logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Nejdet Atalay [1.B.], B. No: 2014/184, 16/7/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEJDET ATALAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/184)

 

Karar Tarihi: 16/7/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Serhat ALTINKÖK

Başvurucu

:

Nejdet ATALAY

Vekili

:

Av. Mustafa YILDIZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, derece mahkemelerinin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, belediye başkanı seçildikten sonra tutuklu bulundurulmalarının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılama sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10., 19., 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm, 12/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 12/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 20/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 20/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, Batman Belediye Başkanı olarak seçilmiştir.

9. 24/12/2009 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve 2009/73 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.

10. Başvurucu hakkında, örgütün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun’a muhalefet ile terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediğinden bahisle kamu davası açılmıştır.

11. Başvurucu Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararına dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliyesini talep etmiştir.

12. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 11/12/2013 tarih ve E.2010/444 sayılı kararıyla reddetmiştir.

13. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ret kararına karşı başvurucu, 20/12/2013 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir.

14. İtirazı inceleyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun itirazını 24/12/2013 tarih ve 2013/701 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir. Başvurucu anılan ret kararının 2/1/2014 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini bildirmiştir.

15. Başvurucu Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince 1/7/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.

B. İlgili Hukuk

16. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi şöyledir:

Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.

17. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.

18. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

 11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

19. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.

20. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/1/2014 tarih ve 2014/184 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu;

i. Tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin,

ii. 29/3/2009 tarihinde Batman Belediye Başkanı olarak seçildiğini, Anayasa’nın 67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına alınmasına rağmen belediye başkanı seçildikten sonra tahliye edilmemesi nedeniyle görevini fiilen yerine getiremediğini, tutukluluk halinin belediye başkanı olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle seçilme hakkına bir müdahale olduğunu, belediye başkanı seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul dengenin gözetilmediğini, belediye başkanı olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 67. maddesinin,

iii. Yerel seçimler ile belediye başkanı olarak seçilmesinin ardından ilk derece mahkemesinin tutuklama tedbiri konusundaki tutumunda hiçbir değişiklik gözlenmediğini, 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından derece mahkemelerince verilen kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından lehlerine olan adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığını, Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararını emsal göstererek Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine yaptıkları başvuruların klişe gerekçelerle reddedildiğini, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre Anayasa Mahkemesinin kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamasına ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulüne Dair Kanunun 50. maddesi uyarınca da Anayasa Mahkemesinin kararlarının gereğinin yerine getirilmesinin bir zorunluluk olmasına rağmen derece mahkemesinin tutuklama kararında ısrar etmesinin kanun önünde eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. maddesinin,

iv. 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 250., 251. ve 252. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığını, ancak aynı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan “Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250. maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik karan verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.” şeklindeki hükme göre aynı suçlara bakmakla yetkili iki ayrı mahkeme kurulduğunu, “tabii/olağan mahkeme” ilkesinin bir uyuşmazlığı yargılayacak olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması ve yargılanacak olayın meydana geldiği anda o olay için kanunun önceden öngördüğü mahkeme anlamına geldiğini, bu mahkemenin hâkiminin de “tabii hâkim” olduğunu, bir uyuşmazlığın ancak doğumu anında görevli ve yetkili olan mahkeme tarafından görülebileceğini, tabii hâkim ilkesine göre davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından görülemeyeceğini, tabii hâkim ilkesinin sonucu olarak “olağanüstü/istisnai” mahkemelerin kurulamayacağını, 6352 sayılı Kanun’un 75. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin yeniden düzenlenerek bu Kanun kapsamına giren suçların soruşturma ve kovuşturma usulleri yeniden düzenlenerek yeni mahkemelerin kurulmasının tabii hâkim ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 37. maddesinin,

ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası

i. Tutukluluğun Somut Olgu ve Olaylara Dayanmadığı İddiası

23. Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını ileri sürmüştür. Başvurucunun bu iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

24. Adalet Bakanlığı, görüşünde bu şikâyetle ilgili ayrı bir değerlendirme yapmamıştır.

25. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.

26. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

27. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

28. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.

29. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).

30. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun'un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).

31. Diğer yandan, Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).

32. Başvurucu 24/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve 2009/73 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe olarak, “… hakkında mevcut delillerin toplanmamış olması, yüklenen suçun niteliği, atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı katolog suçlardan olması” gösterilmiştir. Başvurucu hakkında savcılıkça düzenlenen iddianame incelendiğinde, yasadışı PKK terör örgütü adına faaliyet yürüten KCK/TM yapılanması bünyesinde KCK sözleşmesinin 14. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde yer alan Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komitesinden emir ve talimat alarak örgütsel faaliyetleri düzenlediği, yapılan görevlendirme neticesinde aynı maddenin 5. fıkrasında yer alan Mali Alan Merkezi kapsamında faaliyetleri düzenlediği, ikametinde ve KCK/TM yapılanması içerisinde faaliyet gösteren örgüt üyelerinin ikametlerinde yapılan aramada örgütsel dokümanların ele geçirildiği iddiasıyla, örgütün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, 2911 sayılı Kanun’a muhalefet ile terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı görülmektedir.

33. Somut olayda başvurucu, söz konusu iddiasını soyut olarak dile getirmekle yetinmiş ve bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Dava dosyasının incelenmesinden, tutuklama kararının, Derece Mahkemesinin bu konudaki hukuki yetki ve görevi çerçevesinde verildiği anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.

34. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası

35. Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığı ve formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

36. Başvurucu, hakkındaki davanın “tabii hâkim ilkesi”ne aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğünden şikâyet etmişlerdir.

37. Adalet Bakanlığı görüşünde, adil yargılanma hakkının, davaların yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından görülmesini gerektirdiğini, Sözleşme’nin 6. maddesinin mahkemelerin yasayla kurulması şartını öngördüğünü, bu düzenlemenin amacının mahkemenin bağımsızlığını sağlamak üzere demokratik bir toplumda yargı sistemini yürütmenin takdirine bırakmamak ve bu sistemin parlamento tarafından düzenlenmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin yasayla kurulmaları koşuluyla özel mahkemelerin kurulmasını engellemediğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Keser/Türkiye kararında (B. No: 29321/11, 15/10/2013, §§ 25-28) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yetkilendirilen Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin, yetkileri Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde belirlenen mahkemeler olduğunu belirterek söz konusu şikayeti açıkça dayanaktan yoksun bulduğunu belirtmiştir.

38. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.

39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, haklarındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

41. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

42. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

43. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

44. Zira temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18). Başvurucu hakkındaki dava, derece mahkemesi önünde derdesttir. Dolayısıyla bu şikâyet bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.

45. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun hakkındaki davanın “tabii hâkim ilkesi”ne aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğü iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası

46. Başvurucu, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

47. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, başvurucunun Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33; B. No: 2013/1337, 16/5/2013, § 20), başka bir ifadeyle ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığı sorularına cevap verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

48. Bakanlık, başvurucu ile benzer durumda olan kişilerin başvuruları ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin kararlarını emsal göstererek tahliye talep ettiği, ancak talebinin reddedildiği iddiasıyla ilgili olarak; Anayasa Mahkemesince, aynı hukuki metne ya da duruma ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin yorum farklılıklarının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceğine karar verdiğini ifade etmiştir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).

49. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.

50. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

51. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bakımından eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp, bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).

52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği yönündeki iddialar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

d. Seçme, Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Hakkının İhlali İddiası

53. Başvurucu, belediye başkanı olarak seçildikten sonra tutuklandığını ve tutukluluğu nedeniyle görevini fiilen yerine getiremediğini ileri sürmüştür.

54. Adalet Bakanlığı görüşünde, serbest seçim hakkının Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olduğunu, seçme ve seçilme hakkının mutlak nitelikte bir hak olmadığını, Sözleşme’nin taraf devletlere seçme ve seçilme hakkının kapsam ve uygulamasını belirleme konusunda geniş bir takdir hakkı verdiğini, seçme ve seçilme hakkının kullanımının belli şartlara bağlanabileceğini, Anayasa Mahkemesinin de benzer nitelikteki başvurulara ilişkin 4/12/2013 tarihli iki kararında yer verilen ilkelere göre seçilme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına alındığını ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

55. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.

56. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir. Başvurucunun iddiasının Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrası ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

57. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.

58. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesi şöyledir:

Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.

59. AİHM, “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesince korunan hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105).

60. AİHM, Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesindeki serbest seçim hakkını, “yasama organı”nın seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (kk.), B. No: 53180/99, 02/07/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/01/2000, hukuk kısmı, § 1).

61. AİHM, serbest seçim hakkının kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin, ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/01/2000), bölgesel seçimlerin (Malarde/France (kk.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (kk.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir.

62. Anayasa’nın 67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Somut olayda, belediye başkanı seçilen başvurucunun tutuklanması nedeniyle bu görevini yerine getiremediğine ilişkin iddiası, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalmaktadır.

63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun tutukluluğu nedeniyle belediye başkanlığı görevini yerine getiremediğine ilişkin iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

64. Başvurucu, tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiğini ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.

65. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in tutukluluk süresinin hesaplanmasıyla ilgili ilkelerine değinerek somut olayda başvurucunun 25/12/2009 tarihinde tutuklandığını, başvuru tarihi itibariyle yaklaşık dört yıl iki aydır tutuklu olduğunu, tutuklamaya ilişkin konularda AİHM kararlarlarına göre belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin aranmasının yeterli olduğunu, somut olayda başvurucunun atılı suçu işlediğine dair inandırıcı delillerin bulunup bulunmadığının, toplam tutukluluk süresi ve tutukluluk konusundaki ulusal mahkeme kararlarının gerekçelerinin, davanın kapsamının ve karmaşıklığının, sanık sayısının, isnat olunan suçun organize suç olmasının, yargılama süresince derece mahkemesine izafe edilebilecek herhangi bir ihmal veya hareketsiz kalmanın bulunup bulunmadığının ve yargılamanın sürdürülüp tamamlanmasında mahkemenin kendinden beklenen her türlü dikkat ve özeni gösterip göstermediğinin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ve bu konudaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

66. Başvurucu, dört yılı aşan bir süredir tutuklu olduğunu, klişe gerekçelerle tutukluluğunun devamına karar verildiğini, adli kontrol tedbirlerinin dikkate alınmadığını, delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme ihtimalinin bulunmadığını ifade etmiş ve başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

67. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:

“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”

68. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.

69. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).

70. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).

71. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63). Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 43).

72. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).

73. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).

74. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 79).

75. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).

76. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).

77. Dava dosyası incelendiğinde başvurucunun, 1/4/2013, 18/4/2013 ve son olarak da 6/12/2013 tarihinde tahliye talebiyle mahkemeye başvurduğu görülmektedir. Başvurucunun 1/4/2013 tarihli tahliye talebi Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2013 tarihli kararıyla, “… isnat olunan suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerine atılı suçlarla ilgili tanık beyanları, aramalarda ele geçirilen belge ve dokümanlar, dijital malzemelere ilişkin inceleme tutanakları, telefon görüşmeleri ve ortam dinlemeleri, görüntü inceleme ve fotoğraftan tespit tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları, doküman inceleme tutanakları, olay tespit tutanakları ve fiziki takip tutanaklarına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, sanıkların delilleri yok etme gizleme, değiştirme, tanıklar üzerinde baskı yapma olasılıklarının bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olması ve isnat edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması ...” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.

78. Başvurucunun 18/4/2013 tarihli tahliye talebi Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2013 tarihli kararıyla, “… olay tutanakları, iletişim tespit tutanakları ve fotoğraftan tespit tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olması ve isnat edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamında uyumlu olması …” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.

79. Başvurucu son olarak, 6/12/2013 tarihinde tahliye talebiyle Mahkemeye başvurmuş, ancak talebi Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli kararıyla, “… isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerine atılı suça ilişkin gizli tanık beyanları, fiziki takip ve tespit tutanakları, olay tutanakları, iletişim tespit tutanakları ve fotoğraftan tespit tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olması ve isnat edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamında uyumlu olması …” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.

80. Başvurucu Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ret kararına itiraz etmiş, ancak itirazı Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2013 tarih ve 2013/701 Değişik İş sayılı kararıyla “Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ara kararıyla verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı …” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.

81. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (B. No: 2012/338, 2/7/1013, § 70).

82. Somut olayda başvurucu 24/12/2009 tarihinde tutuklanmış olup yargılaması derece mahkemesi önünde devam etmektedir. Başvurucu Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince 1/7/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Buna göre başvurucu, yaklaşık 4 yıl 6 ay boyunca özgürlüğünden mahrum kalmıştır.

83. Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.

84. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

85. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

86. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

87. Başvurucu, uğradığı zarar karşılığında 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucuya, özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini dikkate alarak takdiren 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

88. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 209,90 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Tutukluluğun somut olgu ve olaylara dayanmadığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğü” yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tutukluluğu nedeniyle belediye başkanlığı görevini yerine getiremediği” yönündeki iddiasının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucular tarafından yapılan toplam 209,90 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Nejdet Atalay [1.B.], B. No: 2014/184, 16/7/2014, § …)
   
Başvuru Adı NEJDET ATALAY
Başvuru No 2014/184
Başvuru Tarihi 6/1/2014
Karar Tarihi 16/7/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, derece mahkemelerinin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, belediye başkanı seçildikten sonra tutuklu bulundurulmalarının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılama sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. , 19. , 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) İhlal Manevi tazminat
Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma Konu Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (ceza) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 3713 Terörle Mücadele Kanunu 7
5237 Türk Ceza Kanunu 314
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 100
102
104
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi