TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET ŞENOL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16947)
|
|
Karar Tarihi: 22/2/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 21/3/2018-30367
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ahmet ŞENOL
|
|
|
2. Ayhan ŞENOL
|
|
|
3. Emine ŞENOL
|
|
|
4. İbrahim ŞENOL
|
|
|
5. Kenan ŞENOL
|
|
|
6. Yasemin CANİKLİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Halit BOSTANCI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, hükümlünün ceza infaz kurumu görevlilerince
darbedilmesi, ellerine ve ayaklarına ters kelepçe takılı vaziyette bir odada
tutulması ve bu olaylarla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi
nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının; yaşamı korumak için gerekli
tedbirlerin alınmaması sonucunda hükümlünün çoklu ilaç zehirlenmesi ve
gelişen yeni sorunlar sebebiyle ölmesi ve bu ölümle ilgili
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu Emine Şenol'un oğlu, diğer başvurucuların
kardeşi U.Ş., olay tarihinde çeşitli suçlardan aldığı kesinleşmiş mahkûmiyetler
nedeniyle bir ayı aşkın süredir İzmir 3 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.
10. Ceza İnfaz Kurumuna gelmeden önce koğuştaki yatakları
yaktığı, kolunu jilet parçasıyla kesip diğer tutuklu ve hükümlüler için kötü
örnek olduğu, infaz koruma memurlarına hakaret ve tehditte bulunduğu, infaz
koruma memurlarına, hükümlülere ve tutuklulara karşı edep ve nezakete aykırı
konuştuğu veya davranışlarda bulunduğu, Kurumda korku, kaygı veya panik
yaratabilecek biçimde söz söylediği veya davranışta bulunduğu gerekçeleriyle
U.Ş. hakkında Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ve Bafra T Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunca pek çok kez disiplin soruşturması yürütülmüş ve U.Ş.ye
farklı tarihlerde kınama, bazı etkinliklerden alıkoyma, ziyaretçi kabulünden
men ve hücreye koyma cezaları verilmiştir.
11. Ceza İnfaz Kurumu revirinde 11/7/2012, 18/7/2012 ve
9/8/2012 tarihlerinde muayene edilen U.Ş.ye ilk muayenede inkontinans (gaz
çıkarma veya dışkılamayı kontrol yetisinin bozulması) ve alerjik rinit (burun
mukozasında alerjen teması ile meydana gelen semptomatik bir hastalık), bir
sonraki muayenede depresyon, miyalji (kaslarda oluşan ağrı) ile idrar yolu
enfeksiyonu ve son muayenede üriner enfeksiyon teşhisi konmuştur. Yapılan
muayenelerden sonra U.Ş.ye reçete edilen ilaçlardan biri, oksibutinin
hidroklorür etken maddesi içeren bir ilaç olup U.Ş. bu ilaç ile yangı önleyici
ve bu etkiye bağlı olarak ağrı kesici özelliğe sahip bir başka ilacı kaldığı
koğuşta bulundurmuştur.
12. U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerin
11/8/2012 tarihinde saat 02.10 sıralarında butona basıp yardım istemesi üzerine
koğuşa giden infaz koruma memurları K.K., N.Ç., R.Ç. ve E.Ö. koğuşta tartışma
yaşandığını görmüş; çabalasalar da koğuşta bulunan U.Ş.yi sakinleştirememiş ve
bu nedenle U.Ş.yi koğuştan çıkarıp Başmemurluğa götürmüşlerdir. Tutuklu ve
hükümlüler infaz koruma memurlarına U.Ş.nin fazla miktarda ilaç aldığını
söylemişlerdir.
13. Başmemurlukta da saldırgan tavırlar sergilemesi
üzerine U.Ş.nin ellerine tersten plastik kelepçe takılmış ve U.Ş. saat 03.04'te
"süngerli oda" diye adlandırılan müşahede odasına yerleştirilmiştir.
Burada U.Ş.nin ayaklarına da plastik kelepçe takılmıştır.
14. Ceza İnfaz Kurumunun Nöbetçi 2. Müdürü A.Ü.A, İnfaz
Koruma Başmemuru H.D. ile infaz koruma memurları İ.B., E.K., H.Ö., M.G., M.T.,
E.T. ve İ.K. tarafından düzenlenen 11/8/2012 tarihli tutanağa göre sabah
vardiyasında görevli infaz koruma memurları ile birlikte Ceza İnfaz Kurumunu
kontrol eden 2. Müdür A.Ü.A., U.Ş.nin ellerinden ve ayaklarından plastik
kelepçe ile bağlı vaziyette müşahede odasında tutulduğunu görmüştür. U.Ş.nin
kelepçeleri çıkarılmış, U.Ş. sedye ile revire götürülmüş ve 112 Acil Servis
saat 09.13, 09.26 ve 09.41'te aranmıştır. Tutanakta U.Ş.nin sedye ile revire
götürülme sebebi belirtilmemiştir. Acil Servis ekibi09.49'da Ceza İnfaz
Kurumuna gelmiştir. Yine tutanağa göre U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve
hükümlüler, oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren ilaç ile yangı
önleyici ve bu etkiye bağlı olarak ağrı kesici özelliğe sahip bir başka
ilaçtanfazlaca miktarda içip koğuştakilere rahatsızlık veren U.Ş.nin infaz
koruma memurlarınca koğuştan götürüldüğünü ifade etmişlerdir. U.Ş.ye refakat
eden infaz koruma memuru telefonla aranarak doktora bu konuda bilgi vermesi
amacıyla infaz koruma memuruna tutuklu ve hükümlülerin söyledikleri de
aktarılmıştır.
15. U.Ş., Ceza İnfaz Kurumu hekimince 11/8/2012 günü saat
09.55'te Aliağa Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Aliağa Devlet Hastanesi de
yoğun bakım imkânı sağlanamayacağı gerekçesiyle saat 10.40'ta U.Ş.yi İzmir
Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane)
sevk etmiştir.
16. Hastanece 11/8/2012 günü saat 13.10'da düzenlenen
Adli Olgu Bildirim Formu'na; hastanın bilincinin kapalı olduğu, gözlerde ışık
refleksinin olmadığı, her iki el bileğinde kesi, her iki ayak bileğinde
abrazyon (sıyrık), ellerde ödem, sol göz altında ekimoz (morartı, göğerti)
olduğu yazılmıştır.
17. Hastanece 11/8/2012 günü saat 16.30 sıralarında
düzenlenen konsültasyon istemine ilişkin belgede, saldırgan davranışları
nedeniyle yalıtılmış ortama alınan mahkûmun o sabah bilinci kapalı hâlde
bulunduğu belirtilmiştir.
18. Hastane tarafından düzenlenen epikriz (dosya özeti)
raporunda, tedavisi devam eden U.Ş.de 23.20'de kardiyak arrest (kalp durması)
durumunun gerçekleştiği, kırk beş dakika süren CPR (kardiyopulmoner
resüsitasyon=diriltme, canlandırma) sonrasında nabız alınamadığı hususlarına
yer verilmiştir. Epikriz raporuna göre U.Ş. 12/8/2012 günü saat 00.05'te
yaşamını yitirmiştir. Epikriz raporuna, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin
önceki gece saat 02.00 sıralarında U.Ş.nin kırk tablet kadar oksibutinin
hidroklorür etken maddesi içeren ilaç ile yangı önleyici ve bu etkiye bağlı
olarak ağrı kesici özelliklere sahip bir başka ilacı aldığını belirttikleri
yazılmıştır.
A. Ceza Soruşturması Süreci
19. Ölüm olayının bildirilmesi üzerine aynı gün İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açılmış ve nöbetçi Cumhuriyet
savcısı tarafından bir adli tıp uzmanının da hazır bulunduğu ölü muayene işlemi
gerçekleştirilmiştir. Bu ölü muayene işleminde sol göz altında, sol burun
kenarında ve sol yanakla burun arasında 2x1 cm boyutunda ekimozlar, her iki el
bileğinde ve ayak bileğinde muhtemelen kelepçeye uyumlu laserasyon (yırtık),
her iki kolda, her iki dizde, sağ göğüs üst kısımda muhtelif cildi ilgilendiren
laserasyonlar ile her iki kolda ve göğüste çok sayıda eski kesi yaraları tespit
edilmiştir.
20. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
gerçekleştirilen ölü muayenesi sonrasında ceset, kesin ölüm sebebinin
belirlenebilmesi için sistematik otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu
İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığına (Grup Başkanlığı)gönderilmiştir.
21. Grup Başkanlığınca tanzim edilen histopatolojik
(hastalıklı doku bilimiyle ilgili) incelemeye ilişkin 24/9/2012 tarihli raporda
şu hususlara yer verilmiştir:
"Beyin,
Beyincik, Beyin sapı: T : Konjesyon. Kalp: T : Subepikardiyal ve komşu
myokardiyal lifler arasında kanama alanları ile koroner arter çevresinde subepikardiyal
yağ dokuda fokal kanama odağı mevcuttur. Koroner arterde kayda değer
histopatolojik bulguya rastlanmamıstır. Akciğerler: T : Fokal pnömonik
infiltrasyon odağı, intraalveolar kanama alanları, hemosiderin yüklü
makrofajlar ve minimal ödem, antrakozis, akut alveolar şişme, bir alanda
interlobular septadaki lenfatiklerde dilatasyon, konjesyon. Karaciğer: T :
Kayda değer histopatolojik bulguya rastlanmadı. Böbrekler: T : Pelviste fokal
kanama odakları, konjesyon. Deri: T : Cilde ait doku örneklerinde epidermis ve
dermisi tam kata kadar tutan koagülasyon nekrozu alanı görülmektedir. Nekroze
epidermisin bazı alanlarda subepidermal ayrışma gösterdiği dikkati çekmektedir.
Nekroze epidermal hücreler ile dermisteki bazı deri eklerine ait hücrelerin sitoplazmalarında
homojenizasyon, nüvelerinde uzama ve incelme dikkati çekmektedir. Üst ve derin
dermiste kollojen dokuda homojenizasyon mevcuttur. Subkutan yağ dokuda kayda
değer histopatolojik bulguya rastlanmamıştır. "
22. Başvurucu Emine Şenol 28/11/2012 tarihinde
Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) başvurarak oğlunun ölümünün şüpheli
olduğunu ve oğlunun öldürüldüğünü düşündüğünü bildirmiş, olayın yetkili
makamlarca soruşturulmadığını iddia ederek gerekli incelemenin yapılmasını
talep etmiştir.
23. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Emine
Şenol'a 21/12/2012 tarihli yazıyla soruşturma hakkında bilgi vermiştir.
24. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 21/12/2012 tarihinde
yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Aliağa Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir.
25. Grup Başkanlığının 12/3/2013 tarihinde düzenlediği
otopsi raporunun ilgili bölümü şöyledir:
"...
Her
iki kol ve ön kolda, her iki omuz önde ve göğüs ön yüzde çok sayıda, birbirine
paralel eski kesi skarları gözlendi. Sol alt göz kapağında 1x3 cm ebadında mor
renkli ekimoz, alt dudak sol kısımda mukozada 1 cm çaplı ekimozlu laserasyon,
üst dudak orta kısımda 2 adet 0,5'er cm'lik, aralarında 0,5 cm bulunan sıyrık,
alt dudak orta kısımda lx2 cm ebadında mor renkli ekimoz tespit edildi. Sol üst
göz kapağında 0,2x2 cm ebadında mavimtırak renk değişimine uğramış ekimoz, sol
gözün hemen medialinde, burun sol üst kısımda 0,5xl cm'lik mor renkli ekimoz,
sol bunın kanadının 1 cm alt-lateralinde 1 cm çaplı, dairesel mor renkli ekimoz
gözlendi. Boyun sol yanda ve subklavikular bölgede muhtemelen katater
uygulanmasına bağlı ekimozlu pikür izleri, sternum üzerinde ve sol hemitoraks
yan duvarda dikdörtgen şekilli defibrilator izleri görüldü. Sol kol alt
lateralde "L" şeklinde, her bir kolu 2 cm uzunluğunda sıyrık ve bu
sıyrığın 2 cm üzerinde 0,3x3 cm ebadında bir diğer sıyrık saptandı. Sağ dirsek
iç büklümde, sağ ön kol üst ön yüzde 0,5-1 cm arasında değişen ebatta multipl
ekimozlar tespit edildi. Sağ el bileği dorsalde lx10 cm ebadında hat şeklinde
ekimozlu sıyrık, sol el bileği ön yüzde hat şeklinde ekimozlu sıyrık görüldü.
Sağ skapulanın 15 cm altında lx3 cm'lik sıyrık, sol ayak bileğinde lx14 cm
ebadında, ayak bileğini medial kısım haricinde çepeçevre dolanan, üzerinde enlemesine
küçük paralel çizgiler şeklinde patern gözlenen sıyrık, sağ ayakbileğinde aynı
nitelikte lx12 cm ebadında sıyrık saptandı. Sol diz kapağı üstte 1 cm çaplı,
sağ diz medialinde aynı ebatta sıyrıklar, sol inguinal bölgede ekimozlu iğne
izi tespit edildi. Boyun sağ yanda, göğüs ön yüzde, her iki kol, ön kol, el
bileği ve el sırtında, sırtta skapular ve interskapular bölgelerde değişik
şekiller ve yazılar şeklinde yesil-kırmızı renkli tatuajlar görüldü. Sağ ayak
bileği iç malleolde 0,5 cm'lik, ayak sırtına doğru olan bölgede aynı ebatta
sıyrıklar saptandı.
...
SONUÇ
...
1-
Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; iç organlarda, midede ve mide
içeriğinde yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda, aranan toksik
maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kanda ve safrada aranan maddelerden kanda;
benzydamine, lidocaine ve naproxen ve safrada; benzydamine ve lidocaine ilaç
etken maddelerinin bulunduğu, kanda alkol (Etil-Metil) bulunmadığı,
2-Kişinin
ölüm nedeni hakkında, tüm adli tahkikat dosyası ve hastane evrak ve
grafilerinin gönderilerek, (İstanbul) Adli Tıp Kurumu ilgili Ihtisas
Dairesi'nden görüş alınmasının uygun olduğu kanaatini bildirir rapordur."
26. Başvurucu Emine Şenol 12/4/2013 tarihli dilekçe ile
Cumhuriyet Başsavcılığından otopsi raporunun bir örneğini talep etmiştir.
Otopsi raporunun bir örneği 28/5/2013 tarihli yazı ekinde başvurucu Emine
Şenol'a gönderilmiştir.
27. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca (1. İhtisas
Kurulu) düzenlenen 17/4/2013 tarihli raporda, U.Ş.nin ölümünün çoklu ilaç
intoksikasyonu (zehirlenme) ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği
belirtilmiştir. Raporun ilgili bölümü şöyledir:
"...
1-Otopsisinde
dış muayenede ... tespit edildiği, tespit edilen lezyonların lokalizasyonları,
özelikleri ve ağırlıkları ile iç muayenede kafatası kırıkları, kafa içi kanama,
beyin doku harabiyeti, beyin kanaması, büyük damar ve iç organ yaralanması
tariflenmediği dikkate alındığında kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün
tıbbi delillerinin bulunmadığı,
2-
...[O]topsisinde iç organlarda tespit edilen makroskobik bulgular ile
mikroskobisinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin
ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana
gelmiş olduğunun kabulü gerektiği oybirliğiyle mütalaa olunur."
28. Ceza İnfaz Kurumunda çalışan K.K., N.Ç., O.A., R.Ç.,
E.Ö., M.H., S.H., M.B., E.K., İ.B. ve H.D. şüpheli sıfatıyla; M.T.Z. ise tanık
sıfatıyla 12/7/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade vermişlerdir. Olay
tarihinde infaz koruma vardiya sorumlusu olarak görev yapan K.K.nın verdiği
ifade şöyledir:
"Olay günü C2 koğuşunu nöbetçisi başmemurluğa gelerek C2
koğuşunda sorun olduğunu bildirdi. Bunun üzerine görevli personel ile birlikte
koğuşa gittik. Koğuş kapısını açıp içeriye girdiğimizde koğuşta bulunanların
feryat figan hali vardı. Utku Şenol'un ilaç içip kendilerine saldırdığını
söylediler. Mahkumlar sakinleştirilip sorunun kimden kaynaklandığı sorulduğunda
Utku Şenol isimli hükümlüden kaynaklandığını belirttiler. Utku Şenol'a neden bu
şekilde davrandığını sorduğumuzda benim onlarla bir sorunum yok dedi. Fakat
yüzünde, gözünde görülen izlerden dolayı kendisine kavga edip etmediğini
sorduk. Bunun üzerine Utku Şenol bize sinirlendi. Küfür ve hakaretler ederek ve
bize tekme, yumruk atarak saldırmaya başladı. Bunun üzerine Utku Şenol
hükümlülere zarar vermesinde diye önlem amaçlı koğuştan çıkarttık. Sonra onu
başmemurluk odasına götürdük. Burada kendisine su içirdik, telkinler vererek
sakinleşmesini sağladık. Tekrardan yüzündeki, gözündeki izleri kimin yaptığını
sorduk. Kendisi bize kimseden şikayetçi olmadığını, kimsenin yapmadığını,
koğuştaki kimse ile muhatap olmadığını söyledi. Bunun üzerine bizde koğuş
kapısında bulunan koğuştaki mahkumların fotoğraflarını getirdik ve kendisine
gösterdik. Yine bize hiç birinin kendisine zarar vermediğini, kimseden
şikayetçi olmadığını söyledi. Sonra biz kendisine bizim kontrolümüzde
verdiğimiz ilaçların dışında başak bir ilaç alıp almadığını sorduk. Almadığını
beyan etti. Herhangi biri rahatsızlığının olup olmadığını, doktora gitmek
isteyip istemediğini sorduk. O da istemediğini beyan etti. O başmemurluk
odasındayken ben tekrar C2 koğuşuna gittim. Koğuştaki mahkumlara Utku Şenol ile
kavga eden olup olmadığını sordum. Onlar da Utku'nun dolabı, duvarları,
kapıları tekmelediğini yumrukladığını, kendilerine bağırıp çağırarak
saldırdığını, olayın daha fazla büyümemesi için de bizi bu durumdan haberdar
ettiklerini söylediler. Odadan çıkıp tekrar Utku Şenol'un bulunduğu başmemurluk
odasına geldim. Ben odada yokken ilaç dağıtımından sorumlu Ö.F.A. isimli infaz
koruma memuru arkadaşımız kendisinin vermiş olduğu ilaçlardan başka ilaç alıp
almadığını sormuş, Utku Şenol almadığını söylemiş. Arkadaşımızın sorularına
sinirlenen Utku Şenol memur arkadaşımıza saldırmış. Görevli memurlar da Utku
Şenol 'u etkisiz hale getirip yere yatırmışlar. Yerde debelenirken kafasını
yere çarpmaması için kafasının altına kitap koymuşlar. Bunun üzerine ben de
cezaevi 1. Müdürü arayarak durumu izah ettim ve verilen talimat üzerine Utku
Şenol'u müşahade odasına aldım. Sabaha kadar da Utku Şenol'un hem merkez
kontrol odasında kamera ile hem de tüm memurlarca ve bizzat kendim kapısına
giderek sürekli durumunu kontrol ettik. Sabah 8 sıralarında vardiya nöbetimizi
gelen vardiyaya teslim ettik. Gelen vardiya başmemurlarına , müşahade odasında
bulunan Utku Şenol'un durumunun kontrol edilmesini ve müdürleri uygun gördüğü
takdirde müşahade odasından çıkarılmasını söyledim. Biz teslim edene kadar
herhangi bir sağlık şikayeti yada bizden herhangi bir talebi olmamıştır. Ben
Utku Şenol'a ne kadar doz ilaç verildiğini, hangi ilaçların verildiğini, yada
ilaçların isimlerini hiç bir şekilde bilmiyorum. Zaten ben ilaçla ilgili de
görevli birimde değilim. Ayrıca Utku Şenol'un cezaevinde daha önceden de birçok
olayları ile ilgili saldırganlık yaptığına dair belgeler mevcuttur. Bunları da
ekte Sayın Savcılığınıza sunuyorum. Ayrıca yine gitmiş olduğu doktorlara
yazdırmış olduğu ilaçları bizim insiyatifimiz dışında aldığına dair belgeler de
mevcuttur. Bunları da ekte sunuyorum. Kurumumuzda mahkumlara kas gevşetici,
uyku ilaçları, psikolojik tedavilerde kullanılan ilaçlar vb. şeklindeki
ilaçları bizim gözetimimizde verilir. Ancak ekte belirtilen böbrek ilacı vb.
ilaçlar kendilerinde kalır. Bu ilaçların da 1 kutusunda 100 adet bulunmaktadır.
Olayla ilgili hiç bir ilgim yoktur. Ben üzerime suçlamaların hiç birini bu
nedenlerden dolayı kesinlikle kabul etmiyorum."
İnfaz koruma memurları N.Ç., O.A., R.Ç. ve E.Ö.; K.K. ile
aynı yönde beyanda bulunmuştur.
Ö.F.A.nın verdiği ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
"Olay
gününde mahkumlara akşam hatırladığım kadarıyla 9:00-9:30 sıralarında 1 adet
Gamaflex isimli ilacı memur gözetiminde ve denetimimiz altında kendisine
içirdik ve takip ettik. Ben ilaç dağıtımından sonra görev yerim olan mahkum
kabul birimime döndüm. Mahkum kabul de iş yoğunluğu olmadığı için akşam
saatlerinde arkadaşlarıma yardım etmeye gidiyorum. Sağ koridorda duyduğum
sesler üzerine sağ kısım tarafına yöneldim. Daha sonra başmemurluk denilen
yerde hükümlü Utku Şenol'u ayakta gördüm. Kendisinin saldırgan tavırlar
içerisinde olduğunu gördüğüm için kendisine ilaç içip içmediğini sordum. Bunun
üzerine bana sinirlenerek benim üzerime yürüdü. Bana vurmaya çalıştı. Arkadaşlarım
müdahale etti. Bunun üzerine ben odadan çıktım. Ben Utku Şenol'a sadece benim
görevim olan 1 adet Gamaflex isimli ilacı verdim. Onun haricinde kendisine
kesinlikle bir ilaç vermedim. Vermem söz konusu değildir. Ben Utku Şenol'a ne
kadar doz ilaç verildiğini, hangi ilaçların verildiğini, yada ilaçların
isimlerini hiç bir şekilde bilmiyorum. Zaten ben ilaçla ilgili de görevli
birimde değilim. Bununla ilgili birim revirdir. Ayrıca kurumumuzda mahkumlara
kas gevşetici, uyku ilaçları, psikolojik tedavilerde kullanılan ilaçlar vb.
şeklindeki ilaçları bizlerin gözetiminde yani revir bölümündeki arkadaşlarımız
tarafından verilir. Ancakböbrek ilacı vb. ilaçlar kendilerinde kalır... "
M.H.; butona basılarak U.Ş.nin kaldığı koğuşta sorun
olduğunun bildirilmesi üzerine söz konusu koğuşa gittiklerini, U.Ş.nin
Başmemurluk odasına getirildiğini, elleri ve yüzünün yıkandığını, U.Ş.nin
kimsenin kendisine zarar vermediğini söylediğini, Ö.F.A.nın ilaç içip
içmediğini sorması üzerine U.Ş.nin ona saldırdığını, durumun 1. müdüre
bildirildiğini ve İnfaz Koruma Memuru K.K.nın talimatı üzerine U.Ş.nin müşahede
odasına alındığını ifade etmiştir. Aynı tarihte dinlenen İnfaz Koruma Memuru
S.H. de aynı yönde beyanda bulunmuştur.
İnfaz Koruma Memuru M.B. verdiği ifadede; U.Ş.nin
Başmemurlukta görevli personele saldırmasından sonra K.K.nın durumu 1. müdüre
bildirdiğini, sakinleşmemesi ve agresif tavırlarını sürdürmesi üzerine K.K.nın
ve müdürün bilgileri dâhilinde kelepçe takılan U.Ş.nin süngerli odaya
alındığını, vardiya bitimine kadar U.Ş.yi sık sık kontrol ettiğini, kapıya
vurup U.Ş.nin tepkilerini ölçtüğünü beyan etmiştir.
11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli infaz koruma
memurları olan E.K. ve İ.B. ifadelerinde; müşahede odasında bir mahkûm
bulunduğunun bildirilmesi üzerine müşahede odasını M.G. ile kontrol
ettiklerini, U.Ş.nin nefes alıp verdiğini gördüklerini, daha sonra başmemur ile
birlikte U.Ş.nin yanına gidip onu kontrol ettiklerini, müdür geldikten sonra
U.Ş.yi müşahede odasından çıkardıklarını, durumunun iyi olmadığını fark edip
112 Acil Servisi aradıklarını, Acil Servis ekibinin U.Ş.yi Aliağa Devlet
Hastanesine götürdüğünü söylemişlerdir.
11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli İnfaz Koruma
Başmemuru H.D. ise devraldığı vardiyanın sorumlusu olan K.K.nın U.Ş.nin kendilerine
saldırdığını, biraz da hap içtiğini, U.Ş.yi tedbiren müşahede odasına
koyduklarını söylediğini, U.Ş.yi kontrol ettirdiğini, Ceza İnfaz Kurumunun
nöbetçi 2. müdürü gelince gece yaşanan olayı ona bildirdiğini, birlikte
müşahede odasına gittiklerini, U.Ş.nin durumunun pek iyi olmadığını, hâlsiz
olduğunu ve çok kısık bir sesle konuştuğunu, hemen 112 Acil Servis'i çağırarak
U.Ş.nin Aliağa Devlet Hastanesine sevk edilmesini sağladıklarını beyan
etmiştir.
İzmir 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görev
yapan Hekim M.T.Z. ise tanık sıfatıyla verdiği ifadede; görevli doktorun izinli
olması nedeniyle olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli olduğunu, U.Ş.nin
ölümünden iki üç gün önce idrarını yaparken ağrısı olduğu şikâyetiyle
geldiğini, şikâyetin giderilmesi için ilaçlar yazdığını ifade etmiştir.
29. Cumhuriyet savcısı24/4/2014 ve 25/2/2014
tarihlerinde, olay tarihinde U.Ş. ile aynı koğuşta kalan T.S., N.Ö. ve M.T.nin
tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının Ceza İnfaz Kurumuna
yazdığı 20/2/2014 tarihli yazıdan U.Ş. ile aynı koğuşta kalan ve ifadeleri
alınmayan başka tutuklu ve hükümlülerin de olduğu anlaşılmıştır.
T.S.; kırmızı ve yeşil reçeteli ilaçların U.Ş.ye görevli
memurlar gözetiminde verildiğini, U.Ş.nin dolabında kendisine ait başka ilaçlar
da olduğunu, U.Ş.nin ilaç içmek amacıyla sürekli revire gittiğini, onun
ilaçları biriktirme alışkanlığı olmadığını, 10/8/2012 tarihinde U.Ş.ye
görevlilerce verilen ilaç kutusunun içinde yüz adet ilaç bulunduğunu, U.Ş.nin
11/8/2012 günü saat 03.00 sıralarında ilaçların etkisinde kalarak dolaplara
vurduğunu ve bağırıp çağırdığını, uyuyamadıkları için butona bastıklarını,
görevlilerin U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını, bu sırada U.Ş.nin zorluk
çıkardığını ve bir görevlinin ayağına vurduğunu söylemiştir.
N.Ö.; U.Ş.ye ölmeden bir iki gün önce ilaç verildiğini,
ilaçların idare gözetiminde saatli olarak verildiğini, U.Ş.nin ilaçları
karıştırarak içtiğini ifade etmiş ve T.S. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.
M.T., ilaçların görevlilerce U.Ş.ye verildiğini, U.Ş.nin
verilen ilaçları iki saat içinde içip huzursuzluk çıkardığını, durumu
görevlilere haber verdiklerini, görevliler U.Ş.yi koğuştan çıkarırken onun
zorluk çıkarıp bir görevliye tekme attığını ifade etmiştir.
30. Cumhuriyet savcısı, U.Ş.nin ölümü hakkında yürütülen
soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. 27/2/2014
tarihli bu kararın ilgili bölümü şöyledir:
"Her
ne kadar ölen Utku Şenol'un 06.07.2012 tarihinde Bafra T Tipi Kapalı Ceza infaz
kurumundan jiletle tehdit, memura fiili mukavemet, koğuş yakma gibi
eylemlerinden dolayı hakkında verilen disiplin cezaları nedeniyle İzmir 3 nolu
T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği, ölen Utku Şenol'un sağlık
sorunları nedeniyle kendisine verilen ilaçların etkisinde kalarak 11.08.2012
tarihinde kalmış olduğu C-2 koğuşunda sorun çıkarması üzerine görevli İnfaz
Koruma Memurlarının müdahale ederek Utku Şenol'u A-9 numaralı tekli odaya
aldıkları, daha sonrasında Utku Şenol'un rahatsızlanması üzerine hastaneye sevk
edildiği, kaldırılmış olduğu İzmir Katip Çelebi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde vefat ettiği olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmış ise de ;
Söz
konusu ölen Utku Şenol hakkında düzenlenmiş olan Adli Tıp Kurumu raporları doğrultusunda
ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana
geldiği, Utku Şenol'a verilen ilaçlarla ilgili İzmir 3 Nolu T T Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumuna yazılan müzekkere cevabında; ölen Utku Şenol 'un sergual,
tantun tablet, uropan tablet, otrivine (sprey ) ve Gamaflex ismindeki ilaçları
kullandığı, bu ilaçların ölen U.Ş.ye Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün
12.02.2009 tarih ve B-03.0.CTE.0.00.27.00/217/15035 sayılı yazısına istinaden
oda ve koğuşlara verilmekte, oda koğuşlara verilmesi uygun olmayan ilaçların
ise memur eşliğinde içirilmek suretiyle tek olarak verildiği, dolayısıyla İzmir
3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundaki görevlilerin Utku Şenol'un ölümüne
neden olduğu konusunda somut ve inandırıcı bir delilin bulunmadığı tüm dosya
kapsamından anlaşılmakla,
Şüphelilerin
atılı suçu işledikleri hususunda yeterli şüphe oluşturacak bir delil elde
edilemediğinden , kamu adına kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına... karar
verildi."
31. Başvurucular; tıbbi belge ve raporlara göre U.Ş.nin
ölmeden önce ağır şekilde darbedildiğini, ters kelepçe ve ayağa kelepçe
uygulanarak işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığını, U.Ş.nin görevlilere
saldırdığına dair iddiaların gerçeği yansıtmadığını, U.Ş.nin gece 02.00
sıralarında kırk kadar ilaç içtiği bilindiği hâlde hareketsiz kalındığını,
U.Ş.nin mide içeriğinde ilaç etken maddesi çıkmadığına göre ilacın enjeksiyonla
verildiğini, bu yönden bir araştırma yapılmadığını, infaz koruma memurları ve
U.Ş. ile aynı koğuşta kalanların ifadelerinde U.Ş.nin yüzü ve gözündeki
kızarıklıklardan söz edildiğini, bu durumda harici muayenede tespit edilen
bulguların başmemurluklarda meydana geldiğini, kırk tane ilaç aldığı
bilinmesine rağmen doktora haber verilmemesi ve hastaneye sevk edilmemesi
hususlarında herhangi bir inceleme yapılmadığını, U.Ş.nin müşahede odasında
kontrol edilmediğini iddia ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
itiraz etmişlerdir.
32. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda usul ve
yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi
14/7/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir.
33. Nihai karar, başvurucular tarafından 19/9/2014
tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde -20/10/2014 tarihinde- bireysel
başvuruda bulunulmuştur.
B. Disiplin Soruşturması Süreci
34. U.Ş.nin ölümü üzerine Ceza İnfaz Kurumunca bir
disiplin soruşturması başlatılmış ve infaz koruma memurları K.K., R.Ç., M.B.,
E.Ö., N.Ç., E.K., M.G., İ.B., O.A., U.E., S.H., M.H., M.S., Ö.F.A., H.B., K.M.,
C.G. ve C.S.nin, İnfaz Koruma Başmemuru H.D.nin, Aile Hekimi M.T.Z.nin, tutuklu
ve hükümlüler H.S., N.Ö., T.S.,İ.T., M.A., H.K., M.T., T.B.K.nın ifadelerine
başvurulmuştur.
İnfaz Koruma Başmemuru ve Memurlarının İfadeleri
H.D., ceza soruşturmasında verdiği ifadeyle benzer yönde
ifade vermiştir.
Ceza soruşturma kapsamında verdiği ifadeyle benzer yönde
ifade veren K.K. ilaveten U.Ş. ile aynı koğuşta kalanların sürekli ilaç
kullanıp kendini kaybettiğinden bahisle U.Ş.nin koğuştan alınmasını talep
ettiklerini, U.Ş.nin fazladan ilaç içmediğini ve hastaneye gitmek istemediğini
beyan ettiğini, kendisine ve başkasına zarar vermemesi için U.Ş.nin ellerine ve
ayaklarına plastik kelepçe bağladığını, vardiya değişimi sırasında rahatlasın
diye U.Ş.nin ayaklarındaki kelepçenin çıkarılmasını istediğini ifade etmiştir.
R.Ç., butona basılarak yardım istenmesi üzerine
gittikleri C/2 koğuşundakilerin U.Ş.nin fazla ilaç içtiğini söylediklerini,
U.Ş.nin dolabında boş ilaç şişesi bulduklarını, plastik kelepçe bulunmaması ve
süngerli odada başkasının bulunması nedeniyle U.Ş.nin bir süre Başmemurlukta
bekletildiğini, daha sonra plastik kelepçeyle kelepçelenerek süngerli odaya
konulduğunu söylemiştir.
M.B., U.Ş.nin aldığı ilaçlardan ve boş ilaç şişesinden
söz etmemiş; bunun dışında R.Ç. ile benzer yönde ifadede bulunmuştur.
E.Ö., O.A. ve N.Ç, K.K. ile benzer yönde ifade vermiş;
süngerli odada kendini sağa sola vurması nedeniyle K.K.nın U.Ş.nin ayaklarına
plastik kelepçe taktığını beyan etmişlerdir.
E.K.; 11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli olduğunu,
sabah sayımında süngerli odayı M.G. ve İ.B. ile birlikte kontrol ettiklerini,
U.Ş.nin uyuduğunu ve nefes alıp verdiğini gördüklerini, daha sonra nöbetçi
müdürle birlikte süngerli odaya gidip kelepçeleri kestiklerini ve 112 Acil
Servisi aradıklarını söylemiştir.
M.G. ve İ.B.; sabah vardiyasında U.Ş.yi E.K. ve İ.B. ile
birlikte kontrol ettiklerini, U.Ş.nin uyuduğunu ve nefes alıp verdiğini beyan
etmişledir.
U.E.; olay günü kameralarla olay anını izlediğini,
süngerli odada U.Ş.nin kelepçeleri açmaya çalışıp sonra uyuduğunu, herhangi bir
olumsuz durum olmadığı için kimseye haber vermediğini beyan etmiştir.
C.S. ifadesinde; butona basılması üzerine gittikleri C/2
koğuşundaki tutuklu ve hükümlülerin U.Ş.nin fazla miktarda ilaç içtiğini ve bu
nedenle saldırdığını söylediklerini, U.Ş.nin ise bir tane ilaç içtiğini beyan
ettiğini söylemiştir.
K.M.; C.S. ile aynı yönde beyanda bulunmuş; ilave olarak
kendisine ve başkasına zarar vermesini engellemek amacıyla U.Ş.nin ellerine ve
ayaklarına plastik kelepçe takıp onu süngerli odaya bıraktıklarını ve sık sık
kontrol ettiklerini ifade etmiştir.
S.H.; sabah 06.30-07.00 sıralarında vardiya sorumlusu ile
birlikte süngerli odaya gittiklerini, U.Ş.nin iyi olduğunu söylediğini beyan
etmiştir. M.H. de saat 06.30-07.00 sıralarında U.Ş.ye K.K.nın "Nasılsın,
iyi misin?" gibi sorular sorduğunu gördüğünü beyan etmiştir.
Ö.F.A.; U.Ş.nin kendisine tekme savurduğunu ve eliyle
vurmaya çalıştığını, U.Ş.yi elleri arkadan bağlı hâlde süngerli odaya
götürülürken gördüğünü söylemiştir.
H.B.; C/2 koğuşunda U.Ş.nin K.K.ya tekme atığını, agresif
tavırlar sergilediğini ifade etmiştir.
C.G.nin ifadelerinden, U.Ş.nin C/2 koğuşundan alınmasına,
U.Ş.nin ellerine ve ayaklarına kelepçe takılmasına ve U.Ş.nin süngerli odaya
alınmasına dair bilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.
M.S.; olaya şahit olmadığını ifade etmiştir.
Kurum Hekiminin İfadesi
M.T.Z., hastalığına istinaden U.Ş.ye ilaç reçete ettiğini
söylemiştir.
Tutuklu ve Hükümlülerin İfadeleri
H.S.; olay günü saat 01.30 sıralarında U.Ş.nin ilaçların
etkisiyle kendi kendine konuştuğunu, küfrettiğini, dolap kapağını çarpıp
ranzaya elini vurduğunu, bu sebeple T.S. ve U.Ş.nin tartıştığını, araya diğer
tutuklu ve hükümlülerin girdiğini, sakinleştirmek amacıyla U.Ş.nin kafasının
soğuk suyla yıkandığını, U.Ş.nin T.S.den koğuştan gitmesini istediğini, bunun
üzerine butona basıp görevlilerden yardım istediklerini beyan etmiştir. Ayrıca
H.S.; U.Ş.nin görevlileri dinlemediğini ve bir görevliye tekme attığını,
görevlilerin fiziki müdahalede bulunmadan U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını
söylemiştir. H.S. son olarak U.Ş.nin reçete edilen ilaçları parça parça alarak
aynı gün içinde bitirdiğini, U.Ş.nin yüzünde iki tane kızarıklık bulunduğunu,
göz altındaki kızarıklığın T.S. ile U.Ş. arasındaki tartışmayı önlemek için
araya girildiği sırada meydana gelmiş olabileceğini, diğer kızarıklığın ise
sivilceden kaynaklanabileceğini ifade etmiştir.
N.Ö.; T.S ve U.Ş.nin tartışmaları üzerine araya
girdiklerini, tartışmadan sonra U.Ş.nin gözünün altında ve yüzünde hafif
çizikler olduğunu ancak T.S. ile U.Ş.nin birbirlerine vurduğunu görmediğini,
U.Ş.nin söylediklerinin anlaşılmadığını, vücudunun ateş gibi yanması nedeniyle
U.Ş.nin kafasını soğuk suyla yıkadıklarını, dolabındaki hapları da içmesin diye
çöpe attıklarını, U.Ş.nin küfürlü konuşması nedeniyle butona basıp yardım
istediklerini beyan etmiştir. N.Ö.; M.A.nın infaz koruma memurlarından koğuştan
U.Ş.nin alınmasını istediğini, U.Ş.nin koğuştan çıkmak istemediğini ve bir
personele tekme attığını, koğuştan çıkarılırken U.Ş.ye fiziki müdahalede
bulunulmadığını söylemiştir.
T.S.; olay günü saat 01.00-02.00 sıralarında kendi
kendine konuşup küfretmesi nedeniyle U.Ş.yi uyardıklarını, U.Ş.nin dolabından
on beş dakikada bir avcuna koyduğu ilaçları içtiğini, uyarılardan anlamaması
üzerine butona basarak görevlileri çağırdıklarını, U.Ş.nin görevlilere
küfrettiğini ve bir görevliye tekme attığını, U.Ş.nin koğuştaki kimseyle kavga
etmediğini, görevlilerin kollarından tutarak U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını,
U.Ş.nin gözünün altında sürekli iki kızarıklık olduğunu ifade etmiştir.
H.S., N.Ö. ve T.S. ile benzer yönde beyanda bulunan İ.T.
ilave olarak U.Ş.nin ilaçları karıştırarak aralıklarla üçer beşer yuttuğunu,
00.30-01.00 sıralarında içmesin diye U.Ş.ye ait on on beş ilacı çöpe attığını,
butona basılması üzerine gelen görevlilere U.Ş.nin akşamdan beriilaç aldığını
ve ilaçlar nedeniyle o hâlde olduğunu söylediğini ifade etmiştir.
M.A. ifadesinde, U.Ş.nin olay günü saat 00.30-01.00 sıralarında
avcuna aldığı bir miktar hapı içtiğini beyan etmiştir.
H.K. de U.Ş.nin kendisine verilen ilaçların bir miktarını
avcuna alıp içtiğini, daha sonra sinirli hareketler yapmaya başladığını
söylemiştir.
M.T.; Ceza İnfaz Kurumuna ilk geldiğinde U.Ş.nin gözünün
altında hafif bir morarmanın mevcut olduğunu, U.Ş.nin hap bağımlısı olduğunu,
bir keresinde otuza yakın hapı tek seferde içtiğini beyan etmiştir.
T.B.K., H.S. ile benzer yönde ifade vermiş ancak U.Ş.nin
yüzündeki kızarıklıklardan bahsetmemiştir.
35. Yürütülen soruşturma 5/3/2013 tarihinde
sonuçlandırılmış; saat 03.09'da müşahede odasına girilerek 03.20, 03.31, 04.03
ve 04.32'de camdan bakılarak, 05.06 ve 05.34'te mazgaldan U.Ş. ile konuşularak,
05.58'de camdan bakılarak, 06.12'de mazgal açılarak, 07.15, 07.17, 07.37 ve
08.23'te camdan bakılarak U.Ş.nin bilinci infaz koruma memurlarınca kontrol
edildiği belirtilerek "E.Ö.nün herhangi bir kusurunun bulunmadığı ve
görevlerini yerine getirdiği, K.K. ve N.Ç.nin disiplin suçu işlemediği ve M.B.
ile R.Ç.nin herhangi bir ihmalinin olmadığı" gerekçeleriyle disiplin
cezası ile cezalandırılmalarına yer olmadığına karar verilmiştir.
C. Tam Yargı
Davası İle İlgili Süreç
36. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
yaptıkları itirazda dile getirdikleri hususları (bkz. § 31) öne sürerek hizmet
kusuru bulunduğu iddiasıyla Bakanlık aleyhine İzmir 3. İdare Mahkemesi (İdare
Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmışlardır.
37. İdare Mahkemesi, hizmet kusuru bulunup bulunmadığı
konusunda 1. İhtisas Kurulundan rapor almıştır. 11/3/2015 tarihli raporun
ilgili bölümü şöyledir:
"...[K]işinin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen
komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği,
4-Adli
dosyada kayıtlı bilgilerde kişinin İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olduğu, 11/08/2012 günü saat 02:00 sıralarında koğuş butonuna
basılması üzerine C2 koğuşuna gidildiği, koğuşta kalanların kişinin aldığı
ilaçlardan kendini sağa sola vurduğunu sürekli küfür ettiğini söyledikleri,
koğuştan alınmasını istedikleri, görevli memurların içeri girerek kişinin
dolabını aradıkları, dolabında buldukları ilaçları çöpe attıkları, sonra kişiyi
vardiya baş memurluğuna götürdükleri, orada da sakinleşmemesi üzerine kendisine
ve çevresine zarar vermemesi için ellerine ve ayaklarına kelepçe takarak saat
03:04’de yumuşak odaya görevli personeller ile birlikte konulduğu, 03:09’da
içeri girilerek, 03:20’de blok sorumlusu N.Ç. tarafından camdan bakılmak
suretiyle, 03:3l’de Blok nöbetçisi O.A. tarafından camdan bakılmak suretiyle,
04:03’de O.A. camdan bakılmak suretiyle, 04:32’de koğuş nöbetçisi M.B.
tarafından, 05:06’da S.D. tarafından 05:34’de mazgaldan Utku Şenol ile
konuşularak bilincinin açık olup olmadığı kontrol edilmiş, 05:58’de yine camdan
bakılarak, 06:12’de mazgal açılarak bilicinin kontrol edildiği,
07:15-07:17-07:37-08:23’de camdan bakılarak kontrol edildiği, 09:06’da nöbetçi
müdür tarafından kontrol edildiği 09:13’de yumuşak odadan çıkarıldığı, 09:18’de
sevk edilmek üzere mahkum kabule getirildiği, 09:47’de 112 Acil Servisin
geldiği, 09:59’da Acil Servis görevlilerine teslim edildiği, hastanede yapılan
müdahalelere rağmen 12.08.2012 günü saat 00:05 te öldüğü, İzmir 3 Nolu T Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü nün24.6.2013 tarihli yazısında; Kapalı ceza
infaz kurumunda ilaç dağıtımının Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün 12/02/2009 tarih ve B.03.0.CTE.0.00.27.00 /217/15035 sayılı
yazısına istinaden oda ve koğuşlara verilmekte; oda ve koğuşlara verilmesi
uygun olmayan (yeşil reçete, anti depresanlar vb.) ilaçların ise memur
eşliğinde içilmek sureti ile hükümlü/tutukluya verilmekte olduğu ve Uropan
tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın “oda ve koğuşuna verilmekte
olduğu”nun kayıtlı olduğu, bununla birlikte Adalet Bakanlığı Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12/02/2009 tarih ve B.03.0.CTE.0.00.27.00
/217/15035 sayılı yazısı içeriğinde; ”Aşağıda belirtilen ilaçlar hiçbir şekilde
koğuşlarda bulundurulmayacaktır: …………f)Santral miyorolaksan
içerikli ilaçlar, (Phenprobamat etken madde içerikli ilaçlar vs) ve
antikolinerjik ilaçlar,(Oksibutinin Hidroklorür etken madde içerikli ilaçlar
vs) (sürekli veya süreli ilaç kullanım kartı verilmez, yalnız kronik hastalar,
raporlu hastalar, kullanması hayati önem arz eden hastalığı olanlarda hafta içi
2 günlük doz ve hafta sonu için 3 günlük doz ilacını yanında bulundurabilir)”
kayıtlı olduğu cihetle Oksibutinin Hidroklorür etken maddesini içeren
“Uropan tablet” in “oda ve koğuşuna verilmesinin” uygun olmadığı, bununla
birlikte kişinin Uropan tablet isimli ilacı almış olduğunun kabulü halinde
dahi kişinin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar
sonucu meydana gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm
üzerinde ne düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediği, kişinin
rahatsızlanmasından itibaren yapılan diğer tıbbi uygulamaların tıp kurallarına
uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur. "
38. İdare Mahkemesi 30/11/2015 tarihinde, maddi tazminat
taleplerinin reddine; manevi tazminat taleplerinin ise hizmet kusuru bulunduğu
gerekçesiyle kısmen kabulüne karar vermiştir. Söz konusu kararın ilgili bölümü
şöyledir:
"...Dosyada
bulunan soruşturma raporu, ceza soruşturması sonucu verilen karar, bilirkişi
raporu ile diğer tüm bilgi ve belgelerin incelenmesi ve değerlendirilmesinden;
uyuşmazlık konusu ölüm olayının çoklu ilaç intoksikasyonu (zehirlenme) ve
gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu, yukarıda belirtilen
bilirkişi raporunda, oda ve koğuşuna verilmesi uygun olmayan ancak bu kurala rağmen
davacıya cezaevi idaresi tarafından verilen Uropan tablet (oksibutinin etken
maddesi) isimli ilacın davacıya verildiği, bu ilacı almış olduğunun kabulü
halinde dahi ölümün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu
meydana gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm üzerinde
ne düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediğinin belirtildiği, bunun haricinde
ölüm olayı ile nedensellik bağı kurulabilecek davalı idareye atfedilebilecek
başka bir durumun saptanamadığı anlaşıldığından, maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Manevi
tazminat talebi bakımından yapılan incelemede:
Yukarıda
belirtilen bilirkişi raporunda, oda ve koğuşuna verilmesi uygun olmayan ancak
bu kurala rağmen davacıya cezaevi idaresi tarafından verilen Uropan tablet
(oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın davacıya verildiğinin saptandığı,
olay nedeniyle cezaevi nöbetçi müdürü ve görevli infaz koruma memurları
tarafından tutulan 11/8/2012 tarihli tutanakta, yer alan "...olayla ilgili
olarak odada bulunan diğer hükümlü / tutuklular dinlendi. Hükümlü Utku Şenol'un
idarenin kendisine verdiği ilaçlardan (Üropan - Tantum) fazlaca miktarda
içtiğini koğuşta bulunanlara rahatsızlık verdiğini ve kendilerinin de butona
basarak görevli memurlara haber verdiklerini söylediler..." ibareleri
dikkate alındığında, koğuşa müdahale sırasında Utku Şenol'un idarenin kendisine
verdiği ilaçlardan (Üropan - Tantum) fazlaca miktarda içtiğininin öğrenildiği
ancak buna rağmen bu durum ile ilgili olarak değerlendirme yapılmadığı ve
kişinin durumunun kötüleşmesi sonucu sabah 09:00 sıralarında hastaneye sevkine
kadar tıbbi müdahalede bulunulmadığı, bu durum ile ilgili olarak olay sırasında
değerlendirme yapılmamasının ve tıbbi müdahalede bulunulmamasının Utku Şenol'un
beyanları ve fiziki durumunun iyi olduğu değerlendirmesine dayandığının
ifadelerde belirtildiği anlaşılmaktadır. Olayda, oda ve koğuşa verilmesi
uygun olmayan ancak bu kurala rağmen Utku Şenol'a cezaevi idaresi tarafından
verilen Uropan tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın kişiye
verilmesi ve olay sırasında söz konusu ilacı kişinin fazlaca miktarda içtiğinin
cezaevi yetkililerine bildirilmesine rağmen bu konuda müdahalede bulunulmaması
nedeniyle hizmetin kusurlu işlediği sonucuna varılmıştır. Yukarıda
belirtilen bilirkişi raporunda, kişinin ilacı almış olduğunun kabulü halinde
dahi ölümün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana
gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm üzerinde ne
düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediğinin belirtilmesi nedeniyle söz konusu
kusurlu durumlar ile ölüm olayı arasında nedensellik bağının saptanamadığı
ancak, bu kusurlu durumun tek başına davacıların elem ve üzüntüsüne neden
olacağı sonucuna varıldığından, söz konusu tespit edilen hizmet kusuru
nedeniyle davacılara manevi tazminat ödenmesi gerekmektedir.
...
Davanın,
manevi tazminat talebine ilişkin kısmının kısmen kabulüne ve kısmen reddine,
müteveffa Utku Şenol'un annesi davacı Emine Şenol için 10.000,00-TL, kardeşi
davacı Ahmet Şenol için 5.000,00 TL, kardeşi davacı Ayhan Şenol için 5.000,00
TL, kardeşi davacı Yasemin Canikli için 5.000,00 TL, kardeşi davacı Kenan Şenol
için 5.000,00 TL, kardeşi davacı İbrahim Şenol için 5.000,00 TL manevi tazminatın,
tazminat talebi ile ilgili olarak idareye yapılan başvuru tarihi olan
07/08/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı
idareden alınarak davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat
taleplerinin reddine... oybirliğiyle karar verildi."
39. İdare Mahkemesince verilen karar, hem başvurucularca
hem de Bakanlıkça temyiz edilmiş; Danıştay tarafından temyiz talepleri hakkında
henüz karar verilmemiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"(1)
Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2)
(Ek fıkra: 31/03/2005 - 5328 S.K./4.mad) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli
para cezasına hükmolunur.
(3)
Kasten yaralama suçunun;
...
d)
Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
...
İşlenmesi
hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
41. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar
başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Taksirle
bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır."
42. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine
ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"Zor
kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere
karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten
yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
43. 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye
kullanma" kenar başlıklı 257. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
"(1)
Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine
aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına
neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086
S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086
S.K./1.mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır.
(2)
Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini
yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun
zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086
S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086
S.K./1.mad.) üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
44. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının
görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1)
Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini
veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar
vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."
45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yönetim tarafından alınabilecek
tedbirler" kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Kurumun
düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması
hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer
tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine
engel olmaz."
46. 5275 sayılı Kanun'un "Zorlayıcı araçların
kullanılması" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Hiçbir
hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel
hareketleri kısıtlayıcı araçlar;
a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde
çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,
b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak
üzere tıbbî nedenlerle,
c)Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği
hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı
tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,
kullanılabilir."
47. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi
istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:
"Hükümlü, beden ve ruh sağlığının
korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî
araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum
revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm
koğuşlarında tedavi ettirilir."
48. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve
tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kurumun sağlık koşullarının
düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi
tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi
sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır."
49. 5275 sayılı Kanun’un “Sağlık denetimi” kenar
başlıklı 79. maddesi şöyledir:
"Kurum hekimi, kurumu ayda en az
bir kez denetleyerek genel ve özel önlem alınması gereken hastalıklar ile
kurumda sağlık koşulları yönünden alınması gereken önerileri içeren bir rapor
düzenler ve kurum yönetimine verir."
50. 5275 sayılı Kanun’un “Hastaneye sevk” kenar
başlıklı 80. maddesi şöyledir:
"Hükümlünün sağlık nedeniyle
hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir
raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir."
51. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) 22. maddesinin
(8) numaralı fıkrası şöyledir:
"(8)
İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan
firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı
bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı
Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında
kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin
ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu
derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet
kullanamaz."
52. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderdiği "hükümlü-tutuklu
hastaların ilaçları hakkında" konulu 12/2/2009 tarihli ve
B.03.0.CTE.0.00.27.00/217/15035 sayılı yazının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Aşağıda
belirtilen ilaçlar hiçbir şekilde koğuşlarda bulundurulmayacaktır:
...
f)
Santral miyorolaksan içerikli ilaçlar, (Phenprobamat etken madde içerikli
ilaçlar vs) ve antikolinerjik ilaçlar, (Oksibutinin Hidroklorür etken madde
içerikli ilaçlar vs) (sürekli veya süreli ilaç kullanım kartı verilmez, yalnız
kronik hastalar, raporlu hastalar, kullanması hayati önem arz eden hastalığı
olanlarda hafta içi 2 günlük doz ve hafta sonu için 3 günlük doz ilacını yanında
bulundurabilir)..."
B. Uluslararası Hukuk
53. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
54. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
Sözleşme'nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası, devletin, kasıtlı olarak ve
kanuna aykırı şekilde kişinin yaşamına son verilmesinden kaçınılması gereğinin
yanı sıra yargı yetkisi dâhilindeki kişilerin hayatlarını güvence altına almak
amacıyla uygun adımlar atmasını öngörmektedir (L.C.B/Birleşik Krallık,
B. No: 14/1997/798/1001, 9/6/1998, § 36).
55. AİHM; 2. maddeye ilişkin pozitif yükümlülük kuralının
yaşam hakkının tehlikede bulunduğu, kamusal olan veya olmayan herhangi bir
eylemin gerçekleşmesi durumunda uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Ancak
özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar dikkate
alınarak yapılması zorunlu kabul edilen işlevsel tercihler gözönüne alınarak
pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak sekilde
yorumlanmamalıdır. Bu doğrultuda hayati tehlikenin var olduğu her durumda kamu
makamları bu tehlikenin gerçekleşmesini engellemek amacıyla Sözleşme
çerçevesinde işlevsel önlemler almakla yükümlü değildir. Pozitif yükümlülüğün
ortaya çıkması için yetkililerce belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın
tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı
kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve
kamu makamlarının sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem almakta başarısız oldukları tespit
edilmelidir (İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, B. No:
19986/06, 10/4/2012, § 36).
56. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle
birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili
soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).
57. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği
kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini
belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001).
"Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, AİHM'in tamamen yeni
belirlediği ilkeler değildir. Yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/
Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım
ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında
etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:
- Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili
konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, § 105)
- Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, § 106)
- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve
cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı
aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik
Krallık, § 107)
- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, § 108)
- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine
açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının
sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)
58. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:
"Hiç
kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi
tutulamaz."
59. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili
içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri
olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor
şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak
işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir.
Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını
tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği
içtihatlarda hatırlatılmıştır (Birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa,
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95,
6/4/2000, § 119).
60. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması
beklenir (Birçok karar arasından bkz. Raninen/Finlandiya, B. No:
20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02,
6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§
88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, §
30).
61. AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların
korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahi yetkililerin
bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir
(Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95,§ 91; Tarariyeva/Rusya,
B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No:
41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, ceza infaz kurumlarında bir
şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk
ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No:
7178/03, 15/5/2008, § 81). Bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin güvenliği
sağlamak için güç kullanılmasını yasakladığı söylenemez ancak bu güç zorunlu
hâllerde kullanılmalı ve aşırı olmamalıdır (Ivan Vasilev/Bulgaristan, B.
No: 48130/99, 12/4/2017,§ 63).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
62. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İşkence ve
Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
63. Başvurucular; U.Ş.nin ölmeden önce darbedildiğini,
ellerine ters kelepçe takıldığını, ayaklarının da kelepçelendiğini, kanda üç,
safrada ise iki ilaç etken maddesine rastlandığını, mide içeriğinde ilaç etken
maddesi olmadığına göre ilacın ağızdan başka bir yolla vücuda girdiğini,
tutuklu ve hükümlüler ile infaz koruma memurlarının koğuştan çıkarılırken
U.Ş.nin yüzündeki kızarıklıklardan bahsettiğini oysa adli muayene tutanağında
ve otopsi raporunda U.Ş.nin vücudundaki başka izlerden de söz edildiğini, ceza
soruşturmasında bu konunun üzerinde durulmadığını ve etkili bir soruşturma
yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Bakanlık görüşünde; başvurucuların ceza
soruşturmasında işkence ve kötü muameleye ilişkin herhangi bir iddiada
bulunmadıkları, bu nedenle başvuru yollarını tüketmedikleriö ne sürülmüştür.
65. Bakanlık görüşünde ayrıca, bir muamelenin Anayasa'nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşması ve bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her somut olayda
değerlendirilmesi gerektiği, Sözleşme'nin 3. maddesinin ceza infaz
kurumlarındaki güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek
için güç kullanılmasını yasaklamadığı, hukuka uygun olarak ve sadece kaçınılmaz
ve aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce
başvurulmasının kötü muamele olmadığı, somut olayda infaz koruma memurlarına
karşı agresif tavırlar sergilemesi nedeniyle U.Ş.nin ellerine plastik kelepçe
takıldığı, süngerli odada kendisine zarar vermesini önlemek amacıyla ve
kendisini sağa sola vurması üzerine U.Ş.nin ayaklarına plastik kelepçe
takıldığı, Ceza İnfaz Kurumunda U.Ş.nin vücudunda ekimozlu iğne izi oluşmasına
sebep verebilecek herhangi bir müdahalede bulunulmadığı, adli muayene
tutanağındaki izlerin canlandırma işlemi sırasında meydana gelmiş olabileceği,
U.Ş.nin mide içeriğinde bulunmayan ancak kanda ve safrada bulunan maddelerin
hastanede müdahale sırasında enjeksiyon yoluyla yapılan, ağrı kesici ve
anestezi özelliği bulunan ilaçların etken maddesi olmasının muhtemel olduğu
iddia edilmiş ve iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu ileri sürülmüştür.
2. Değerlendirme
66. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar
başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes,
… maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz."
67. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin
temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
68. Anayasa Mahkemesi; İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No:
2014/4153, 11/5/2017) başvurusunda, yakınları yaşamını yitiren başvurucuların
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını
incelemiş ve başvurucuların kendileri açısından doğrudan mağduriyetlerini ileri
sürmeyip ölen yakınlarına yönelik eylemleri şikâyet konusu yaptıkları
gerekçesiyle başvuruda mağdur statüsü bakımından bir sorun bulunmadığı sonucuna
ulaşmıştır.
69. Mevcut başvuruda da başvurucuların yakınının -olayda
yaşamını yitirdiğinden-bizzat başvuru yapma imkânı doğal olarak
bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucuların ölen yakınlarına yönelik eylemleri
şikâyet konusu yaptığı başvuruda mağdur statüsü yönünden herhangi bir sorun
bulunmamaktadır.
70. Bakanlık görüşünde, işkence ve kötü muamele yasağının
ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerin soruşturma aşamasında dile getirilmemesi
nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediği ileri sürülmüş ise de kovuşturmaya
yer olmadığına dair karara yapılan itirazda işkence ve kötü muamele yasağının
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların dile getirilmesi nedeniyle başvurucuların
tüketmesi gereken başvuru yollarını tükettikleri kanaatine varılmıştır.
71. Açıklanan gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
72. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü
fıkrasında; kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye” tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir.
Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması amaçlanmıştır (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
73. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında; öngörülen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir
cezaya veya muameleye tabi tutulma yasağı mutlak bir nitelik taşımakta olup bu
kapsamda öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin kişilerin beden
ve ruh bütünlüğüne hiçbir şekilde zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
74. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete,
söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan
bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa
bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir.
Dolayısıyla yetkililerce bilinen ya da bilinmesi gereken bir kötü muamelenin
gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirlerin alınmaması durumunda devletin
sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).
75. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması
gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da
insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama
sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür
muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması
yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.
76. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu
yasağın ihlal edildiğine yönelik “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran”
iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir
soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.
77. Somut olayda başvurucuların iddiaları; yakınlarının
darbedilmesi, ağızdan başka bir yolla vücuduna ilaç verilmesi ve yakınlarının
infaz koruma memurlarınca süngerli odada elleri ve ayakları kelepçeli olarak
tutulmasıdır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin elinde U.Ş.nin mide
içeriğinde rastlanmayıp kanda ve safrada rastlanan ilaç etken maddelerinin
tıbbi müdahaleler sırasında verilen ilaçlara ait olup olmadığı veya söz konusu
ilaç etken maddelerinin U.Ş.nin aldığı ilaçlara ait olup olmadığı konusunda ve
adli muayene tutanağı ile otopsi raporunda yazılı bulguların nasıl meydana
geldiği hususunda değerlendirme yapabilmeye imkân veren bulgular
bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucuların şikâyetleri -maddi boyut
açısından-zor kullanma yetkisinin aşılması ile süngerli odaya alınma ve tutulma
koşulları yönünden ayrı ayrı incelenmiştir. İşkence ve kötü muamele yasağının
ihlal edildiğine dair şikâyetlerin etkili soruşturulmadığı iddiaları ise usul
boyutu kapsamında incelenmiştir.
i. İşkence ve
Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
İlkeler
78. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası,
mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele
yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek
olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası
gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu
yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın
mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve
suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre
veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 104).
79. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenmez.
Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
80. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
81. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu
kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir
muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini
belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele” kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak
gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan
kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir
derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan
ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”,
“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam
taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
82. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi
ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele “işkence”dir. Muamelenin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde
“işkence”nin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da
ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 85).
83. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden
tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi
ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir. Bu
hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap
vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Cezmi Demir ve
diğerleri,§ 88).
84. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek
şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi
iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler
ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir.
“Eziyet”ten farklı olarak, uygulanan bu muamele kişide bedensel ya da ruhsal
bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 89).
85. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini
oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 90).
86. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla
yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması
koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla
bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele” oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
(a) Zor
Kullanma Yetkisinin Aşıldığı İddiası Yönünden
87. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki kural,
hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275
sayılı Kanun'un “İnfazda temel ilke” kenar başlıklı 2. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane,
insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”
şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir.
88. Bununla birlikte özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye
yönelik olarak -kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını
gerektirmedikçe- zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi
sonucunu doğurabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92). Buna karşın
Anayasa'nın 17. maddesinin bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını
yasakladığı söylenemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi, yakalama sırasında kötü
muamele yapıldığı iddialarını değerlendirdiği bir kararında güç kullanmayı
gerektiren bir durumun olup olmadığı ve kullanılan gücün orantılı olup
olmadığını gözeterek sonuca ulaşmıştır (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B.
No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
89. 5275 sayılı Kanun'un “Zorlayıcı araçların
kullanılması” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya
başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için
-kurumun en üst amirinin emriyle- bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların ve
kelepçenin kullanılabileceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte İnfaz
Tüzüğü'nün 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası kapsamında infaz koruma
memurlarının kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma,
saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif
fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanun'un 25. maddesindeki meşru
savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında zor kullanma yetkisinin bulunduğu
hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda infaz koruma memurlarının zor kullanma
yetkilerinin hukuki dayanağının bulunduğu açıktır.
90. Öte yandan ceza infaz kurumunda saldırganlık gösterme
riski yüksek olan tutuklu ve hükümlülere yönelik olarak ceza infaz kurumu
personelinin kendilerini korumak, ceza infaz kurumunda güvenliği ve disiplini
sağlamak için daha geniş takdir yetkilerinin olduğu kabul edilmelidir. Ancak bu
takdir yetkisinin iyi niyetli olarak temel hak ve özgürlüklere saygı
çerçevesinde kullanılması gerekmektedir (Cihan Koçak, B. No: 2014/12302,
21/9/2017, § 61).
91. Somut olayda U.Ş.; Ceza İnfaz Kurumuna gelmeden önce
koğuştaki yatakları yaktığı, kolunu jilet parçasıyla kesip diğer tutuklu ve
hükümlüler için kötü örnek olduğu, infaz koruma memurlarına hakaret ve tehditte
bulunduğu, infaz koruma memurlarına, hükümlülere ve tutuklulara karşı edep ve
nezakete aykırı konuştuğu veya davranışlarda bulunduğu, Ceza İnfaz Kurumunda
korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylediği veya davranışta
bulunduğu gerekçeleriyle birçok disiplin cezası almış bir hükümlüdür (bkz. §
10). Dolayısıyla U.Ş.nin saldırgan bir tutum içine girmesi nedeniyle Ceza İnfaz
Kurumunun risk algısının yüksek olması anlaşılabilir bir durumdur.
92. İnfaz koruma memurlarının takdir yetkisini
kullanırken iyi niyetli olup olmadığı ve olayın kendine özgü koşulları
çerçevesinde zor kullanma yetkisini kullanmayı gerektiren bir durum olup
olmadığı kötü muamele yasağında asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının
belirlenmesinde en önemli unsurdur.
93. U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerin
butona basıp infaz koruma memurlarından yardım istemeleri, bu tutuklu ve
hükümlülerin beyanlarına göre U.Ş.nin agresif tavırlar sergileyip bir infaz
koruma memuruna tekme atması ve bu bağlamda U.Ş.nin saldırganlık açısından
taşıdığı riskin düzeyi gözetildiğinde bulunduğu koğuştan kollarından tutularak
çıkarılması ve ellerine kelepçe takılması suretiyleU.Ş.ye yönelik zor
kullanmanın gereksiz ve orantısız olduğu söylenemez.
94. Açıklanan gerekçelerle U.Ş.nin bulunduğu koğuştan
çıkarılıp ellerine kelepçe takılarak yapılan müdahale ile Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna
varılmıştır.
(b) Müşahede
Odasına Alınma ve Tutma Koşullarına Yönelik İddialar Yönünden
95. Anayasa’nın 17. maddesi, ceza infaz kurumunda tutulan
bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır
bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz
sürecindeki davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu
olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma
sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde
mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence
altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan
onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B.
No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).
96. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrası çerçevesinde ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını değerlendirirken
başvurucular tarafından yapılan somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte
koşulların bir bütün olarak gözetilmesi ve bu kapsamda önlemlerin şiddeti,
amacı ve bireyler için sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğini
kabul etmiştir (Turan Günana, § 38).
97. Somut olayda saldırgan hareketlerde bulunduğundan
bahisle infaz koruma memurlarına ve kendisine zarar vermesini engellemek
amacıyla U.Ş. kontrol altına alınmış ve ellerine kelepçe takılıp müşahede
odasına götürülmüş, burada ise kendisine zarar vermesini önlemek için U.Ş.nin
ayaklarına kelepçe takılmıştır. Ceza soruşturması ile disiplin soruşturmasında
dinlenen infaz koruma memurlarının ifadelerinin de bu iddiaları doğruladığı
tespit edilmiştir. Agresif tavırlarına son vermesi, sakinleşmesi, kendisine ve
başkalarına zarar vermesinin önlenmesi amacıyla U.Ş.nin müşahede odasına
konulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla burada geçici bir tedbir olarak müşahede
odasına konulma söz konusudur. Nitekim idarenin bu uygulaması İnfaz Tüzüğü'nün
49. maddesi kapsamında “kurum düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddi
tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için
Kanun'da açıkça belirtilmeyen diğer tedbirleri” alma yetkisine dayanmaktadır.
Sonuç olarak U.Ş.nin müşahede odasına konulması Ceza İnfaz Kurumunda düzenin
sağlanması için tek başına kötü muamale olarak kabul edilemez (Benzer yöndeki
değerlendirme için bkz. Cihan Koçak, § 69). Başvurucuların U.Ş.nin
müşahede odasında uzun tutulduğu yönünde iddiaları da bulunmamaktadır.
98. Öte yandan ceza infaz kurumlarında kötü muamele
olarak kabul edilecek hususlar farklı şekillerde tezahür edebilir. Somut olay
açısından değerlendirilmesi gereken husus, U.Ş.nin altı saati aşkın bir süreyle
elleri ve ayakları kelepçeli olarak müşahede odasında tutulmasıdır.
99. Süngerli oda, niteliği itibarıyla tutuklu ve
hükümlülerin kendilerine ve başkalarına zarar vermesini engellemek amacıyla tek
başlarına geçici olarak tutuldukları bir odadır. Bu odanın özelliği, tutuklu ve
hükümlülerin kendilerine zarar vermesini önlemek amacıyla tamamen süngerle
kaplı olmasıdır. Somut olayda kendisine ve başkalarına zarar vermesinin
engellenmesi amacıyla U.Ş. bu odaya konulmuştur. Bu tedbirin tek başına
herhangi bir kötü muamele olarak nitelendirilmesi mümkün değil ise de U.Ş.nin
bu odada yaklaşık altı saat ayakları ve elleri arkadan kelepçeli bir şekilde
tutulmasının makul bir gerekçesinin ve bunu kesinlikle zorunlu kılan bir
nedenin olması gerekir. Kendisine ve başkasına zarar verme olasılığı olmayan
süngerli odada kelepçeli bir şekilde tutulmak U.Ş.nin bir nevi bedensel cezaya
maruz bırakıldığı algısı yaratmaktadır. U.Ş.nin saldırganlığa devam ettiğine
dair Ceza İnfaz Kurumunca yapılmış herhangi bir tespit de bulunmamaktadır.
100. U.Ş.nin süngerli odada altı saati aşkın bir süre
ayaklarından ve elleri arkasından kelepçeli olarak tutulması ve otopsi
raporunda tespit edilen yaralanmalar dikkate alındığında müdahalenin yoğun
maddi ve manevi ızdırap doğurabileceğinden “eziyet” kapsamında nitelendirilmesi
mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında negatif yükümlülüğe
aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
101. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İşkence ve
Kötü Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
İlkeler
102. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin
ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana
gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 110).
103. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu,
olanaklı olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle
gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan
yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri
mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).
104. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin
maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza
kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
105. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve
sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri
gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet
olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler
olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).
106. Öte yandan insan hakları ihlalleri ile ilgili
iddialarda soruşturma yükümlülüğü mutlaka iddiayı kabul etme anlamına
gelmemekte olup iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir
usulle soruşturma yapılması gerekli ve yeterlidir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
107. Başvuru konusu olayda U.Ş., süngerli odadan
çıkarıldıktan on üç saat sonra vefat etmiştir. Yapılan adli muayeneye ait
tutanak ile otopsi raporunda, her iki el bileğinde ve ayak bileğinde kelepçe
izleriyle uyumlu laserasyonlar ile vücudun başka bölgelerindeki ekimoz ve
laserasyonlardan söz edilmesine rağmen ceza soruşturmasında bunların nasıl
oluştuğunun üzerinde durulmamıştır. Bu konuda olay tarihinde U.Ş. ile aynı koğuşta
bulunan tutuklu ve hükümlüler dinlenebilecekken söz konusu kişilerin üçünün
dinlenilmesiyle yetinilmiştir (bkz. § 29). Mide içeriğinde rastlanmayıp kanda
safrada tespit edilen ilaç etken maddelerinin hangi ilaçlara ait olduğu, bu
ilaçların canlandırma ve tedavi sırasında U.Ş.ye verilen ilaçlar olup olmadığı
araştırılmamıştır. Ceza soruşturması dosyasında disiplin soruşturmasına ilişkin
bilgi ve belgeler bulunmasına ve disiplin soruşturmasında ifadelerine
başvurulan bazı infaz koruma memurlarının “U.Ş.nin elleri ve ayakları kelepçe
vaziyette süngerli odada altı saati aşkın bir süre tutulduğuna” dair
beyanlarına rağmen bu konuda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır.
Bunun yanında soruşturmada başvurucunun altı saati aşkın süre ayakları ve elleri
arkadan kelepçeli olarak süngerli odada tutulması şeklindeki uygulamanın
başvurucuyu cezalandırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı da
değerlendirilmemiştir. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal
edildiğine dair itirazları da dikkate alınmamıştır.
108. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
109. Başvurucular; U.Ş.nin ölmeden önce kırk kadar ilaç
içtiği bilinmesine rağmen infaz koruma memurlarının doktor çağırmadığını ve
U.Ş.nin hastaneye sevkini sağlamadığını, ceza soruşturmasında ölümün
gerçekleşme koşullarının aydınlatılmadığını, sadece ilaç zehirlenmesi üzerinde
durulduğunu belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
110. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirlik yönünden,
ölümün kasten meydana gelmesi durumunda hukuki veya idari bir prosedür
aracılığıyla sorumluların belirlenmesi ve tazminat ödenmesinin yeterli
olabileceği, başvurucuların İzmir 3. İdare Mahkemesi nezdinde açtıkları davanın
temyiz aşamasında olduğu, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmediği iddia
edilmiştir.
111. Esasa ilişkin Bakanlık görüşünde ise U.Ş.nin sağlık
konusunda herhangi bir şikâyet ve talebinin bulunmadığı, U.Ş.nin sergilediği
agresif tavırlar nedeniyle kendisine ve başkasına zarar vermesinin önlenmesi
için yirmi dört saat kamera ile izlenen süngerli odaya alınıp sık sık kontrol
edildiği, tıbbi ihtiyacın ortaya çıktığı gün hafta sonuna denk geldiği, bu
nedenle Ceza İnfaz Kurumunda hekim bulunmadığından U.Ş.ye herhangi bir
müdahalede bulunulmadan 112 Acil Servisin çağrıldığı, tutuklu ve hükümlülerin
hangi uzmanlık alanında tetkik ve tedavi göreceğine muayene eden kurum
doktorunun, kurum doktoru yoksa sağlık ocağında veya hastanede görevli doktorun
karar vereceği, bu konuda Ceza İnfaz Kurumunun yetkisinin bulunmadığı öne
sürülmüştür. Bakanlık görüşünde ayrıca, ölüm olayıyla ilgili resen soruşturma
başlatıldığı, ölenle aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlüler ile doktorun
tanık olarak, olayla ilgisi olabileceği düşünülen infaz koruma memurlarının ise
şüpheli olarak ayrıntılı ifadelerinin alındığı, konuyla ilgili disiplin
soruşturması yapıldığı, başvurucuların açtığı tam yargı davasında manevi
tazminat isteminin kabul edildiği, bu nedenle etkili bir soruşturma yürütüldüğü
iddia edilmiştir.
2. Değerlendirme
112. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir.”
a. Kabul
edilebilirlik Yönünden
113. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya
da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel
başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal
niteliği gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru,
ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Somut
olayda başvurucu Emine Şenol U.Ş.nin annesi, diğer başvurucular ise U.Ş.nin
kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
114. Bakanlık görüşünde başvuru yollarının tüketilmediği
ileri sürülmüşse de U.Ş.nin ölümünün devletin gözetimi ve kontrolü altındaki
bir ceza infaz kurumunda gerçekleştiğini, ölüm olayının sebep ve koşulları ile
varsa sorumluların tespitine imkân verecek nitelikte olması gereken bir ceza
soruşturmasında verilen karar üzerine bireysel başvuru yapıldığını dikkate alan
Anayasa Mahkemesi, başvurucuların tüketmeleri gereken başvuru yollarını
tükettiği kanaatine varmıştır. Ayrıca ifade etmek gerekir ki başvuru açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvuruda herhangi bir kabul edilemezlik nedeni
de bulunmamaktadır.
b. Esas
Yönünden
115. Başvurucuların ölmeden önce U.Ş.nin kırk kadar ilaç
içtiği bilinmesine rağmen infaz koruma memurlarının doktor çağırmadıkları ve
U.Ş.nin hastaneye sevkini sağlamadıkları yönündeki iddiaları yaşam hakkının
maddi boyutu kapsamında, ceza soruşturmasında ölümün gerçekleşme koşullarının
aydınlatılmadığı ve sadece ilaç zehirlenmesi üzerinde durulduğu yönündeki
iddiaları ise yaşam hakkının usule ilişkin boyutu kapsamında incelenmiştir.
i. Yaşam
Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
116. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak
bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan
kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının
tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
117. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin
kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve
diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74). Ceza infaz kurumlarında ve
devletin kontrolü altında bulunan diğer alanlarda gerçekleşen ölüm olayları
için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerin
kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir
risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit
etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul
ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden
beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle
insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek
yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif
yükümlülük yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 53). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak
incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun ceza
infaz kurumu yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması
gerekmektedir.
118. Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının
infazına başlanan kişilerin daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten
mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim
yaşamalarının doğal bir sonucu olarak psikolojik sağlıkları bozulabilmekte,
dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin intihar etme
riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin ceza infaz
kurumu yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi
yüklemesi, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını
önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle
cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip
edilmesi, gerektiğinde doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan bu konuda
meyli olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının
temin edilmesi ve intihar eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara,
kemer, çamaşır ipi veya ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konması şeklinde
bu tip risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 73).
119. Bu bağlamda kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama
getirmeyecek ölçüde bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme
ihtimalini en aza indirecek tedbirlerin alınması yetkililerden
beklenebilecektir. Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin
gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, başvuru
konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Mehmet
Kaya ve diğerleri, § 74).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
120. Yaşam hakkı kapsamında devletin öncelikle yaşamı
tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari
bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Aynı yükümlülük ceza infaz kurumlarında
bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu
kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek kontrol ve denetim
işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin yukarıda yer verilen
mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği görülmektedir (bkz. §§ 40-52). Başvurucular
tarafından bu konuda ileri sürülen bir eksiklik bulunmadığı gibi başvuru konusu
olayda, Anayasa Mahkemesi tarafından resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken
bir husus da bulunmamaktadır.
121. Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde öncelikle Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin U.Ş.nin -hangi amaçla
alırsa alsın- aldığı ilaçlar nedeniyle yaşamının tehlikeye girdiğini bilip
bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konması,
yetkilerin tehlikeyi bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna varılması
hâlinde ise U.Ş.nin sağlığının korunması açısından yetkililer tarafından
gerekli önleyici tedbirlerin alınıp alınmadığının tespiti gerekmektedir.
122. Somut olayda koğuşta bulundurulması yasak olmasına
rağmen (bkz. §§ 38, 52) obsibutinin hidroklorür etken maddesi içeren Üropan
isimli ilacı U.Ş. koğuşunda bulundurabilmiştir. U.Ş.nin fazlaca içtiği
ilaçların etkisiyle kendi kendine konuşması, küfürler etmesi ve koğuşta bulunan
diğer tutuklu ve hükümlülerle tartışması nedeniyle 11/8/2012 tarihinde saat
02.10 sıralarında infaz koruma memurlarından yardım istenmiş ve U.Ş.nin
akşamdan beri fazlaca ilaç alması nedeniyle o vaziyete olduğu infaz koruma
memurlarına söylenmiştir (bkz. §§ 28, 29, 34). U.Ş.nin çoklu
ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden vefat ettiği(bkz. § 27) de
dikkate alındığında yetkililer, U.Ş.nin aldığı ilaçlar nedeniyle hayatının
tehlikeye girebileceğini bilebilecek durumdadır. Bu durumda somut olayın
koşullarında U.Ş.nin sağlığının korunması açısından yetkililer tarafından
gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği açıktır.
123. Yetkililer, U.Ş.nin fazlaca ilaç aldığını ve aldığı
ilaçların etkisiyle agresif tavırlar sergilediğini bilmelerine rağmen U.Ş.yi
altı saati aşkın bir süre ayakları ve elleri arkadan kelepçeli şekilde müşahede
odasında tutmuşlardır. Aldığı ilaçların etkisiyle zehirlenebileceği ve
yaşamının tehlikeye girebileceği açık olan U.Ş., hastaneye götürülmemiş ve
çoğunlukla müşahede odasının camından bakılmak suretiyle kontrol edilmiştir
(bkz. § 35). U.Ş.nin uyur vaziyette görünmesinin uyumadan başka bir sebeple de
olabileceği değerlendirilmemiştir. U.Ş. neticede çoklu ilaç
zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden vefat etmiştir. U.Ş.yi ölüme
götüren süreçteki hata, basit bir muhakeme hatası veya ihmal olarak
nitelendirilemeyeceği gibi somut olayın koşullarında U.Ş.nin sağlığının
korunması için öncelikler ve kaynaklar ölçüsünde gerekli önleyeci tedbirlerin
alındığından da söz edilemez.
124. Açıklanan gerekçelerle U.Ş.nin yaşamının korunmaması
nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Yaşam
Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
İlkeler
125. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir
soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını
koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap
vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
126. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşama
hakkını koruyan hukuk kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve
sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük, kesin
olarak bir sonuç elde etmeyi gerektirmez. Anayasa'nın 17. maddesi, başvuruculara
üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği
gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi yüklemez (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
127. Yaşama hakkına ilişkin ceza soruşturmasının etkili
olması için de şunlar gerekmektedir:
-Yetkili makamların resen ve derhâl harekete geçerek
ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek
bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),
-Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve
mağdurların soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),
-Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olması (Cemil Danışman, B.No:2013/6319, 16/7/2014 § 96),
-Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi (Deniz
Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
128. Olaya ilişkin soruşturmada, yukarıda genel ilkeler
bölümünde ifade edilen soruşturmada yetkili makamların derhâl ve resen harekete
geçmesi, soruşturmanın makul bir sürede tamamlanması, başvurucunun gerektiği
ölçüde soruşturmaya katılması ve bağımsızlık ile tarafsızlığın sağlanması
konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi
bu konularda bir eksikliğin bulunmadığı da görülmektedir. Gerçekten de U.Ş.nin
ölümü üzerine resen ve derhâl soruşturma başlatılmış, soruşturma bizzat
Cumhuriyet savcısınca yürütülmüş, başvurucular soruşturmaya katılım konusunda
herhangi bir engelle karşılaşmamış ve soruşturma tamamlanmıştır.
129. Öte yandan soruşturmanın ölüm olayını
aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek etkinlikte
yürütülüp yürütülmediğinin de incelenmesi gerekir.
130. Soruşturmada U.Ş.nin kesin ölüm nedeni hakkında
alınan 1. İhtisas Kurulu raporunda, müteveffanın ölümünün çoklu
ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden meydana geldiği
belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda da bu rapora atıfta
bulunularak bir sonuca varılmıştır (bkz. §§ 27, 30).
131. Öncelikle bu noktada belirtilmelidir ki Anayasa
Mahkemesinin görevi, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya
uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi
raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi
hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan
Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).
132. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden
hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardıkları sonuçların
veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme
görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir (Esma Çelebi, B. No:
2014/17591, 19/4/2017, § 147).
133. Gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla birlikte Anayasa
Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve
başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında
soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları
nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi
gerekebilmektedir (Rifat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782 11/3/2015,
§ 68).
134. Somut başvuruya konu soruşturmada yalnızca U.Ş.nin
koğuşta bulundurduğu ilaçları içmesi, çoklu ilaç zehirlenmesi ve
gelişen yeni sorunlar yüzünden ölmesi hususları değerlendirilmiştir. Koğuşta
bulundurulması yasak olan oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren ilacın
U.Ş. tarafından koğuşta bulundurabilmesi, U.Ş.nin çok sayıda ilaç aldığı U.Ş.
ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerce dile getirilmesine rağmen
U.Ş.nin sağlığının korunması için neden hareketsiz kalındığı, U.Ş.ye reçete
edilen hangi ilaçların çoklu ilaç zehirlenmesine yol açabileceği, kırk tane kadar
alındığı infaz koruma memurlarınca ifade edilen ilaçların ne kadar sürede
zehirlenmeye yol açabileceği ve U.Ş.nin müşahede odasına alınmasından altı
saati aşkın bir süre sonra hastaneye götürülmesinin ölüme etkisi konularında
herhangi bir araştırma ve değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucuların bu
hususlara ilişkin itirazları da dikkate alınmamıştır. Ayrıca U.Ş. ile aynı
koğuşta kalan bütün tutuklu ve hükümlüler dinlenmemiştir.
135. Dolayısıyla soruşturmada, olayın tüm yönlerinin
aydınlatılması ve buna göre ölümde varsa sorumlulukları bulunanların
belirlenmesi için gerekli tüm delillerin toplanmadığı sonucuna varılmıştır.
136. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
C. Adil
Yargılanma ve Etkili Başvuru Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
137. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara yapılan itirazların karşılanmadığını ve İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesince
gerekçesiz karar verildiğini belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
138. Başvurucular tarafından dile getirilen şikâyetlerin
özü, işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğine dair
itirazların değerlendirilmediğine ilişkin olup söz konusu şikâyetler işkence ve
kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının usule ilişkin boyutları kapsamında zaten
incelenmiştir. Bu nedenle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğine yönelik ihlal iddiaların ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
140. Başvurucular, ihlallerin tespitini ve Emine Şenol
için 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi; diğer başvurucuların her biri için
10.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
141. Somut başvuruda, işkence ve kötü muamele yasağı ile
yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
142. İşkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma)
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Aliağa Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
143. Yaşama hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular
Ahmet Şenol, Ayhan Şenol, Emine Şenol, İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin
Canikli'ye müştereken net 44.200 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
144. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen
ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir
belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
145. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç
ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun zor kullanma
yetkisinin aşıldığı iddiası yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun müşahede
odasına alınma ve tutma koşullarına yönelik iddialar yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL
EDİLDİĞİNE,
4. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin işkence ve kötü muamele yasağı
ile yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmak üzere Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucular Ahmet Şenol, Ayhan Şenol, Emine Şenol,
İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin Canikli'ye net 44.200 TL manevi
tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucular Ahmet Şenol, Ayhan Şenol,
Emine Şenol, İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin Canikli'ye MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.