TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜVEN BOĞA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/17222)
|
|
Karar Tarihi: 3/7/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportörler
|
:
|
Melek KARALİ
SAUNDERS
|
|
|
Sinan
ARMAĞAN
|
Başvurucu
|
:
|
Güven BOĞA
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevil
ARACI BEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluğun orantısız güç kullanımı sonucu yaralanma
meydana gelmesiyle ilgili olarak yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu
Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği (TMMOB) ve Adana Tabip Odası gibi sendika ve meslek odalarından oluşan
bazı sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla 26/12/2013 günü saat 18.00'de Adana
İnönü Parkı'ndan Hükûmeti protesto amaçlı basın açıklamasının yapılacağı
Atatürk Parkı'na kadar sloganlar eşliğinde bir yürüyüş planlanmıştır.
10. Çağrı üzerine İnönü Parkı'nda buluşan -başvurucunun da
aralarında bulunduğu- bir topluluk, parkta sloganlar atıp bazı açıklamalarda
bulunduktan sonra Atatürk Parkı'na gitmek üzere parktan çıkma girişiminde
bulunmuştur.
11. Başvuru dosyasına sunulan, kolluk görevlileri tarafından
olay anında çekilen kamera görüntülerinden, etkinlikten bilgi sahibi olduğu
anlaşılan Adana Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü ile Çevik Kuvvetler
Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerin park etrafında güvenlik tedbirleri aldığı
anlaşılmaktadır. Nitekim görüntülere göre grubun park dışına çıkma talebinde
bulunması üzerine kolluk görevlileri 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca gece yürüyüşünün
yasak olduğunu, park içinde basın açıklaması yapılması ile yetinilmesi
gerektiğini göstericilere hatırlatmaktadır. Bu sırada başvurucu, göstericileri
yönlendiren diğer kişilerle birlikte kolluk amirleri ile görüşme yaparak
yürüyüşe izin verilmesi konusunda onları ikna etmeye çalışmaktadır.
12. Kamera görüntülerinde bir kısmı net duyulmayan bu
müzakereler, soruşturma dosyasında bulunan 3/1/2014 tarihli Görüntü İnceleme Tutanağı'na yansıtılmıştır. Bu belgeye göre müzakere
sırasında başvurucu; yürüyüşün barışçıl amaçlı olduğunu, katılımcıların
çoğunluğunun memur olması nedeniyle gündüz düzenlenen bir toplantıya
katılamayacaklarını, daha önce de aynı güzergâhta benzer gösterilerin
yapıldığını, bunlar için hiçbir yaptırımla karşılaşılmadığı gibi yapılan
eylemlerin hiçbirinde bir çatışmanın yaşanmadığını dile getirmiştir.
13. Buna karşılık güvenlik şube müdürü; mevzuatın gece yürüyüşü
yapmaya izin vermediğini, yürümekte ısrar etmeleri hâlinde gösterinin yasa dışı
olacağını ve bu durumda müdahale etmelerinin zorunlu hâle geleceğini başvurucu
ve onunla birlikte hareket eden diğer kişilere bildirmiştir.
14. Kolluk görevlilerinin göstericileri ikna etme çalışmalarının
sonuç vermemesi üzerine megafonla göstericilere şu hatırlatma yapılmıştır:
"Yapacağınız bu yürüyüş havanın kararmış
olması sebebiyle 2911 sayılı Kanuna muhalefettir, burada basın açıklaması
yapabilirsiniz. Basın açıklamanızı İnönü Parkında yapabilirsiniz. Güvenlik Şube
Müdürlüğünden uyarıdır; yapacağınız bu yürüyüş 2911 sayılı Kanuna muhalefettir.
Havanın kararması sebebiyle kamu güvenliği suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla
kanuna aykırıdır. Lütfen dağılalım."
15. Görüntülere göre gösteri yapan grubun bu uyarıya rağmen
parkın kapatılmayan kısımlarından ana caddeye çıkarak yürüyüşe geçmesi üzerine
park etrafında bulunan güvenlik güçleri, toplumsal olaylara müdahale aracından
(TOMA) su sıkmak suretiyle topluluğa müdahale etmiştir. Grubun yürüyüşe geçmesi
ile sulu müdahale arasında yaklaşık bir buçuk dakikalık bir süre bulunmaktadır.
Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerin çok yakına gelmesi nedeniyle TOMA'lardan sıkılan suyun menzili dışında kaldıkları alanda
başvurucunun da içinde bulunduğu öncü gruba, kalkanlarla iteklenip biber gazı
sıkmak suretiyle müdahale edildiği görülmektedir.
16. Öncü gruptakiler, suyla yapılan müdahale nedeniyle yere
düşmelerine rağmen ellerinde bulunan dövizi kendilerini koruma amacıyla
kullanarak bir müddet yürüyüşe devam etmeye çalışmış fakat cadde üzerindeki
polis barikatını geçememişlerdir. Kamera kaydının sonuna doğru başvurucu,
birlikte hareket ettiği gruptan ayrılmış ve tümüyle ıslanmış bir şekilde
kaldırımda yürürken görüntülenmiştir.
17. Yine katılımcıların büyük bir kısmının ıslanmış bir şekilde
cadde üzerinde bulunan mağazalara sığınması üzerine göstericilerin büyük oranda
dağıtıldığı bu kayıttan anlaşılmaktadır.
18. Başvurucunun özel bir hastanede yapılan tıbbi muayenesi
sonucunda hakkında düzenlenen geçici raporda şu hususlar kayıtlıdır:
"OLAYIN OLUŞ ŞEKLİ, TARİH VE SAATİ: 18.00
(18.30 da olabilir) sularında İnönü Parkında TOMA'dan
gelen suya maruz kalmış. Çevik kuvvet tarafından kalkan ve copla darba maruz
kalmış.
ŞİKAYETLERİ : Gözde kızarıklık, tüm vücutta
yanma, göğüs ve sağ kolda ağrı
FİZİKSEL MUAYENE BULGULARI : Genel durumu iyi,
bilinci açık, koopere, oryante,
konjuktiva hiperemik, cilt hiperemik, kol ve sağ dirsekte ekimotik
alan (2x2 cm)
SONUÇ : Genel muayenesi yapıldı. Palyatif
tedavi yapıldı. Müşahade altına alındı."
19. Ayrıca Adana Cumhuriyet Başsavcılığına
(Başsavcılık/Savcılık) yaptığı şikâyet üzerine açılan soruşturmanın dosyasında
yer alan ve özel hastane tarafından düzenlenen rapordaki bulguların dikkate
alınması sonucunda düzenlendiği anlaşılan Adana Adli Tıp Kurumunun 30/12/2013
tarihli raporunda; başvurucunun fiziki muayenesi sonucunda sağ kol iç kısımda
10 cm çapta ekimoz, sağ bacak iç kısımda 3 cm çaplı,
uyluk iç kısımda yaklaşık 20 cm çaplı, menekşe renkli ekimozların
saptandığı, meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek
ölçüde olduğu, hayati tehlike oluşturmadığı hususları kayıtlıdır.
20. Başvurucu 30/12/2013 tarihli dilekçesiyle, göstericilere
karşı aşırı güç kullandığını ileri sürdüğü kolluk görevlileri hakkında
yaralama, görevi kötüye kullanma, barışçıl gösteriye müdahale ve mala zarar
verme suçlarından Başsavcılığa suç duyurusunda bulunmuştur.
21. Başsavcılık 14/2/2014 tarihli kararıyla, olay dolayısıyla
şüpheli vasfıyla Adana Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında basit yaralama
suçu nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın
ilgili kısımları şöyledir:
"Yukarıda kimliği yazılı müşteki Güven
Boğa C. Başsavcılığımıza yaptığı başvuruda, Adana'da 26/12/2013 perşembe günü
saat 18:00 da Kesk, Disk, TMMOB ve Adana Tabip
Odasının çağrısıyla İnönü parkında bir araya gelen binlerce yurttaşın
'hırsızlığa ve yolsuzluğa hayır, hükümet istifa' sloganı ile Atatürk parkına
yürümek ve basın açıklamasını orada gerçekleştirmek istediğini, inönü parkından çıkılarak trafiği aksatmadan yapılmak
istenen yürüyüşe polisin çok aşırı güç ve şiddet kullandığını, tomalardan sıkılan ilaçlı su, gaz bombaları ve coplarla
saldıran polisin ortamı savaş alanına çevirdiğini, göstericilerin yanı sıra
çevreden geçen bir çok insanını da bu olumsuz durumdan etkilendiğini, polisin
tamamen barışçıl şekilde düzenlenen böyle bir gösteriye şiddetle müdahale
etmesinin doğru olmadığını, aşırı derecede şiddet uygulayarak yetkisini
aştığını, bu uygulamanın hukuka aykırı olduğunu,
Kendisinin de orada bulunduğu esnada toma aracından sıkılan ilaçlı suya ve polis coplarına maruz
kalarak yaralandığını, olayın ardından gittiği hastane tarafından raporla
rahatsızlıklarının tespit edildiğini, uygulanan şiddet sırasında Samsung marka cep telefonunun parçalandığını, polisin
uygulamaları nedeniyle oluşan yaralanmalardan şikayetçi olduğunu bildirdiği,
Müşteki hakkında Adana Adli Tıp Şube
Müdürlüğünün 30/12/2013 tarih ve 2013/7258 sayılı raporunun düzenlendiği,
müştekinin BTM ile giderilebilecek şekilde yaralandığının bildirildiği,
Adana Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye
verilen [5/2/2014 tarihli] cevapta,
Kesk Adana Şubeler Platformu, Disk, TMMOB ve Adana Tabip Odası
organizesinde 26 Aralık 2013perşembe günü saat 18: 00 de çeşitli sivil toplum
kuruluşları ile ilimizde polise taşlı saldırıda bulunan marjinal gurupların
katılımı ile yaklaşık 250 kişinin toplandığı, gurubun yürüyüşe geçmesi üzerine
hava karardıktan sonra izinsiz gösteri yürüyüşü yapılmasının yasak olması, kamu
düzeninin genel sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve hüviyetlerinin
korunması etkinliklerin demokratik çerçevede yapılabilmesi ve etkinliğe
katılanların can güvenliğini sağlamak amacıyla uyarı ve ikazlarda bulunularak
gece yürüyüşüne izin verilmeyeceği, park içerisinde basın açıklaması
yapılabileceğinin söylendiği, gurubun yürümekte ısrar edip yola inerek trafiği
aksatması üzerine ses yükselten araçla basın açıklamasının inönü
parkında yapabilecekleri, dağılmaları yapmış oldukları yürüyüşün kanuna aykırı
olduğu, dağılmadıkları takdirde haklarında yasal işlem yapılacağı konusunda çok
defa uyarı ve ikazlar yapıldığının, yapılan bu uyarı ve ikazlara rağmen
göstericilerin çakmak caddesinde Atatürk parkına doğru yürüyüşe geçmeleri ve
yolu trafiğe kapatmaları üzerine guruba tekrar uyarı ve ikazların yapıldığı, bu
uyarı ve ikaza rağmen gurubun yürüyüşünü sürdürmesi üzerine göstericilere toma aracıyla dağılmalarını sağlamak amacıyla su sıkıldığı,
gurubun bir kısmının dağıldığı, ancak göstericiler arasında bulunan marjinal
gurupların ara sokaklara kaçarak buradan cadde üzerinde bulunan polis ve
vatandaşlara taşlı saldırıda bulundukları, taşlı saldırıların devam etmesi
üzerine ara sokaktan polis ve vatandaşlara rastgele taş atan göstericileri
dağıtmak amacıyla toma ile su sıkılarak müdahale
edilip gurupların dağıtıldığı,
Müşteki Güven Boğa ile güvenlik kuvvetleri
gurubun yürüyüş yapmaması amacıyla müzakere yaptığı, yapılan bu müzakereye
rağmen Güven Boğa'nın guruba slogan attırarak yürüyüşe geçirdiği, polis tarafından
yaşadışı yürüyüş yapan guruba dağılmaları amacıyla toma aracından su sıkılarak müdahale yapıldığı, yapılan
müdahaleye rağmen dağılmamak için direndikleri,
Polisin yürüyüş yapmakta ısrar eden
göstericilere orantılılık ilkesine göre su sıkarak müdahale ettiği, yapılan
müdahaleye rağmen dağılmayarak yürüyüş yapan eylemcilere biber gazı sıkıldığı,
yapılan bu müdahaleye rağmen dağılmayarak yürüyüşe ısrar eden ve çevik kuvvet
tarafından oluşturulan barikatı aşmaya çalışan eylemcilerin kalkanlarla geriye
doğru gitmelerinin sağlandığı,
Müşteki Güven Boğa'nın gurubun önünde pankart
ile yürüyüş yaptığı, toma aracından su sıkılarak
yapılan 8 müdahaleye rağmen dağılmadığı, yapılan bu müdahaleler sırasında
sıkılan su ile yere düştüğü, kalkarak yürüyüşüne devam ettiği, guruba ve Güven
Boğa'ya copla müdahalede bulunulmadığı,
2911 sayılı kanununa göre yürüyüş yapılacak
yerin Adana Valiliği tarafından belirlenen açık hava toplantı alanlarından ve
yürüyüş güzergahlarından olmadığı, düzenlenen yürüyüşle ilgili olarak valilik
makamına da herhangi bir bildirimde bulunulmadığı,
Müşteki Güven Boğa'nın yasadışı eylemi
organize etmesi guruba yasadışı yürüyüşe davet ederek yürümelerini sağlaması, toma araçları, biber gazı ve kalkanla yapılan müdahaleye
rağmen dağılmamak için direnmesi nedeniyle 2911 sayılı kanununa muhalefet
suçundan işlem yapıldığının bildirildiği,
Evrak içerisinde bulunan CD ve fotoğraf izleme
tutanağına göre, müştekinin kasten dövüldüğüne dair delil bulunmadığı, sıkılan
suyun etkisiyle yere düştüğü, evrak kapsamına göre, şüpheli emniyet görevlilerinin
zor kullanma yetkisini aştıklarına dair delil bulunmadığından, şüpheli emniyet
görevlileri hakkında,
KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,"
22. Karara karşı başvurucunun Adana Sulh Ceza Hâkimliğine
yaptığı itiraz -usul ve yasaya uygun olan kararda belirtilen gerekçelerin
yerinde olduğu gerekçesiyle- 5/9/2014 tarihinde reddolunmuştur.
23. 1/10/2014 tarihinde kararın başvurucuya tebliği üzerine
3/11/2014 tarihinde başvurucu, bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız
olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkına sahiptir.”
25. 2911 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 2/3/2014 tarihli ve 6529
sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hâli şöyledir:
“Toplantı
ve gösteri yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki
hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.
Şehir ve kasabalarda ve gerekli görülen diğer
yerlerde hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş
yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile
izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış
araçlarla önceden duyrulur. Bu yerler hakkında
sonradan yapılacak değişiklikler duyurudan onbeş gün
sonra geçerli olur. Toplantı yerlerinin tespitinde gidiş gelişi, güvenliği
bozmayacak ve pazarların kurulmasına engel olmayacak biçimde, toplantıların
genel olarak yapıldığı, elektrik tesisatı olan yerler tercih edilir.”
26. 2911 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan "Toplantı ve gösteri yürüyüşü zamanı"
kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
"Açık yerlerdeki
toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı
yerlerdeki toplantılar saat 23.00'e kadar sürebilir."
27. 2911 sayılı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:
“Genel
yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve
bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre
uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında
gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.
Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve
ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca
yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.”
28. 2911 sayılı Kanun’un 23. maddesi şöyledir:
“a) 9
ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı
veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;
b) (Değişik bent: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü
kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli
veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı,
yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve
benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret
taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır
giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya
kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş,
pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte
sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,
c) 7 nci madde
hükümleri gözetilmeksizin,
d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen
yerler dışında,
e) 20 nci maddedeki
yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve
önlemlere uyulmaksızın,
f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında
bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,
g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,
h) Bildirimde belirtilen amaç dışına
çıkılarak,
i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19
uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen
erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,
j) (Değişik bent: 2/3/2014-6529 S.K./9. md) 12
nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar
verilmesi hâlinde,
k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,
l) 3 üncü maddenin 2 nci
fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna
aykırı sayılır.”
29. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesinin 6529 sayılı Kanun'la
değişiklik yapılmadan önceki hâli şöyledir:
“Kanuna
uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü
maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması
sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:
a) Hükümet komiseri toplantı veya gösteri
yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa
ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki amirine
bildirir.
b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya
acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin
güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.
Bu gelişmeler hükümet komiserince tutanaklarla
tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine tevdi edilir.”
30. 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesi şöyledir:
“(Değişik
madde: 22/7/2010-6008 S.K/1.md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri
yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar
ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu,
toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra
hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.
İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk
görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde
tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.
23 üncü maddede yazılı hallerden biri
gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı
aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki
fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar
indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”
31. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:
“Polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla
ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve
atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir
saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde
savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması
kapsamında,
b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak
etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve
kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla
getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde
şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında
silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur.
Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla
silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele
geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak
amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak
amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla
saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye
karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş
edebilir.
32. 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Zor
kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere
karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten
yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
33. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli
Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili
olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri
öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler
ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirtilmiştir.
34. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/2/2008 tarihli ve 19 sayılı
Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Konulu Genelgesi çerçevesinde
hazırlanan Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nda toplumsal olaylara müdahale esnasında göz
yaşartıcı maddelerin nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak belirlenmiştir.
35. 2911 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrası 6529
sayılı Kanun'un 6. maddesiyle "Açık
yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneş batmadan önce dağılacak şekilde,
kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 24.00'e kadar yapılabilir."
şeklinde değiştirilmiş; madde metninde yer alan "...güneş batmadan örce dağılacak
şekilde..." ibaresi, Anayasa Mahkemesinin 28/9/2017 tarihli ve
E.2014/101, K.2017/142 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
"...
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
72. Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasında,
toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan
başlanamayacağı; ikinci fıkrasında açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşlerin
güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantıların ise saat
24.00’e kadar yapılabileceği hükme bağlanmıştır. 7. maddenin ikinci fıkrasında
yer alan “…güneş batmadan önce dağılacak şekilde…” ibaresi, itiraz konusu
kuralı oluşturmaktadır. İtiraz konusu kuralla açık alanlardaki toplantı veya
yürüyüşlerin güneşin batmasından sonra devam etmesi yasaklanmaktadır.
73. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin açık
alanlarda güneşin batışıyla sınırlandırılmasının, toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına müdahale niteliği taşıdığı açıktır. Açık alanlardaki toplantı
ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin batışıyla sınırlandırılması suretiyle
toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılan müdahalenin kamu düzeninin ve
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacına dayandığı
anlaşılmaktadır. Ancak meşru bir amaca dayanan bu sınırlamanın ayrıca
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
ve ölçülü olması gerekir.
74. Gece vaktinde toplantı veya gösteri
yürüyüşü düzenlenmesi, evlerinde istirahat eden insanların huzur ve sükûnet
içinde dinlenmelerine engel teşkil edebilir. Bu risk özellikle gecenin
ilerleyen saatlerinde daha da artabilmektedir. Aynı şekilde gece saatlerinde
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının devlete yüklediği pozitif
ödevlerin yerine getirilmesinde ve dolayısıyla kamu düzeninin korunması için
gereken önlemlerin alınmasında güçlükler yaşanabilir. Dolayısıyla gerek
başkalarının gece vaktinde rahatsız edilmesini önlemek gerekse kamu düzeninin
bozulmasını engellemek amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
sınırlanması gerekli hâle gelebilir.
75. Bununla birlikte kamu düzeni bakımından
tehdit oluşturmayan ve barışçıl niteliğini koruyan toplantıların sırf güneşin
batışından sonraki döneme sarkmış olması nedeniyle dağılmasının demokratik bir
toplumda gerekli olduğu söylenemez. Bu tür toplantılarda da toplantıya
katılanların şiddet içermeyen yöntemlerle düşünce ve kanaatlerini açıklama
fırsatı bulmasının demokratik bir toplumda hoşgörüyle karşılanması gerekir.
İtiraz konusu kural ise güneşin batmasından önce başlamış olan toplantıların da
iletilmek istenen mesajın verilip verilmediğine bakılmaksızın güneşin batış
saati itibarıyla dağılmasını zorunlu kılmaktadır.
76. Öte yandan kanun koyucunun başkalarının
haklarının ve kamu düzeninin korunması ödeviyle toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı arasında makul bir denge kurması ve her iki değeri de gözetmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunması
amacı için toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının gereğinden fazla
sınırlandırılması, sınırlama için seçilen aracı orantısız kılar.
77. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının mahiyeti ve demokratik toplum bakımından önemi gözetildiğinde havanın
kararmasından sonra toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin kategorik
olarak yasaklanması, hakkın gereğinden fazla sınırlandırılması sonucunu
doğurabilecek niteliktedir. Katılanların sayısı ve yöntemi itibarıyla diğer
insanların dinlenmesini engelleyecek nitelik taşıyan ve özellikle gecenin
ilerleyen saatlerine denk gelen toplantıların yasaklanması ölçülü görülebilirse
de başkalarını aşırı derecede rahatsız etmeyen ve kamu düzeni yönünden ciddi
bir tehlike yaratmayan toplantıların güneşin batmasından sonra devam etmesinin
yasaklanması, haklar arasında kurulması gereken adil dengenin toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aleyhine bozulmasına yol açabilir.
78. İtiraz konusu kuralda, bu yönüyle bir
değerlendirme yapılmasına imkân tanınmaksızın, gün içinde açık alanlarda
başlayan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin batmasından sonra devam
etmesi mutlak olarak yasaklanmaktadır. Toplantının türü, mahiyeti, kapsamı,
amacı, biçimi, katılanların sayısı, yapıldığı zaman dilimi gibi etkenler göz
önünde bulundurulmak suretiyle toplantının güneş battıktan sonra devam
etmesinin kamu düzenini etkileyip etkilemediği, başkalarının hak ve
özgürlüklerini zedeleyip zedelemediği değerlendirildikten sonra yasaklama kararı
verilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin değerlendirme yapılmasına imkân
tanınmadan açık alanlardaki toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin
batmasından sonra devam etmesinin mutlak olarak yasaklanması, toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmaktadır. Bu
şekildeki kategorik bir yasağın özellikle insanların nispeten günlük
aktivitelerine devam ettiği akşam saatleri bakımından daha da sorunlu hâle
geldiği ifade edilmelidir.
79. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik bir toplumda
gerekli ve orantılı bulunmamaktadır.
80. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 26. ve 34. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 3/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
37. Başvurucu; basın açıklaması yapmaya yönelik olarak
düzenlenen gösterinin tamamen barışçıl amaçlı olduğunu, kolluk görevlilerinin
gereksiz ve aşırı güç kullanarak yetkilerini aştığını, gösterinin dağıtılması
sırasında tazyikli ve ilaçlı su ile gaza maruz bırakıldığını, coplarla
dövüldüğünü ileri sürmektedir. Başvurucu; bu hususta yaptığı şikâyet hakkında
Savcılığın eksik inceleme yaparak kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini
ve şikâyetleri ile ilgili hiçbir delil toplamadığını, incelemenin olaya taraf
olan kolluk görevlilerinin bağlı olduğu Adana Emniyet Müdürlüğünün yazısındaki
tespitlerden ibaret olduğunu belirtmektedir. Karara karşı yaptığı itirazı
inceleyen Sulh Ceza Hâkimliğinin de matbu gerekçelerle itirazını reddettiğini
dile getiren başvurucu; olay sırasında cep telefonunun kırıldığını da
belirterek kötü muamele yasağının, kişi özgürlüğü ve güvenliği, mülkiyet, adil
yargılanma haklarının ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
38. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin 34. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması dolayısıyla başvurucu hakkında
herhangi bir adli veya idari işlem tesis edilmediğine dikkat çekilerek
müdahalenin gösteri yürüyüşü ve basın açıklamasının yapıldığı 26/12/2013
tarihinde gerçekleştiği, bu nedenle başvuru süresinin bu tarihe göre
hesaplanması gerektiği, bu durumda başvurunun yapılabileceği en son tarih olan
25/1/2014 tarihinin geçirilmesinden sonra 31/10/2014 tarihinde yapılan
başvuruda süre aşımı bulunduğu iddia edilmektedir. Bakanlık başvurunun esası
hakkında ise 2911 sayılı Kanun'un hava karardıktan sonra izinsiz gösteri
yürüyüşü yapılmasını yasakladığını, kamu düzeninin sağlanması amacıyla kolluk
güçleri tarafından gösteriye yapılan müdahale sırasında ölçülü ve orantılı
kuvvet kullanıldığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş
bildirmiştir.
B. Değerlendirme
39. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü
ile üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği,
adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerinin kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile ilgili olduğu
görüldüğünden bu haklar yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmamıştır. Öte yandan
başvurucunun olay nedeniyle telefonunun zarar gördüğünü ileri sürerek mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası -tüketilen kanun yolunun niteliği
dikkate alınarak- başvurucunun maddi tazminat talebi içinde
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Anayasa Mahkemesince başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında görülen şikâyetlerinin bu konuda etkili kanun yolu olan, ceza
soruşturması sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı
itiraz kanun yolunun tüketilmesinin ardından otuz günlük yasal süresi içinde
yapıldığı anlaşılan başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmektedir.
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin
-devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul
boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye
ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireyleri
bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma
yükümlülüğü) içermektedir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif
yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki
unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17.
Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
44. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
45. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
46. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası sınırlama
öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların
yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak
mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun
varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna
öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550,
19/11/2014, § 33).
47. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin
aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (Tahir Canan, § 23).
Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki
saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği
durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür
(Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
48. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi, belirli
bir yasal muamele kapsamında bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç
kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda, sadece
kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından
fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca
kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak
kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez
zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya
sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No:
2013/3924, 6/1/2015, §§ 81,82).
49. Görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde kolluk
görevlileri, bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri
ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine de sahiptirler. Ancak
zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi
başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif
Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015,
§ 51).
50. Aktif/etken direnme kolluk görevlisine karşı fiilî bir
saldırı, güç kullanımı sonucu kolluk görevlisinin görevini yapmasına engel
olmak şeklinde gerçekleşirken pasif/edilgen direnme evrak göstermeme, araca
binmeme, araçtan inmeme gibi kolluk görevlisinin talimatlarına uymama şeklinde
gerçekleşmekte ve fiilî bir güç kullanımını içermemektedir. Direnmenin türüne
göre görevin ifası için gerekli kuvvet kullanımı değişebileceği gibi kuvvet
kullanımının meşru bir zemine oturması için direnmenin sona ermemiş olması, güç
kullanımının görevin ifası için zorunlu olması ve yerine getirilmek istenen
amaç ile orantılı olması gerekmektedir (Arif
Haldun Soygür, § 52).
51. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp
zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu
doğurabilecektir (Arif Haldun Soygür, § 54).
52. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki
ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden
olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir
derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan
ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence,
eziyet ve hakaret
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 84).
53. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak,
cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı
veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt
unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 85).
54. İşkence
seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde
saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda
yapılması şartı aranmaz. AİHM fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu
teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır
dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin
evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin
doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri insanlık dışı muameleler olarak
nitelendirmiştir. Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamında eziyet olarak
nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 88).
55. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir
Canan § 22). Burada eziyetten
farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte
küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
56. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun
belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 90).
57. Bunlarla birlikte Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına
alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği
şikâyetlerini konu alan bireysel başvurularla ilgili Anayasa Mahkemesi muhtelif
kararlarında; anılan maddenin fikirlerin barışçıl bir şekilde ortaya
konulabilmesini güvence altına aldığını, bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün
kanunda öngörülen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmiş olmasının tek başına
toplantı ve yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldıran bir sebep olmadığını
kabul etmiştir (Osman Erbil, B.
No: 2013/2394, 25/3/2015, § 49; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017,
§ 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §
119; Umut Şimşek ve diğerleri, B.
No: 2015/14310, 12/6/2018, § 58 ).
ii. Genel İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Somut olayda gösteri sırasında kolluk güçlerince kaydedilmiş
görüntülerin incelenmesi neticesinde başvurucu ve onunla birlikte hareket eden
öncü grubun gösterinin barışçıl amacına gönderme yaparak basın açıklamalarını
duyurmak amacıyla bulundukları İnönü Parkı'ndan Atatürk Parkı'na doğru
yürüyüşlerine engel olunmaması yönündeki taleplerini güvenlik kuvvetlerinin
amirlerine ilettiği görülmektedir. Bu talebe karşılık güvenlik şube müdürünün
hava karardığı için yürüyüş talebinin 2911 sayılı Kanun'a aykırı olduğunu, bu
nedenle yürüyüş önündeki barikatları kaldıramayacaklarını ancak basın
açıklamasını bulundukları parkta yapabileceklerini belirtmesi üzerine uzunca süren
ikna görüşmesinin başarısız olduğu anlaşılmaktadır. Bundan sonraki
görüntülerde, ellerinde taşıdıkları pankartın arkasına geçen öncü grubun diğer
katılımcıların da eşliğinde yürüyüşü gerçekleştirme kararlılığıyla parkın
kollukça kapatılmayan kısımlarından ana cadde üzerine çıktığı görülmektedir.
59. Gruptakilerin yürüyüşe geçerek ana caddeye çıkması ve kolluk
görevlilerinin 2911 sayılı Kanun'un gece yürüyüşüne izin vermediği, kamu güvenliği
ve suç işlenmesinin önlenmesi amacına aykırı yürüyüşün yasa dışı olduğu
yönündeki sesli uyarılarını dikkate almamaları sonrasında TOMA'lardan
göstericilere tazyikli su sıkılmıştır.
60. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu
konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin
eylemlerinin değil, söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın
bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir. Bunun yanı sıra bu konuda
yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda
gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57).
61. Anayasa Mahkemesinin 6529 sayılı Kanun'un 2911 sayılı Kanun'un
6. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "...güneş batmadan önce dağılacak şeklinde..."
ibaresiyle ilgili iptal gerekçesinde (bkz. § 35) toplantının güneş battıktan
sonra devam etmesinin kamu düzenini etkileyip etkilemediği, başkalarının hak ve
özgürlüklerini zedeleyip zedelemediği tartışıldıktan sonra yasaklama kararı
verilmesinin gerekip gerekmediği konusunda bir değerlendirme yapılmaksızın
güneşin batışından sonra toplantının mutlak olarak yasaklanması toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan orantısız bir müdahale olarak
değerlendirilmiştir. Somut olayda havanın kararmasında sonra başlayan
toplantıya sırf bu nedene dayalı olarak bir müdahale yapılmadığı
anlaşılmaktadır. Kolluk görevlilerinin sesli uyarılarında kamu düzeninin
sağlanması amacına vurgu yapılarak istendiği takdirde park içinde basın
açıklaması yapılmasının bir sorun doğurmayacağı gösterici gruba
hatırlatılmıştır.
62. TOMA araçlarından tazyikli suyla yapılan müdahale sonrasında
adli birimlerden temin edilerek izlenen görüntülerde -ve bu kayıtlara ilişkin
kolluk tarafından düzenlenen 23/1/2014 tarihli
CD ve Fotoğraf İzleme Tutanağı'nda-
müdahale alanı civarında yüzleri kapalı kişiler ile yine kolluğa ve kolluk
araçlarına taş atan kişilerin tespit edildiği görülmektedir. Her ne kadar
yüzleri kapalı ve taş atan kişiler emniyet görevlileriyle müzakereleri yürüten
grup üyeleri dışındaki kişiler olsa da ve yürüyen grubun müdahale ile
dağıtılması sonrasında bu kişilerin varlığı tespit edilmiş ise de bu durum
havanın kararmasından sonra yaklaşık 250 kişilik bir grubun akan bir trafikte
şehrin ana caddesinde yürüyüş yapmak istemesinin hem gösterici grubun hem de
çevredeki halkın güvenliğinin sağlanması adına potansiyel riskler içerdiğinin gözardı edilmesini gerektirmemektedir. Kamu otoritelerinin
somut olayın koşulları çerçevesinde gece vaktinde yapılacak yürüyüşün neden
olacağı güvenlik riskine yönelik kaygıları temelsiz değildir. Öte yandan kolluk
güçlerinin, başvurucunun dahil olduğu grubun bulunduğu parkta basın açıklaması
yapmasını ve düşüncelerini burada duyurmasını engellemediğinin de altı
çizilmelidir. Dolayısıyla kolluk güçlerinin yürüyüş yapmaya başlayan gruba
tazyikli su sıkma şeklindeki aracı tercih ederek müdahale etmesinin gereksiz
olduğundan bahsedilemez.
63. Müdahalenin gerekli olduğu ortaya konduktan sonra ikinci
aşamada olayın niteliğine göre müdahalenin göstericileri etkisiz hâle getirmek
için ölçülü olup olmadığı ele alınmalıdır. Kolluğun toplumsal olaylara müdahale
sırasında gerektiğinde kuvvet kullanması bir hukuka uygunluk nedenidir. Bu
durumda dahi göstericilerin uyguladığı şiddeti önleyecek yeterlilik ve
mahiyette cebir kullanılmasına cevaz verilmiştir. Kişinin hareket özgürlüğünü
kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike
bakımından gerekli olandan fazla olmamalı ve göstericilerin maddi bütünlüğüne
zarar vermemelidir ( Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 76).
64. Öncelikle başvurucunun üzerine gazlı su sıkıldığı, olaya gaz
bombaları ile müdahale edildiği ve coplarla dövüldüğü iddiaları bağlamında
dosyadaki görüntü, bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde suyun kimyasal
bileşimi konusunda hem kolluk tarafından sağlanan belgelerde hem de başvurucunun
sunduğu belgelerde herhangi bir kaydın bulunmadığının belirtilmesi gerekir. Bu
nedenle başvurucunun üzerine sıkılan suyun kimyasal bileşimi konusundaki
iddialar hakkında ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır. Diğer taraftan olayda
gaz bombası kullanıldığı yolunda da herhangi bir verinin başvuru dosyasına
yansımadığı tespit edilmiştir. İzlenen görüntülerden başvurucunun bir noktada
kolluk görevlileri ile yakın temasta bulunduğu görülmekle birlikte TOMA'dan sıkılan suyun menzili dışında kalınan bu alanlarda
kolluğun başvurucu da dâhil yakına gelen kişileri kalkanlarla itekleyip
tuttukları tanklardan üzerilerine gaz sıktığı
görülmüş olup bunun dışında başvurucuya copla müdahalede bulunup bulunmadıkları
anlaşılamamıştır. Bununla birlikte TOMA'nın ve polis
barikatının çok yakınına gelinmiş olması nedeniyle araçtan sıkılan suyun etki
alanı dışında kalınan noktada kolluk görevlilerince başvurucunun da içinde
bulunduğu öncü gruba yakın mesafeden biber gazı sıkıldığı görülmektedir.
İzlenen görüntülerden bu işlemin en az iki kez tekrarlandığı anlaşılmaktadır.
65. Tazyikli suyla yapılan müdahaleyi değerlendirmek
gerektiğinde izlenen görüntüler, başvurucunun tazyikli su ile yapılan müdahale
sonucu yere düşmesinin ardından yerden kalkarak yanındakilerle birlikte yürüyüşe
devam etme çabasında olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu itibarla aksine bir
delil dosyaya yansımadığından adli tıp raporu ile başvurucunun vücudunda
oluştuğu tespit edilen arazların sıkılan tazyikli su ile bunun sonucunda yere
düşmesinin ortak etkisiyle gerçekleştiği değerlendirilmiştir. Kaldı ki
kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun yere düşmesiyle yaralandığı
zımni olarak kabul edilmiştir.
66. Başvurucuya tazyikli su sıkılmasına ilişkin görüntüler
incelendiğinde başvurucunun yanındaki birkaç kişiyle birlikte tutmuş olduğu
dövizi kendilerini korumak amacıyla kullanarak cadde üzerinde TOMA araçlarıyla
önlem alan kalkanlı polislere doğru yürüyüşe
geçtiklerinde birden fazla kez sadece başvurucu ve beraberindekileri hedef alan
tazyikli su sıkıldığı görülmektedir. Bu anlarda yürüyüş yapmak isteyen
topluluğun büyük oranda dağıldığı, dolayısıyla suyla yapılan müdahaleden
beklenen amacın hasıl olduğu anlaşılmaktadır. Şu hâlde başvurucunun yanındaki
birkaç kişiyle birlikte alanda önlem alan onlarca polisin üzerine doğru
yürümesinin bir saldırı niteliği taşıdığı söylenemez. Zaten ilgili adli
birimlerden temin edilerek izlenen görüntüler, kolluk tarafından düzenlenen
23/1/2014 tarihli CD ve Fotoğraf
İzleme Tutanağı ile 3/1/2014
tarihli Görüntü İnceleme Tutanağı gösterinin hiçbir aşamasında başvurucunun
görevlilere veya çevredeki kişilere karşı şiddet içeren bir eyleminin
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Buna rağmen -olayla ilgili olarak kolluk
tarafından tutulmuş olan tutanakta, başvurucuya sekiz kez tazyikli su ile
müdahale edildiği, buna rağmen başvurucunun ayağa kalkarak yürüyüşüne devam
ettiği tespitinden hareketle- sıkılan suyun isabet ettiği kişiye dengesini
kaybettirip onun yere düşmesine sebep olacak nitelikteki şiddeti, bu müdahalenin
saldırı veya saldırı potansiyeli tehlike teşkil etmeyen bir aşamada birden çok
tekrarlanması ve müdahaleler sonucunda meydana gelen yaralanmaların ağırlığı
(bkz. §§ 18, 19) dikkate alındığı tazyikli suyla ve yine öncesinde gazla
yapılan müdahalenin orantısız olduğu, ayrıca bu müdahale sonucunda basit tıbbi
müdahale ile giderilebilecek derecede de olsa oluşan yaralanmaların insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle olayda Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
b. Anayasa’nın 17.
Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
68. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü
fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu
saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır
(Cezmi Demir ve diğerleri, § 110)
69. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel
amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde,
sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda
devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında
bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
70. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar
yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi bu hak ihlalini
gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 55).
71. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
72. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir
şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu
kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu
olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri
almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 114).
73. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki
inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir.
Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik
gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın
etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma
işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir.
Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen
tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir
(Fahriye Erkek ve diğerleri, B.
No: 2013/4668, 16/9/2015, §§ 68,69)
74. Kamu görevlileri tarafından yapılan kötü muamele iddiaları
hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan
ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır.
Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının
olmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
75. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi
varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili
bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle
ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak
usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle
orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
76. Somut olayda başvurucu, bazı meslek kuruluşları ve
sendikaların çağrısı üzerine toplanılan alandan sloganlar eşliğinde diğer bir
alana yürümek ve orada basın açıklaması yapmaktan ibaret eyleme kolluk
kuvvetlerinin yaptığı müdahalenin aşırı güç kullanımı içerdiğini, bunun sonucunda
da yaralandığını ileri sürerek ilgili sağlık kuruluşundan aldığı raporu da
eklemek suretiyle 30/12/2014 tarihli dilekçeyle Adana Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurarak sorumluların tutumundan şikâyetçi olmuştur. Savcılık bunun üzerine
başvurucunun 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan yürütülen
soruşturmanın Adana Emniyet Müdürlüğünde bulunan bir örneğini isteyerek bunları
dosyaya eklemiştir. Olaya ilişkin görüntülerin ve bu görüntülerin çözümüne
ilişkin tutanakların artık dosya içinde bulunduğu anlaşıldığından şikâyeti
değerlendirmek için soruşturma dosyasının yeterli muhteviyata ulaştığı söylenebilir.Dolayısıyla başvurucu soruşturma dosyasında
-kolluğun olayla ilgili anlatımları dışında- bağımsız bir kaynaktan gelen
hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığını ileri sürmüş ise de dosyadaki delil
durumu itibarıyla soruşturmanın pratikte tarafsız koşullarda yürütülmediği
söylenemeyecektir.
77. Adana Emniyet Müdürlüğünün olay hakkındaki 5/2/2014 tarihli
cevap yazısı esas alınarak düzenlenen kovuşturmaya yer olmadığı kararında
kolluğun müdahalesinin orantılı olup olmadığı yönünde herhangi bir
değerlendirme yapılmamış, sadece zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin
delil bulunmadığı belirtilmekle yetinilmiştir. Olayın gerçekleşme şeklini
ortaya koyan görüntülere rağmen hangi verilerden hareketle bu sonuca ulaşıldığı
anlaşılamadığı gibi varılan sonucun da -müdahalenin orantısız olduğu gerçeği
karşısında (bkz. § 63)- nesnel ve tarafsız bir analizin ürünü olmadığı
görülmektedir.
78. Sonuç itibarıyla Savcılık kötü muamele iddialarına yönelik
olarak etkin bir soruşturma yürütmeden şikâyet hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir.
79. Somut olayda kolluk görevlilerinin müdahalesi ile maruz
kalınan eylemden dolayı Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu
bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
81. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
82. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
83. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden
kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun
belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet
Doğan, § 57).
84. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğinin
tespiti ve kırılan telefonundan kaynaklanan zararlarını da içermek üzere
tarafına ayrı ayrı 500.000 TL maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
85. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun da katıldığı gösteri
yürüyüşüne kolluk tarafından yapılan müdahalenin insan haysiyetiyle
bağdaşmayacak muamele niteliğinde olduğu ve bu olaya ilişkin etkin bir
soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
86. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı Başsavcılık
tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılarak
yeniden bir soruşturma yapılmasını gerektirmektedir. Yapılacak soruşturma 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
87. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma
yapılmasına karar verilmesi başvurucunun yargılamanın uzunluğu nedeniyle
uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali
nedeniyle yalnızca ihlalin tespiti ve yeniden (soruşturma) yargılama yapılması
suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
27.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
88. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda soyut iddiası
dışında herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
89. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.681,10 TL tutarındaki yargılama
giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu
itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE
OYBİRLİĞİYLE,
C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Adana
Cumhuriyet Başsavcılığına (verilen karar 2013/79811 numaralı soruşturma ile
ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam
2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
3/7/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Dosyada yer alan tespitlere göre, hava karardıktan sonra yapılan
gösteri yürüyüşü sırasında, topluluk içerisinde ve yakın çevresinde ellerinde
taş bulunan ve yüzü maskeli kişilerin varlığı açık olduğu gibi, bunların
bölgede yaşayan kişiler ve kamu güvenliği yönünden açık bir tehlike oluşturduğu
da kuşkusuzdur. Dolayısiyle anılan etkinliğe güvenlik
kuvvetlerine müdahale edilmesinde “gereklilik” unsurunun gerçekleştiği, ayrıca
anılan etkinliğin gece vakti yapılmasında ısrar edilmesi ve bu konuda yapılan
her türlü uyarıya kayıtsız kalınması karşısında, güvenlik kuvvetlerinin
tazyikli su sıkmaktan ibaret müdahalesi şeklinde kullanılan gücün orantılı
bulunduğu, başvurucuda meydana gelen ve raporla kayıt altına alınan ekimozların bu müdahale sırasında sırasında
sıkılan tazyikli suyun isabeti sonucu meydana geldiğinin olayın cereyan şekline
göre kabulü gerektiği, dolayısiyle basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek derecede oluşan yaralanmanın insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele olarak kabul edilemeyeceği ve Anayasa’nın 17 nci maddesinin 3. fıkrasının maddi boyutunun ihlâl
edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına
katılmıyoruz.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|