TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAVUZ ARSLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16433)
|
|
Karar Tarihi: 9/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Yavuz ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında fiziksel ve psikolojik baskıya maruz
kalınması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, haksız olarak tutuklama
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında müdafi olmaksızın
alınan ifadelere dayalı ve gerekçesiz olarak mahkûmiyet kararı verilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, olayların geçtiği 2003-2004 yıllarında
"Beklenen Nizam" dergisinin sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürüdür.
10. Başvurucu 11/3/2003 tarihinde, Fatih ilçesindeki sokaklara
ve Fatih Camisi'nin bahçe duvarına İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C)
örgütüyle ilgili yazılar yazdığı gerekçesiyle İstanbul'da gözaltına alınmıştır.
11. Başvurucunun ilk ifadesi 13/3/2003 tarihinde İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafi olmaksızın
alınmıştır. Başvurucu ifadesinde, cezaevinde bulunan ve İBDA/C örgütü lideri
olan S.İ.E.nin bütün görüş ve düşüncelerine
katıldığını beyan etmiştir. İfadede ayrıca başvurucunun örgüt adına katıldığı
eylemler veisnat edilen olayla ilgili ayrıntılı
anlatımlar bulunmaktadır. İfade tutanağında, başvurucunun bir avukatın hukuki yardımından
yararlanmak istemediği ve isnat edilen suçla ilgili bizzat ifade vermek
istediğine ilişkin bir beyanı bulunmamaktadır. Başvurucu, ifade tutanağını
imzalamaktan imtina etmiştir.
12. Başvurucu gözaltı sonrasında 15/3/2003 tarihinde İstanbul
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına müdafi yardımı almaksızın
verdiği ifadesinde, polis tarafından hazırlanan ifade tutanağını kendisine
okutulmadığı için imzalamadığını, ifadenin kendisine ait olduğunu ancak
duvarlara yazı yazarken yakalanmadığını, bu suçlamayı kabul etmediğini beyan
etmiştir.
13. Başvurucu 15/3/2003 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi Hâkimi tarafından yapılan sorgulama sonrasında 2003/28 Sorgu sayılı
kararla İBDA/C örgütünün sair efradı olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, müdafii huzurunda yapılan sorgusunda Fatih'te duvarlara "Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu"
şeklinde slogan yazdığını ancak mitinglere katılmadığını beyan etmiştir.
Başvurucu müdafii, şüphelinin (başvurucunun) gözaltı
ifadelerinin zor kullanılarak alındığını ve hukuken yok hükmünde olduğunu
belirtmiştir.
14. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığının 25/3/2003 tarihli iddianamesi ile terör örgütünün sair efradı
olmak suçundan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun
İBDA/C örgütü lehine Fatih ilçesininin sokaklarına ve
Fatih Camisi'nin bahçe duvarına yazılar yazdığı, İBDA/C örgütünün legal yayını
olan Beklenen Nizam dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptığı belirtilmiştir.
15. Başvurucu, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/109
sayısına kayden yürütülen yargılamada 12/8/2003
tahliye edilmiştir.
16. Bu arada başvurucu 7/1/2004 tarihinde, İBDA/C örgütüne
yardım etmek suçundan aranan F.D.nin yakalanması
kapsamında onun yanında bulunduğu sırada İBDA/C örgütüyle bağlantılı
olabileceği gerekçesiyle İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmıştır.
Başvurucunun üzerinde ve eşyaları ile iş yerinde yapılan aramalar sonucunda
toplatılma kararı olan dergiler ve birtakım örgütsel doküman bulunmuştur.
Başvurucunun çantasında ayrıca bomba yapımıyla ilgili bilgiler içeren bir
bilgisayar çıktısı da ele geçirilmiştir.
17. Başvurucu, kolluktaki ifadesinde susma hakkını kullanmış;
gözaltı sonrasında 15/3/2003 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet savcısına müdafii huzurunda verdiği
ifadesinde ise suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
18. Başvurucu 11/1/2004 tarihinde İstanbul 2 No.lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi Yedek Hâkimliği tarafından müdafi huzurunda yapılan
sorgulama sonrasında 2004/13 Sorgu sayılı kararla İBDA/C örgütüne yardım etme
suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu sorgulamada yasa dışı örgütlerle bir
bağlantısı olmadığını beyan etmiştir.
19. İstanbul Başsavcılığının 14/1/2004 tarihli iddianamesi ile
terör örgütüne yardım etme suçundan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
Açılan dava, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/27 sayısına
kaydedilmiştir.
20. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen
yargılamanın ilk celsesinde müdafii huzurunda yaptığı
savunmada bomba yapımıyla ilgili malzemelerin nitelikleri, miktarları ve
nereden bulunabileceğine ilişkin bilgiler içeren bilgisayar çıktısına
İnternet'ten ulaştığını ancak bunları hiçbir yerde yayımlamadığını
belirtmiştir.
21. Başvurucu 8/4/2004 tarihinde tahliye edilmiştir. Daha sonra
-3/12/2004 tarihinde- başvurucu hakkındaki dava, İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2003/109 sayılı dosyasıyla (bkz. §§ 14, 15) birleştirilmiştir.
22. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile
görevli) 15/9/2006 tarihli kararı ile başvurucunun terör örgütüne yardım ve
yataklık etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
23. Cumhuriyet savcısı ve başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 16/2/2010 tarihli sayılı kararı ile hüküm, eylemin terör
örgütüne üye olma suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmuştur.
24. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda
12/6/2012 tarihli karar ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl
3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet hükmünün
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık dizi 53 te bulunan yakalama
tutanağının içeriğine göre sprey boya ile yasa dışı İBDA-C silahlı terör
örgütünün propagandasını yapar yazılama yaptığı sırada yakalanmış, ... 8 ve 91 nolu yerlere "şeriat için silahlı mücadele
İBDA-C" yine Ferizpaşa Cad[desi] üzerindeki Fatih Camii duvarına "ya şeriat ya
ölüm, yaşasın Mirzabeyoğlu" yazılarını yazdığı
anlaşılmıştır. Sanığın evinde yapılan aramada örgütün yöneticisi konumunda olan
S. M.ye ait yapılan ve yine yasa dışı İBDA- C terör örgütüne ait ve örgütçe
kullanılan bayrak, iş yerinde yapılan aramada ise yine İBDA-C terör örgütü ile
ilgili çeşitli yazıların bulunduğu klasör ele geçirilmiştir. Birleşen [dosyada]
da sanık yakalandığında el çantası içinde bombalamalara esas teşkil eden
malzemelerin usulleri, kullanılacak malzemeler ve temin yerlerine ilişkin 7
sayfa bilgisayar çıktısı, bir adet İBDA- C nedir başlıklı dergi, yine Yavuz Arslan
imzalı Arapça "Pis" anlamına gelen Ahbes
başlıklı yazı altında Atatürk'ün karikatürüze edilmiş
portresi ele geçirilmiş ve ekspertiz raporu ile bu yazılardaki el yazılarının
sanığa ait olduğu belirlenmiştir.
...
...Yargıtay bozma ilamında belirtildiği üzere
sanıkların silahlı çete niteliğindeki İBDA-C örgütünün amacı doğrultusunda
yazılama yaptıkları, yasa dışı gösterilere katıldıkları, ev ve iş yerlerinde
yapılan aramalarda örgütsel dökümanların ele
geçirildiği, sanıklar A. T., Yavuz Arslan'ın kolluk, savcılık ifadeleri, zapt
etme ve yakalama tutanağı ve tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, eylem ve
faaliyetlerinin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğu nazara alındığında,
sanıkların eylemlerin silahlı İBDA-C terör örgütüne üye olmak suçunu
oluşturduğundan ... mahkumiyetlerine karar verilmiştir."
25. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 3/7/2014 tarihli
kararı ile onanmıştır.
26. Başvurucu 25/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. Başvurucunun mahkûmiyetine konu suç 26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin ikinci fıkrasında
düzenlenmiştir.
28. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412
sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet
Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki
hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit
edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen
suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının
bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin
edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından
yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı
geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır
bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği
söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu
söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep
edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan
kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.
6. İfade verenin veya
sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir
tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin
isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin
yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan
müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”
29. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade
verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici
nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel
cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya
ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi
delil olarak değerlendirilemez.”
30. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her
hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin
yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa
bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak
sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet
Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak
üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin,
yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında
olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
31. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek
durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir
müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz
yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede
malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi
aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:
“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi
vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının
duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları
denetime tabi tutulamaz.”
33. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan
18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19,
20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan
eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”
34. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan
ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından
doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:
''1. Herkes davasının, …
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek
olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve
kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek;''
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan
kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini
bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin
etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse
resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç
isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78,
25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir
şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma
ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).
37. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının
şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen
delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006,
§ 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma
evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek
hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın
dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95,
19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin
verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da
gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §
87).
38. İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı
andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır
(Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM,
kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından
yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu
durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu
kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi
gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik
Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).
39. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de
ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma
hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No:
4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi
yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her
türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının
gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).
40. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz
olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007,
§§ 55, 56).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 9/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
42. Başvurucu; genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı
sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere
dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini ileri sürmüştür.
43. Bakanlık görüş yazısında; Anayasa Mahkemesi ve AİHM
kararlarına atıfla yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesinin bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi
tutulamayacağı, Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hataların bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamacağı, ancak işkence ve kötü
muamele sonucu elde edilen ikrarların delil olarak kullanılamayacağını, somut
olayda ise başvurucunun kolluk ifadesinin yanı sıra diğer delillere de
dayanıldığı belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma
hakkının güvencelerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
45. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
47. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına
alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini
sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve
çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe
ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş
ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).
48. Savunma hakkının sağladığı “güvenceler” esasen adil
yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin
gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması
nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde,
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması,
Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun
değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan
söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 70).
49. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen
“meşru vasıta ve yollar"dan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve
sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en
önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi
yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru
vasıta ve yollar" kavramının
kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma
hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı
kapsamında kendisini bizzat
savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).
50. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin
kendisini bizzat savunma veya
seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli
maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli
görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 73).
51. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk
kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini
suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının
etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada
elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız
bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin
hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§
118, 135; Sami Özbil,
B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
52. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir.
Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece
önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki
kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup
bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı,susmasından
mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir
baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza
davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç
isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen
delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi
sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması
durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır.
Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında
verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus
irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 79).
53. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu
hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya
çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına
istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi
bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına
alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından
yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak
bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde
yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama
yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal
edilmiş sayılmaz(Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 78).
54. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır, bu
durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı
olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun
olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü
içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa
Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev
alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının
mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48)
ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal
kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§
56-76; Aynur Avyüzen,
B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli
Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
55. Somut olayda başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada devlet
güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi
yardımından yararlanması ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842
sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi
yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik
mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında
değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanacağı
hükme bağlanmıştır. Başvurucunun gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan
mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun
belirtilen şartlarda 11/3/2003 ile 15/3/2003 tarihleri arasında gözaltında
tutulduğu görülmektedir.
56. Başvurucuya isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere
ilişkin değerlendirmede, başvurucunun gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen
beyanlarının da delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Ancak başvurucu
yargılamanın ileriki aşamalarında müdafi yardımından yararlandırılmış ve
gözaltı sırasında alınan beyanlarının büyük bir kısmını doğrulamıştır (bkz. §
13). Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra
büyük bir kısmı doğrulanan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri
gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği,
gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt
olarak kullanılmadığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama
usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma
hakkına verilen zararı telafi ettiği anlaşılmaktadır.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma
hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkı
Kapsamındaki Diğer İhlal İddiaları
1. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
58. Başvurucu; Mahkeme kararında hangi delillere neden itibar
edildiğinin ve savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını, kararın
gerekçeli olmadığını ileri sürmüştür.
59. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in
birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de
kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah
Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
60. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,
§ 76).
61. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm
iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu
nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre
değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No:
2013/2995, 20/2/2014, § 51). Somut olayda yapılan açık yargılama sonunda
tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmalarının
tartışılarak verilen kararda, hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu
anlaşılmaktadır (bkz. § 14).
62. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mahkemelerin Statüsüne
İlişkin İhlal İddiaları
63. Başvurucu; devlet güvenlik mahkemelerinin uygulamalarının
adil yargılanma hakkı kapsamındaki birçok güvenceyi ortadan kaldırdığını,
devlet güvenlik mahkemelerinin sonradan
sadece adının değiştirildiğini, bu mahkemelerin uygulamalarının özel yetkili
mahkemelerce devam ettirildiğini, anılan mahkemelerin adil yargılama
yapmadıklarını, bu sebeplerle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
64. Başvurucunun başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını
açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını
kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü
bulunmaktadır (S.S.A., B. No:
2013/2355, 7/11/2013, § 38; Veli Özdemir,
B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
65. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa
Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul
edilemez olduğuna karar verilebilir.
66. Başvurucu, ihlal iddialarını temellendirmemiş; anılan
mahkemelerin hangi somut özelliğinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği
konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle ihlal iddiası ve bu iddianın
temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan
başvurucunun iddiasını temellendirmediği sonucuna ulaşılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. İşkence ve Kötü
Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucu, ifadelerinin kollukta fiziksel ve psikolojik
baskıyla alındığını ve böylelikle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
69. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
70. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa'nın
17. maddesi −"Devletin temel amaç
ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında− etkili bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir.
Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya
elverişli olmalıdır (Tahir Canan,
§ 25).
71. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
55)
72. Başvurucunun şikâyetleri açısından maddi olayın ortaya
çıkarılması, olayda sorumluluğu bulunanların tespiti ve cezalandırılması
şeklinde makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte olan yolun etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi yolu olduğu
anlaşılmaktadır (Zeki Güngör, B.
No: 2013/8491, 31/3/2016, § 40). Ancak başvuru konusu olaya yönelik resen ya da
başvurucuların ihbarı üzerine başlatılmış bir ceza soruşturması bulunmadığı
tespit edilmiştir.
73. Devletin etkili soruşturma yükümü kapsamında, işkence veya
kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler mevcut olduğunda
müdahale üçüncü kişilerden dahi gelmiş olsa şikâyet ya da ihbar yapılmadığında
bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25). Bununla birlikte
devletin resen soruşturma yükümünü yerine getirmemesi, bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği başvurucunun sahip olduğu, iddialarını idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır(Zeki Güngör, § 42).
74. Başvurucunun kolluk görevlileri tarafından gözaltında
fiziksel ve psikolojik baskı yapıldığı iddiası karşısında maddi olayın
aydınlatılması ve olası cezai sorumluluğun belirlenmesi konusunda etkili yolun
ceza soruşturması olduğu ancak dosyadan başvurucunun ceza soruşturması
başlatılması amacıyla adli makamlara bir başvuruda bulunmadığı tespit
edilmiştir. Başvurucu da anılan tespitin aksine bir delil sunmamıştır. Buna
göre Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına giren eylemlere maruz
kalındığı iddialarını ileri süren başvurucunun adli makamları hareket geçirmek
için bir başvurusunun da olmadığı dikkate alındığında başvuruya konu olayın −bireysel
başvuru yolunun ikincil niteliği gereği− Anayasa Mahkemesi tarafından
incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
75. Somut olayda başvurucunun iddialarına kamu makamlarının
resen hareket etmesi için yeterli bir haberdar olmayı ortaya koymadığı, hukuk
sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşılmaktadır.
76. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
77. Başvurucu, haksız olarak tutuklandığını iddia etmiştir.
78. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Buna göre
23/9/2012 tarihinden önce verilen bir kararla sona eren tutukluluk durumuna
ilişkin başvuruların zaman bakımından yetkisi dışında kaldığı kabul edilmiştir
(Osman Büyüksu,
B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali
Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§
24-29). Somut olayda başvurucunun bir suç isnadına bağlı tutukluluk durumunun
12/8/2003 ve 8/4/2004 tarihlerinde tahliye olmasıyla son bulduğu anlaşılmıştır.
79. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianınzaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.