düzen, istikrar ve huzurun sağlanmasına ilişkin haklı bir kaygıdan da
kaynaklanmaktadır (Sabri Güneş, §
40).
46. Diğer taraftan AİHM'e göre altı
aylık süre kuralı, meseleleri henüz yeni iken zamanın geçmesi ile ilgili
hakikatlerin ortaya çıkması zorlaşmadan ve söz konusu sorunun adil bir biçimde
değerlendirilmesi neredeyse imkânsız duruma gelmeden önce incelenebilmesini
garanti altına alır (Jeronovičs/Letonya, § 74).
Yukarıda vurgulandığı üzere altı aylık süre kuralının belirlenmesinin birden
fazla amacı bulunmaktadır ve bu amaçlardan en önemlilerinden biri de davaya
konu olaylara ilişkin gerçeklerin tespit edilmesini kolaylaştırmaktır. Zira
gündeme getirilen sorunların adil bir şekilde incelenmesi, zaman geçtikçe
zorlaşacaktır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23502/06, 12/11/2013, §
126).
47. AİHM'e göre altı aylık süre, kural
olarak iç hukuk yollarının tüketilmesi sürecindeki nihai karar tarihinden
itibaren işlemektedir. Ancak en başından itibarenetkili
bir hukuk yolunun bulunmadığı başvurucu açısından açıksa bu süre şikâyette
bulunulan işlem veya tedbirin gerçekleştirildiği ya da söz konusu işlemin veya
başvurucu üzerinde yarattığı etki veya zararının bilindiği tarihten itibaren
işlemektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 259; Sabri Güneş, § 54; El Masri, §
136).
48. Öte yandan AİHM'e göre
Sözleşme’nin 35. maddesi, başvurucunun şikâyeti ulusal seviyede nihai olarak
karara bağlanmadan önce başvurusunu AİHM'e sunmasıgerektiği şeklinde yorumlanamaz. Zira böyle bir
durumda ikincillik prensibi ihlal edilmiş olacaktır. Bir başvurucu, görünüşte
var olan bir hukuk yolunu kullandığında ve söz konusu hukuk yolunu etkisiz
kılan koşullardan ancak daha sonra haberdar olduğunda 35. maddenin amaçları
bakımından altı aylık sürenin başvurucunun söz konusu koşullardan ilk haberdar
olduğu veya olması gerektiği tarihten başlatılması uygun olabilir (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 46477/99, 7/6/2001; El Masri, §
136).
49. Süregiden bir durumun söz konusu olduğu davalarda, süre her
gün yeniden işlemeye başlar ve altı aylık süre genellikle aslında bu durum sona
erdiğinde gerçek anlamda işler (Varnava ve
diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 16065/90, 16066/90,
16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90, 18/9/2009, § 159;
Sabri Güneş, § 54).
50. Ancak AİHM'e göre süregiden
durumların hepsi aynı nitelikte değildir. Bir davadaki meselelerin çözüme
bağlanması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların iddialarını
usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini sağlayabilmek için gerekli
süratle AİHM huzurunda dile getirilmesini sağlama ödevi bulunmaktadır (Varnava ve diğerleri, § 160). Bu durum bilhassa,
Sözleşme kapsamında "belirli olayların soruşturulmasına yönelik herhangi
bir yükümlülükle" ilgili şikâyetler bakımından geçerlidir. Zaman geçtikçe
deliller bozulduğundan zamanın sadece devletin soruşturma yükümlülüğünün yerine
getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda AİHM'indavaya
ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde de bir etkisi bulunmaktadır.
Bu nedenle başvurucunun hiçbir etkili soruşturma yürütülmeyeceği açık hâle
gelince, başka bir deyişle devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünü yerine
getirmeyeceği bariz bir görünüm kazanınca derhâl harekete geçmesi gerekmektedir
(Mocanu ve diğerleri/Romanya § 262; Varnava ve diğerleri, § 161).
51. Başvurucunun altı aylık süre kuralına uyup uymadığının
tespiti, ulusal hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla doğal olarak ilişkilidir
ve başvurucunun iddialarının ulusal makamlarca araştırılmasını sağlamaya
yönelik adımlarıyla bağlantılı olarak incelenmelidir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 121).
52. AİHM hâlihazırda -kötü muameleye yönelik bir soruşturma ile
ilgili davalarda da tıpkı bir akrabanın şüpheli ölümüne (yaşam hakkına) yönelik
bir soruşturma ile ilgili davalarda olduğu gibi- başvurucuların soruşturmanın
gidişatından, hiç yol alınmadığının ve etkili bir şekilde yürütülmediğinin
farkında olur olmaz veya olması gerekir gerekmez başvurularını süratle
yapmalarının beklendiğini karara bağlamış bulunmaktadır (Atallah/Fransa (k.k.), B. No: 51987/07,
30/8/2011; Hazar ve diğerleri/Türkiye
(k.k.), B. No: 62566/00-62577/00 ve 62579-62581/00,
10/1/2002).
53. Bununla birlikte AİHM, başvurucuların özenli davranma
yükümlülüğünün birbiriyle yakından bağlantılı ancak ayrı iki yöne sahip
olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'egöre bunlardan
birincisi, başvurucuların soruşturmadaki gidişatla ilgili olarak ulusal
makamlarla gecikmeksizin temasa geçmeleri -ki bu yükümlülük yetkili makamlara
özenle başvurma gereğini ima etmektedir zira her türlü gecikme soruşturmanın
etkililiğini riske atmaktadır- gerektiğidir. Diğeri ise başvurucuların
soruşturmanın etkili olmadığının farkına varır varmaz veya varmalarını
gerektiren bir durum ortaya çıkar çıkmaz süratle AİHM'e
bireysel başvuruda bulunmaları zorunluluğudur (Nasirkhayeva/Rusya (k.k.),
B. No: 1721/07, 31/5/2011; Akhvlediani ve diğerleri/Gürcistan (k.k.), B. No: 22026/10, 9/4/2013, §§ 23-29; Gusar/Moldova (k.k.),
B. No: 37204/02, 30/4/2013, §§ 14-17).
54. AİHM, bu özenli davranma ödevinin ilk kısmının -ulusal
makamlara derhâl başvurma yükümlülüğü- davanın koşulları ışığında
değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda ulusal makamlara
başvurmadaki gecikme; davanın karmaşıklığına ve söz konusu insan hakları
ihlallerinin niteliğine bağlı olarak, başvurucunun savunmasız bir durumda
bulunduğu hâllerde ve çok önemli olgusal veya hukuki meseleleri çözüme
bağlayabilecek gelişmeleri beklemesinin makul olduğu durumlarda başvurunun
kabul edilebilirliğini etkilemez (El Masri, § 142). Ağır nitelikteki insan hakları
ihlallerinin dahi soruşturulmadığı bir korku ortamının mevcudiyeti, başvurunun
geri çekilmesi veya değiştirilmesi konusunda yetkili makamların baskısı veya
ihlale neden olan kamu görevlileri hakkında şikâyette bulunulması sonucunda
bunun bedelinin ödettirileceği korkusunun ortaya çıkmasına yol açan haklı
nedenlerin varlığı gibi hâllerdeki gecikmeler demakul
görülebilir (Benzer ve diğerleri/Türkiye,
§ 131; Akdıvar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 21893/93,
16/9/1996, § 10).
55. Özen yükümlülüğünün ikinci kısmına -başvurucuların
soruşturmanın etkili olmadığını fark eder etmez veya fark etmesi gerekir
gerekmez bireysel başvuruda bulunması ödevine- gelince AİHM, bu aşamanın hangi
noktada meydana geldiğinin tespiti meselesinin muhakkak ki davanın koşullarına
bağlı olduğunu ve bunu her olay için net bir şekilde saptamanın güç olduğunu
dile getirmiştir. AİHM, ölüme veya kötü muameleye yönelik etkili soruşturma
yürütülmediğinden şikâyet eden başvuruculara yüklenecek bu özen yükümlüğünün
ölçüsünü belirlerken bu iki tür durum arasındaki farklara rağmen büyük oranda
bir ülkedeki uluslararası çatışma veya olağanüstü hâl ortamında kayıp vakaları
ile ilgili şikâyette bulunan başvuruculara yüklenen özen yükümlülüğüne dair
yakın tarihli içtihatlardan hareket etmektedir (Varnava ve diğerleri, § 165; Türkan
Yetişen ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21099/06, 10/7/2012, §§ 72-85; Er ve diğerleri, B. No: 23016/04, 31/7/2012,
§ 52).
56. AİHM, yukarıda ifade edilen ilkeler çerçevesinde
başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmanın
hareketsiz kaldığının veya başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin farkında
olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların "her birinde
gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir
beklenti bulunmadığında" aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel
başvuruları altı aylık başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02,
15/12/2009,§ 51; Aydınlar ve
diğerleri/Türkiye (k.k), B. No: 3575/05,
9/3/2010).
57. Başka bir deyişle AİHM, soruşturmanın etkisizliği veya
eksikliği ile ilgili şikâyette bulunmak isteyen kişilerin başvurularını yapmak
konusunda gereksiz yere gecikmemesini zaruri görmektedir. AİHM'e
göre, aradan hatırı sayılır bir süre geçtiğinde ve soruşturma faaliyetlerinde
önemli gecikmeler ve fasılalar yaşandığında akrabaların (mağdurların) etkili
bir soruşturma sağlanmadığı veya sağlanmayacağını anlaması gereken bir nokta
gelecektir (Mocanu ve diğerleri/Romanya § 268).
58. Ancak bu noktada ifade edilmelidir ki AİHM, ölen kişinin
yakınları ile yetkili makamlar arasında şikâyetlere ilişkin anlamlı birtakım
temaslar olduğu ve bilgi talepleri yahut soruşturma tedbirlerinde ilerleme
sağlanacağına dair bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece
başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin genelde uyanmayacağını da dile
getirmiştir. Buna karşılık AİHM'e göre bu durumlarda
dahi aradan bir süre geçtikten sonra ve araştırma faaliyetleri önemli derecede
ağır işlerse veya kesintiye uğrarsa ölen kişinin yakınlarının etkili bir
soruşturma yürütülmediği ve yürütülmeyeceğinin farkına varmalarının zamanı
gelmiş demektir. Bu aşamaya ne zaman gelindiği ise zorunlu olarak davanın
kendine özgü koşulları ile ilgilidir (Varnava ve diğerleri, § 165).
59. Diğer taraftan AİHM'e göre
başvurucularca etkili bir ceza soruşturmasının bulunmadığının farkında olunduğu
ya da olunması gerektiği durumun ortaya çıkmasından sonra soruşturma sürecinde
yetkili makamlara başkaca soruşturma tedbirlerinde bulunma yönünde yeni bir
yükümlülük doğurmuş olan "yeni bir delil veya bilgi" ortaya çıkarsa bu durumda başvurunun süre
aşımı nedeniyle reddedilemeyeceği de unutulmamalıdır (Brecknell/Birleşik Krallık, B. No: 32457/04, 27/11/2007, § 71; Gürtekin ve diğerleri/Kıbrıs (k.k.),
B. No:60441/13, 68206/13 ve 68667/13, 11/3/2014).
60. AİHM, bu konuda son olarak olaya ilişkin uzun süre etkili
yürütülmeyen ancak "olayları açıklığa kavuşturabilecek nitelikteki"
bir soruşturma kapsamında da önemli gelişmelerin yaşanabileceğinin gözardı edilemeyeceğini, esasında bu noktada özellikle
savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında faillerin
yargılanması ve mahkûm edilmesinde kamu menfaatinin gözetilmesi nedeni ile
olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra ortaya çıkma ihtimali olan yasa dışı
öldürme eylemlerine ilişkin soruşturma yürütülmesi konusunda aşırı derecede
kuralcı olmanın yersiz olduğunu da hatırlatmaktadır (Benzer ve diğerleri, § 129; Brecknell/Birleşik Krallık, § 69).
61. Sonuç olarakAİHM; etkili
soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası ileri sürülen bir başvuruda
süreye ilişkin kabul edilebilirlik kriterinin yerine getirilip getirilmediğini,
başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, bu koşullara göre başvurucu
tarafından soruşturmaya gösterilen ilgi ve özenin derecesine ayrıca ulusal
düzeyde yürütülen soruşturmanın yeterliliğine bağlı olarak belirlemektedir (Narin/Türkiye, § 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
62. Mahkemenin 22/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
63. Başvurucu; siyasi faaliyette bulunması ve işyerinin bir
siyasi parti tarafından seçim çalışmalarında kullanılmasına izin vermesi
nedeniyle eşinin takip ve tehdit edildiğini, bu bağlamda eşinin gerçek ve yakın
tehlike altında bulunduğunu, bu hususları bilen yetkililerce gerekli
tedbirlerin alınmadığını ve bu sebeple yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, eşinin ölümü hakkında yürütülen
soruşturmada, olaya tanık olan kimse bulunup bulunmadığının
araştırılmamasından, tanık bulunmadığına dair tutanak düzenleyen kolluk
görevlilerinin beyanına başvurulmamasından ve klasik otopsi işlemi
yapılmamasından şikâyet etmiştir. Son olarak başvurucu; yirmi bir yılı aşan bir
sürede soruşturma dosyasında etkili herhangi bir işlem yapılmadığını,
soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını ve olayın zaman aşımına tabi olmadığını
belirterek faillerin yakalanmaması ve soruşturmanın sonlandırılması nedeniyle
yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile A.A.nın
yakınları yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Bakanlık görüşünde, başvurucunun özen yükümlülüğünü yerine
getirmeyip olayın üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra soruşturmanın
genişletilmesi talebinde bulunduğu ve soruşturmanın etkisiz olduğunu ileri
süren başvurucunun bunu fark ettiği andan itibaren süresi içinde bireysel
başvuruda bulunmaması nedeniyle başvurunun süresinde olmadığı ileri
sürülmüştür.
B. Değerlendirme
65. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
66. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Devletin
temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
67. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkıyla bağlantılı olduğu değerlendirilmiştir.
Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi
boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında
yapılmıştır.
68. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı
nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuruya konu olayda yaşamını yitiren A.A.nın eşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
1. Yaşam Hakkının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesi ile yedinci fıkrası şöyledir:
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır...
...
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür."
70. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir(İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
71. Somut olayda eşinin tehlike altında olduğunu yetkililerin
nasıl ve ne zaman öğrendikleri konusunda bireysel başvuru formunda herhangi bir
açıklama yapmayan başvurucu, idari yargıda açacağı bir tam yargı davası ile
ölenin takip ve tehdit edildiğini bildiği hâlde gerekli tedbiri almadığını
iddia ettiği yetkililerin kusurlu olup olmadıklarını tespit ettirme ve maruz
kaldığı zarara ilişkin tazminat alma imkânına sahiptir. Buna karşın başvurucu,
yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiasını idari yargıya
taşıdığına dair bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklama yapmadığı gibi
buna dair herhangi bir belgeyi başvuru formuna da eklememiştir. Bu nedenle
başvurucunun hukuk sisteminde mevcut bir yargısal yolu tüketmeksizin bireysel
başvuruda bulunduğu sonucuna varılmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının Usul
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
73. Başvuru ehliyeti yönünden herhangi bir eksiklik bulunmasa da
başvurunun, başvuru yollarının tüketilmesi ve bu kuralla iç içe girmiş bulunan
otuz günlük başvuru süresi kuralı bakımından değerlendirilmesi gerekir.
74. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
76. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru
yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekir."
77. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun
maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare
olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
78. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
79. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkili başvuru yollarıdır. Ayrıca
başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir
kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının
dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru
yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile
başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması
gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların kendilerinden başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediklerinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §
28).
80. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti
yapıldığında yeterli giderim sağlamaya imkân tanıyan bir başvuru yolunun
bulunmaması hâlinde başvuru yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün
olmayacaktır (Yasin Ağca, B. No:
2014/13163, 11/5/2017, § 121). Böyle bir durumda başvurucuların ihlali
öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmaları
gerekmektedir.
81. Şikâyetleri konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir
başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda bulunmak,
dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü
bulunan başvurucular en kısa sürede yetkili makamlara başvurmalıdırlar. Zira
zaman geçtikçe delillerin kaybolma veyabozulma
ihtimali artmakta ve gerçeklerin ortaya çıkması zorlaşmaktadır.
82. Öte yandan şikâyeti yetkili makamlara iletmenin imkânsız
veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar -ki bu durumların neler olduğu her
başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak ayrıca
değerlendirilmelidir-mevcutsa başvurucuların özen yükümlülüğünün ancak bahse
konu durumların sona ermesinden itibaren başlayacağı kabul edilmelidir.
83. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da-
yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
84. Diğer taraftan başvurucuların yetkili makamlara müracaat
etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa,
başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl
almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira
soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde
anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir
(Yasin Ağca, § 121). Böyle bir
durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları
veya varmaları gerektiği andan itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her başvurunun şartlarına
bağlı olarak değerlendirilecektir.
85. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını
tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde
dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun
farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmalıdırlar.
86. Son olarak ifade etmek gerekir ki soruşturmanın
etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi
içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde
soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya
çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle getirecektir. Böylesi bir
durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul boyutu yönünden
yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek ve şartları
gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata hükmedebilecektir. Oysa
ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların tespitine imkân veren
etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde sorumluların
caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya karar
verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı rolün
önemi tartışılmazdır.
87. Somut olayda yaşanan elim hadiseyle ilgili resen soruşturma
başlatılmış, olay yeri kolluk görevlilerince incelenmiş, olay yerinin krokisi
çizilmiş, A.A.nın babasının beyanına başvurulmuş, ölü
muayene işlemi yapılmış ve olay yerinden elde edilen mermi kovanları ve mermi
çekirdeğiyle ilgili balistik rapor alınmıştır (bkz. §§ 12-14). Sonraki süreçte
gerek DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekse Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın
aydınlatılabilmesini, sorumluların belirlenebilmesini ve dolayısıyla soruşturmanın
etkililiğini sağlayabilecek nitelikte bir soruşturma işlemi yapılmamış;
yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince düzenli
olmayan aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen tutanaklar soruşturma
evrakları arasına alınmıştır.
88. Başvurucu, vekili aracılığıyla 9/9/2013 tarihinde Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığından (TMK 10. madde ile görevli) birtakım taleplerde
bulunmuştur. Ancak o ana kadar olayın aydınlatılmasına ve sorumluların tespit
edilmesine imkân veren herhangi bir somut delil elde edilemediği ve bu yönde
başvurucu tarafından da somut bir delil ortaya konulamadığı dikkate alındığında
talepte yer alan hususların soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı nitelikte
olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim soruşturmada ilerleme de sağlanamamıştır. O
hâlde 9/9/2013 tarihli talep sonrasında soruşturmada ilerleme sağlanacağına
dair başvurucuda bir beklenti oluştuğundan söz edilemez.
89. A.A.nın öldürülmesi ile ilgili
şikâyetini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili
bireysel başvuru yapmada güçlük çektiği yönünde herhangi bir iddiası bulunmayan
başvurucu, yaşanan elim olayla ilgili şikâyetini yetkili makamlara iletmemiş ve
zamanaşımı süresi doluncaya kadar (Zamanaşımı 23/3/2013 tarihinde dolmuştur.)
yetkili makamlardan soruşturmayla ilgili herhangi bir talepte -soruşturma
dosyasının fotokopisini istemesi hariç- bulunmamıştır. Soruşturmada ilerleme
sağlanacağına dair umut verici bir gelişme yaşanmadığı gibi soruşturmanın
ilerlemesini sağlayıcı bir tedbir de alınmamıştır. Nitekim başvurucu da yirmi
bir yılı aşan bir sürede soruşturma dosyasında etkili herhangi bir işlem
yapılmadığını iddia etmiştir. Buna rağmen etkili ve yeterli bir soruşturma
yürütülmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz
ederek soruşturmanın etkisizliğinin zaten farkında olduğunu ortaya koyan
başvurucu, bireysel başvuru yapmak için kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesini ve bu karara yaptığı itirazın sonuçlanmasını beklemiştir. Bu
nedenle çok uzun bir zamandır etkisiz olduğu başvurucu tarafından da açıkça
farkına varılan söz konusu soruşturmaya ilişkin olarak 2/10/2014 tarihinde
yapılan başvurunun süresinde yapılmış olduğunun kabul edilebilmesi mümkün
değildir.
90. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin süre
aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına yaşam
hakkının üçüncü kişinin şiddetine karşı koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi
boyutunun ihlal edildiği iddiasıyla ilgili kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına yaşam
hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği
iddiasıyla ilgili kısmının süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
22/3/2018 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.