TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZÜLİYE ÖZTÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1734)
|
|
Karar Tarihi: 14/9/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Züliye ÖZTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet
Ercan SAVAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, karşılıksız çek keşide etme suçundan verilen adli
para cezasının usulüne uygun olarak tebliğ edilmemesine rağmen
kesinleştirilerek infaz edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yine bu
gerekçeyle yakalama emri çıkarılması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu adına vekâleten K.Ö. tarafından başvurucunun ..Bank
A.Ş. P. şubesindeki hesabından 3/12/2004 tarihinde alacaklı M.M. Kalıp San. ve
Tic. Ltd. Şti. lehine 11.000 TL bedelli bir adet çek keşide edilmiştir.
Alacaklı şirketin, keşide edilen söz konusu çekin karşılıksız çıktığı
iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
19/7/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucunun ve K.Ö.nün
19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası
uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları talep olunmuştur.
9. İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesince 30/7/2007 tarihinde
iddianamenin kabulü ile kamu davasının görülmesine başlanmıştır. Mahkeme
13/12/2007 tarihli duruşmada başvurucunun iddianamede belirtilen adresine
gönderilen çağrı kağıdının tebliğ edilemediğini tespit etmiştir. Bunun üzerine
aynı oturumda başvurucunun muhatap banka şubesine daha önce bildirmiş olduğu
"Darülaceze Cad. Perpa Ticaret Merkezi B Blok
No: 64 Okmeydanı/İstanbul" adresine 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı
Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasına karar verilmiştir.
10. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 17/3/2008 tarihinde
başvurucunun ve K.Ö.nün 3167 sayılı mülga Kanun'un
16. maddesinin birinci fıkrasına göre ayrı ayrı 11.000 TL adli para cezası ile
cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca bu Kanun'un 16. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca sanıkların bir yıl süre ile bankalarda çek hesabı
açmalarının yasaklanmasına karar vermiştir. Karar yine başvurucunun banka
şubesine bildirdiği adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre 4/6/2008
tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar, posta dağıtıcısı tarafından anılan kanun
maddesi uygulanarak tebliğ edilmiştir. Tebligat mazbatasında başvurucunun
adresi terk etmesi nedeniyle evrakın en yakın komşusunun imzası alınarak tebliğ
edildiği belirtilmiştir.
11. Mahkemenin düzenlediği 9/7/2008 tarihli kesinleşme şerhinde
hükmün temyiz edilmeksizin 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.
Kesinleştirme işlemi sonrası karar infaz edilmek üzere ceza fişi düzenlenerek
aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
12. Başvurucu, mahkûmiyet kararının usulüne uygun tebliğ
edilmeden kesinleştirilerek infaza verildiği iddiasıyla ve infazın durdurulması
talebiyle 30/6/2010 tarihinde Mahkemeye başvurmuştur. Başvurucu, bu
dilekçesinde ayrıca çek üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek
mahkûmiyet hükmünün yeniden incelenmesini de talep etmiştir. Mahkeme 29/7/2010
tarihinde talepleri incelemek görev ve yetkisinin Yargıtaya
ait olduğu kanaatiyle görevsizlik kararı vermiştir. Mahkemeye göre başvurucu
eski hâle iade talebinde bulunmuştur. Ayrıca temyiz talebinde de bulunduğundan
bu talepleri inceleme görevi Yargıtaya aittir.
13. Temyiz incelemesi devam ederken başvurucu hakkında yakalama
emri çıkarılmış olması nedeniyle mahkûmiyet hükmünde belirtilen adli para
cezası, başvurucu tarafından 25/11/2010 tarihinde ödenmek suretiyle infaz
edilmiştir.
14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13/3/2012 tarihli yazısı
ile hükümden sonra 31/1/2012 tarihli ve 6273 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklik sonucu eylemin yaptırımının idari yaptırıma dönüştüğü gerekçesiyle
dava dosyası İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir.
15. Dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 11/6/2012 tarihinde kanun
değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç olmaktan çıkarıldığı
için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanması idari
yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.
16. Bunun üzerine başvurucu, infaz ettiği adli para cezasının
iadesi için talepte bulunmuş; Mahkeme 25/10/2013 tarihli ek kararı ile infaz
edilmiş bulunan para cezalarının sonradan çıkan yasa değişikliği nedeniyle
iadesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.
17. Başvurucu bu karara 6/11/2013 tarihinde itiraz etmiştir.
İtiraz dilekçesinde ortada kesinleşmiş bir Mahkeme kararının bulunmadığı
belirtilmiştir. Başvurucu, ayrıca eski hâle iade ve temyiz istemlerinin de
Yargıtay tarafından değerlendirilmediğini, bu yüzden ikinci bir ceza anlamına
gelecek yeni bir karar verilemeyeceğini ileri sürmüştür. İstanbul 21. Ağır Ceza
Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla itiraza konu ek kararda usul ve kanuna
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.
18. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
20. 3167 sayılı mülga Kanun’un 16. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkraları şöyledir:
“Üzerinde yazılı keşide tarihinden önce veya
ibraz süresi içinde 4 üncü madde uyarınca ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı
bulunmaması nedeniyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden hesap sahipleri
veya yetkili temsilcileri, kanunların ayrıca suç saydığı haller saklı kalmak
üzere, çek bedeli tutarı kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Ancak
verilecek para cezası seksenmilyar liradan fazla
olamaz. Bu miktar, 01/03/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre her yıl artırılır. Bu suçtan mükerrirlere, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası
verilir.
Mahkeme, ayrıca işlenen suçun niteliğine göre
bir yıl ile beş yıl arasında belirleyeceği bir süre için hesap sahiplerinin ve
yetkili temsilcilerinin çek hesabı açtırmalarının yasaklanmasına karar verir.
Yasaklanma kararı bütün bankalara duyurulmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankasına bildirilir.”
21. 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanunu'nun 6273 sayılı
Kanun ile değiştirilmeden önceki 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine
göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır
işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her
bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî
para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin
karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı
açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz
edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap
sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.
(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını
ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir.
Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini
yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme
yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını
ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.
(3) Çek
hesabı sahibi gerçek kişi, kendisi adına çek düzenlemek üzere bir başkasını
temsilci veya vekil olarak tayin edemez. Gerçek kişinin temsilcisi veya vekili
olarak çek düzenlenmesi hâlinde, bu çekten dolayı hukukî ve cezaî sorumluluk
çek hesabı sahibine aittir.
(4)
Karşılıksız çek düzenleyen, adına karşılıksız çek düzenlenen ve ileri düzenleme
tarihli çek üzerinde yazılı tarihe göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında,
karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmayan gerçek ve tüzel kişi hakkında,
soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde resen mahkeme tarafından, karşılıksız çıkan
her bir çekle ilgili olarak, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı
verilir.
(5) Çek
düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı ile ilgili olarak, herhangi bir
adres değişikliği bildiriminde bulunulmadığı sürece ilgilinin çek hesabı
açtırırken bildirdiği adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat
Kanununun 35 inci maddesine göre derhal tebligat çıkarılır. Adresin bankaya
yanlış bildirilmesi veya fiilen terkedilmiş olması hâlinde de, tebligat
yapılmış sayılır.
..."
22. 5941 sayılı Kanun'un 5. maddesinin 1/3/2012 tarihli ve 6283
sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değiştirildikten sonraki hâliyle ilgili
kısımları şöyledir:
“(1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme
tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak
karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay içinde hamilin talepte
bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi hakkında, çekin
tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin
bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte bulunanın yerleşim yeri
Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağı kararı verilir. Bu fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağı kararı, karşılıksızdır işlemine tabi tutulan çekin düzenlenmesi
suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi
hâlinde de verilir.”
“(10) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, 30/3/2005 tarihli ve
5326 sayılı Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanır. Çek
düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü
hâlinde, bu kararla ilgili olarak da sekizinci fıkradaki bildirim ve yayımlanma
usulü izlenir.”
23. 5941 sayılı Kanun'a 6283 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile
eklenen geçici 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(7) Bu Kanun hükümlerine göre suç karşılığı
uygulanan yaptırımı, idarî yaptırıma dönüştürülen fiiller nedeniyle,
a) Soruşturma evresinde bulunan dosyalar
hakkında Cumhuriyet başsavcılığınca,
b) Kovuşturma evresinde bulunan dosyalar
hakkında mahkemece,
idarî yaptırım kararı verilir. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar hakkında Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca, Yargıtayın ilgili dairesinde bulunan
dosyalar hakkında ise ilgili dairece, bu Kanuna göre işlem yapılmak üzere dava
dosyası hükmü veren mahkemeye gönderilir ve bu mahkeme tarafından duruşma
yapılmaksızın karar verilir.”
24. 7201 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:
"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen
en son adresinde yapılır.
(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/3 md.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının
anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt
sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul
edilir ve tebligat buraya yapılır.
Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın
müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat
yapılması caizdir."
25. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı
Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilmeden önceki hâlinin 35. maddesi şöyledir:
"Kendisine veya adresine kanunun
gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse,
yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu
takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
(Değişik:
19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse
yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği
takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına
asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.
(Değişik:
19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese
çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
(Ek :
6/6/1985 - 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış
olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar
olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve
sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da
bu madde hükümleri uygulanır."
26. 7201 sayılı Kanun'un 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile
değiştirildikten sonraki hâlinin 35. maddesi şöyledir:
"Kendisine veya adresine kanunun
gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse,
yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu
takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
(Değişik:
11/1/2011 - 6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse
yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit
edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait
binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.
(Değişik:
19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese
çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
(Değişik:
11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış
olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve
bu madde hükümleri uygulanır.
(Ek:
11/1/2011 - 6099/9 md.) Daha önce yurt dışındaki
adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve
bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri
adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan
adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre
gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz
gün sonra tebligat yapılmış sayılır."
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
40. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş
olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir."
28. 5271 sayılı Kanun'un 42. maddesi şöyledir:
"(1) Süresi içinde usul işlemi
yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi
hakkında da o mahkeme karar verir.
(2) Eski hâle getirme isteminin kabulüne
ilişkin karar kesindir; reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna gidilebilir.
(3) Eski hâle getirme dilekçesi, kararın
yerine getirilmesini durdurmaz; ancak, mahkeme yerine getirmeyi erteleyebilir.
"
2. Yargı İçtihatları
29. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 13/11/2006 tarihli ve
E.2005/5567, K.2006/12496 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"..Tebligat Kanunu’nun 'kazai
tebligat' faslının, 'adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti' konu
başlıklı 35. maddesi uyarınca, adli mercilerce, tebligat yapılabilmesi için iki
ihtimal kabul edilmiştir.
Birinci ihtimal; ilgili kişiye daha önce adli
mercilerce anılan yasa hükümlerine uygun olarak bir tebligatın yapılmış olması
ve tebligat yapılan bu kişinin, yeni adresini adli mercie bildirmemesi
durumudur:
Bu durumda, daha önce tebligat yapılan ve adli
mercice en son bilinen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesi dışındaki maddeler
uyarınca yeniden tebligat çıkarılması, ilgilinin adresten ayrıldığının
anlaşılması durumunda Tebligat Tüzüğünün 28. maddesi uyarınca, tebliğ memurunun
adreste bulunmama nedenini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar,
ihtiyar heyeti kurulu veya meclis üyeleri, zabıta amir ve memurlarından
araştırarak, beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan
çekinmeleri halinde de bu durumu yazarak imzalaması gerekmektedir. Adres
araştırmasına ilişkin söz konusu imzalı açıklamanın tebliğ tutanağında yer
alması, zorunlu şekil şartı olup; belirtilen usule uygun olarak araştırma
yapılmaması ve bu nedenle mahkemece, en son bilinen bu adresten sanığın
ayrıldığının ve yeni adresinin tespit edilemediğinin kolluk görevlileri
aracılığı ile de belirlenmemesi durumunda, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinde
belirtilen şekilde tebliğ evrakının kapıya asılması suretiyle tebligat
yapılması mümkün değildir.
Tebligat memurunca Tebligat Tüzüğü’nün 28.
maddesinde öngörülen zorunlu araştırma belirtilen şekilde yapılıp tevsik
edildikten sonra, ilgilinin yeni adresi belirlenemez ise, tebliğ evrakı mercie
iade edilir ve ilgili kişilerce yeni bir adres de bildirilmez ise, herhangi bir
adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki tüm tebligatlar 6 örnek numaralı
tebligat evrakının eski adrese ait binanın kapısına asılması usulüyle yapılır.
İkincisi ihtimal ise; daha önce adli
mercilerce ve usulüne uygun olarak tebligat yapılmamış olsa bile, anılan
yasanın35/son maddesinde belirtilen kurum, kuruluş, mercilere ilgili tarafından
bildirilen veya imzası resmi merciler önünde ikrar edilmiş sözleşmelerdeki
(sadece taraflar yönünden) adreslere de bu madde uyarınca tebligat yapılabilmesidir:
Bu
durumda, daha önce adli mercilerce usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligat
bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki sözleşmelerde yer alan veya söz konusu
kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen adrese veya bir kamu kurumu olan adli
mercilere, tebligatın ilişkin olduğu soruşturma veya davaya ilişkin olarak
tebligat yapılacak kişinin kendisinin bildirdiği en son adrese, önce, bu
adresin değişip değişmediğinin bilinememesi nedeniyle anılan yasanın 35.
maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat çıkarılması ve tebligatın
yapılamayarak, tebligat memurunca, ilgilinin adresinin değiştiğinin
belirlenmesi ve yine Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28.
maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni
adresinin de tespit edilememesi durumunda, bu araştırma yukarıdaki açıklanan
şekil koşuluna uyularak imza ile de tevsik edildikten sonra, evrak yine mercie
iade edilir, ilgili kişilerce yeni bir adres de
bildirilmez ise, herhangi bir adres araştırması yapılmaksızın bundan sonraki
tüm tebligatlar 6 örnek numaralı tebligat evrakının eski adrese ait binanın
kapısına asılması usulüyle yapılır. Bu tebligattan sonraki tebligatlar da,
sanığın yeni adresinin hala bilinmemesi durumunda, kapıya asma usulüyle
yapılır.
3167 sayılı Kanuna aykırılık suçlarında; adli
mercilerce daha önce tebligat yapılmamış olması ve dosya içerisinde, muhatap
banka şubesi tarafından gönderilen ve tebligat yapılacak kişinin adresini
içeren Ticaret Sicili Gazetesi nüshası, noterlikçe düzenlenen resmi senetler,
vergi levhası örneği ve bu gibi kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu
niteliğinde meslek kuruluşları, ticaret sicilleri veya esnaf ve sanatkarlar
odalarınca düzenlenmiş belgelerin yer alması durumunda, bu belgelerde yer alan
adreslere öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre
tebligat çıkarılması ve tebligatın yapılamaması halinde, Tebligat Kanunu’nun
35. maddesi uyarınca yukarıda açıklanan usullere uyularak tebligat yapılması
gerekmektedir.
Dosya kapsamına göre; gerekçeli kararın
sanığın savunmasının alındığı oturumda bildirmiş olduğu en son bilinen adrese
öncelikle Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddelere göre tebliğe
çıkarılıp, yukarıda açıklanan işlemler yerine getirilmeksizin, doğrudan 6 örnek
numaralı tebligat evrakının adrese ait binanın kapısına yapıştırılması
suretiyle yasaya aykırı olarak tebliğ edilmiş olduğunun anlaşılması ve usulsüz
bu tebligattan sanığın ne zaman haberdar olduğuna ilişkin olarak dosya
içerisinde herhangi bir bilgi ve belgenin de yer almaması nedeniyle, sanık
vekilinin temyiz dilekçesinde sanığın yakalandığı tarih olarak belirttiği
21.08.2004 tarihinin Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca, usulsüz
tebligatın muhatap tarafından öğrenilmesi suretiyle geçerlilik kazandığı tarih
olması ve böylelikle 23.08.2003 tarihinde yapılan temyiz inceleme isteğinin de
süresinde yapılmış olması karşısında, yasaya aykırı olan anılan mahkemenin
temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının kaldırılması [gerekmiştir]..."
30. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 30/10/2006 tarihli ve
E.2006/5164, K.2006/11894 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Sanığın yokluğunda verilen mahkumiyet
hükmünün sanığın ... tarihli oturumda mahkemeye bildirdiği adrese Tebligat
Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebliğe çıkarılması ve
tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca ilgilinin adresinin değiştiğinin
belirlenmesi ve yine, Tebligat Tüzüğü’nün 55/2. maddesi yollamasıyla 28.
maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni
adresinin de tespit edilmemesi nedeniyle iade edilmesi halinde, artık herhangi
bir adres araştırması yapılmaksızın Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi gereğince
tebligat yapılması gerekirken, gerekçeli kararın doğrudan 35. madde uyarınca
tebliği usulsüz olup, aynı Kanun’un 32. maddesi uyarınca sanık tarafından
sunulan 05.03.2004 tarihli temyiz dilekçesinin yasal süresinde olduğu kabul
edil[miştir]..."
31. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/11/2007 tarihli ve
E.2006/6566, K.2007/13312 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık için CMUK’nın
225. (CMK’nın 195.) maddesi gereğince düzenlenecek
uyarılı davetiyenin; öncelikle bilinen son adresine (sanığın Mahkemeye
bildirdiği veya daha önce kendisine geçerli bir tebligat yapılmış olan ya da
Tebligat Kanunu’nun 35/son maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlara sanık
tarafından bildirilmiş bulunan adrese) gönderilmesi; tebligat memurunca,
sanığın adresini değiştirmesi ve yeni adresinin belirlenememesi nedeniyle
davetiyenin tebliğ edilemeyerek iade edilmesi durumunda, bu kez Tebligat
Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerektiği gözetilmeden; sanık
adına Tebligat Yasası’nın 35. madde hükmüne gore tebligat
çıkarılmadan ve bu nedenle sanığın savunma hakkı kısıtlanarak yazılı biçimde
hüküm kurulması.. Yasaya aykırı[dır]."
32. Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 20/12/2011 tarihli ve
E.2011/26288, K.2011/19498 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35.
maddesi gereğince tebliğ edilerek hükmün kesinleştirildiği anlaşılmakta ise de,
7201 sayılı Kanun’un 35. maddesinin uygulanabilmesi için gerekli ön koşul olan
kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre, daha önce yapılmış
bir tebliğ işleminin bulunması veya tebliğ yapılmamış ise 35. maddenin son
fıkrasında gösterilen ayrıksı durumlardan birinin oluşmasının gerekli olması
karşısında, Tebligat Kanunu’nun 35/son ve Tebligat Tüzüğünün 55/son maddeleri[ndeki]... düzenlemeye nazaran, söz konusu yasa hükmü
uyarınca, daha önce adli mercilerce ve usulüne uygun olarak yapılmış bir
tebligat bulunmasa bile, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş
sözleşmelerde belirtilen ya da anılan kurum ve kuruluşlara bildirilen
adreslerdeki değişikliklerin bildirilmesi durumunda da, Tebligat Kanunu’nun 35.
maddesindeki hükümlerin uygulanacağı dolayısıyla, daha önce adli mercilerce
usulüne uygun olarak yapılmış tebligat bulunmasa bile, belirtilen nitelikteki
sözleşmelerde yer alan veya söz konusu kurum ve kuruluşlar tarafından
bildirilen adrese, mahkemece önce bu adresin değişip değişmediğinin bilinmemesi
nedeniyle anılan Kanun’un 35. maddesi dışındaki maddeler uyarınca tebligat
çıkarılması ve tebligatın yapılamayarak, tebligat memurunca sanığın adresinin
değiştiğinin belirlenmesi ve Tebligat Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28.
maddesinde belirtilen usule uygun olarak yapacağı araştırma sonucunda yeni
adresinin de tespit edilememesi durumunda, tebliğ olunacak evrakının bir
nüshasının eski adrese (bilinen en son adrese) ait binanın kapısına asılması
gerekeceği ve kapıya asma tarihinin tebliği tarihi sayılacağı, bu tebligattan
sonraki tebligatlarında; sanığın adresinin hâlâ bilinememesi durumunda, kapıya
asma usulüyle yapılacağı cihetle yargılama aşamasında sanığın Jandarma Karakol
Komutanlığı aracılığıyla alınan ifadesi sırasında bildirdiği adres olan ....
adresine çıkarılan açıklamalı davetiyenin muhatabın adresten ayrılmış olması
nedeniyle bila tebliğ iadesi üzerine Tebligat
Tüzüğünün 55/2. maddesi yollamasıyla 28. maddesinde belirtilen usule uygun
olarak yapılacak araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi
durumunda anılan Yasanın 35. maddesine göre tebliğ edilmesi gerekirken söz
konusu araştırma yapılmadan doğrudan 35. madde uyarınca tebliğ edildiği ve bu
nedenle hükmün kesinleşmediği anlaşıl[maktadır]..."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ister suç
gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın
isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya parasal müsaderenin
(kazanç müsaderesi) mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir.
Mahkeme, bu suretle yapılan müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
(Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında
mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde
incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No:
41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98,
5/7/2001, §§ 50-51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05,
27/6/2015, §§ 57, 58).
34. Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda
başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafii olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza
mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 euro
tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın
mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına
müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin
Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında
bir "yaptırım" teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale, taraf
devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını
kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan,
§ 58). AİHM para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir
kanuna dayandığını ve yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde
kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan,
§§ 63-64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise
farklı unsurları değerlendirmiştir. Öncelikle duruşmanın ertelenmesini önlemek
amacı vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir
cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir
yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise
başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu
ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme
usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. Mahkeme son olarak
başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya
orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu
yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70).
35. AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin
müsaderesine ilişkin Phillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler
yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı
suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 91.400 sterlin
tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl
süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM, bu cezanın
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin olayda
uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). Mahkeme, ceza mahkemesinin kazanç
müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir "yaptırım/ceza"
olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). Mahkemeye göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci
paragrafı, taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup
uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının
caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan
elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir
itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre
müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 53-54).
36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının
kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir
yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması kişilerin mülkünden yoksun
bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı
usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden
korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı
veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve
itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme
olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu
değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80,
24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, §
89; Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016,
§ 68).
37. Bu bağlamda AİHM'in Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B.
No: 16903/03, 1/4/2010, §§55-65) ile Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan (B. No: 3503/08, 13/10/2015, §§
41-47) kararlarında yargılama sürecine etkin bir biçimde katılmaları imkânı
tanınmadığı tespit edildiğinden başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin
ölçülü olmadığına karar verilmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 14/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu, karşılıksız çek keşide etme suçunu işlediği
gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini
belirtmiştir. Başvurucu; bu mahkûmiyet hükmünün kendisine usulüne uygun olarak
tebliğ edilmediğini, buna rağmen hükmün kesinleştirilerek infaz için
gönderildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu hususu dile getirerek infazın
durdurulması ve kesinleştirme işleminin iptal edilerek itirazlarının
incelenmesini Mahkemeden talep ettiğini ancak Mahkemece bu talepler ile ilgili
bir karar verilmediğini ve yakalama emri çıkarıldığı için söz konusu adli para
cezasını ödediğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu adli para cezasını ödemek
durumunda kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
40. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Başvurunun öncelikle zaman bakımından yetki yönünden
değerlendirilmesi gerekmektedir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 17).
42. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi
olup Anayasa Mahkemesi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık
düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve
kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.
Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine
ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate
alınması gerekir (Ahmet Melih Acar,
B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
43. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak
belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra
gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir.
Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia
olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No:
2013/1566, 10/12/2015, § 31).
44. Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre mülkiyetten yoksun
bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık
eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz. Ancak bunun bir istisnası,
mülkiyet hakkına ilişkin bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat yolunun
zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumudur (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, §§ 114, 116).
45. Başvuru konusu olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde,
karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucuya 11.000 TL adli para cezası
verilmiştir. Mahkeme, başvurucuya kararı 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine
göre tebliğ etmiş olup hükmün 12/6/2008 tarihinde kesinleştiği sonucuna vararak
infaz için kararı 9/7/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
Ancak başvurucu, kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği
iddiasıyla kesinleştirme işleminin iptali ve temyiz taleplerinde bulunmuştur.
Mahkeme başvurucunun bu istemini "eski hâle iade" talebi olarak
nitelendirmiş ve dosyayı Yargıtaya göndermiştir.
Bununla birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kanun değişikliği sebebiyle
dosyayı iade etmiş, Mahkeme ise sonrasında yalnızca uyarlama yönünden
değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla başvurucunun kendisine usulüne uygun
tebligat yapılmadan kararın kesinleşmediği yönündeki iddiası Derece
Mahkemelerince değerlendirilmemiştir.
46. Öte yandan Mahkemece yapılan uyarlama neticesinde 11/6/2012
tarihinde kanun değişikliği nedeniyle karşılıksız çek keşide etme eylemi suç
olmaktan çıkarıldığı için başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek hesabı
açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar verilmiştir.
Başvurucu, kararın infazı aşamasında 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını
ödemiş ancak gerek eski hâle iade talebi gerekse de uyarlama yargılaması
neticesinde verilen karar gereği bu para cezasının ödenmesi talebinde
bulunmuştur. Mahkeme ise 25/10/2013 tarihinde başvurucunun bu talebini
reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise İstanbul 21. Ağır
Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
47. Buna göre öncelikle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali
iddiasına konu kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği yönündeki
şikâyetinin haklı bulunması durumunda Yargıtayın
konuya ilişkin içtihatları gereği öğrenme tarihinin esas alınarak sürecin henüz
kesinleşmemiş olacağı dikkate alınmalıdır (bkz. §§ 29-32). Somut olayda
başvurucunun buna ilişkin talebinin karşılanmadığı ayrıca Mahkemece kanun
değişikliği sebebiyle yapılan uyarlama sonrası başvurucu tarafından yapılan
adli para cezasının iadesi talebinin reddine ilişkin nihai karar tarihi
gözetildiğinde ve esas yönünden aşağıda yapılan açıklamalara göre (bkz. §§
61-75) başvurucunun belirtilen iddialarıyla ilgili sürecin zaman bakımından
yetki dâhilinde sonuçlandığı anlaşılmaktadır.
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
49. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı
sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir
(Mahmut Duran ve diğerleri, B.
No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
50. Somut olayda Mahkemece 17/3/2008 tarihinde başvurucunun
karşılıksız çek keşide etme suçundan 11.000 TL tutarında adli para cezası ile
cezalandırılmasına hükmedilmiş olup başvurucu bu parayı 25/11/2010 tarihinde
ödemiştir. Mahkûmiyet hükmü neticesinde başvurucudan tahsil edilen belirtilen
tutardaki paranın başvurucunun malvarlığına dâhil olduğu kuşkusuz olduğuna göre
bu paranın başvurucu açısından "mülk" teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin Varlığı
51. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
52. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
53. Başvuru konusu olayda başvurucunun karşılıksız çek keşide
etme suçundan adli para cezası ile cezalandırılması yoluyla yapılan müdahalenin
amacı ve sonuçları dikkate alındığında mülkün kamu yararına kullanılmasının
kontrol edilmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
54. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
57. Somut olayda başvuruya konu adli para cezası, dava ve
kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 3167 sayılı mülga Kanun'un
16. maddesinin birinci fıkrasına göre verilmiştir. Söz konusu kanun hükmünün
açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında,
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayandığı kuşkusuzdur.
(2) Meşru Amaç
58. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
59. Kambiyo senetleri arasında düzenlenen çek, temel ilişkide
bir sözleşmenin bulunup bulunmamasından bağımsız olarak kambiyo hukukuna özgü
borç doğuran özel bir havaledir. Çeki elinde bulunduran hamil, keşideci ile lehdar arasındaki temel ilişkiden kaynaklanan bir alacağı
değil doğrudan doğruya çekten doğan bir hakkı iktisap etmektedir. Temelde bir
sözleşme ilişkisinin bulunduğu durumlarda ise çekte bu ilişkiden bağımsız ve
sözleşme olarak nitelendirilemeyecek bir kambiyo taahhüdü söz konusudur.
Borçlu, temel ilişki ne olursa olsun borcunu ödemek için çek kullandığında asıl
borç ilişkisi dışında kambiyo ilişkisi doğmaktadır. Dolayısıyla borçlu ile
alacaklı arasında önceden var olan sözleşme ilişkisinden doğan yükümlülüğün
yerine getirilmemesinden dolayı ceza verilmesi söz konusu olmayıp belirtilen
yükümlülüklere aykırı davranılması eyleminin cezalandırılması amaçlanmaktadır.
Kaldı ki hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde Anayasa'ya ve
ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç
sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı
ve hafifleştirici nedenlerin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunmaktadır (AYM, E.2010/6, K.2011/54, 17/3/2011).
60. Kambiyo senetlerinden olan çekin güvenilir bir ödeme aracı
olmasının ticaret hayatı ve ekonomi sistemi bakımından önemi dikkate
alındığında kambiyo taahhüdüne uyulmamasının cezalandırılmasını amaçlayan başvuruya
konu müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği
değerlendirilmiştir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
61. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
62. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği
kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve
ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil
bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi
durumunda bozulmuş olur (Arif Güven,
B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken
Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer
taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin
davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya
yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif
Güven, § 60; Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08,
20/6/2013, § 44).
63. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
64. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına
yapılan bu müdahale ve sınırlamanın, belirlenen meşru amaç doğrultusunda kanuna
dayalı olarak ölçülülük ilkesi ve kamu yararı ile bireyin hakları arasında
olması gereken adil denge de gözetilerek yapılması zorunludur. Bunun için de
öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin
biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların
makul biçimde karşılanması, ayrıca malikin iyi niyetli olduğunun tespit
edilmesi durumunda zararının tazmini gerekmektedir. Bu gerekliliklere uyulduğu
takdirde mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü olacaktır (Başvurucuya diğer
unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığı için müdahalenin
ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No:
2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde
sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü karar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017,
13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven,
§§ 57-72).
65. Öte yandan tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki
işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere
kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak
yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine
bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir.
Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan
iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan
hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95,
K.2014/176, 13/11/2014).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
66. Başvuru konusu olayda Mahkeme 17/3/2008 tarihinde,
karşılıksız çek keşide etme suçundan başvurucunun 11.000 TL adli para cezası
ile cezalandırılmasına karar vermiştir.Yargılama
sırasında çağrı kâğıdı başvurucunun banka şubesine bildirdiği adresine 7201
sayılı Kanun'un 35. maddesine göre Mahkemece tebliğ edilmiş, karar da aynı
adrese aynı yöntemle tebliğ edilmiştir. Mahkeme bu tebligatı esas alarak hükmün
12/6/2008 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle kararı 9/7/2008 tarihinde
Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu da çıkarılan yakalama emri
üzerine 25/11/2010 tarihinde adli para cezasını ödemiştir.
67. Başvurucu bu adli para cezasını ödemeden önce 30/6/2010
tarihinde Mahkemeye başvurmuş ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Bu
dilekçede kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği belirtilerek temyiz
talebinde bulunulmuştur. Mahkeme ise 29/7/2010 tarihinde, başvurucunun talebinin
5271 sayılı Kanun'un 40. ve 42. maddelerine göre "eski hâle iade"
kapsamında olduğu nitelendirmesiyle dosyayı Yargıtaya
göndermiştir. Ancak bu sırada 5941 sayılı Kanun'da ve 6273 sayılı Kanun ile
değişiklik yapılarak karşılıksız çek keşide etme fiili suç olmaktan çıkarılmış
ve kabahat olarak nitelendirilerek yalnızca "çek düzenleme ve çek hesabı
açma yasağı" idari yaptırımının uygulanması
öngörülmüştür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da bu sebeple dosyayı uyarlama
yapmak üzere 13/3/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine iade etmiştir. Mahkeme
de bunun üzerine 11/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında çek düzenleme ve çek
hesabı açmaktan yasaklanması idari yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir.
68. Bu durumda gerek dosyanın gönderildiği Yargıtayca
gerekse de İlk Derece Mahkemesince başvurucunun kararın kendisine usulüne uygun
olarak tebliğ edilmediği, yapılan kesinleştirme ve infaza gönderme işleminin
kanuna uygun olmadığı yönündeki iddiaları karşılanmamıştır.
69. Her ne kadar başvurucu aynı iddiaları yineleyerek ve
uyarlama sonucu verilen idari yaptırım kararını da gerekçe göstererek adli para
cezasının iadesini talep etmiş ise de Mahkeme, bu talebi 25/10/2013 tarihinde
reddetmiştir. Mahkeme, kararını infaz edilmiş bulunan para cezalarının sonradan
çıkan yasa değişikliği nedeniyle iadesinin mümkün olmadığı gerekçesine
dayandırmıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz da 13/12/2013
tarihinde reddedilmiştir. Buna karşın başvurucunun söz konusu iddiaları bu
kararlarda da karşılanmamıştır.
70. Başvurucunun kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilip
edilmediğine ilişkin iddiaları esas itibarıyla delillerin değerlendirilmesine
ve tebligata dair hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkindir. Anayasa
Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına
yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel başvurunun ikincil doğası
gereği sınırlıdır. Anayasa Mahkemesi belirtilen şikâyetleri ancak Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanında kalan bir temel hak ve hürriyetin ihlaline
yol açabilecek nitelikte olması hâlinde değerlendirebilir.
71. Somut olay bakımından başvurucunun belirtilen şikâyeti,
mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin yargılama sürecinin bütününü
etkileyen önemli ve karşılanması gereken bir iddiadır. Çünkü başvurucunun
mülkiyet hakkına müdahale eden karara karşı savunma ve itirazlarının
incelenmesi, ancak kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesiyle
mümkün olabilir. Bu olayda yargılama sırasında başvurucuya aynı şekilde ve aynı
yöntemle tebligat yapıldığı ve başvurucunun yargılama sürecine de dahil
olamadığı dikkate alındığında, kararın tebliğ edilmesinin önemi artmaktadır.
Buna göre başvurucuya kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinin tespiti
hâlinde ise başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale eden karara karşı itirazları
incelenmemiş olur ki bu durumun müdahaleyi ölçüsüz kılacağı kuşkusuzdur.
72. Mahkeme, infaz edilmiş bir adli para cezasının iade
edilemeyeceği gerekçesine dayanmış ise de başvurucunun -Mahkemenin kendi
nitelendirmesiyle- "eski hâle iade" talebi değerlendirilmemiştir.
Tebligatın usulüne uygun olup olmadığının tespiti, elbette ki delilleri ilk
elden değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama yetkisine sahip olan derece
mahkemelerine düşmektedir. Nitekim Yargıtayın 7201 sayılı
Kanun'un 35. maddesinin uygulanması hakkındaki usule ilişkin çok sayıda kararı
mevcuttur. Kararlarda, sanığın muhatap banka şubesince bildirilen adresine
öncelikle bu madde dışındaki diğer maddelere göre tebligat çıkarılması
gerektiği belirtilmiştir. Yargıtaya göre tebligatın
yapılamaması hâlinde ise tebligat memurunca ilgilinin adresinin değiştiğinin
belirlenmesi ve yine kanun ile ilgili tüzükte belirtilen usule uygun olarak
yapacağı araştırma sonucunda yeni adresinin de tespit edilememesi durumunda
7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebligat yapılabilir. Yargıtayca, bu usule uyulmadan doğrudan anılan maddeye göre
tebligat yapılması kanuna aykırı görülmüştür (bkz. §§ 29-32). Kanunda öngörülen
bütün bu koşulların yerine getirilip getirilmediği derece mahkemelerince tespit
edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin, açık bir keyfîlik
olmadığı veya bariz takdir hatası içermediği sürece derece mahkemelerinin bu
konudaki takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz. Ancak 5271 ve 7201
sayılı Kanunlar çerçevesinde incelenmesi gereken bu talebin hiç
değerlendirilmemiş olması, başvurucuyu mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye
karşı savunma ve itirazlarını sunabilme olanağından yoksun durumda
bırakmaktadır.
73. Üstelik tebligatın usulüne aykırı olduğu tespit edildiği
takdirde yargılama sürecinde yapılan kanun değişikliği de dikkate alındığında
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden adli para cezasının iadesi
de söz konusu olabilecektir. Zira böyle bir durumda mahkûmiyet hükmünün
başvurucunun itiraz talepleri doğrultusunda yeniden incelenmesi söz konusu
olabileceği gibi yargılama sürecinin kesinleşmemesi karşısında kanun
değişikliği sebebiyle başvurucuya adli para cezası verilmesinin mümkün olmadığı
gözetilebilecek, dolayısıyla daha önce ödenmiş olsa bile bu paranın iadesi
gerekebilecektir. Hâlbuki mevcut durumda ise kanun değişikliği sebebiyle
yapılan uyarlamanın kesinleşmiş mahkûmiyet hükmüne etkisinin sınırlı olması
sebebiyle infaz edilmiş cezalar ile ilgili bir değerlendirme yapılmadığı
anlaşılmaktadır. Bu değerlendirme, başvurucunun tebligata ilişkin iddia ve
şikâyetlerinin yersiz olduğunun anlaşılması durumunda yine yapılabilir. Ancak
böyle bir sonuca varabilmek için başvurucu hakkındaki yargılama sürecinin
uyarlamaya konu kanun değişikliği yapılmadan önce nihayete erip ermediği
(kesinleşip kesinleşmediğinin) başvurucunun buna ilişkin itirazlarıyla birlikte
değerlendirilmesiyle mümkün olabilir.
74. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale,
mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesi kapsamında
mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. Müdahalenin
hiçbir hukuki dayanağı olmadan keyfî bir biçimde veya hukuka aykırı olarak
uygulanması durumunda adil olmayacağı kuşkusuzdur. Bu sebeple mülkiyet hakkına
müdahale edilen kişilere bu müdahalenin keyfî olarak veya hukuka aykırı biçimde
uygulandığını etkili biçimde ileri sürebilme olanağı tanınmalıdır. Mülkiyet
hakkı sahibine bu şekilde bir itiraz hakkının tanınmaması müdahalenin ölçüsüz
olmasına yol açar. Müdale, ancak olası keyfî
uygulamalara karşı koyabilecek uygun güvenceleri içeren bir usulün varlığı ve
bu usulüne etkin bir şekilde işletilmesi durumunda Anayasa ile uyumlu olabilir.
Diğer bir deyişle kamu makamları, usule ilişkin güvenceler de dâhil olmak üzere
Anayasa'nın 13 ve 35. maddelerindeki gereklilikleri yerine getirmek kaydıyla
mülkiyet hakkına müdahale edebilirler.
75. Sonuç olarak başvurucunun karşılıksız çek keşide etme
suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin müdahalenin kanuni bir
dayanağının mevcut olduğu ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı da içerdiği
anlaşılmaktadır. Ayrıca mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde bu alanda kamu makamlarının
geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu kabul edilmektedir. Bununla
birlikte başvuru konusu olayda, yargılama sürecine katılamayan başvurucunun,
mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye konu kararın kendisine tebliğ edilmediği
için müdahaleye ilişkin itirazlarının değerlendirilmediği yönünde şikâyeti
bulunmaktadır. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun bu şikâyetini
"eski hâle getirme" olarak nitelendirip incelenmesi için dosyayı Yargıtaya göndermiş ise de gerek Yargıtay gerekse de İlk
Derece Mahkemesince bu şikâyet ile ilgili herhangi bir karar verilmemiştir.
Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale eden kararın usulünce tebliğ
edilip edilmediği ve buna bağlı olarak başvurucunun karara yaptığı itirazların
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği açıklığa kavuşturulmamıştır. Ayrıca bu
sürecin açıklığa kavuşturulması, yapılan kanun değişikliği ile fiilin suç
olmaktan çıkarılması sebebiyle adli para cezasının ödenip ödenmeyeceği (somut
olayda ödenen para cezasının iade edilip edilmeyeceği) bakımından da önem
taşımaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye
yönelik itirazlarının değerlendirilmesi için önem arz eden kararın tebliğine
ilişkin iddialarının karşılanmaması, başvurucuyu müdahaleye ilişkin savunma ve
itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağından yoksun bırakmıştır. Bu
sebeple kamu makamlarınca yapılan müdahale, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve
olağandışı bir külfet yüklenmesine yol açmış, kamunun yararı ile başvurucunun
mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine
bozulmuştur.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
77. Başvurucu, mahkûmiyet hükmünün kanuna uygun olarak tebliğ
edilmeden kesinleştirilerek hakkında yakalama emri çıkarılması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
78. Yukarıda ulaşılan ihlal sonucu dikkate alındığında başvurucuların
diğer iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
79. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
80. Başvurucu tazminat talebinde bulunmuştur.
81. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
82. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 8. Asliye Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların diğer iddialarının İNCELENMESİNE GEREK
OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2012/1096, K.2012/930) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.