TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET YILDIRIM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/18135)
|
|
Karar Tarihi: 20/9/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet
YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Güray
GÜNEŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde sözleşmeli
istihkâm uzman çavuş olarak görev yapmaktayken bağlı olduğu birlik komutanlığı
tarafından yayımlanan haftalık eğitim uygulama emriyle kışla içerisindeki sivil
otopark yeri zemin dolgu ve düzeltme faaliyetini yürütmek üzere
görevlendirilmiştir.
9. Başvurucu, söz konusu görevi ifa ederken kullandığı kamyonun
damperinin açılması sonucu meydana gelen kaza neticesinde yaralanmıştır.
10. Gördüğü tedaviler sonucunda Ankara Gülhane Askerî Tıp
Akademisi (GATA) Hastanesi tarafından düzenlenen 9/8/2012 tarihli sağlık
raporuyla başvurucu hakkında, vertabra füzyon
ameliyatlısı teşhisine istinaden "TSK'da görev yapamaz." kararı
verilmiştir.
11. Söz konusu raporun Millî Savunma Bakanlığınca (MSB)
1/10/2012 tarihinde onaylanıp kesinleşmesinin ardından 14/3/2013 tarihinde
sağlık nedeniyle başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir.
12. Başvurucu, TSK'da görev yapma niteliğini kaybetmesine ve
ilişiğinin kesilmesine sebep olan rahatsızlığının görevi sırasında ve görevi
nedeniyle geçirdiği kaza sonucu meydana geldiğini belirterek bu olaydan ötürü
uğradığı zararların karşılanması talebiyle 9/12/2013 tarihinde idareye
başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 28/2/2014 tarihinde Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
13. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararla
davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 12/3/2014 tarihli ve E.2014/430,
K.2014/340 sayılı kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir:
Öncelikle davanın idari eylemden doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu
tespit edilmiştir. AYİM'in yerleşik içtihadına göre
başvurucunun, TSK'da görev yapamayacağının tespit edildiği sağlık raporunun
kesinleştiği 1/10/2012 tarihinden itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 43. maddesi uyarınca bir yıllık süre
içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun
ise bu süreyi geçirdikten sonra 9/12/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu
başvurunun zımnen reddi üzerine 28/2/2014 tarihinde açtığı davanın süresinde
olmadığı ifade edilmiştir.
14. Karşıoyda ise dava açma süresinin
zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren başlatılması gerektiği belirtilmiştir.
Sağlık raporunun onaylanması ile başvurucunun rahatsızlığının tespit edildiği
ancak bu rapora rağmen idarenin tasarrufu ile göreve devam etmesi mümkün
olabileceğinden henüz zararın oluşmuş sayılamayacağına dikkat çekilmiştir.
Başvurucunun TSK'dan ilişiğinin kesildiği 14/3/2013 tarihi itibarıyla zararın
oluştuğunu öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, dolayısıyla bu tarihten
itibaren bir yıllık süre içerisinde yapılan zorunlu idari başvurunun ve
akabinde açılan davanın süresinde olduğu ifade edilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/9/2014
tarihli ve E.2014/1231, K.2014/1255 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucuya 20/10/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 19/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 1602 sayılı Kanun’un 43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,...
bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin
doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B.
No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel
hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir
yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
21. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin
tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen
(çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir
durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
22. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No:
8225/78,28/5/1985, § 57).
23. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve diğerleri/Birleşik Kralık, B.
No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
24. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51).
25. AİHM, Eşim/Türkiye (B.
No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen
başvuranın mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu
değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine
getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi
uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askerlikle
ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş
dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin
olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında
mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak
amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada
AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava
açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
26. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmaması tartışma
konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının
beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi
yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı
zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın
esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye,
§§ 23, 25, 26).
27. AİHM, Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre (B.No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/2014) başvurusunda da Eşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını
sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar,1965 yılından 1978 yılına kadar
çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan hastalık
nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır. Olayda
hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve başvuranların
mirasçısı 25/10/2005 tarihinde işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası
açmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin zararın
ortaya çıktığı andan değil olayın oluş anından itibaren başlayacağını
belirterek davacının 1995 yılından sonra amyanta maruz kalmadığını, 1995'ten
önceki olaylar açısından ise taleplerin zamanaşımına uğradığına karar
vermiştir.
28. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların,
amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis
edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere
sistematik olarak uygulanmasının, bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde
ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir.
AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu
bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin
zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek
zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz
konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar
vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§
77,78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 20/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, askerî hizmetin yürütülmesi sırasında geçirdiği
kaza neticesinde TSK'da görev yapma niteliğini kaybedecek şekilde yaralanması
sebebiyle uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı
nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş;
tazminat ve yeniden yargılama taleplerinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
31. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve
Hakkın Kapsamı
33. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B.No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
34. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden fayadalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya
koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma
hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896,
23/2/2016, § 33).
35. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
36. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
37. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik
ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak
mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel
Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
38. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
40. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
41. Başvurucunun idari eylemden doğan zararının tazmini
istemiyle açtığı davanın, dava açılmadan önce yapılması zorunlu idari
başvurunun bir yıllık süre içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine
ilişkin Mahkeme kararının 1602 sayılı Kanun'un 43. maddesine dayandığı
görülmektedir. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
42. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması
mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu
kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama
nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma
hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin, hak
arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm
alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın
13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9,
10/2/2016, § 10).
43. İdarenin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında
kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idariişlem ve
eylemlere karşı yapılacak başvurular ve açılacak davalar kanunlarla belli
sürelere bağlanmıştır (Aynı yönde karar için bkz. Mohammed Aynosah, § 39). Diğer yandan
idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalar için tanınan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder
(AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17). Dolayısıyla bu tür durumların
önlenmesi bakımından idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre
koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
(3)Ölçülülük
44. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun askerî hizmetin
yürütülmesi sırasında geçirdiği kaza neticesinde TSK'da görev yapma niteliğini
kaybedecek şekilde yaralanması sebebiyle uğradığı zararın tazmini istemiyle
açılan davada, AYİM'in dava açma süresini sağlık
raporunun kesinleştiği tarihten başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle
reddetmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin
ölçülü olup olmadığının incelenmesi gerekir.
(a) Genel İlkeler
45. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13.
maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye
erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.
46. İdarenin birtakım işlemler tesis etmek veya eylemlerde
bulunmak suretiyle yürüttüğü kamu hizmetlerinin düzenliliğini ve sürekliliğini
sağlamak amacıyla getirilen dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını
belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine
aittir. Bireysel başvuruda ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin
başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi
bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma
süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece
mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın
koşulları ışığında incelemektir.
47. Bu bağlamda mahkemelerin dava açma süresinin başlatılması
gereken tarih ile ilgili yorumlarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki
güvencelerden mahkemeye erişim hakkı yönünden dava açmayı imkânsız kılmaması ya
da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Bu yoruma ilişkin değerlendirmenin
yapılmasında ise başvurucuların, dava açılmasına sebep olan ve uyuşmazlığın
temelini teşkil eden olgudan ne zaman haberdar olduğu ya da haberdar olması
gerektiğinin gerçekçi bir yaklaşım izlenerek makul ve kabul edilebilir ölçüt ve
tespitlerle ortaya konulmuş olup olmadığı hususu önem taşımaktadır.
48. Bu itibarla derece mahkemelerinin, uyuşmazlığın dayanağını
teşkil eden olgunun öğrenildiği tarih ile ilgili her somut olay özelinde
bireyselleştirilmiş bir değerlendirme yapma yolunu tercih etmeleri mahkemeye
erişim hakkının korunmasına yönelik en uygun yaklaşım tarzı olacaktır. Aksi
düşüncenin kabulü ile sadece uyuşmazlığın konusuna ya da davanın türüne göre
genel ve ilkesel bir yaklaşım benimsenerek varsayımdan hareketle olgunun
öğrenildiği, dolayısıyla dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi
ve bu yoruma göre geçen süreden sonra öğrenilmiş bir olguya dayalı olarak dava
açılamayacağının kabul edilmesi dava açılmasını aşırı derecede zorlaştıracak ve
hatta imkânsız hâle getirebilecektir. Bir başka ifadeyle derece mahkemesi
kararlarında başvurucuların uğradıklarını ileri sürdükleri zararı öğrendikleri
veya öğrenmeleri gereken tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava
açma süresine ilişkin bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre
yönünden reddedilmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
49. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda ortaya koyduğu
içtihada göre kişinin idari eyleme ilişkin tam yargı davası açma hakkını, idari
eylem nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve uğradığı zararın hangi sebep
veya sebeplerden kaynaklandığını gerçekte değerlendirebildiğinde kullanabilmesi
gerekir (Kemal İnan, B. No:
2013/1524, 6/10/2015; Haluk Pek, B.
No: 2013/9094, 4/2/2016; Nahit Aydın, B.
No: 2013/4072, 6/1/2016; Sezai Balta, B. No: 2013/8834, 4/2/2016; Mesut Ekinci, B. No: 2014/956, 18/5/2016).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
50. Başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma
süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette
bulunmamıştır. Başvurucu, anılan sürenin başlangıç tarihi olarak sağlık
raporunun onay/kesinleşme tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını
ihlal ettiğinden yakınmaktadır. Başvurucu ayrıca, söz konusu sağlık raporuna
rağmen idarenin tasarrufu ile görevine devam etmesi mümkün olduğundan zararın
öğrenilme tarihi ve dolayısıyla dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
TSK'dan ilişiğinin kesildiği tarihin esas alınması gerektiğini ileri
sürmektedir.
51. Olayda, gördüğü tüm tedaviler sonucunda başvurucu hakkında
9/8/2012 tarihli sağlık raporuyla "TSK'da görev yapamaz." kararı
verilmiştir. Söz konusu raporun 1/10/2012 tarihinde MSB tarafından onaylanıp
kesinleşmesinin ardından başvurucunun 14/3/2013 tarihinde TSK'dan ilişiği
kesilmiştir. Başvurucu, olay sebebiyle uğradığı zararların karşılanması
talebiyle 9/12/2013 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine
28/2/2014 tarihinde AYİM'de dava açmıştır.
52. AYİM, başvurucunun sağlık raporunun kesinleştiği 1/10/2012
tarihinden itibaren yasal süresi içerisinde dava açmadığını belirtmiştir.
53. AYİM'in başvuruya dayanak kararı
incelendiğinde TSK'da görev yapma niteliğini kaybetme sonucunu doğuran bir
idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan davalarda dava
açma süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi noktasında genel ve ilkesel bir
yaklaşım benimsendiği; bu bağlamda tam yargı davası açılması için gerekli
koşulların, ilgilinin TSK'da görev yapamayacağının tespit edildiği sağlık
raporunun onay/kesinleşme tarihi itibarıyla öğrenilmiş sayılması gerektiği
şeklinde bir kabulden hareket edildiği görülmektedir. Bu ilke uyarınca
değerlendirme yapıldığından başvurucunun tam yargı davası açmasına sebep olan
olguyu gerçekte ne zaman öğrendiği veya öğrenmesi gerektiğiyle ilgili somut
olayın koşulları çerçevesinde ayrıca bir irdelemeye gidilmediği
anlaşılmaktadır.
54. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun tam yargı davası
açmasının sebebi, TSK'da yürüttüğü görev sırasında ve görevi sebebiyle
geçirdiği kaza sonucu TSK'da görev yapabilme niteliğini kaybedecek şekilde bir
maluliyete uğramış olmasıdır. Dolayısıyla uyuşmazlığın temelini teşkil eden
"TSK'da görev yapabilme niteliğini kaybetme" olgusunun, AYİM
tarafından dava açma süresinin başlangıcına esas alınan sağlık raporunun
kesinleşme tarihi itibarıyla başvurucu tarafından bilinip bilinmediğinin ya da
bilinmesi gerekip gerekmediğinin ortaya konulması başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespiti açısından önem arz etmektedir.
55. Bireysel başvuruya dayanak davada AYİM söz konusu sağlık
raporuna, başvurucunun zarara uğradığını değerlendirebilmesi noktasında önem
atfetmiş ve dava açma süresinin başlangıcına bu raporu esas kabul etmiştir.
Ancak AYİM dava açma süresini söz konusu raporun onaylanarak kesinleştiği
tarihten başlatmıştır. Bununla birlikte söz konusu raporun onaylanarak
kesinleşmesinin idarenin iç işleyişine ilişkin bir mesele olduğu, başvurucunun
bu sürece bir dahlinin bulunmadığı dikkate alındığında idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın değerlendirilmesi noktasında önem atfedildiği anlaşılan söz
konusu sağlık raporundan sadece onay işlemi ile haberdar olma durumunun
gerçekleşmeyeceği açıktır. Dolayısıyla dosya kapsamında kesinleşmiş sağlık
raporunun başvurucuya ayrıca tebliğ edildiğine ya da başvurucunun bir şekilde
söz konusu rapora vâkıf olduğuna dair bir bulguya rastlanmadığı sürece sağlık
raporunun kesinleşme tarihi itibarıyla başvurucunun zarara uğradığını
değerlendirebilmesi gerektiğinin söylenemeyeceği sonucuna varılmıştır. Bu
bağlamda somut olayda gıyabında kesinleşen sağlık raporunun başvurucuya tebliğ
edilmediği görülmekte olup dolayısıyla somut olayın koşulları çerçevesinde
başvurucunun, idari eylemden kaynaklı tam yargı davası açılması için gerekli
olan; eylemin idariliği, zarar, eylem ile zarar
arasında illiyet bağı koşullarının tümünün oluştuğundan sağlık raporunun
kesinleştiği tarih itibarıyla haberdar olduğunun kabulüne imkân bulunmamaktadır.
56. Bu durumda AYİM'in, başvurucunun
uğradığını ileri sürdüğü zararı öğrendiği veya öğrenmesi gerektiği tarih
hakkında somut olayın özel koşullarında bir araştırma yapmaksızın dava açma
süresinin, uğranıldığı ileri sürülen zararın öğrenilmesine imkân tanımayan ve
başvurucunun bilgisi dışında gerçekleşen sağlık raporunun onay tarihinden
itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili kategorik yorumunun dava açılmasını
aşırı derecede zorlaştıracak nitelikte katı bir yorum olduğu
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından
reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
57. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
58. Başvurucu, AYİM'in aynı
nitelikteki uyuşmazlıklarda farklı yönde verdiği kararlar olduğunu belirterek
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
59. Somut başvuruya konu AYİM kararının Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından
başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetler hakkında ayrıca değerlendirme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
61. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
62. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
63. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili idari
yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından
yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK
BULUNMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
-Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21.
maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari
yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci
Dairesinin 12/3/2014 tarihli ve E.2014/430, K.2014/340 sayılı kararıyla
ilgilidir.),
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.