TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YONCA VERDİOĞLU ŞIK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/17177)
|
|
Karar Tarihi: 19/4/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 4/7/2018-30468
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Yonca
VERDİOĞLU ŞIK
|
Vekili
|
:
|
Av. Oya
Meriç EYÜBOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı olayları sürecinde parkın kapatılmasını
protesto etmek amacıyla yapılan oturma eyleminde polisin güç kullanması üzerine
yaralanmanın ve buna ilişkin olarak yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı
kararı ile sonuçsuz kalmasının kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. 1973 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları
olarak bilinen süreçte protesto eylemlerine katılmıştır.
8. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te
yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda yer alan bazı tespitler şöyledir:
a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın
yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve
söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle
gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.
b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi
Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için
27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve
haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış
toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.
c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım
bilgi şöyledir:
i. 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi
Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının 3 metrelik kısmının gece 22.00
civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş
ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan
Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 20 kişi iş makinelerini
durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır.
ii. 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan
haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki
çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır.
iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 05.00
civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir
kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki
çalışmalarına tekrar başlamıştır.
iv. 31/5/2013: Saat 04.30 sıralarında parkta bulunanlara
müdahale edilmiş, park boşaltılarak girişler polis bariyeriyle kapatılmış,
parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan
göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler
sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış,
özellikle Ankara Merkez'de birçok eylem yapılmıştır.
v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç
kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, Ankara Kızılay
Meydanı’nda toplanan gruplarakolluk görevlilerince
yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde
eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis
olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun
İstanbul'da tedavilerinin devam ettiğini açıklamıştır.
vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını,
1.730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58
kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu
açıklamıştır.
vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul
Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı
ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar
kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık
vermişlerdir.
viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki
gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş;
İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve dağılma uyarısını
dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.
ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan
Yardımcısı ile görüşme yapmış ve ona taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma
katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi
Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi
başlatmıştır.
x. 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye
kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin
devam ettiğini, 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin
yaralandığını açıklamıştır.
xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu, Taksim Meydanı’nda
geniş katılımlı miting düzenlemiştir.
xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah
erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na
gelmiş ve meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi
sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.
xiii. 12/6/2013: Sabah saat 04.00’e kadar süren olaylar, polisin
meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki
eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya
gelmiştir.
xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan
bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.
xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu üyeleri eylemlerini
sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki
diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda
saat 16.00 civarında Taksim Dayanışması Platformuna ait olanlar haricindeki
flama ve bayraklar indirilmiş; ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki
barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini
beyan etmesi üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki
göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış ve gaz sıkmış, saat
20.50’de göstericilere müdahale başlamıştır. Kolluk kuvvetleri kısa sürede Gezi
Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.
xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya
çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.
xvii. 6/7/2013: Polis, Taksim Dayanışması Platformunun çağrısı
üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere müdahale etmiştir.
d. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle
başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine
sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri
değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı
yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert
müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu
kişilerinin ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler
de mevcuttur.
e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013
tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532
eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi katılmış,
olaylara ilişkin 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu
gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme
nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik
görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın
ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan
5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında
uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.
f. Gezi Parkı olayları sırasında bazı ölüm olayları da
yaşanmıştır.
g. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp
merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi
yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır
yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.
9. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
sonrasında Gezi Parkı'nın İstanbul Valiliğinin kararı ile kapatılmasını
protesto etmek amacıyla 16/6/2013 tarihinde Gezi Parkı merdivenlerinde basın
açıklaması yapacağını duyuran Feminist Kolektif grubunun içinde yer almıştır.
10. Başvurucu, anılan grubun tüzel kişiliğinin olmadığını ve
olay günü Taksim Dayanışması Platformunun basın açıklaması çağrısına uyarak
25-30 kadın arkadaşı ile birlikte saat 14.00 sıralarında İstiklal Caddesi'nde
toplandıklarını belirtmiştir. Başvurucu, başvuru dosyasına sunduğu
fotoğraflarda görüldüğü üzere baretli, maskeli,
gözlüklü ve yağmurluklu olarak İstiklal Caddesi'ni kapatacak şekilde, tramvay
yolu üzerine oturarak eylem yaptıklarını ifade etmiştir.
11. Başvurucunun sunduğu fotoğraflarda içinde bulunduğu grubun
yolu kapatacak şekilde oturma eylemine başladığı görülmektedir. Bu sırada
grubun arkasında Çevik Kuvvet polisi beklemektedir.
12. Protestocu grubun ne kadar süre oturma eylemi yaptığı dosya
içeriğinden ve soruşturma dosyasından tespit edilememiştir. Ancak başvurucu
vekili, müşteki beyanında gösterinin bir iki dakika sürdüğünü iddia etmiştir.
Polisin eylemcilere göz yaşartıcı gaz atarak müdahale ettiği belirtilmiştir. Bu
sırada başvurucunun beyanına göre üç polis başvurucuya müdahale etmiş ve
başvurucunun vücudunda kızarıklıklar oluşmuştur. Başvurucu; bu müdahale
esnasında polisin kendisine copla vurmadığını, kızarıklıkların polisin
tutmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Bununla birlikte polisin başvurucunun
üzerindeki kask, gözlük, maske ve yağmurluğu parçalayarak zorla çıkardığı ileri
sürülmüştür. Bunun dışında başvurucu gözaltına alınmadığı gibi hakkında herhangi
bir soruşturma başlatıldığından da bahsedilmemiştir.
13. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporuna göre başvurucu
ertesi gün 17/6/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma
Hastanesine başvurmuştur. 17/6/2013 tarihli raporda; boyun sol arka kısımda 5x2
cm'lik, boyun sağda 2 cm'lik,
sağ kolda 1cm'lik yüzeysel kızarıklık, sağ kol arka kısımda 4x4 cm'lik ekimoz
(morarma, çürük) olduğu, sağ başparmağında ağrı tarif ettiği, tetkiklerinde
travmaya bağlı patoloji
saptanmadığı, ekli fotoğraflara ek olarak sağ üst kol koltuk altına yakın
kısımda dairesel iki adet ekimoz,
sol el bileği iç kısımda kızarık alan görüldüğü belirtilmiştir.
14. Başvurucu, anılan olaya ilişkin olarak 16/12/2013 tarihinde
vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur.
Cumhuriyet Başsavcılığı 10/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne
talimat yazmıştır. Bu kapsamda başvurucunun beyanının alınması, olay sırasında
başvurucunun bulunduğu konumların tarih, saat itibarıyla sorulup buna ilişkin
kamera kayıtlarının incelenmek üzere temin edilerek gönderilmesi ve bahsi geçen
olaya ilişkin olarak hazırlanmış tutanağın onaylı örneğinin gönderilmesi
istenmiştir.
15. Öte yandan başvurucunun ilk tedavisinin yapıldığı
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinden tıbbi evrak istenmiş ve
gelen evrak İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilmiştir. 17/2/2014
tarihli raporda başvurucunun basit tıbbi bir müdahale ile giderilebilecek
nitelikte yaralandığı ve yaşamını tehlikeye sokan bir durumun olmadığı
belirtilmiştir.
16. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 14/3/2014 tarihli cevap
yazısında; başvurucunun ifadesinin alınamadığına dair telefon görüşme tutanağı,
anılan olaylara ilişkin emniyet görevlilerince çekilen kamera görüntüleri ve
olay tutanağı gönderilmiştir. Anılan yazıda Taksim ve çevresindeki MOBESE
kameraları zarar gördüğünden bunlardan herhangi bir görüntü temin edilemediği
belirtilmiştir. Olay tutanağında 16/6/2013 tarihinde Taksim ve çevresinde görev
yapan polislerin karşılaştıkları olaylar anlatılmış ve gündüz 16.00'da başlayan
olayların gece saat 21.45'e kadar devam ettiği belirtilmiştir. Bu süre içinde
değişik yerlerde sayıları 350 ila 500 kişiyi bulan grupların şiddet içeren
gösterilerine müdahale edildiği, polise taş ve bilyelerle saldırıldığı,
göstericiler tarafından bazı yollara barikatlar kurulduğu ancak bunların
açıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta olaylarda gözaltına alınan kişilerin
isimlerine de yer verilmiştir.
17. Anayasa Mahkemesine de gönderilen kamera görüntüleri
incelendiğinde başvurucunun katıldığı eyleme ilişkin olarak herhangi bir
görüntüye rastlanmamıştır. Bununla birlikte olay günü meydana gelen diğer
protestolara ilişkin olarak Taksim'in ara sokaklarında bazı göstericilerin
yüzlerini kapatarak polise taş ve şişe fırlattıkları, kamu mallarına ve özel
işyerlerine zarar verdikleri, saldırgan hareketlerde bulundukları, polisin
geçmemesi için çevrede buldukları çöp konteyneri, taş parkeleri, aydınlatma
direkleri, trafik levhaları ile yolları kapatmaya çalıştıkları izlenmiştir.
18. 17/6/2013 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı'nda,
başvurucunun içinde bulunduğu Feminist Kolektif grubunun protesto eylemine
ilişkin herhangi bir tespit görülmemiştir. Öte yandan anılan eyleme ilişkin
olarak herhangi bir adli soruşturma açıldığına dair bulguya rastlanmamıştır.
19. 26/3/2014 tarihinde Cumhuriyet savcısı, vekili huzurunda
başvurucunun beyanını almıştır. Başvurucu, olay günü polisin herhangi bir
ikazda bulunmadan müdahale ettiğini, müdahalede gaz kullandığını ileri
sürmüştür. Müdahalenin oturma eyleminden sonra olduğunu belirten başvurucu,
polisin kendisine yönelik müdahalesi sonucu vücudunda kızarıklıklar oluştuğunu
ancak kendisine copla vurmadıklarını ifade etmiştir. Başvurucu polisin kaba
müdahalesinden şikâyetçi olmuştur.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2014 tarihinde başvurucunun
şikâyetine ilişkin olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar
vermiştir. Kararda; başvurucunun olay günü Taksim İstiklal Caddesi'ne üzerinde
yağmurluk, koruyucu gözlük ve maskeyle geldiği, bir grupla birlikte İstiklal
Caddesi üzerinde oturma eylemi yaptığı, yolu trafiğe kapattıkları, polisin
ikazı ve sıkılan gaza rağmen dağılmadıkları, polisin müdahalesi sırasında
başvurucunun vücudunda kızarıklıklar meydana geldiği, polisin zor kullanma
yetkisini aşmadığı belirtilmiştir.
21. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen
İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı
kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar
vermiştir. Karar başvurucuya 2/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 31/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
23. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. maddesi şöyledir:
"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde,
kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz
ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.
Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve
ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca
yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."
24. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesi şöyledir:
"(Değişik fıkra: 02/03/2014-6529 S.K./10.
md) Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra
23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku
bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline
dönüşürse:
a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı
toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu
derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.
b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının
bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından
mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri
tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.
c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya
acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin
güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.
Bu
amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor
kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır.
(Mülga cümle: 02/03/2014-6529 S.K./10. md)
Birinci
fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya
mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali
mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya
maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik
kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir.
Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü
Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki
fıkra hükümleri uygulanır.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla
katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik
kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür.
Toplantı
veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik
kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine
haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya
müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor
kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor
kullanılarak dağıtılır."
25. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle
karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve
atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak,
direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da
zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir
saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde
savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması
kapsamında,
b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak
etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve
kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama,
gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin
ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak
ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında
silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında
bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı
amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla
ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak
amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak
amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla
saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye
karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş
edebilir."
26. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli
Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili
olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri
yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel
prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
1. Kötü Muamele Yasağı
Yönünden
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya
işlemlere tabi tutulamaz.”
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) Sözleşme'nin 3.
maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların
en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele
gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların
davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde
belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele
yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, [BD] B. No: 25803/94, 28/7/1999,
§ 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §
119).
29. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek
için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni
aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997,
§ 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B.
No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010,
§§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No:
13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin
amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000,
§ 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004,
§ 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda
meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs,
§ 53; Selmouni/Fransa § 104) dikkate alınması gereken
diğer faktörlerdir.
30. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul
şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü
getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya,
§ 131; Tepe/Türkiye, B. No:
31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında
tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız,
kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla
çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan,
B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, §
55).
31. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin
olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp
etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis
veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele
yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve
mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet
görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, §
102; Labita/İtalya, §§ 131-136).
32. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05,
45001/05, 5/7/2011, §§ 90,91).
2. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Yönünden
33. Sözleşme’nin "Toplantı
ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek
kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla
birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.
2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen
ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması,
kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar
dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk
kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını
kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”
34. AİHM, Sözleşme'nin 11. maddesinde düzenlenen barışçıl
toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye
katılmayı (Irkçılığa ve Faşiszme
Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980),
hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya,
B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî
özel veya herkese açık organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir.
35. Sözleşme'nin 11. maddesi "barışçıl" toplanmaları
koruma altına almaktadır. 11. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet
kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri
barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan,
B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik
Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan,
B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99).
36. AİHM, 11. maddede korunan haklara keyfî müdahalenin
engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu
belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal
Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve
30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası 11.
maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir.
37. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün
hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında, toplantı veya
gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri
açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa,
B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa
dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı
veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01,
5/12/2006 § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin
günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca
tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının
ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B. No: 33268/03, 7/7/2008, §
90; Berladir vediğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012,
§§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye,
B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29).
38. Diğer taraftan toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı,
ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı
önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan
sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa,
§ 39).
39. AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik güçleri
tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve bu
müdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak
isteyenler üzerinde caydırıcı etki yapacağını belirtmiştir (Süleyman Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu Gezi Parkı olayları sürecinde 15 Haziran 2013
tarihinde, İstanbul Valiliğinin Gezi Parkı'nı boşaltarak kapatmasını protesto
etmek amacıyla üyesi olduğu İstanbul Feminist Kolektif gönüllüsü kadınlarla
birlikte basın açıklamasına katılmak için Taksim'e gittiklerini, basın
açıklamasına katılmaları engellenmesine rağmen parkın kapatılmaması için oturma
eylemi yaptıklarını, bunun üzerine polisin kendilerine gazla müdahalede
bulunduğunu, ayrıca polislerin kendisine fiziksel müdahalede bulunarak gazdan
korunmak için giydiği yağmurluk ve maskeyi parçaladıklarını, kendisine herhangi
bir yakalama veya gözaltı işlemi uygulanmadığını, polisin müdahalesine ilişkin
şikâyetinin deliller objektif bir şekilde değerlendirilmeden kovuşturmaya yer
olmadığı kararı ile sonuçsuz bırakıldığını belirterek Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kötü muamele yasağı, 34. maddesinde
düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucu tarafından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı
kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
45. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır.
Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin
“insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm
altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
46. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
47. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte
devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda
kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia
edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe
ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince
ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım
karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin
süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
48. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları
dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel
ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır.
Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana
gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
49. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı
gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç,
sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca
kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak
kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No:
2013/3936, 17/2/2016, § 52).
50. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri
tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri [GK], B.
No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82)
51. Somut olayda başvurucu, Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
esnasında Valilik kararı ile parkın kapatılmasını protesto etmek amacıyla
16/6/2013 tarihinde Taksim İstiklal Caddesi'nde diğer arkadaşları ile birlikte
yol üzerinde oturma eylemi yaptıklarını ve polisin bu eyleme müdahale ettiğini
ileri sürmüştür. Öte yandan başvurucu, olaydan bir sonraki gün hastaneye
başvurmuştur. Hastanede düzenlenen 17/6/2013 tarihli adli muayene raporunu
ekleyen başvurucu, anılan iddialarını 16/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına iletmiştir (bkz. §§ 13, 14). Buna ilişkin soruşturmada
Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun vücudundaki kızarıklıkların polisin
müdahalesi sırasında meydana geldiğini belirtmiştir.
52. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma sonucunda güvenlik
güçlerinin müdahalesinin yasa dışı gösteriye müdahale niteliğinde olduğundan
yasal zor kullanma yetkisinin kullanılması ve sınırları kapsamında kaldığının
kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir (bkz. § 20). Bahse konu kararda,
başvurucunun yaralanmasının müdahale dışında bir olaydan kaynaklandığına dair
herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun
yaralanmasının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusunda
herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Aynı şekilde polisin yaptığı müdahalede
başvurucu yakalanıp gözaltına alınmadığı gibi hakkında adli soruşturma
açıldığına dair bir bulguya da rastlanmamıştır.
53. Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kabulü karşısında kötü
muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları açısından Anayasa Mahkemesinin
incelemesi gereken husus polisin müdahalesinin gerekli olup olmadığı, gerekli
ise ölçülü olup olmadığıdır.
54. Polisin müdahalesinin gerekliliğinin değerlendirilmesinde
Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak yukarıda belirtilen sürecin (bkz. § 8)
dikkate alınması gerekmektedir. Gezi Parkı olayları 27/5/2013 ile 6/9/2013
tarihleri arasında meydana gelen birçok eylemin ortak adı olarak
kullanılmaktadır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre 27/5/2013
tarihinden başvurucunun İstanbul'da katıldığı 16/6/2013 tarihindeki eyleme
kadar ülke çapında birçok eylem gerçekleştirilmiştir.
55. Rapor kapsamında 1/6/2013 tarihinde, İçişleri Bakanı'nın
açıklamalarına göre 48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapılmış, 939 kişi gözaltına
alınmış, 53'ü sivil vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişi
yaralanmıştır. 2/6/2013 tarihinde ise 67 ilde 235 eylem yapıldığı, 1.730
kişinin gözaltına alındığı, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığı, 58 kişinin
tedavisinin devam ettiği ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğu açıklanmıştır.
3/6/2013 tarihinde İzmir Karşıyaka’da bulunan AK Parti ilçe binası göstericiler
tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında
çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken
eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir.
56. 5/6/2013 tarihinde Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri
Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve ona taleplerini iletmişlerdir.
6/6/2013 tarihinde İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79
kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve
8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını
açıklamıştır. 9/6/2013 tarihinde Taksim Dayanışması Platformu, Taksim
Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir.
57. 11/6/2013 tarihinde güvenlik güçleri on gün aradan sonra
sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim
Meydanı'na gelmiştir. Bu sırada protestocularla güvenlik güçleri arasında
çatışmalar yaşanmıştır. 12/6/2013 ve 14/6/2013 tarihlerinde Başbakan, Gezi
Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da iki
kez bir araya gelmiştir.
58. 15/6/2013 tarihinde Taksim Dayanışması Platformu üyeleri
eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve
çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini
açıklamıştır. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmeleri
üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere
dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış, gaz sıkmış, saat 20.50’de
göstericilere müdahale başlamıştır. Kısa sürede güvenlik güçleri Gezi Parkı’na
girmiş ve park girişe kapatılmıştır.
59. Anılan olaylar daha sonraki günlerde de devam etmiş ve bu
süreçte bir komiser şehit olmuş, dört sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
Ayrıca birçok güvenlik görevlisi ve vatandaş da yaralanmıştır.
60. Somut olaya konu olan başvurucunun katıldığı oturma eylemi
27/5/2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı olayları ile birlikte
değerlendirildiğinde ülke genelinde yaygın bir şekilde yaşanan şiddetin
Taksim'deki yansıması olarak görülmektedir. Başvurucunun oturma eylemine
katıldığı 15/6/2013 tarihinde, İstanbul'da gerçekleşen diğer gösteriler dikkate
alındığında Gezi Parkı olayları ile yaygın bir şekilde bozulan kamu düzeninin
hâlen sağlanamadığı da açıktır. Anayasa Mahkemesi tarafından izlenen kamera
görüntülerinde göstericilerin polise taş ve şişelerle saldırdığı, Taksim'in ara
sokaklarında polisin geçişini engellemek için barikatlar kurulduğu, birçok kamu
malına ve özel işyerine zarar verildiği izlenmiştir. Göstericilerin trafik
levhalarını barikat kurmak için kaldırım taşlarını söktüğü, çöp konteynerlerini
devirdikleri görülmüştür. Dolayısıyla kamu düzeninin yaygın şekilde bozulması
üzerine güvenlik güçlerinin göstericilere karşı sıkı tedbirler alması kamu
düzeninin tekrar sağlanması için kaçınılmaz bir durum olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu bağlamda ülke çapına yayılmış olaylar karşısında kamu düzeninin
tekrar sağlanmasına yönelik olarak İstanbul'da ve özellikle Taksim'de güvenlik
güçlerinin hassas ve sıkı tedbirler alması makul ve olması gerekli bir tutum
olarak değerlendirilmiştir.
61. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu
düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili
makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul
edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre
değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve
uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Alınan
bu tedbirlere aykırı, barışçıl olmayan toplantılar düzenlenmesi, bu tür
toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda
suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No:
2014/620, 25/5/2017, § 81; toplanma hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle
yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği
bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve
diğerleri, §§ 76-86).
62. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler kapsamında gösteriye
müdahalenin gerekliliği değerlendirilirken gözetilmesi gereken en önemli husus
gösterinin barışçıl olup olmadığının tespit edilmesidir. Gösterinin barışçıl
olup olmadığı hususu, kötü muamele yasağı kapsamında, güvenlik güçlerinin
müdahalesinin gerekliliği için önemli bir kriter olmakla birlikte, barışçıl
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında bir eylem olup olmadığı
açısından da gözetilmelidir. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile 34.
maddesinin kesiştiği bu alanın belirlenmesi önemlidir.
63. Anayasa Mahkemesi tarafından izlenen kamera görüntülerine ve
Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre Gezi Parkı olayları sürecinde
düzenlenen eylemlerin şiddete evrildiği hususunda bir
tereddüt bulunmamaktadır. Ancak eylemlerin genel olarak şiddete evrilmesi, şiddete başvurmayan katılımcılarla başvuranlar
arasında ayrım gözetilmeksizin tüm katılımcılara aynı şekilde müdahaleyi haklı
göstermez. Dolayısıyla somut olay açısından başvurucunun barışçıl amaçlarla
eyleme katılıp katılmadığının ve takipsizlik kararında belirtilen şiddet
eylemlerinin içinde bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
64. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu
sebeple müdahale edilmemesi gereken biri olması hâlinde dahi güvenlik
görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşadan
etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk
görevlilerinden kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu
yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli
tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik
ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak
uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için
bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).
65. Başvurucunun barışçıl amaçla eyleme katılıp katılmadığının
değerlendirmesinde başvuru dosyasındaki ve Cumhuriyet Başsavcılığının
soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında başvurucunun içinde
bulunduğu kadın eylemcilerin herhangi bir şiddet olayına karışmadığı
gözlemlenmektedir. Nitekim Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun eylemdeki
tutumuna ilişkin olarak herhangi bir değerlendirme yapmamış; sadece
eylemcilerin İstiklal Caddesi üzerinde oturma eylemi yaparak yolu trafiğe
kapattıklarını ve polisin uyarılarına rağmen dağılmadıkları için kendilerine
müdahale edildiğini belirtmiştir. Başvurucu ve diğer eylemciler hakkında
herhangi bir adli soruşturma açılmaması da protestonun barışçıl amaçlarla
gerçekleştirildiği algısı yaratmaktadır.
66. Öte yandan Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine
ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder."
biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin temel hak ve hürriyetleri kullanırlarken
sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapar. Anayasa'nın 12. maddesi,
hak ve özgürlükler ile ödev ve sorumluluklar arasında içsel olarak var olan
bağlantıyı vurgulamaktadır. Ödev ve sorumluluklar, somut başvurudaki gibi ödev
ve sorumluluğunu yerine getirmediği iddia edilen kimselerin bir temel hak veya
özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin şikâyetlerinde özellikle önem taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesi, yapılan başvuruların incelenmesi sırasında bireylerin sahip
oldukları ödev ve sorumlulukları gözönünde
bulundurur. Bireylerin hak ve özgürlüklerinden tümüyle yararlanmalarının sahip
oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun
davranmaları ile bağlantılı olduğunun kabul edilmesi gerekir.
67. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile
12. maddesindeki düzenleme, toplanma hakkı kapsamında barışçıl amaçlarla
yapılan bir eyleme hiçbir şekilde müdahale edilemeyeceği anlamı taşımamaktadır.
Barışçıl amaçlarla düzenlenen eylemler açısından da kamusal düzenin ciddi bir
şekilde bozulması veya bozulma ihtimalinin bulunması somut olayın şartları da
gözetildiğinde güvenlik güçlerinin müdahalesini haklı kılabilir. Somut olayın
şartları açısından devletin takdir alanının bulunduğu unutulmamalıdır. Ancak
her durumda müdahalenin orantılı olması gerekmektedir.
68. Somut olayda ülke geneline yayılan şiddet olayları nedeniyle
kamu düzeninin bozulmuş olması ve Türkiye İnsan Hakları Kurumunun raporuna da
yansıdığı şekilde sorunun çözümüne yönelik adımlara rağmen eylemlerin devam
etmesi de gözetildiğinde polisin başvurucunun da içinde bulunduğu oturma
eylemini yapan gruba müdahale etmesinin takdir alanı içinde kaldığının kabul
edilmesi gereklidir. Nitekim Taksim ve çevresinde devam eden şiddet olayları nedeniyle
İstiklal Caddesi'nde gerçekleştirilen bu tür protesto eylemlerine izin
verilmemesinin, toplumdaki hassasiyet nedeniyle basit görünen bir eylemin dahi
devam eden şiddet hareketine dönüşebileceği haklı endişesine dayandığı
değerlendirilmiştir.
69. Başvurucunun da içinde bulunduğu gruba yapılan müdahalenin
ölçülülüğü açısından dikkate alınması gereken husus başvurucunun vücudunda
meydana gelen yaralardır. Polis müdahalesinden sonraki gün 17/6/2013 tarihinde
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesince hazırlanan raporda
başvurucunun boyun sol arka kısmı ile sağ ve sol kollarında yüzeysel sıyrıklar
ve ekimoz tespit edilmiştir (bkz. § 13). Başvurucunun
gazdan etkilendiğine dair herhangi bir bulgudan bahsedilmemiştir. (Toplumsal
olaylarda gaz kullanılmasına ilişkin değerlendirme için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
Öte yandan başvurucu, şikâyet dilekçesinde polisin copla vurmadığını belirtmiş
ve genel olarak polisin kaba müdahalesinden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde eylemin dağıtılması için başvurucuya
karşı kullanılan gücün orantılı olduğu kabul edilmiştir.
70. Açıklanan gerekçelerle başvurucuya yapılan müdahale ile
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele
yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
71. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin maddi boyutunun
ihlaline ilişkintespitler gözönünde
bulundurulduğunda (bkz. §§ 61-70) anılan maddenin usul boyutunun ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir (Benzer
yöndeki bir karar için bkz. Gülşah Öztürk ve
diğerleri, § 61).
B. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
72. Başvurucu, Gezi Parkı olayları sırasında katıldığı barışçıl
eylemin polisin ölçüsüz müdahalesi ile dağıtılmasının ve bu esnada kendisine
fiziksel müdahalede bulunulmasının Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
73. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve
saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak,
milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve
genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
74. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik iddialar
açısından toplantıya yapılan müdahalelere ve müdahale sonucundaki yaralanmalara
ilişkin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün hâlinde toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak
kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).
Nitekim bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin müdahalesi ile meydana gelen
sonuçlar açısından kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının aynı anda ihlal edilmesi mümkündür. Mevcut başvuru gibi
şikâyetlerde kötü muamele yasağı ile toplantı hakkını birbirinden ayırmanın
zorluğu, bireysel başvuruda bulunabilmek için her iki hak için ayrı ayrı
başvuru yolu gösterilmesini anlamsız kılmaktadır. Nitekim başvurucu, kötü
muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik yapılan
müdahalelere dair şikâyetinde iki iddiayı birlikte ileri sürdüğünden Cumhuriyet
Başsavcılığı soruşturmayı aynı temelde incelemektedir. Bu nedenle her iki hak
için ayrı yargılama mercilerine başvurulmasını beklemek hak ihlali iddiasına
konu olayların aydınlatılmasında ve hakların özünün korunmasında yetersiz ve
gereksiz bir sonuca yol açabilecektir (Onur
Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 61).
75. Bu nedenle mevcut başvuru gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının aynı müdahale kapsamında ihlal
edildiğine ilişkin başvurularda kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddia edilen
müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet,
tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak kabul edilmektedir (Onur Cingil, § 62).
76. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
77. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve
başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır.
Dolayısıyla bu hak, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade
özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir
toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de
geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin
gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve
yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine
ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi
yararı ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar
kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında
da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan
temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115).
78. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve ifade
özgürlüğü, demokratik toplumunun en temel değerleri arasındadır. Demokrasinin
özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır.
Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında,
toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici
nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve
bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da
eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar verir. Hukukun
üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve
barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı
özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117).
79. Anayasa'nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız,
başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde
kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan
yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı vermektedir. Şiddet kullanma
niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl
toplanma kavramı dışında kalmaktadır. Bu kapsamda toplanma hakkının amacı
şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin
haklarının korunmasıdır (Ali Rıza Özer ve
diğerleri, § 118).
80. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, bazı durumlarda
toplanma hakkının sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde
Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında da sınırlama nedenleri
öngörülmüştür. Bu kapsamda toplantı hakkına getirilecek her türlü sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ön şarttır. Kanunun
öngördüğü durumlarda dahi bu hakka müdahalenin meşru amaçlar çerçevesinde
olması gerekmektedir. Meşru amaçlar, 34. maddede "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması" olarak belirtilmiştir. Sözleşme'de
de benzer bir şekilde düzenleme yapılmıştır. Meşru amaçlar çerçevesinde kanun
ile yapılacak sınırlamalar dahi Anayasa'nın 13. maddesi gereğince Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Dolayısıyla toplantı hakkına müdahale
demokratik toplum için gereklilik arz etmelidir. Son olarak müdahale, meşru
amaçları gerçekleştirmek için ölçülü olmak zorundadır.
81. Ölçülülük kriteri, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen
meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl
toplanma hakkı arasındaki dengenin sağlanıp sağlanamadığını tespit etmek için
kullanılmaktadır. Bu kriter, her somut olayın koşulları gözetilerek
değerlendirilmelidir.
82. Diğer taraftan toplantı hakkı çerçevesindeki
"sınırlama" kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın
kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması
sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar. Dolayısıyla
barışçıl bir gösteri sırasında yapılanlar veya gösteri sonrasında katılımcılara
yönelik soruşturma ve cezalandırmalar da toplantı hakkının kullanılmasını
sınırlayan davranışlar olarak kabul edilebilir (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 70-72).
83. Açıklanan ilkeler ışığında başvuruya konu olayda toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığının, sonrasında
ise müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
(1) Müdahalenin Varlığı
84. Başvurucu; kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
esnasında parkın kapatılmasını protesto etmek amacıyla, üyesi bulunduğu kadın
hareketinin Taksim İstiklal Caddesi'nde yaptığı oturma eylemine katılmıştır.
Başvurucunun da içinde bulunduğu eylemcilere polis gazla müdahale etmiş ve
başvurucuya da fiziksel müdahalede bulunmuştur.
85. Başvurucunun polise karşı bir saldırıda bulunduğuna dair
herhangi bir iddiada bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli
soruşturma açıldığına dair bir bulgunun da olmadığı gözetildiğinde barışçıl
olmadığı söylenemeyecek eyleme karşı (bkz. § 65) yaralanmasına neden olacak
şekilde polisin fiziki müdahalede bulunması ve böylelikle gösteriye son vermesi
toplanma hakkına yönelik bir müdahale olarak kabul edilmelidir.
(2) Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
86. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve
Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde
Anayasa'nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili
maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi
gerekir.
(a)Kanunilik
87. Başvuru konusu eylemde müdahalenin yasal dayanağı 2559
sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 22. ve 24. maddeleridir.
2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah
kullanabileceği, bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve
ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen
kişilere karşı bedensel kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe,
cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis
köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir. Diğer
taraftan Emniyet Genel Müdürlüğünün yayımladığı Yönerge ile (bkz. § 26)
toplumsal olaylara müdahalede gözetilecek hususlar ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamında toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde
izlenecek hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple somut
olayda toplanma hakkına müdahalenin “kanunilik” unsuru mevcuttur.
(b)Meşru Amaç
88. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin meşru
olabilmesi için Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması" amaçlarına yönelik olması gerekir.
89. Eyleme yönelik müdahalenin hangi amaçla yapıldığına ilişkin
olarak Cumhuriyet Başsavcılığının kararı incelendiğinde amacın kamu düzeninin
bozulmasını engellemek olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru konusu olayda
Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir amaç
taşıdığı kabul edilmelidir.
(c) Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
90. Başvurucunun toplanma hakkını kullanmasına müdahale
edilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığı hususunda öncelikle
belirtilmesi gereken, hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin
tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymalarının çoğulcu demokrasilerin
karakteristik özelliği olduğudur. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir
ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin kendini ifade edebilmesine
fırsat verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl
amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü
korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan
dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir.
91. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu
otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında
belirli bir takdir alanına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir alanının
Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına
ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi, ilgili kamu
otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp
kullanmadıklarını değerlendirmektir. Ayrıca şikâyete konu müdahaleyi bir bütün
olarak inceleyip meşru amacın gerçekleşmesine yönelik olarak müdahalenin amacın
gerçekleştirilmesi için ölçülü olup olmadığını ve müdahale gerekçelerinin
"ilgili ve yeterli" olup olmadığını belirlemektir. Böylelikle kamu
otoritelerinin şikâyete konu olayda aldıkları kararların Anayasa'nın 34.
maddesine uygun olup olmadığı tespit edilebilecektir.
92. Öte yandan barışçıl bir gösterinin güvenlik güçleri
tarafından dağıtılması -tek başına- toplanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan
sınırlama nedenleri barışçıl toplantıların sınırlandırılmasına ilişkindir. Sınırlandırma
kavramının sadece gösterinin engellenmesi olmayıp devam etmekte olan bir
gösterinin sonlandırılması ve buna karşı direnen göstericilerin dağıtılmasını
da kapsadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu tür bir
durumda Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus, yapılan toplantı ve
gösteri yürüyüşünün hangi gerekçeyle sonlandırıldığı ve kamu makamlarının bu
yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığı olacaktır(Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri,
§ 88). Gerçeklik değeri, sadece Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılan durumların gerçekleşip gerçekleşmediğini değil bu yönde bir tehlikenin
olup olmadığını da kapsamaktadır.
93. Başvuru konusu olayda ilk olarak Anayasa Mahkemesinin
yalnızca usulüne uygun olarak tertip edilmemiş bir toplantının veya gösteri
yürüyüşünün varlığını temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul
edemeyeceği hatırlanmalıdır (Osman Erbil,
§ 65, 66). Başvurucu hakkında 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan herhangi
bir soruşturma açılmaması ve Gezi Parkı olayları nedeniyle ülke genelinde kamu
düzeninin yaygın bir şekilde bozulması da gözetildiğinde polisin yalnızca
gösterinin kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle müdahalede bulunmadığı açıktır.
94. Başvurucunun katıldığı oturma eylemi öncesi İstanbul'da ve
özellikle Taksim çevresinde yaygın şiddet hareketlerinin olduğu gözetildiğinde
protesto eylemlerine izin verilmemesinin -toplumdaki hassasiyet nedeniyle- basit
görünen bir eylemin dahi devam eden şiddet hareketine dönüşebileceği haklı
endişesine dayandırıldığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla böyle zamanlarda
daha geniş güvenlik önlemleri alınması, barışçıl dahi olsa düzenlenen
gösterilerin daha sıkı bir şekilde gözetim altında bulundurulması ve
göstericilerin kurallara uyması için daha titiz davranılması kabul edilebilir
uygulamalar olacaktır (bkz. § 60).
95. Somut olayda toplanma hakkına yönelik müdahalenin demokratik
bir toplumda gerekli olması için kamu düzeninin bozulup bozulmadığının veya
bozulma tehlikesinin olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu
belirlemede kamu otoritelerinin takdir alanını keyfî kullanıp
kullanmadıklarının ortaya konması önemlidir. Başvurucunun içinde bulunduğu
oturma eylemine ilişkin olarak müdahalenin gerekliliğine dair herhangi bir
kayda rastlanmamıştır. Öte yandan olayların olduğu 16/6/2013 tarihinde Taksim
ve çevresinde meydana gelen olaylara ilişkin olarak ayrıntılı bir olay tutanağı
ve kamera görüntüleri Cumhuriyet savcısına gönderilmiştir (bkz. § 16).
Dolayısıyla başvurucunun içinde bulunduğu gruba müdahale edilirken Taksim ve
çevresinde kamu düzeninin bozulduğu, bazı yolların göstericiler tarafından
barikatlar kurularak kapatıldığı açıktır. Gezi Parkı olaylarının devam ettiği,
ülke geneline yayılan ve şiddet içeren gösterilerin olduğu gözetildiğinde
güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekçesi olan kamu düzeninin korunmasının
haklı endişelerden ve tehlikelerden kaynaklandığı açıktır.
96. Somut olaydaki toplantıya yapılan müdahalenin ülke geneline
yayılmış şiddet hareketlerinin devam ettiği Gezi Parkı olayları sürecinde
devletin kamu düzenini sağlamaya yönelik acil bir toplumsal ihtiyacı
karşılamaya matuf olmadığı da söylenemez. Nitekim yaygın şiddet hareketlerinin
devam ettiği, kamu düzeninin ciddi bir şekilde bozulduğu gözetildiğinde
demokratik değerleri ortadan kaldıracak şekildeki eylemlere karşı önlemler
alınması devletin demokratik sistemi koruma görevinin yanında gösteriye
katılmayan bireylerin temel hak ve özgürlüklerini kullanmasına imkân sağlama
pozitif yükümlülüğünün de bir sonucudur.
97. Belirtilmesi gereken diğer bir husus Anayasa'nın 12.
maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen, kişilerin temel hak ve
hürriyetlerini kullanırlarken sahip oldukları ödev ve sorumluluklarına uygun
davranmaları gerekliliğidir (bkz. § 66). Somut olay açısından başvurucunun
gösterideki kıyafeti giymesi (bkz. § 12) demokratik bir hakkını kullanmaktan
öte polisin olası müdahalesine karşı önlem alma amacı taşımaktadır. Bu durum,
polisin muhtemel gereksiz ve/veya ölçüsüz müdahalesine karşı bir hazırlık
niteliği taşımanın yanında haklı müdahalesini etkisiz kılma amacının varlığına
da işaret etmektedir. Dolayısıyla polisin uyarılarına rağmen eyleme devam
etmesi karşısında başvurucunun hakkını kullanırken ödev ve sorumlulukları
çerçevesinde hareket ettiği de söylenemez.
98. Eylemcilere karşı polisin müdahalesinin ölçülülüğü konusu
toplanma hakkının ve kötü muamele yasağının kesiştiği bir alandır. Buna ilişkin
olarak yukarıda yapılan değerlendirmelerden, toplanma hakkı kapsamında
ayrılmayı gerektiren herhangi bir duruma rastlanmamıştır (bkz. § 69).
Dolayısıyla yaygın şiddet olaylarının devam ettiği ve -barışçıl olsa dahi- her
türlü protesto eyleminin şiddete dönüşme ihtimalinin var olduğu başvuru konusu
olayda, toplanma hakkına yapılan müdahalenin Gezi Parkı olaylarının kamu
düzenini ciddi surette sarsan yaygın şiddet hareketleri içeren karakteri
gözetildiğinde demokratik bir toplumda gerekli olma kriterini taşıdığı ve
ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
99. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediği sonucuna
varılmıştır.
Engin YILDIRIM ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Engin YILDIRIM ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucuların üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/4/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Bölüm çoğunluğunca, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar verilmiştir. Bölüm çoğunluğunun bu
yöndeki değerlendirmelerde her ne kadar başvurucunun toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkına müdahale için yalnızca usulüne uygun olarak tertip edilmemiş
bir toplantı veya gösterinin varlığının yeterli olmadığına dair Anayasa
Mahkemesi kararlarına atıf yapılmış (Osman
Erbil, 65-66) ve başvurucunun davranışlarının şiddet içermediği veya
bir tehlike oluşturmadığı kabul edilmiş ise de, başvurucunun içinde bulunduğu
gruba müdahale edilirken Taksim ve çevresinde kamu düzeninin bozulduğu, bazı
yolların göstericiler tarafından barikatlar kurularak kapatıldığı, Gezi Parkı
olaylarının devam ettiği, ülke geneline yayılan ve şiddet içeren gösterilerin
olduğu gözetildiğinde güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekçesi olan kamu
düzeninin korunmasının haklı endişelerden ve tehlikelerden kaynaklandığı
belirtilerek, olayda ihlal bulunmamıştır. Katılmadığımız çoğunluk görüşünde
ayrıca, başvurucunun gösteride giydiği kıyafetlerin, polisin olası müdahalesine
karşı önlem almak amacını taşıdığı, dolayısıyla başvurucunun polisin
uyarılarına karşı eyleme devam etmesi karşısında hakkını kullanırken
Anayasa'nın 12. maddesinde belirtilen görev ve sorumluluklara uygun
davranmadığı, bu nedenlerle polisin müdahalesinin gerekli ve ölçülü olduğu
ifade edilmiştir.
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin genel ilkelerin yer
aldığı, Anayasa Mahkemesinin (AYM) 2013/2394
başvuru numaralı Osman Erbil
kararında şu hususlar belirtilmiştir:
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve
ifade özgürlüğü, demokratik toplumunun en temel değerleri arasındadır.
Demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer
almaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma
durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik
önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan
ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği
ya da eylemlerin yasadışı olduğu durumlarda dahi, demokrasiye zarar verir.
Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden
ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin,
toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı
sunulmalıdır (bkz. Gün ve Diğerleri/Türkiye, B.No:
8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B.No:
42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76).
Anayasa'nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve
saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır.
Kolektif bir şekilde kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen
kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşünceleri açıklama imkânı vermektedir.
Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler
barışçıl toplanma kavramı dışında kalmaktadır (bkz. Stankov
ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B.
No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B.
No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). Bu kapsamda toplanma hakkının amacı şiddete
karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin
haklarının korunmasıdır. Bunun dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün
hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur.
Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması
veya yasalara aykırı olarak düzenlemesi tek başına toplantı veya yürüyüşün
barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (bkz. Oya Ataman/Türkiye, B. No:
74552/01, 5/12/2006 § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü
gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve
olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı
hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (bkz. Achouguian/Ermenistan,
B. No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir ve
diğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29).”
“Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların
toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve
şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu
demokrasinin gereğidir”
3. Yukarıda nakledilen emsal karardaki genel ilkelerden ayrılan
Bölüm çoğunluğu görüşünün, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına
yapılan müdahalenin başvurucunun içinde bulunduğu, tamamı kadınlardan oluşan
yaklaşık 20-25 kişilik grubun eylemlerine değil, olay günü Taksim ve Türkiye
genelinde hüküm süren şartların kamu makamlarında yarattığı kaygı ve endişeye
dayandırılarak haklı görüldüğü, başka bir deyişle başvurucu ile ilgili olmayan
kişi, olay ve olguların, başvurucunun haklarının sınırlandırılması için gerekçe
olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
4. Temel hakların herkesin “kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez” olduğuna dair Anayasa'nın 12. maddesi hükmüne, insan
haklarını güvence altına alan evrensel mevzuat ve ilkelere aykırı olarak,
başkalarının davranışlarının kişi temel hakları üzerinde kısıtlayıcı bir etki
yaratmasının haklı ve meşru görülebileceğine ilişkin düşünceye katılmamaktayız.
Başka kişilerin suç teşkil eden eylemlerinin, kamu düzeninin bozulmasından
endişe duyularak, temel hak ve hürriyetlerini barışçı biçimde kullanmak isteyen
kişilerin haklarının da sınırlandırılması için gerekçe yapılması, bu hak ve
hürriyetleri etkisiz hale getirebilecektir. Böyle bir durumun, sadece yukarıda
belirtilen AİHM ve AYM kararlarına ters düşmekle kalmayıp, tüm hak ve
hürriyetler açısından da ciddi sakıncalar doğuracağı açıktır.
Temel hak ve hürriyetlerin genel olarak kısıtlanmasını
gerektiren haller Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15. maddesi ve Anayasa'nın
15. maddesinde belirtilmiştir. Bu gibi hallerin varlığında Anayasada öngörülen
usul ve güvencelere uygun olarak ilan edilecek olağanüstü tedbirler kapsamında,
diğer temel haklar gibi, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da genel şartlara
ve ortama göre, ölçülü olmak kaydıyla, herkes için sınırlanabilir veya
durdurulabilir. Ancak başvuru konusu olayda böyle bir durum mevcut değildir.
5. Açıklanan nedenlerle başvurucunun toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmamaktayız.
Başkan
Engin YILDIRIM
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|