TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATMA ALTUNER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/17714)
|
|
Karar Tarihi: 26/10/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Fatma ALTUNER
|
Vekili
|
:
|
Av. Emre
ALTUNSOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hatalı tıbbi uygulamadan doğan maddi zararın tazmini
talebiyle adli yargıda açılan davanın husumet yönünden; idari yargıda açılan
davanın ise süre aşımından reddedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, burun tıkanıklığı ve baş ağrısı şikâyetiyle 2005
yılı Temmuz ayında Tokat Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesine müracaat
etmiştir.
9. Yapılan muayene ve tetkikler neticesinde kulak burun boğaz
uzmanı doktor tarafından 11/7/2005 tarihinde ameliyat edilen başvurucu
14/7/2005 tarihinde hastaneden taburcu edilmiştir.
10. Başvurucu; ameliyat sonrasında şikâyetlerinin geçmediğini,
ayrıca ameliyat nedeniyle burnunun estetik açıdan da bozulduğunu belirterek
yeniden hastaneye müracaat etmiş ve 18/8/2005 tarihinde aynı doktor tarafından
ikinci kez ameliyat edilmiştir.
A. Olayla İlgili Adli
Yargı Süreci
11. Başvurucu; geçirdiği ameliyat neticesinde burnunun estetik
açıdan bozulduğunu, durumun düzeltilmesi amacıyla ikinci kez ameliyat
edildiğini ancak olumlu netice alamadığını, üniversite hastanesinde yapılan
muayenesinde burnunun bir daha tam olarak düzeltilemeyeceğinin ifade edilmesi
üzerine psikolojisinin bozulduğunu belirterek hatalı müdahalesiyle bu duruma
sebep olduğu iddiasıyla ilgili doktor aleyhine 14/11/2006 tarihinde Tokat 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 10.000 TL'lik manevi
tazminat davası açmıştır.
12. Asliye Hukuk Mahkemesince dosya bilirkişi incelemesi için
Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.
13. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 11/5/2007 tarihli
raporunda, 11/7/2005 ve 18/8/2005 tarihlerinde yetersiz lateral
osteotomi uygulanarak burun kökünün normalden daha
geniş ve asimetrik görünmesine, nasal tipte saptanan
kitlesel hipertrofide burun ucunun görüntüsünün
bozulmasına neden olduğundan doktorun eyleminin tıp kurallarına uygun olmadığı
belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi söz konusu bilirkişi raporunu hükme esas
alarak 23/10/2007 tarihli kararıyla başvurucunun manevi tazminat talebini
kısmen (5.000 TL'lik kısım) kabul etmiştir. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
tarafından onanarak kesinleşmiştir.
14. Başvurucu, 2008 yılı Temmuz ayında burnundaki şekil
bozukluğunun düzeltilmesi için özel bir hastanede ameliyat olmuştur. Başvurucu
söz konusu ameliyat için harcadığı 5.000 TL’nin ilk ameliyatını gerçekleştiren
doktordan tahsiline karar verilmesi talebiyle 4/9/2008 tarihinde Tokat Sulh
Hukuk Mahkemesinde (Sulh Hukuk Mahkemesi) maddi tazminat davası açmıştır.
15. Sulh Hukuk Mahkemesi Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin bozma
ilamına uyarak verdiği 10/9/2013 tarihli kararla davayı husumet yönünden
reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davalarının kamu
görevlisine rücu edilmek kaydıyla idare aleyhine açılabileceği belirtilmiştir.
16. Karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25/11/2013 tarihli
kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
17. Nihai karar 11/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
B. Olayla İlgili İdari
Yargı Süreci
18. Başvurucu, Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/9/2013 tarihli kararı
(bkz. § 15) üzerine 17/9/2013 tarihinde Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna
başvurmuş, 2005 yılında Tokat SSK Hastanesinde hatalı şekilde ameliyat
edilmesinden dolayı burnunda meydana gelen şekil bozukluğunun düzeltilmesi için
özel bir hastanede yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını belirterek söz
konusu ameliyat için harcadığı 5.000 TL’nin idarenin hizmet kusuru sebebiyletazmin edilmesi talebinde bulunmuştur.
19. Başvurucu, başvurunun zımnen reddi üzerine 20/12/2013
tarihinde Tokat İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumuna karşı maddi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır.
20. İdare Mahkemesi davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
26/12/2013 tarihli kararın gerekçesinde, davanın idari eylemden doğan bir tam
yargı davası niteliğinde olduğu, başvurucunun, burun ameliyatında kusurunun bulunduğu
iddiasıyla ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde
manevi tazminat davası açtığı 14/11/2006 tarihi itibarıyla idari eylemden
haberdar olduğu, bu tarihten itibaren 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde öngörülen bir yıllık süre geçtikten
sonra 17/9/2013 tarihinde tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen
reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.
21. Karar, Sivas Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare
Mahkemesi) 17/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
22. Başvurucunun karar düzeltme istemi Bölge İdare Mahkemesinin
25/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
23. Nihai karar 24/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 12/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
25. 2577 sayılı Kanun'un
"Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"1. İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı
mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan
idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye
başvurma şartı aranmaz."
2. Danıştay İçtihadı
26. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde
öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur."
27. Aynı Dairenin 11/2/2015 tarihli ve E.2012/8184, 2015/368
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı Yasa'nın 13. Maddesinde ,idari
eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemi öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl
içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için
öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin hangi tarihten itibaren başlatılacağı
zaman zaman duraksamalara yol açtığından, irdelenmesi gerekmektedir.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari
eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam
yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem; idarenin işlevi sırasında bir hareketi,
bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan ,başka bir deyişle
öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları
anlatır.
Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa'nın 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hakarama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar
verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine
erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak
dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna
ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık,
B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 28-36). AİHM'e göre
mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında
mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen
genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin
lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek
birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin
6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
30. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya
da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasıyla
uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem
Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 19; Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
31. AİHM; dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin
yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin
görevi olduğunu belirtmekte, AİHM'in rolünün bu
yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup
olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren
kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına
işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin
ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması
gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM; bu bağlamda her bir olayın, somut
başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci
fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını
çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
32. AİHM; bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi
için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten
kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM; kuralların, belirliliği ve iyi
adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde vedavaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara
bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri
durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir
(Eşim/Türkiye, § 21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 26/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yargı Sürecine
İlişkin İhlal İddiaları
34. Başvurucu, Yargıtayın yerleşik
içtihadına göre hatalı tıbbi uygulamadan doğan zararın tazmini talebiyle ilgili
doktor aleyhine açılan tazminat davalarının adli yargıda görüldüğünü,
kendisinin de bu içtihada dayanarak adli yargıda doktor aleyhine maddi tazminat
davası açtığını belirtmektedir. Başvurucu, Yargıtayın
öngörülemez bir şekilde yerleşik içtihadından döndüğünden şikâyet etmekte, bu
içtihada istinaden derece mahkemesinin işin esasına girmeksizin husumet
yönünden davasını reddetmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun; başvuru yollarının
tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
36. Somut olayda nihai kararın (Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin
25/11/2013 tarihli kararı) tebliğ edildiği tarih olan 11/2/2014 tarihinden
itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 12/11/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. İdari Yargı Sürecine İlişkin İhlal İddiaları
1. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, hatalı tıbbi uygulamadan dolayı uğradığı zararın
hizmet kusuru sebebiyle idare tarafından tazmini istemiyle açtığı tam yargı
davasının süre aşımından reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve
Hakkın Kapsamı
41. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
42. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden fayadalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya
koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil
yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
43. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
44. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
45. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
46. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak
Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı
bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1)Kanunilik
47. Başvurucunun idari eylemden doğan zararının tazmini
istemiyle açtığı davanın süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine
ilişkin Mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayandığı
görülmektedir. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
48. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması
mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu
kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama
nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma
hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin, hak
arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm
alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın
13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9,
10/2/2016, § 10).
49. İdarenin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında
kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari işlem ve eylemlere karşı yapılacak
başvurular ve açılacak davalar kanunlarla belli sürelere bağlanmıştır (aynı
yönde karar için bkz. Mohammed Aynosah, § 39).
Diğer yandan idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalar için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder
(AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17). Dolayısıyla bu tür durumların
önlenmesi bakımından idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre
koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
(3)Ölçülülük
50. Bireysel başvuruya konu olayda hatalı tıbbi uygulama
nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın hizmet kusuru ilkesi uyarınca
tazmini istemiyle Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna karşı açılan davada İdare
Mahkemesinin dava açma süresini, aynı maddi olgudan dolayı ameliyatı
gerçekleştiren doktor aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat
davasının açıldığı tarihten başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle
reddetmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin
ölçülü olup olmadığının incelenmesi gerekir.
(a)Genel İlkeler
51. Ölçülülük ilkesi "elverişlilik", "gereklilik"
ve "orantılılık" olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.
"Elverişlilik" öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmasını, "gereklilik" ulaşılmak istenen
amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir
müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, "orantılılık" ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2013/66, K.2014/19,
29/1/2014; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
52. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
53. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik
ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak
mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş.
Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
54. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava
açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak kadar kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın
konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı
gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen
sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına,
gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle
orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban, [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017,
§ 64).
55. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye
erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır. Bu kapsamda dava açma süresinin, hak sahibinin henüz dava
hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar
olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye
başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini
zedeleyebilir (Yaşar Çoban, §
65).
56. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun
hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı
şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte
mahkemelerin, sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum
kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini
bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden
olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki
güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge
gözetilmelidir (Yaşar Çoban, §
66).
(b)İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Başvurucu, hatalı tıbbi uygulama nedeniyle uğradığı maddi
zararın tazmini istemiyle 4/9/2008 tarihinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı
davanın husumet yönünden reddedildiğini, bu kararın kesinleşmesi üzerine yasal
süresi içerisinde İdare Mahkemesinde idare aleyhine tam yargı davası açtığını
belirtmektedir. Başvurucu, İdare Mahkemesinin dava açma süresinin
hesaplanmasına ilişkin hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması
neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenemediğinden yakınmaktadır.
58. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 26, 27) Danıştay içtihadında
ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini
istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi
için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında
illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
59. İdare Mahkemesi somut uyuşmazlığı, idari eylemden -hatalı
tıbbi uygulama- doğan bir tam yargı davası olarak nitelemiş ve yargılamada
uygulayacağı dava açma süresine ilişkin Kanun hükmünü de bu nitelemeye uygun
olarak belirlemiştir (bkz. § 20). İlgili Kanun hükmünü uygularken de
başvurucunun en geç, ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine Asliye Hukuk
Mahkemesinde manevi tazminat davası açtığı 14/11/2006 tarihi itibarıyla idari
eylemden haberdar olduğunu kabul etmiştir.
60. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun tam yargı davası
açmasının sebebi, tıp kurallarına uygun olmayan şekilde gerçekleştirilen
ameliyat nedeniyle maddi varlığının zarara uğradığı iddiasıdır. Dolayısıyla
idari yargıda tam yargı davası açılması için gerekli koşullar olan; idari eylem
(hatalı tıbbi uygulama), bu eylem nedeniyle uğranılan maddi zarar ve eylem ile
zarar arasındaki illiyet bağı koşullarının tümünün oluştuğunun, İdare Mahkemesi
tarafından dava açma süresine esas alınan Asliye Hukuk Mahkemesinde doktor
aleyhine manevi tazminat davasının açıldığı 14/11/2006 tarihi itibarıyla
başvurucu tarafından bilinip bilinmediğinin ya da bilinmesi gerekip
gerekmediğinin ortaya konulması, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal
edilip edilmediğinin tespiti açısından önem arz etmektedir.
61. Başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu 14/11/2006
tarihli dava dilekçesinde, Tokat SSK Hastanesinde geçirdiği ameliyat
neticesinde burnunun estetik açıdan bozulduğunu, durumun düzeltilmesi amacıyla
ikinci kez ameliyat edildiğini ancak olumlu netice alamadığını, üniversite
hastanesinde yapılan muayenesinde burnunun bir daha tam olarak
düzeltilemeyeceğinin tarafına bildirildiğini ifade ettiği görülmektedir. Buna
göre başvurucunun hatalı ameliyat neticesinde ve ameliyatın hemen akabinde
gözle görülebilir/farkedilebilir şekilde burun
estetiğinin bozulduğu, nitekim bu hususun başvurucu tarafından da kabul
edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla somut olayda idari eylemin yol açtığı
zarar, eylemin gerçekleşmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Öte yandan
başvurucunun olay nedeniyle uğradığı maddi zarar (ileride geçirmesi gereken
operasyonlar nedeniyle katlanacağı maliyet gibi) ve bu zararı gidermeye yönelik
tazminat tutarı zararın oluştuğu tarih itibarıyla tazminat hukuku ilkeleri
uyarınca belirlenebilir, ölçülebilir ve hesaplanabilir niteliktedir. Ayrıca söz
konusu ameliyatın bir kamu hastanesi bünyesindeki kamu görevlisi sıfatını haiz
doktor tarafından gerçekleştirilmiş olması ve başvurucunun ameliyatın
gerçekleştirildiği hastanenin kamu hastanesi olduğunu bildiği noktasında tartışma
bulunmaması karşısında, yerleşik Danıştay içtihadına göre eylemin idariliği konusunda da tereddüte
mahal bırakacak bir husustan söz edilemez. Bu tespitlere göre başvurucunun,
somut olayda hizmet kusuru ilkesine göre idare aleyhine tam yargı davası açılması
için gerekli olan; idari eylemin varlığı, zarar, eylem ile zarar arasında
illiyet bağı koşullarının tümünün oluştuğundan Asliye Hukuk Mahkemesinde doktor
aleyhine manevi tazminat davası açtığı 14/11/2006 tarihi itibarıyla haberdar
olduğu sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla İdare Mahkemesinin dava açma süresinin
başlangıcına esas aldığı tarih itibarıyla başvurucunun idari yargıda tam yargı
davası açılması için gerekli koşulların oluştuğunu bilmediğinden söz edilemez.
Öte yandan başvurucunun 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca14/11/2006
tarihinden itibaren bir yıllık süre içinde idareye ya da görevsiz yargı
merciine herhangi bir müracaatının olmadığı da açıktır.
62. Bu durumda, somut olayın özel koşullarında İdare
Mahkemesinin 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde düzenlenen dava açma süresinin
başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili yorumunun başvurucunun dava açmasını
aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yorum
olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adli yargı sürecine ilişkin ihlal iddialarının süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. İdari yargı sürecinde mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.