TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜÇAS GIDA PAZARLAMA VE TEKSTİL SAN. VE TİC.
LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16633)
|
|
Karar Tarihi: 6/12/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil
San. ve Tic. Ltd. Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
BAHADIR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza soruşturması sırasında el konulan eşyanın
yapılan yargılama neticesinde iadesine karar verilmesine rağmen iade edilmemesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Şirket, Dış Ticaret Müsteşarlığı Marmara Bölge
Müdürlüğüne başvuruda bulunarak yüz adet Samsung S
8530, yüz adet Samsung GT-i9000 ve yüz adet Apple Iphone 4 cinsi eşyayı ithal edeceğini beyan etmiştir.
Başvurucu Şirkete bu eşya için 8/3/2011 tarihinde uygunluk belgesi verilmiştir.
Ancak gümrük memurlarınca yapılan fiziki muayene sonucu başvurucunun ithal
ettiği eşyanın, alınan uygunluk belgesindekinden farklı olarak yüz elli adet
Nokia 5800 marka ve model cep telefonu olduğu tespit edilmiştir.
9. Öte yandan D. Dijital Tek. Tele. Ele. İth. İhr. San. ve Tic.
Ltd. Şti. (D. Teknoloji Ltd. Şti.) tarafından yüz adet Nokia X2, yüz elli adet
Nokia X6, elli adet Nokia X6, üç yüz adet Nokia 5800d-1 ve yüz adet Nokia C6-01
marka cep telefonu şeklinde beyan edilerek ithal edilen eşya 1/3/2011 tarihli
Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi ile işlem görmüştür. Ancak ithal edilen söz
konusu eşyanın fiziki muayenesi sonucu beyan edilen eşya dışında yüz adet Samsung S 8530, yüz adet Samsung
GT-i9000 ve yüz adet Apple Iphone 4 olduğu tespit
edilmiştir.
10. Bu tespitler üzerine başlatılan ceza soruşturması sırasında,
ithal edilen söz konusu eşyaya dosya kapsamından anlaşılamayan bir tarihte el
konulmuş; yine Gümrük İdaresince soruşturma devam ederken -belirtilmeyen bir
tarihte- bu eşya satılarak tasfiye edilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığının 4/5/2011 tarihli iddianamesiyle, başvurucu Şirketin temsilcisi
ile diğer Şirket adına yapılan ithalat ile ilgili olarak Ö.U., Z.D. ve A.Ş.
hakkında kaçakçılık ve sahtecilik suçlarından 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 3. maddesinin (2) numaralı, 4. maddesinin (2)
numaralı, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 204. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılmaları kamu adına talep olunmuştur.
İddianameyle ayrıca, kaçak eşyanın 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre
müsadere edilmesi talep edilmiştir. İddanamede; sanıkların
eksik gümrük vergisi ödemek maksadıyla ithal ettikleri eşyanın kıymet, miktar
ve niteliğini eksik veya farklı göstererek sahte serbest dolaşıma giriş
beyannamesi tanzim etmek suretiyle kaçakçılık ve sahtecilik suçunu işledikleri
öne sürülmüştür.
11. Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianame kabul
edilerek yargılamaya başlanmış, gümrük ve elektronik alanında uzman iki kişilik
bir bilirkişi kurulundan rapor alınmıştır. 14/2/2013 tarihli bilirkişi
raporunda, nakliyeci firmanın Atatürk Havalimanı İthalat Gümrük Müdürlüğüne
verdiği yazıdaki her iki konşimento arasında çapraz etiketleme problemine
dikkat çekilmiştir. Buna göre, yanlış etiketleme nedeniyle D. Teknoloji Ltd. Şti.nin kutusu başvurucu Şirkete gönderilmiştir. Bilirkişi
raporunda, konşimentolarda nakliyeci tarafından yapılan yanlış etiketleme
işleminde şirketlerin bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Mahkeme 4/6/2013 tarihinde mahkûm edilmeleri için yeterli,
her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle
sanıkların ayrı ayrı beraatlerine hükmetmiştir.
Mahkeme ayrıca, gümrük işlemleri gerçekleştirildikten sonra dava konusu el
konulan eşyanın veya tasfiye edilmiş ise tasfiye bedelinin sahibine iadesine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; konşimentolarda nakliyeci firma
tarafından çapraz etiketleme yapılması sonucu karışıklık çıktığı ve bu
karışıklığın ilgili firmaca kabul edildiği ancak yanlış etiketleme işleminde,
şirketlerin iştirakının olduğuna dair herhangi bir
delil ve emare bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, gönderici firma tek olup
alıcı firmaların farklı olması karşısında sanıkların kaçakçılık ve sahtecilik
kastı ile hareket ettiklerine dair yeterli bir delilin bulunmadığını kabul
etmiştir.
13. Katılan İstanbul Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü (Bölge
Müdürlüğü) adına Muhakemat Müdürlüğü 12/7/2013
tarihinde kararı temyiz etmiş ise de katılan vekili 15/8/2013 tarihli
dilekçeyle 31/7/2013 tarihinde temyizden vazgeçildiğini Mahkemeye bildirmiştir.
Bu dilekçe sonrasında 20/9/2013 tarihli kesinleşme şerhleriyle, sanıklar
hakkındaki beraat hükümlerinin temyizden vazgeçme üzerine 31/7/2013 tarihinde
kesinleştiği belirtilmiştir. Mahkeme 20/9/2013 tarihinde Atatürk Havalimanı
Kargo Gümrük Müdürlüğüne bir yazı yazarak kesinleşmiş karar doğrultusunda Gümrük
İdaresince gümrük işlemleri gerçekleştirildikten sonra dava konusu el konulan
eşyanın iadesi, tasfiye edilmiş ise tasfiye bedelinin sahibine iadesi için
gereğinin yapılması hususunu bildirmiştir.
14. Başvurucu 4/9/2014 tarihinde Bölge Müdürlüğüne müracaat
ederek tasfiye bedelinin iadesi talebinde bulunmuştur. Bölge Müdürlüğünün
17/9/2014 tarihli yazısıyla, el konulan eşyanın satışının yapıldığı tarihte
yürürlükte bulunan 7/10/2009 tarihli ve 27369 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Tasfiye
Yönetmeliği'nin 26. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (d) bendi ile25/6/2013
tarihli ve 28688 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren Tasfiye Yönetmeliği'nin 64. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
(d) bendine göre bir yıllık süre geçtikten sonra satış bedelinin iadesinin
mümkün olmadığı bildirilmiştir. Bölge Müdürlüğü, iadeye ilişkin Mahkeme
kararının 31/7/2013 tarihinde kesinleştiğine; başvurucunun ise 4/9/2014
tarihinde talepte bulunduğuna dikkat çekmiştir.
15. Bu yazı başvurucu vekiline 23/9/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 15/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 5607 sayılı Kanun’un
"Arama ve elkoyma" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“(1) Kaçak eşya, her türlü silâh, mühimmat,
patlayıcı ve uyuşturucu maddelerin bulunduğundan şüphe edilen her türlü kap,
ambalaj veya taşımaya yarayan diğer araçlar ile kişilerin üzerlerinde yapılacak
arama ve elkoymalar, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca yerine getirilir.
(2) Gümrük salonları ve gümrük kapılarında
kaçak eşya sakladığından kuşkulanılan kişilerin üzeri, eşyası, yükleri ve
araçları gümrük kontrolü amacıyla gümrük görevlilerince aranabilir. Yapılan
arama sonucunda tespit edilen kaçak eşyaya derhal elkonulur.
(3) Gümrük bölgesine, Gümrük Kanunu gereğince
belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden girmek, çıkmak veya geçmek
yasaktır. Bu yerlerde rastlanacak kişi ve her nevi taşıma araçları yetkili
memurlar tarafından durdurulur ve kişilerin eşya, yük ve üzerleri ile varsa
taşıma araçları aranır. Yapılan arama sonucunda tespit edilen kaçak eşyaya
derhal elkonulur.
...”
18. 5607 sayılı Kanun’un
"Elkonulan eşyanın muhafazası" kenar başlıklı 11.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kaçak şüphesiyle elkonulan eşya ile 10
uncu maddenin ikinci fıkrası gereğince alıkonulan her türlü taşıt ve araç;
miktarı, cinsi, markası, tipi, modeli, seri numarası gibi eşyanın ayırıcı
özelliklerini gösterir bir tutanakla gümrük idaresine teslim edilir.
...
(6) (Ek: 28/3/2013-6455/56 md.)
Kaçak akaryakıt hariç el konulan ve alıkonulan her türlü eşya, yük hayvanı ve
taşıtların muhafazası, depolanması, yüklenmesi, boşaltılması, nakliyesi ve
imhası gibi nedenlerle el konulduğu andan itibaren yapılan masraflar, Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı döner sermaye işletmesi gelirlerinden karşılanır. Bu kapsamda
yapılacak her türlü mal, araç, gereç ve hizmet alımlarında 4/1/2002 tarihli ve
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri uygulanmaz.
(7) (Ek: 28/3/2013-6455/56 md.)
Dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralara ilişkin usul ve esaslar İçişleri
Bakanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca
çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.
...”
19. 5607 sayılı Kanun’un "Müsadere"
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili
olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun eşya ve kazanç müsaderesine
ilişkin hükümleri uygulanır. Ancak kaçak eşya taşımasında bilerek kullanılan
veya kullanılmaya teşebbüs edilen her türlü taşıma aracının müsadere
edilebilmesi için aşağıdaki koşullardan birinin gerçekleşmesi gerekir:
a) Kaçak eşyanın, suçun işlenmesini
kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak
hazırlanmış gizli tertibat içerisinde saklanmış veya taşınmış olması.
b) Kaçak eşyanın, taşıma aracı yüküne göre
miktar veya hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturması veya
naklinin, bu aracın kullanılmasını gerekli kılması.
c) Taşıma aracındaki kaçak eşyanın, Türkiye’ye
girmesi veya Türkiye’den çıkması yasak veya toplum veya çevre sağlığı açısından
zararlı maddelerden olması.
(2) Etkin pişmanlık nedeniyle fail hakkında
cezaya hükmolunmaması veya kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç
konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil
etmez."
20. 5607 sayılı Kanun’un
"Tasfiye" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:
"(1) (Değişik: 28/3/2013-6455/58 md.) Bu Kanunda tanımlanan suçların konusunu oluşturması
dolayısıyla müsadere yaptırımının uygulanabileceği eşya, sahibine iade
edilemez. Kaçak şüphesiyle el konulan kaçak akaryakıt hariç her türlü eşya
hakkında, el koyma tarihinden itibaren altı ay, ancak eşyanın zarara uğraması
veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı veya
muhafazasının ciddi külfet oluşturması halinde bir ay içinde, gerekli tespitler
yaptırılarak soruşturma aşamasında hâkim, kovuşturma aşamasında mahkeme
tarafından tasfiye kararı verilir. Bu süreler içinde karar verilmemesi halinde
eşya derhal tasfiye edilir. Bu fıkra kapsamında tasfiye edilecek eşyadan
tasfiye edilmeden önce numune alınması mümkün olan durumlarda numune alınır,
numune alınması mümkün olmayan durumlarda eşyanın her türlü ayırt edici
özellikleri tespit edilir.
(2) (Değişik: 28/3/2013-6455/58 md.) Satılarak tasfiye edilen eşya veya taşıtların satış
bedeli emanet hesabına alınır. Tasfiye edilen eşya veya taşıtların sahibine
iadesine karar verilmesi halinde, satış bedeli Gümrük Kanununun 180 inci
maddesi hükümleri çerçevesinde el koyma tarihinden iade tarihine kadar geçen
süre için kanuni faizi ile birlikte hak sahibine ödenir. Emanet hesabında bulunan
tutarın hak sahibine yapılacak ödemeyi karşılamaması halinde aradaki fark,
eşyanın imha edilmiş olması halinde ise imha edilen eşyanın bedeli, gümrük
idaresince genel bütçenin ilgili tertibinden karşılanarak hak sahibine ödenir.
(3) Elkonulan eşyanın iadesine karar verilmesi
halinde, bu kararların uygulanmasında yürürlükte olan gümrük ve dış ticaret
mevzuatı uyarınca işlem yapılır.
(4) Bu Kanunun uygulamasında tasfiye, tasfiye
idaresi tarafından Gümrük Kanunu hükümlerine göre yapılır."
21. Mülga Tasfiye Yönetmeliği'nin 26. maddesinin (5) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"(5) Kaçak eşya hakkında aşağıda
belirtilen işlemler yapılır:
...
d) İhale yoluyla satılan eşyanın yargı
kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde talep edilmeyen
emanetteki eşya bedeli döner sermayeye gelir kaydedilir. Diğer yollarla tasfiye
edilen eşya için de yargı kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl
içinde talepte bulunulmaz ise ödeme yapılmaz.
..."
22. Bu Yönetmelik'i ilga eden Tasfiye Yönetmeliği'nin "Satış sonrasında yapılacak işlemler"
kenar başlıklı 64. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"(4) Kaçak eşya hakkında aşağıda
belirtilen işlemler yapılır:
a) Kaçak eşya naklinde kullanılması nedeniyle
alıkonulan taşıtlardan ihale yoluyla satılanların satış bedelinden taşıtın
teslim tarihine kadar oluşan ardiye ve diğer hizmetler karşılığı olarak satış
bedelinin yüzde onbeşi ve satış için yapılmış
masraflar karşılığı olarak satış bedelinin yüzde ellisi ayrıldıktan sonra kalan
tutar ile ihale yoluyla satılan kaçak eşyanın satış bedeli emanete alınır.
b) Diğer yollarla yapılan tasfiye sonucunda
tahsil edilen bedel döner sermayeye gelir kaydedilir.
c) Yargılamanın eşya veya taşıma araçlarının
sahip veya taşıyıcısının lehine sonuçlanması halinde, (a) bendinde belirtilen
eşyanın satış bedeli veya (b) bendinde belirtilen eşyanın 31 inci maddenin
birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen şekilde tespit edilen kıymeti,
gümrük vergileri ve para cezaları ayrıldıktan sonra, yasal faiziyle birlikte
döner sermaye bütçesinden hak sahibine ödenir. Faizin hesabında, elkoyma
tarihinden bedelin iade tarihine kadar geçen süre esas alınır.
ç) Hakkında iade kararı verilen eşya için (c)
bendi uyarınca yapılan ödemenin dışında bir bedelin ödenmesi gereken durumlarda
bu bedel gümrük idaresince genel bütçenin ilgili tertibinden karşılanarak hak
sahibine ödenir.
d) İhale yoluyla satılan eşyanın yargı
kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde talep edilmeyen
emanetteki eşya bedeli döner sermayeye gelir kaydedilir. Diğer yollarla tasfiye
edilen eşya için de yargı kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl
içinde talepte bulunulmaz ise ödeme yapılmaz.
e) Eşyanın müsaderesine ilişkin kararın
kesinleşmesi üzerine satış bedeli döner sermayeye gelir kaydedilir.
f) Gümrük müdürlüğünce mahkeme kararının
tasfiye idaresine bildirimi sırasında, eşya sahibi tarafından ödenmesi gereken
gümrük vergileri ve cezaları da belirtilir.
g) Tasfiye edilmemiş ve mahkemesince sahibine
iadesine karar verilen kaçak eşyanın ardiye ve diğer hizmet ücretleri, 5607
sayılı Kanunun 11 inci maddesi uyarınca döner sermaye bütçesinden ödenir."
B. Uluslararası Hukuk
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); suç isnadına bağlı
olarak yapılan el koyma işlemlerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
(Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre, kamu makamlarınca kişilerin mülküne el
konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Mahkeme, bu suretle
yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural
çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (örnek olarak bkz. Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.),
B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba
Ltd ve Guselnikovas/Litvanya,
B. No: 3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre, el koyma işlemiyle başvurucu mülkünden
tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya
tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca, el koyma
işleminin kimi durumlarda muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence
altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat
çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No:
45875/06, 6/12/2011, § 118).
24. AİHM, el koyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç
hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı
içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali
Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya
kararında (B. No: 43626/02, 24/5/2007), iç hukukta bu konuda bir düzenleme
bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1
No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini
karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47).
Bununla birlikte Mahkeme, el koyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir
yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM
ayrıca, muhtemel bir müsadere için el koyma tedbirinin uygulanmasının kamu
yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir
(Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance
Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187).
25. AİHM'e göre, mülkün kamu yararına
kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin
geniş birtakdir yetkisi bulunmakla birlikte bu
yetkinin tanınması kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun
bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır.Bu
nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahalenin
keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler
öngörülmelidir. AİHM, özellikle el koyma ve müsadere yoluyla yapılan
müdahaleler yönünden verdiği kararlarında kişilere keyfî müdahalelerden
korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun
dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve
itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme
olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu
değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (müsadere
ile ilgili kararlar yönünden bkz. AGOSI/Birleşik
Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§ 89; el koyma ile
ilgili kararlar yönünden bkz. Dzinic/Hırvatistan,§
68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).
26. Bunun yanında AİHM, müsadere gibi el koymanın da orantılı
olması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan kararında el koyma tedbirinin muhtemel bir
müsadereyi güvence altına almak için uygulandığını gözeten AİHM, başvurucunun
mülküne el konulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri ile
karşılaştırılmaksızın uygulanmasını adil dengenin gerekliliklerine uygun
olmadığını kabul ederek sonuca varmıştır (Dzinic/Hırvatistan, §§ 67-82).
27. AİHM, bu kapsamda başvurucunun davranışları ile kanuna
aykırı eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde
değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir.
Bununla birlikte AİHM, kamu yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir
ilişki mevcut olmasa dahi el koyma ve müsaderenin uygulanabileceği gerçeğini
yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda, yani el koyma ve müsaderenin muhakkak
uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyi niyetli üçüncü
kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi veya bu mümkün
olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk yolunun
mevcut olması, ölçülüğün unsurlarından biri olarak
değerlendirilmektedir (AGOSI/Birleşik Krallık,
§§ 57-61; Vasilevski/Makedonya, B. No: 22653/08, 28/4/2016, §§
56-60; Sulejmani/Makedonya, B. No: 74681/11, 28/4/2016 ,
§§ 40-44). AİHM, bu ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de
uygulanacağını belirtmektedir (Jucys/Litvanya,
B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).
28. AİHM, el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin
sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre AİHM, her el koyma ve
müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmekte, ancak el koyma ve
müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının
kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, § 33; Borzhonov/Rusya, § 61; Jucys/Litvanya, § 36). Bu bağlamda Borzhonov/Rusya kararında, el konulan otobüsün
yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının
altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar
olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63).East/West Alliance Limited/Ukraine kararında, başvurucunun mülkünden on yıl
boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz
bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır (East/West
Alliance Limited/Ukraine,
§§ 166-218). Jucys/Litvanya
kararında ise el koyma tedbirinin yaklaşık 8,5 yıl sürdüğüne vurgu yapılarak
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet
yüklediği belirtilmiştir(Jucys/Litvanya, §§ 34-39).
29. AİHM, iade edilmekle birlikte ceza soruşturmasında eşyaya el
konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını Ali Esen/Türkiye kararında ölçülülük
yönünden tartışarak sonuca varmıştır. Bu başvuruda başvurucu, daha önce sahte
kimlik bilgileri kullanılarak ve sahte bir senetle satıldığı iddia edilen bir
aracı satın almıştır. Ceza soruşturması sırasında 20/9/1999 tarihinde araca el
konulmuş, aracı daha önce sahtecilik yoluyla satan bir kişi hakkında resmî
evrakta sahtecilik suçundan iddianame düzenlenerek ceza davası açılmıştır.
Yargılama devam ederken 19/9/2002 tarihinde aracın teminatsız olarak
başvurucuya iadesine karar verilmiştir. AİHM, kovuşturma sürecinin tamamlanması
beklenmeden aracın teminatsız olarak iade edildiğine vurgu yapmıştır. AİHM'e göre, özellikle aracın mülkiyeti konusunda uyuşmazlığın
olduğu durumlarda kanun dışı kullanımı önlemek amacıyla araca el konulması
meşru bir amaçtır. AİHM, devletlerin bu alandaki geniş takdir yetkileri de
dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin takip
edilen meşru amaçla karşılaştırıldığında ölçüsüz olmadığı sonucuna varmış,
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Ali Esen/Türkiye, §§ 27-36). Diğer
taraftan Islamic Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye kararında ise (B. No: 40998/98,
13/12/2007) el konulan gemi ve bu gemideki yüklere, iade edildikleri tarihe
kadar yaklaşık bir yıl boyunca keyfî olarak el konulduğunun ceza yargılamasında
tespit edildiği gerekçesine dayalı olarak el koyma ile başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz ve adil dengeyi bozucu nitelikte olduğu
sonucuna varılmıştır (Islamic
Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye, §§ 97-103). Son olarak belirtmek
gerekir ki Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994)
kararında, bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin
hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam
edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 6/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, ceza soruşturması sırasında el konulan cep
telefonlarının Gümrük İdaresince satılarak tasfiye edildiğini, ancak yapılan
yargılama neticesinde bu eşyanın veya tasfiye bedelinin iadesine karar
verilmesine ve tasfiye bedelinin ödenmesi için idareye başvurmasına rağmen bu
talebinin kararın kesinleşmesinden itibaren bir yıldan fazla bir süre geçtiği
gerekçesiyle reddedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu; iade yapılması için
idareye Mahkemece 20/9/2013 tarihinde müzekkere yazıldığını ancak ne kendisine
ne vekiline tebligat yapıldığını, Mahkeme kararının kesinleşme tarihinden de
haberdar olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, sonuç olarak tasfiye bedeli de
iade edilmediğinden haksız yere el koyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkı ve
adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
32. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
34. Başvurucu, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğinden de
yakınmakta ise de ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucuların kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil,
cinsel yönelim ve benzeri ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33). Somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki
iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
35. Öte yandan başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini öne sürmektedir. Ancak
başvurucunun temel şikâyeti, mülkiyet hakkına konu eşyayla ilgili olarak el
koyma tedbiri uygulanmasına ilişkin olup bu nedenle başvurucunun ihlal
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
Kanun'da öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
37. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya ölçülü olmayan birtakım şeklî koşulların
öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan
başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
38. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesi ile öngörülen
tazminat yolunun el koyma tedbirinin uygulanması ile ilgili şikâyetler
açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir
başarı imkânı sunduğu belirtilerek bireysel başvuruda bulunabilmek için
öncelikle bu yolun tüketilmesi gerektiği kabul edilmiştir (örnek olarak bkz. Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429,
30/3/2016, § 28; Yıldıray Soysal,
B. No: 2014/14887, 17/11/2016, §§ 47-50; Nuray
Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016; §§ 66-69).
39. Somut olayda derece mahkemelerince el koyma tedbiri
uygulanan eşyanın veya tasfiye bedelinin iadesine karar verilmiştir. Mülkiyet
hakkının ihlali durumunda kamu makamlarının öncelikle ihlali giderme ve
ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak şekilde ihlalin
sonuçlarını ortadan kaldırma yükümlüğü bulunmaktadır. Diğer bir deyişle ihlalin
doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirme görevi kamu
makamlarına düşmektedir. Hâlbuki 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen
hukuk yolu el koyma nedeniyle uğranılan zararların tazminine ilişkindir. Bu
durumda, somut olay bakımından derece mahkemelerince zaten el konulan eşyanın
veya tasfiye bedelinin iadesine karar verildiğine göre belirtilen hukuk yolunun
tüketilmesine gerek bulunmadığı değerlendirilmektedir. Süresinde başvuru
yapılmadığı gerekçesiyle başvurucunun iade talebi idarece yerine
getirilmemiştir. Başvurucu lehine olan bir mahkeme kararının uygulanmadığı dikkate
alındığında başvurucunun bu işleme karşı ayrı bir dava açmaya zorlanması da
beklenemez (benzer yönde bkz. Kenan Yıldırım
ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 47).
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
41. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539,
16/5/2013, § 31).
42. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu
bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
43. Başvuruya konu ceza soruşturması sırasında el konulan cep
telefonlarının ekonomik bir değer ifade eden taşınır mallardan olduğu
kuşkusuzdur. Bu cep telefonlarının başvurucu tarafından ithal edildiği ve
fiziki muayene esnasındaki tespitler nedeniyle başlatılan ceza soruşturması
kapsamında bunlara el konulduğu hususunda dabir
tereddüt bulunmamaktadır. Bu durumda el konulan cep telefonları yönünden
başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu
sonucuna varılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
44. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır(Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
45. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre, Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
46. El koyma tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir
koruma tedbiri mahiyeti taşımaktadır. Başvurucunun geçici bir süreyle de olsa
mülkünden yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
kuşkusuzdur. Müdahalenin türünün ise yol açtığı sonuçlar yanında ayrıca amacı
da gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir. Somut olayda "el koyma tedbiri"nin uygulanmasıyla başvurucu mülkünden
bütünüyle yoksun bırakılmış değildir. Başvurucunun cep telefonlarına bildirim
yükümlülüğüne uyulmadan yurda sokulduğu şüphesiyle el konulmuştur. Dolayısıyla
esas itibarıyla mülkün toplum yararına aykırı olarak suçta kullanılmasının
önlenmesi amacıyla kontrolü söz konusu olduğuna göre başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
(1) Genel İlkeler
49. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının
ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle
mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade
edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini"
temel bir ilke olarak benimsemiştir (Ali
Ekber Akyol ve diğerleri, B. No: 2015/17451, 16/2/2017, § 51).
50. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek
sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına
alınırken Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen
koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini
öngörmektedir. Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla
yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir
koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 31).
51. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve
sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu
hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde
tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil
düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (Tahsin
Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
52. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve
yukarıda yer verilen üçüncü kurallar, devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme veya kontrol yetkisinin kullanımında da kanunilik, meşru amaç ve
ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna
göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi veya kontrolü yetkisi de kamu yararı
amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır (Orhan
Yüksel [GK], B.No: 2013/604, 10/12/2015,
§§ 57, 58).
53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunun
varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının
sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer
ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının
tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
54. Öte yandan belirtmek gerekir ki Anayasa temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması (m.13), vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin
konması (m.73) ve memurların atanmaları, özlük hakları vs. (m.128) gibi bazı
konularda düzenlemenin münhasıran kanunla yapılmasını öngörmektedir. Bu
konularda kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemeden düzenleme
yetkisini yürütmeye bırakması yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine aykırılık teşkil edebilmektedir. Esasen bu durumda söz konusu
düzenlemenin kanunla yapılması gerektiğini belirten anayasal hükme aykırılıktan
söz edilmesi daha isabetli olacaktır. Anayasa'nın açıkça kanunla düzenlenmesini
öngörmediği konularda ise kanunun çok genel ifadelerle düzenleme yaparak
ayrıntıyı yürütmeye bırakması mümkündür. Anayasa'da münhasıran kanunla
düzenleme yapılması öngörülmeyen konularda yürütme organının doğrudan ve ilk
elden düzenleyici işlem yapabileceği düşünülebilirse de yasamanın asliliği ve yürütmenin türevselliği
gereği idari işlemlerin kanuna dayanması zorunluluğu vardır. Nitekim
Anayasa'nın gerek yürütme yetkisinin kanunlara uygun olarak kullanılacağını
ifade eden hükmü (m.8) gerekse yönetmeliklerin kanunların uygulanmasını
sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak kaydıyla çıkarılabileceğini belirten
kuralı (m.124) bu zorunluluğa işaret etmektedir. Ancak bu durumda kanundan
belirlemesi beklenen çerçeve, Anayasa'nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü
durumdakinden çok daha geniş olabilecektir. Başka bir ifadeyle Anayasa'ya göre
mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak
kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılabilir. Aksi yorum, Anayasa'da
bazı hususların kanunla düzenlenmesinin öngörülmüş olmasını anlamsız hâle
getirebilecektir (AYM,E.2013/72, K.2013/126, 31/10/2013).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
55. Başvuru konusu el koyma işleminin 5607 sayılı Kanun’un 9.
maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. El konulan eşyanın, ceza soruşturması
sırasında satış suretiyle tasfiye edilmesi işleminin de aynı Kanun'un 16.
maddesinin gereği olarak yapıldığı görülmektedir. Zira anılan maddede, kaçak
şüphesiyle el konulan kaçak eşya hakkında el koyma tarihinden itibaren altı ay,
eşyanın zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme
tehlikesinin varlığı ya da muhafazasının ciddi külfet oluşturması hâlinde de
bir ay içinde tasfiye edileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucuya ait cep
telefonlarına el konularak bunların tasfiye edilmesinin açık, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte bir kanuni dayanağının bulunduğu açıktır.
56. Bununla birlikte el konulan eşyanın veya bedelinin iade
edilmesi yönünde verilen ve kesinleşen Mahkeme kararı idarece uygulanmamıştır.
İdare, buna gerekçe olarak mülga Tasfiye Yönetmeliği'nin 26. maddesinin (5)
numaralı fıkrasının (d) bendi ile yürürlükte bulunan Tasfiye Yönetmeliği'nin
64. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (d) bendini göstermektedir. Gerçekten de
sözü edilen hükümlerde, yargı kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl
içinde talep edilmeyen emanetteki eşya bedelinin döner sermayeye gelir
kaydedileceği ve iade edilmeyeceği düzenlenmiştir. Somut olayda da Bölge
Müdürlüğünün işaret ettiği üzere iadeye ilişkin Mahkeme kararı 31/7/2013
tarihinde kesinleşmiş, başvurucu ise 4/9/2014 tarihinde talepte bulunmuştur.
Dolayısıyla Bölge Müdürlüğünün belirtilen yönetmelik maddesine uygun olarak
talebi reddettiği görülmektedir.
57. Ancak Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, mülkiyet
hakkına yapılacak müdahalelerin ancak mutlak manada şeklî bir kanuna dayanması
gerektiği açık olarak belirtilmiştir (Türkiye
İş Bankası A.Ş., § 47; Mehmet
Eray Celepgil ve diğerleri, B. No:
2014/612, 1/2/2017, § 48; AYM, E.2013/72, K.2013/126, 31/10/2013). Bu olayda
ise Bölge Müdürlüğünün iade etmeme işlemine gerekçe olarak gösterdiği
Yönetmelik maddesinin herhangi bir kanun hükmüne dayanmadığı anlaşılmaktadır.
Nitekim 5607 sayılı Kanun'un 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre, satılarak
tasfiye edilen eşyanın satış bedelinin emanet hesabına alınması ve tasfiye
edilen eşyanın sahibine iadesine karar verilmesi hâlinde ise satış bedelinin el
koyma tarihinden iade tarihine kadar geçen süre için kanuni faizi ile birlikte
hak sahibine ödenmesi öngörülmektedir. Hatta aynı maddede; emanet hesabında
bulunan tutarın hak sahibine yapılacak ödemeyi karşılamaması hâlinde aradaki
farkın, eşyanın imha edilmiş olması durumunda ise imha edilen eşyanın
bedelinin, gümrük idaresince genel bütçenin ilgili tertibinden karşılanarak hak
sahibine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükümde, iade edilen eşyanın
veya tasfiye bedelinin belirli bir süre geçtikten sonra iade edilmeyeceği
yönünde bir düzenlemeye ise yer verilmediği görülmektedir. Üstelik Bölge Müdürlüğü
de iade talebinin reddine ilişkin yazıda dayanak olarak herhangi bir kanun
hükmü göstermemiştir. Buna göre, belirtilen düzenleyici işlemin tek başına
müdahalenin kanuniliği unsurunu sağlamayacağı kuşkusuzdur.
58. El konulan eşyanın başvurucuya iade edilmemesinin kanunilik
ölçütü yönünden sorunlu olduğu görülmekle birlikte mülkiyet hakkı kapsamında el
koyma sürecinin bütününe bakılarak değerlendirme yapılması gerektiğinden
ölçülülük yönünden inceleme yapılarak sonuca varılması gerekli görülmüştür.
ii. Meşru Amaç
59. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
60. 5607 sayılı Kanun’a göre kaçakçılık; ülkeye ithali ya da
ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir
eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek, bu eşyayı ülke
içinde satmak veya satın almaktır.
61. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve
serbestleşmesi; toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke
ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki
artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması
ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek
için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi bu
türden fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması maksadıyla uluslararası
anlaşmalar da yapılmaktadır. Bu yüzden kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin
artırılması gayesiyle “kaçak eşya”nın müsadere
edilmesinin kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B.No:
2013/3044, 17/12/2015, § 64).
62. Öte yandan müsadereyle; suçta kullanılan, kullanılmak üzere
hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde
bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi
suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve
çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır.
Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin
önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve
dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Fatma
Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, § 69).
63. Somut olay bakımından başvurucunun ithal ettiği cep
telefonlarına el konulması yönündeki tedbirin, gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğünün
sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için gerekli
görüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla suça konu olduğu şüphesiyle cep
telefonlarına el konulmanın belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir
amacı bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
64. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
65. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
66. Ölçülülük ilkesi; “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
67. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa
Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer
taraftan müdahalenin niteliğini başvurucunun ve kamu otoritelerinin
davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya
yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif
Güven, § 60).
68. Müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yoluyla mülkiyet
hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengeyi bozmaması için öncelikle suça veya kabahate konu
eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet
bağının olması ve "iyi niyetli" eşya malikine müsadere edilen veya
mülkiyeti kamuya geçirilen eşyayı -tehlikeli olmamaları kaydıyla- geri
kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan
zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir
Yazıcı, §§ 31-80).
69. Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının,
Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin
öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin
uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir
aracın da bulunmaması gerekmektedir. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek
kapsamı ve gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu
yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının
zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır
veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın
kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre, kamu
makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin
belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin haklarının korunmasının gerekliliklerine
uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir.
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
70. Gümrük İdaresince, mülga Tasfiye Yönetmeliği'nin 26.
maddesinin (5) numaralı fıkrasının (d) bendine (yürürlükte olan Tasfiye
Yönetmeliği'nin 64. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (d) bendi) dayalı olarak
kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl geçtikten sonra iade talebinde
bulunulduğu gerekçesiyle iade kararı uygulanmamıştır. Ancak başvurucu; Mahkeme
kararının katılan tarafından temyiz edildiğini, daha sonra temyizden feragat
edildiğini ve buna dair kendilerine herhangi bir tebligatın yapılmadığını,
dolayısıyla iade kararının kesinleştiğinden haberdar olamadığını ifade
etmektedir. Gerçekten de Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) dosya
incelendiğinde, başvurucuya temyiz ve temyizden feragat dilekçelerinin tebliğ
edilmemiş olduğu ve kesinleşme işleminden de başvurucunun haberdar edilmediği
görülmektedir. Nitekim Bölge Müdürlüğü, temyizden feragat tarihi olan 31/7/2013
tarihini kesinleşme tarihi olarak esas almış ise de katılanın temyizden feragat
beyanının 15/8/2013 tarihinde Mahkemeye bildirilmiş olduğu, kesinleşme şerhinin
ise 20/9/2013 tarihli olduğu görülmektedir. Buna göre herhangi bir tebligat
yapılmadan ve kanuna dayalı olmayan bir yönetmelikte düzenlenen hak düşürücü
süreye bağlı olarak başvurucunun iade talebinin reddedildiği anlaşılmaktadır.
71. El koyma ve müsadere tedbirlerinin suçla mücadele bakımından
çok önemli araçlar olduğu şüphesizdir. Ancak bu tedbirler uygulanırken
Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen mülkiyet hakkının korunmasının
gerekliliklerinin sağlanması da zorunludur. Bu bakımdan, el koyma tedbirinin
gerekli olmadığı saptandığı takdirde kamu makamlarının ayrıca bir başvuru
gerekmeksizin eşyayı veya bedelini sahibine iade etmesi gerekir. Aksi takdirde
el koyma nedeniyle başvurucuya olağanın dışında bir külfet yüklenmiş olur.Ayrıca mahkeme kararının uygulanması için kişinin dava
açması veya icra takibi başlatmasına gerek bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa'nın
138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre mahkeme kararlarının derhâl ve
ivedilikle uygulanması zorunludur. Bu hüküm uyarınca, yasama ve yürütme
organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez. Somut olayda ise el koyma tedbiri kaçakçılık ve
sahtecilik suçu şüphesiyle uygulanmış olup yapılan ceza yargılaması neticesinde
müsadere uygulanmayıp bu eşyanın iadesine karar verilmiştir. Dolayısıyla derece
mahkemelerince, el koyma tedbirinin gerekli olmadığı tespit edilmiştir. Ancak
iadeye ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararına ve bu yöndeki mahkemenin talimatına
rağmen başvurucunun iade talebi idarece reddedilmiştir.
72. Başvurucunun ithal ettiği ancak kaçakçılık ve sahtecilik
şüphesiyle yürütülen ceza soruşturması sırasında el konularak satılmak
suretiyle tasfiye edilen cep telefonları, ceza yargılaması sonucunda mahkemece
sanığın beraatine ve satış bedelinin iadesine karar
verilmesine ve tasfiye bedelinin sahibine iadesi yönündeki talimat yazısına
rağmen gümrük idaresince, kanuna dayalı olmayan yönetmelikte yer alan ve
kesinleşme tarihini esas alan bir yıllık hak düşürücü süreye ilişkin
düzenlemeye dayalı olarak başvurucuya iade edilmemiştir. Ancak bu süre esas
alınsa bile başvurucuya kesinleşme işlemine veya mahkemenin iade talimat
yazısına ilişkin bir tebligatın yapılmadığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla el
koyma tedbirinin uygulanmasının gerekli olmadığı mahkemece tespit edilmiş
olmasına rağmen ve bir müsadere kararı da verilmediği hâlde el konulan eşya
başvurucuya iade edilmemiştir. Sonuç olarak başvurucunun el konulan eşyasının
mahkeme kararına rağmen yönetmelikle getirilen bir yıllık süre sınırlamasına
dayanılarak iade edilmemesi, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir
külfet yüklemiştir. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı
arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna
varılmıştır.
73. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
74. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
75. Başvurucu, maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
76. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
77. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yargı kararının mümkün olan en kısa sürede icra edilmesi
amacıyla kararın bir örneğinin Gümrük ve Ticaret Bakanlığına gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
78. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle kararın idareye
gönderilmesine karar verilmesinin yeterli giderimi sağladığı
değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargı kararının mümkün olan en kısa
sürede icra edilmesi amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.