TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KAMİL UÇAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/18122)
|
|
Karar Tarihi: 20/9/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Kamil UÇAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar
verilmesi; esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplanmaması ve
yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Trabzon'da faaliyet gösteren G.. Pazarlama ve
Ticaret A.Ş.deki (Şirket) hisselerini 11/9/2002
tarihinde Şirketin diğer ortakları ile üçüncü bir şahsa devretmiştir.
9. Başvurucu 1999 yılından ortaklıktan fiilen ayrıldığı
17/9/2002 tarihine kadarki dönemde Şirkete borç olarak verdiği parayı tahsil
edemediğini iddia ederek Şirket aleyhine 14/3/2003 tarihinde Trabzon Asliye
Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır.
10. Mahkeme 16/2/2005 tarihli kararında başvurucunun davalı Şirketin
ortağı ve yöneticisiyken varılan mutabakat gereği 17/9/2002 tarihinde davalı
Şirketle ilişkisini kestiğini, anlaşma gereğince kişisel alacağı da dâhil olmak
üzere tüm haklarının kendisine ödendiğini, bunun dışında herhangi bir
alacağının kalmadığını, başka alacağı varsa bunun da belge ile kanıtlanması
gerektiğini, yargılamada buna ilişkin herhangi bir kayıt ya da belgenin
sunulmadığını, davalı vekilinin 13.500 Amerikan dolarına ilişkin beyanının
genel hesaplama bağlamında bir açıklama niteliğinde olduğunu, ikrar ve kabul
anlamına gelmediğini belirterek davayı reddetmiştir.
11. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 24/4/2006
tarihli kararında davacı ile gerçek kişiler arasında yapılan devir
sözleşmesinin ve bu sözleşme uyarınca davacı tarafından tahsil edilen alacağın
dava konusu alacakla ilgisinin bulunmadığı, davacı tarafın Şirket defterlerine
dayandığı, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının belgeye
dayanmadığı, bu nedenle Şirket defter kayıtlarına itibar edilemeyeceği, Şirket
defterlerinin salt başvurucu tarafından tutulduğu belirtilerek itibar
edilmemesinin doğru olmadığı, Şirket defterlerinin yönetim kurulunun
sorumluluğunda olduğunun gözönüne alınması gerektiği,
bu açıdan davacı tarafından ödünç verildiği iddia edilen paraların Şirket
yararına sarfedilip edilmediği, Şirket borçlarının
karşılanıp karşılanmadığı ya da sarfedilen başka
yerler varsa bunların belirlenebilir olup olmadığı ve bu durumların bilançoda
görülüp görülmediğinin tespit edilmesi gerektiği ayrıca bilançoda görülüyorsa
genel kurulda kabul edilip edilmediği hususların araştırılarak sonucuna göre
karar verilmesi gerektiğinden bahisle hüküm bozulmuştur.
12. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 18/1/2007 tarihli kararı
ile reddedilmiştir.
13. Bozma kararına uyan Mahkemece yapılan yargılamada bilirkişi
heyetinden ek rapor aldırılmış, Mahkeme 25/7/2007 tarihli kararındabaşvurucunun
davalı Şirketin ortağı ve yöneticisiyken varılan mutabakat gereği 17/9/2002
tarihinde davalı Şirketle ilişkisini tamamen kestiğini, anlaşma gereğince
kişisel alacağı da dâhil olmak üzere tüm haklarının kendisine ödendiğini, bunun
dışında herhangi bir alacağının kalmadığını, başka alacağı varsa bunun da belge
ile kanıtlanması gerektiğini, bilirkişi kurulunun ek raporunda belirtilen 7.354
TL alacağa ilişkin belgelerin yetkili imza taşımayan geçersiz tahsil ve tediye
fişinden ibaret olduğunu, alacağın varlığının başkaca delille ispalanamadığını, 13.500 Amerikan dolarına ilişkin
beyanının genel hesaplama bağlamında bir açıklama niteliğinde olduğunu, ikrar
ve kabul anlamına gelmediğini belirterek davayı reddetmiştir.
14. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2/3/2009
tarihli kararında, Mahkemece bozma ile başvurucu lehine kesinleşen hususların
gözetilmesi ve bilirkişi raporuna yapılan itirazın üzerinde yeterince
durulması, bozma ilamının gereklerinin tam olarak yerine getirilmesi, denetime
elverişli yeni bir bilirkişi kurulu raporu alınması ve sonucuna göre bir karar
verilmesi gerekirken bozma ilamı ile çelişen bilirkişi raporuna itibar edilmesi
sonucu eksik inceleme ile karar verilmenin usul ve kanuna aykırı olduğu
belirtilerek hüküm bozulmuştur.
15. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/12/2009 tarihli
kararı ile reddedilmiştir.
16. Bozma ilamına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen
11/12/2012 tarihli kararda, alacak talebi konusunun başvurucunun haricen davalı
Şirkete verdiği borç para olduğunun uyularak kesinleşen Yargıtay kararı ile
sabit hâle geldiği, birden fazla bilirkişi heyetinden rapor ve ek rapor
aldırıldığı, alınan raporlardan yalnızca hukukçu bilirkişi Y.R., muhasebeci
bilirkişiler A.D. ve A.D.nin oluşturduğu heyette iki
bilirkişinin alacağın mevcut olduğu yönünde görüş bildirdikleri, diğer tüm
bilirkişi rapor ve ek raporlarında alacağın bulunmadığının belirtildiği, son
olarak alınan heyet raporunda başvurucunun alacağının başvurucunun Şirketteki
hisselerini devrettiği dönemle Şirketten fiilen ayrıldığı dönem arasında
görünürde bir alacağın meydana geldiği, Şirket defterlerinin başvurucu
tarafından tutulduğu, devri de başvurucunun gerçekleştirdiği, Şirket
defterlerinin usulüne uygun tutulmadığı, bu hâliyle tacir aleyhine hüküm teşkil
edeceği, bu durumun ileri sürülmesinin kötü niyet oluşturacağı, yine
başvurucunun Şirket hisselerine karşılık verilen senetlerin tahsiline kadar
başvurucunun herhangi bir alacak iddiasında bulunmadığı hususlarının
belirtildiği, son bilirkişi raporunun Mahkemece uygun görüldüğü belirtilerek
dava reddedilmiştir.
17. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 4/3/2014 tarihli
kararında, Mahkemece yargılamanın bozma kararına uyularak yapıldığı
belirtilerek Mahkemenin gerekçesine atıfta bulunmak suretiyle hükmü onamıştır.
18. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/9/2014 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
19. Ret kararı 20/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
19/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 20/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
21. Başvurucu Mahkemenin gerekçeli kararının dosyadaki maddi
olguları ve vakıaları karşılamadığını, somut kanıtlara karşın bilirkişi
raporundaki soyut mesnetsiz değerlendirmelere neden itibar edildiği hususuna
cevap verilmediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
22. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı
hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok
kararında, gerekçeli karar hakkının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesinin 1 numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında yer aldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gerekçeli karar hakkının Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği kabul edilmelidir.
23. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek
mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın
bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
24. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
25. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan
anlaşılmalıdır.
26. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
27. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
28. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (Yasemin Ekşi, §
57).
29. Somut olayda Trabzon Asliye Ticaret Mahkemesine açılan
davada Mahkemece verilen ret kararının (bkz. § 10) Yargıtay 11. Hukuk
Dairesinin 24/4/2006 tarihli kararında belirtilen ayrıntılı değerlendirmeyle
(bkz. § 11) bozulduğu, bozmadan sonra yapılan yargılama sonucu verilen ret
kararının Yargıtay 11. Hukuk Dairesince bir kez daha bozulduğu (bkz. § 14),
Mahkemece bozma ilamına uyularak yeniden bilirkişi heyetine rapor aldırıldığı
ve davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve savunmaların gerekçeli kararda
tartışılarak (bkz. § 16) 11/12/2012 tarihinde davanın reddine karar verildiği,
Yargıtay tarafından da Mahkemenin gerekçesine atıfta bulunularak hükmün
onandığı ve karar düzeltme talebinin reddedildiği anlaşılmıştır. Bu açıdan
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
31. Başvurucu davalı Şirkete borç para verdiği hususunun Şirket
kayıt ve tasdikli bilançoları, yönetim kurulu kararı ve diğer somut delillere
göre sabit olduğu hâlde Mahkemece tamamen soyut, keyfî, delilsiz, önyargılı
bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddedildiğini, iki kez Yargıtay bozma
kararına konu olmuş eski bilirkişi raporuna dayanılarak usul olarak kazanılmış
hak ilkesinin ihlal edildiğini, Mahkemenin hükme esas aldığı raporda geçen
hususların gerçeklikten uzak ve temelsiz olduğunu, bu nedenle kararın usul ve
kanuna aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve
sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
33. Başvurucunun ihlal iddiaları, yukarıda belirtilen içtihat
kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu
ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, ilgili Kanun hükümlerini
somut olay çerçevesinde değerlendirmek (bkz. § 16) suretiyle davanın reddine
karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından hukuk kurallarının ve
delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görüldüğü gibi Mahkeme
kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken, sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
39. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 14/3/2003 tarihinde Trabzon
Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan alacak davasında yargılamanın, Yargıtay 11.
Hukuk Dairesinin 16/9/2014 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin
kararla tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle yargılamanın bu kadar uzun
sürmesi gerektirecek karmaşık niteliği bulunmayan ve başvurucunun yargılamanın
uzamasında önemli bir etkisinin de tespit edilmediği başvuru konusu davada
yaklaşık 11 yıl 6 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak
gerekir.
40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
42. Başvurucu yeniden yargılamaya ve 50.000 TL maddi, 30.000 TL
manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
43. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
44. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir. Bununla birlikte ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 16.800 TL manevi tazminat ödenmesine
karar vermek gerekmiştir.
45. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 16.800 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Trabzon Asliye Ticaret Mahkemesine
(E.2009/277 K.2012/254 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.