TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT TANAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/18803)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 21/2/2015-29274
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Sinan YILMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut TANAL
|
2. Başvurucu
|
:
|
Levent GÖK
|
Vekili
|
:
|
Av. Kemal AKKURT
|
3. Başvurucu
|
:
|
Adnan KESKİN
|
4. Başvurucu
|
:
|
Fatma Banu GÜVEN DOKUR
|
5. Başvurucu
|
:
|
Kerem ALTIPARMAK
|
6. Başvurucu
|
:
|
Yaman AKDENİZ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Onur Can KESKİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan
Soruşturma Komisyonu tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında, Komisyon
Başkanı'nın talebi üzerine bu Komisyon’un çalışmaları ile ilgili olarak verilen
yayın yasağı kararıyla ifade özgürlüğünün; anılan yasağa ilişkin yapılan
itirazın tatmin edici bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiş olması nedeniyle
de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 1/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2 /12/2014 tarih ve 2014/18876 numaralı başvuru ile 3/12/2014
tarih ve 2014/18946 numaralı başvurular, konu bakımından aynı nitelikte
bulunmaları nedeniyle, 2014/18803 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve
incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve görüş için bir örneğinin Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Niteliği itibarıyla Genel Kurul
tarafından karara bağlanmasını gerekli gördüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
başvuruyu görüşülmek üzere Genel Kurul’a sevk etmiştir.
5. İçtüzüğü’nün 71. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca Genel Kurul, başvuru hakkında ivedilikle karar verilmesini
gerekli görerek incelemenin Bakanlık cevabı beklenmeden yapılmasına karar
vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular Mahmut Tanal,
Levent Gök ve Adnan Keskin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen Ana
Muhalefet Partisinin milletvekilleridirler. Başvurucular Kerem Altıparmak ve
Yaman Akdeniz akademisyen olup, başvurucu Fatma Banu Güven Dokur ise
gazetecidir.
8. Türkiye Büyük Millet
Meclisinde eski Ekonomi Bakanı, İçişleri Bakanı, Avrupa Birliği Bakanı ile
Çevre ve Şehircilik Bakanı hakkındaki iddialara ilişkin olarak Meclis
Soruşturması Komisyonu kurulmuştur.
9. 21/11/2014 tarihinde söz
konusu Komisyonun Başkanı tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurularak, Anayasa’nın 98., 100. ve TBMM İçtüzüğünün ilgili maddeleri
gereğince, Komisyon tarafından yürütülen soruşturma hakkında bazı basın ve
yayın organlarında soruşturmanın gizliliğini ihlal edecek ve masumiyet karinesi
ilkesini çiğneyecek şekilde yayınlar yapıldığından bahisle, soruşturmanın
sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi ve ilgililerin lekelenmeme hakkının
korunması için soruşturmanın bitim tarihi olan 27/12/2014 tarihine kadar yazılı
ve görsel medya ile internet ortamında yayın yasağı verilmesi talep edilmiştir.
10. Bunun üzerine Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu söz konusu talebi
yerinde bularak 24/11/2014 tarihli yazısı ile Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurmuştur.
11. Ankara 7. Sulh Ceza
Hâkimliği, 25/11/2014 tarihinde bu talebi incelemiş ve talebe ekli bilgi ve
belgeler doğrultusunda Meclis Soruşturması Komisyonu tarafından yürütülen
soruşturmanın gizli olduğunu tespit ederek, haklarında soruşturma yapılan eski
bakanların kişilik haklarının zedelenmemesi, şöhret ve diğer haklarının
korunması gerekçesi ile komisyon tarafından istenen bilgi ve belge içerikleri,
dinlenen tanık, bilgi sahibi ve bilirkişi ve diğer ilgili kişilerin
beyanlarının içerikleri hakkında 27/12/2014 tarihi mesai bitimine kadar tüm
yazılı, görsel medya ve internet ortamında yapılan yayınlar hakkında yayın
yasağı konulmasına karar vermiştir.
12. Başvurucu, Mahmut Tanal bu
karara karşı 27/11/2014 tarihinde itiraz merci olan Ankara 8. Sulh Ceza
Hakimliğine başvurmuştur.
13. Ankara 8. Sulh Ceza
Hakimliği Başvurucu Mahmut Tanal’ın talebini incelemiş ve 28/11/2014 tarihinde,
Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliğinin ilgili kararının
usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddetmiştir.
14. Diğer başvurucular, söz
konusu karara karşı yapılan itirazların Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından incelendiğini, yasağın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle
talebin reddedildiğini, dolayısıyla bu itirazın esası hakkındaki Hakimliğin
kararının müstakar hale geldiğini belirterek, yeni bir itirazda bulunmanın
etkisiz olacağı gerekçesiyle bu yolu tüketmemişlerdir.
15. Talebin reddi kararı
başvurucu Mahmut Tanal’a 28/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 1/2/2014,
2/12/2014 ve 3/12/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır.
B. İlgili
Hukuk
17. Anayasa’nın 98. ve 100.
maddeleri şöyledir:
“MADDE 98- Türkiye Büyük Millet Meclisi soru, Meclis
araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması yollarıyla denetleme
yetkisini kullanır. Soru, Bakanlar Kurulu adına, sözlü veya yazılı olarak
cevaplandırılmak üzere Başbakan veya bakanlardan bilgi istemekten ibarettir.
Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden
ibarettir. Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli
bir konunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir. Soru,
Meclis araştırması ve genel görüşme ile ilgili önergelerin verilme şekli,
içeriği ve kapsamı ile cevaplandırılma, görüşme ve araştırma yöntemleri Meclis
İçtüzüğü ile düzenlenir.
MADDE 100- (Değişik:
3/10/2001-4709/31 md.) Başbakan veya bakanlar
hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin
vereceği önerge ile, soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç
bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.
Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki
siyasî partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç
katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı ayrı ad çekme
suretiyle kurulacak onbeş kişilik bir komisyon
tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu
iki ay içinde Meclise sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde,
komisyona iki aylık yeni ve kesin bir süre verilir. (Ek cümle:
3/10/2001-4709/31 md.) Bu süre içinde raporun Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslimi zorunludur.
(Değişik: 3/10/2001-4709/31 md.) Rapor Başkanlığa verildiği tarihten
itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde görüşülür
ve gerek görüldüğü takdirde ilgilinin Yüce Divana sevkine karar verilir. Yüce
Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla
alınır.
Meclisteki siyasî parti gruplarında, Meclis soruşturması ile
ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.”
18. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 110. maddesi şöyledir:
“Meclis soruşturması komisyonunun çalışma usulü ve süresi
MADDE 110– Soruşturma
komisyonu üye tamsayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplantıya
katılanların salt çoğunluğu ile karar verir.
Komisyonun çalışmaları gizlidir. Bu komisyona kendi üyeleri
dışındaki milletvekilleri katılamazlar.
Soruşturma komisyonu, raporunu Anayasanın 100 üncü maddesine
göre kuruluşundan itibaren iki ay içinde verir. Soruşturmanın bitirilememesi
halinde, komisyona iki aylık yeni ve kesin bir süre verilir. Komisyonun bu
konudaki istem yazısı Genel Kurulun bilgisine sunulur. Bu süre içinde raporun
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslimi zorunludur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 1/12/2014 tarih ve 2014/18803 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
20. Başvurucular, yayın yasağının halkın haber alma ve
bilgilenme hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğunu ifade ederek Anayasa’nın 26.
maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 10. maddesinde
düzenlenen ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucu
Mahmut Tanal ayrıca, yolsuzluk suçlarından toplumun her bireyi gibi zarar
gördüğünü, bu açıdan taraf sıfatı bulunmasına rağmen Ankara 8. Sulh Ceza
Hakimliğinin itiraz üzerine verdiği gerekçeden yoksun kararla Anayasa’nın 36.
ve 141. maddeleri ile Sözleşme’nin 6. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini de iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. ...”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir.
24. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinde kimlerin bireysel
başvuru yapabileceği sayılmış olup, anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına
göre, bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç
temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar, başvuruya
konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden
ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun “güncel
bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (B. No:
2013/6179, 20/3/2014, § 24).
25. Bu üç temel koşula ilave olarak anılan Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği
iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerden, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi “mağdur” statüsü kazanamaz (B. No:
2013/6179, 20/3/2014, § 25).
26. Bireysel başvuruda “mağdur”
kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız bir
şekilde yorumlanır (Gorraiz Lizarraga ve
Diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00, 10/11/2004, § 35). Ayrıca mağdur
kavramının yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup, bu
kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz Lizarraga ve Diğerleri/İspanya, §
38), (B. No: 2014/11438, 24/7/2014, § 20).
27. Kendilerinin belirli bir işlemden doğrudan etkilenme
tehdidiyle ya da tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ve dolayısıyla
potansiyel olarak mağdur olduklarını iddia eden başvurucular ile yalnızca
ulusal hukukları değiştirmeyi veya toplumun menfaatinin korunmasını amaçlayan
başvurular arasında dikkatli bir ayrım yapılmalıdır. Bu son bahsedilen türdeki
ve içtihatta “halk davası” (actio popularis) olarak
isimlendirilen başvurulara bireysel başvuru hakkı tanınmamıştır. Dolayısıyla
bireylerin, kendi bireysel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmeksizin,
toplumun menfaatlerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunma hakları bulunmamaktadır (B. No: 2014/11438, 24/7/2014, § 20).
28. Somut olayda başvurucuların ihlale neden olduğunu ileri
sürdükleri kamu gücü işlemi, TBMM’de dört eski bakan hakkında devam eden
soruşturmaya ilişkin olarak Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen
yayın yasağı kararıdır. İçeriği incelendiğinde bu kararın, soruşturmanın
gizliliğine ilişkin ilgili Kanun ve Meclis İçtüzüğü hükümlerinin tekrarından
ibaret olduğu ve bir yenilik getirmediği anlaşılmaktadır. TBMM’de yürütülen
soruşturmanın gizli olmasının nedeni ilgili İçtüzük ve Kanun hükümleri
olduğundan, somut bireysel başvurudaki şikayetin aslında fiilen söz konusu
hükümlere yönelik olduğu açıktır.
29. Yukarıda ifade edildiği şekilde (§§ 17 ve 18) Anayasa’nın
Meclis Soruşturması Komisyonunun oluşum, görev ve yetkilerini düzenleyen 100.
maddesinin son paragrafı meclis soruşturması komisyonlarının çalışmaları
hakkında Meclisteki siyasî parti gruplarında, meclis soruşturması ile ilgili
görüşme yapılamayacağını ve karar alınamayacağını hükme bağlamıştır. Aynı
şekilde TBMM İçtüzüğü’nün 110. maddesinin ikinci
paragrafı Meclis Soruşturması Komisyonunun çalışmalarının gizli olduğunu ve
üyeler dışında kimsenin bu çalışmalara katılamayacağını ifade etmektedir.
30. Meclis soruşturmalarının Meclisin klasik yasama işlemi
olmayıp yargısal veya yarı yargısal bir işlemi olduğu uygulama ve doktrinde de
genel kabul gören bir yaklaşımdır. Mahkememiz de daha önceki kararlarında
meclis soruşturmasını Anayasa ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiş bir
‘Adli görev ve Yetki’ olarak
tanımlamış ve böylece meclis soruşturmasını yasama organı eliyle yürütülen bir
yargı faaliyeti olarak kabul etmiştir. (AYM, E. 1970/25, K. 1970/32, K. T.
18/6/1970).
31. Bu bağlamda Meclis Soruşturması Komisyonu, bir nevi ceza
soruşturması yürütmektedir, bu nedenle bu soruşturma açısından Cumhuriyet
savcısı konumundadır. Nitekim hazırlanan rapor, daha sonra açılabilecek ceza
davasında iddianame yerine geçen belge olarak kabul edilmektedir. Hal böyle
olunca TBMM İçtüzüğünün 110. maddesinin öngördüğü gizliliği, 4/12/2004 tarih ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesinde düzenlenen soruşturmanın
gizliliği ile aynı şekilde yorumlamak gerekir. Soruşturmanın gizliliğini ihlal
ise 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde suç
olarak düzenlenmiştir.
32. Söz konusu soruşturmanın bir ceza soruşturması olduğunda
duraksama yoktur. Ancak yürütülen soruşturmanın içeriği dikkate alındığında
başvurucuların ne soruşturmanın sujelerinden
oldukları ne de soruşturulan kişilere atfedilen fiillerden doğrudan ve şahsen
etkilendikleri söylenebilir. Başvurucuların konumları ve statüleri gereği
topluma karşı sorumlu oldukları olgusu da doğrudan ve şahsen etkilenmiş olma
gerekliliğini karşılama noktasında yeterli değildir.
33. Başvurucu Mahmut Tanal’ın itirazının mercii tarafından
taraf ehliyeti konusu tartışılmaksızın esastan incelenmiş olması da bu
başvurucunun bireysel başvuru sürecinde mağdur sıfatını kazandığının kabulü
şeklinde yorumlanamaz. Mahkememiz önceki tarihli kararlarında, derece
mahkemeleri önündeki taraf ehliyeti ile bireysel başvuru açısından kişi
yönünden yetkinin aynı şey olmadığını, kişi bakımından yetki konusunun
Mahkememizin takdir değerlendirmesine tâbi olduğunu ifade etmiştir (B. No:
2013/1752, 26/6/2014, § 40). Bu haliyle başvurucular söz konusu meclis
soruşturmasının tarafı değildirler.
34. Bireysel başvuruda bir başvurunun kabul edilebilmesi için
başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp, ihlalden
doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda
Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla, mağdur olduğu zannı veya
şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (B. No:
2013/8479, 6/2/2014, § 24).
35. Bu çerçevede başvuruculardan Mahmut Tanal, “toplumda yaşayan bir birey olarak yolsuzluk
suçlarından toplumun her bireyi gibi etkilenmekte” olduğunu ve bu
nedenle “taraf sıfatı”nın bulunduğunu ileri
sürmekte ise de, yürütülen soruşturmayla doğrudan ve kişisel olarak ilgisini
gösterebilmiş değildir. Başvurucu, soruşturmanın gizli olmasına ilişkin kanun
ve İçtüzük hükümlerini hatırlatan başvuruya konu kamu gücü işleminin kendisi
bakımından nasıl bir somut etki oluşturduğunu ve kişisel olarak etkilendiğini
açıklamamakta, soruşturmanın gizli olarak yapılması nedeniyle “toplumun her bireyi gibi” etkilendiğini
ileri sürmektedir. Gerçekten de söz konusu kanun ve İçtüzük hükümlerinden
kaynaklanan soruşturmanın gizliliği ilkesinin varlığı nedeniyle bilgi edinme
hakkı bakımından “herkes”
etkilenebilmektedir. Bu itibarla soruşturmanın gizliliğine yönelik başvuru
soyut (in abstracto)
nitelikte bir şikayet mahiyetindedir.
36. Başvurucular başvuruya konu kamu gücü işleminin
kendilerini kişisel olarak ve doğrudan etkilediğini somut olarak
gösteremedikleri gibi, ilgili kanun ve İçtüzük hükümleri gereği gizli olan
soruşturma işlemlerinden bilgi sahibi olmalarında meşru menfaatlerinin
bulunduğunu da gösterebilmiş değillerdir. Somut olayda başvurucuların
soruşturmanın gizliliği kapsamındaki bilgi ve belgelere ulaşmada meşru menfaatlerinin
bulunduğu, dolayısıyla mağdur oldukları yönündeki kabul, yürütülmekte olan
herhangi bir soruşturmayla ilgili bilgi almak ve vermek isteyen ancak bu talebi
kamu gücü tarafından karşılanmayan herkese mağdur statüsü kazandırabilecektir.
Böyle bir sonuç ise sadece mağdur statüsünü öngörülemez biçimde genişletmekle
kalmayacak, aynı zamanda ceza yargılaması hukukunun temel ilkelerinden biri
olan soruşturmanın gizliliği ilkesini de uygulanamaz hale getirebilecektir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların, ihlale neden
olduğunu ileri sürdükleri kamu gücü işleminden kişisel olarak ve doğrudan
etkilenmedikleri anlaşıldığından, başvuruların diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin "kişi
yönünden yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
38. Başkan Haşim KILIÇ, Başkanvekilleri Serruh
KALELİ ve Alparslan ALTAN ile üyeler Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ ve Erdal TERCAN başvurucuların tamamı, üye Serdar
ÖZGÜLDÜR ise başvuruculardan Fatma Banu GÜVEN DOKUR, Kerem ALTIPARMAK ve Yaman
AKDENİZ yönünden “kişi yönünden yetkisizlik”
şeklindeki çoğunluk görüşüne, konunun esas yönünden incelemesi sonrasında karar
verilebileceğine yönelik karşı görüşleri ile katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle, başvurunun “kişi yönünden
yetkisizlik” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Başkan Haşim KILIÇ, Başkanvekilleri Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ ve Erdal TERCAN’ın tüm başvurucular yönünden, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün ise başvurucular Fatma Banu GÜVEN DOKUR, Kerem
ALTIPARMAK ve Yaman AKDENİZ yönünden karşıoyları ve OY ÇOKLUĞUYLA; yargılama giderlerinin
başvurucular üzerinde bırakılmasına OYBİRLİĞİYLE,
10/12/2014 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Türkiye Büyük Millet
Meclisinde dört eski Bakan hakkındaki iddialara ilişkin olarak kurulan Meclis
Soruşturma Komisyonu Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurularak Anayasanın 98, 100 ve TBMM İçtüzüğünün ilgili
maddeleri gereğince, Ekonomi Eski Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN, İçişleri Eski
Bakanı Muammer GÜLER, Avrupa Birliği Eski Bakanı Egemen BAĞIŞ ile Çevre ve
Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR hakkında kurulan (9/8) esas numaralı
Meclis Soruşturması Komisyonunca yürütülen soruşturma hakkında bazı basın ve
yayın organlarında soruşturmanın gizliliğini ihlal edecek ve masumiyet karinesi
ilkesini çiğneyecek şekilde yayınlar yapıldığından bahisle soruşturmanın
sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi ve ilgililerin lekelenmeme hakkının
korunması bağlamında soruşturmanın bitim tarihi olan 27/12/2014 tarihine kadar
yazılı ve görsel medya ile internet ortamında yayın yasağı kararı verilmesi
talep edilmiş, Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği, 25/11/2014 tarihinde TBMM
Komisyonu tarafından yürütülen soruşturmanın gizli olduğunu tespit ederek,
haklarında soruşturma yapılan eski Bakanların kişilik haklarının zedelenmemesi,
şöhret ve diğer haklarının korunması gerekçesi ile Komisyon tarafından istenen
bilgi ve belge içerikleri, dinlenen tanık, bilgi sahibi ve bilirkişi ve diğer
ilgili kişilerin beyanlarının içerikleri hakkında 27/12/2014 tarihi mesai
bitimine kadar tüm yazılı, görsel medya ve internet ortamında yapılan yayınlar
hakkında yayın yasağı konulmasına karar vermiştir.
2. Başvurucular, Türkiye Büyük Millet Meclisi Soruşturma
Komisyonu tarafından yürütülen sözkonusu soruşturma
kapsamında Komisyon Başkanı'nın talebi üzerine bu Komisyonun çalışmaları ile
ilgili olarak yayın yasağı konulmasının ve bu yasağa ilişin yapılan itirazın
tatmin edici bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiş olmasının, adil
yargılanma haklarını ve ifade özgürlüklerini ihlal ettiğini, sürdürülen
soruşturma içeriğine erişimin mahkeme kararıyla tümüyle engellenmesinin temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin anayasal kriterlere aykırı
olduğunu ve ölçülülük ilkesine uymadığını ileri sürmüşlerdir.
3. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, “başvurucuların güncel
ve kişisel haklarına yönelik bir müdahale olmadığı anlaşıldığından başvuruların
“kişi yönünden yetkisizlik”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar verilmiştir. Aşağıda belirtilen
gerekçelerle Mahkememiz çoğunluğunun bu görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
4. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin 1. fıkrasına göre “bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri
sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir”. Başvuru konusu olayda da,
başvurucuların mağduriyetlerine neden olabilecek hakları olmadığı yahut kamu
gücünden doğrudan etkilenmediği, başvurucuların, güncel, kişisel bir haklarının
olup olmadığı ve kamu gücünden doğrudan etkilenip etkilenmediklerinin
araştırılması gerekmektedir.
5. Öncelikle olayda bir yayın yasağı söz konusu olduğundan, başvurunun
Anayasa’nın 26. maddesi ve AİHS’nin 10. maddesi kapsamında ifade özgürlüğü
açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu hakkın bireysel başvuruya konu
olabilecek haklardan olduğu konusunda şüphe yoktur.
6. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti”ne
ilişkin 26. maddesi şöyledir: “Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar.
…Bu
hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,
Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret
veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek
sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber
ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler,
bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
7. Anayasanın 26. ve AİHS’nin 10. maddeleri gereğince,
herkes kural olarak ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük yine Anayasanın 26.
maddesinde belirtilen hükümlere uygun olarak sınırlandırılabilir. Ayrıca
Anayasa’nın 13. maddesi gereğince “Temel hak
ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Dolayısıyla ifade özgürlüğüne ilişkin getirilecek sınırlamalar burada
belirtilen gereklere de uygun olmalıdır.
8. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28.
maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Basın
hürdür, sansür edilemez. …Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27’nci
maddeleri hükümleri uygulanır....”.
9. 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesi
şöyledir:
“Basın
özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser
yaratma haklarını içerir.
Basın
özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun
olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının,
milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması,
Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün
otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
10. Anılan düzenlemeler uyarınca
ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı
zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna
bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır.
Bu çerçevede ifade özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı
kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla
serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi
ve yayabilmesi anlamına gelir (B.No:2013/2602,23/1/2014, §40).
11. Anayasadaki düzenlemelere
genel olarak bakıldığında, 25. maddesinde düşünceye sahip olma özgürlüğü, 26.
maddesinde düşünceyi ifade etme özgürlüğü garanti altına alınmış, Anayasa’nın
28., 29. ve 30. maddelerinde basın özgürlüğüne ilişkin ek güvenceler
sağlanmıştır. Anayasa’da yer alan sınırlandırma hükümleri Anayasa’nın 13.
maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde basın özgürlüğüne yapılacak
müdahalelerin dar bir alanda gerçekleşmesi gerektiği sonucuna varılır.
12. İfade özgürlüğü, demokratik
toplumun temellerinden biri olup toplumun gelişmesi ve bireyin kendini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için vazgeçilmez koşullar arasında yer alır.
Hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal
çoğulculuğun varlığı, barışçıl olmak koşuluyla her türlü düşüncenin serbestçe
ifade edilmesine bağlıdır. Bireyler, düşüncelerini serbestçe ifade
edebildikleri ve tartışabildikleri bir ortamda kişiliklerini gerçekleştirebilirler.
İfade özgürlüğü, insanların kendilerini ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve
başkalarıyla ilişkilerini belirlemede ihtiyaç duydukları önemli bir değerdir.
(B.No:2013/2602,23/1/2014, §41).
13. İfade özgürlüğünün sözü
edilen toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de
ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi, sadece toplumun
ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü “haber” ve “düşüncelerin”
değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları
rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve
bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından
emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın “demokratik toplumdan” bahsedilemez (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B.No: 5493/72,
7/12/1976, §49).
14. Anayasa’da sadece düşünce ve
kanaatler değil, ifadenin tarzları, biçimleri ve araçları da güvence altına
alınmıştır. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz,
yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir
(B.No:2013/2602,23/1/2014, §43).
15. Düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine
ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları
tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade
edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir.
16. Düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını
doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi veya kitap biçiminde basın yayın
yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı olan basın, düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir. Basın özgürlüğü, AİHS’de
ayrı bir madde olarak değil ifade özgürlüğüne ilişkin 10. madde kapsamında
koruma altına alınmıştır. AİHS’in 10. maddesi,
yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma
altına almaktadır. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde
özel olarak düzenlenmiştir(B.No:2013/2602,23/1/2014, §44).
17. Basın özgürlüğü, gazete,
dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi,
haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70,
K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve
dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar.
Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla
açıklanması, açıklanan düşünceye taraftar sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme
konusunda ikna etme çabasında bulunulması çoğulcu demokratik düzenin
gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın
özgürlüğü demokrasinin işleyişi açısından hayati bir öneme sahiptir. Basın
özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü
iken diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıyla yakından
ilgilidir.
18. Demokratik bir sistemde,
kamu gücünü elinde bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde
kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamuoyu denetimi en az idari ve
yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk
adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi
özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve hayati
bir özgürlüktür(bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997). Yazılı,
işitsel veya görsel basın, kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını,
eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların
karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir
şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına
almaktadır. Nitekim AİHM, kamuyu ilgilendiren meselelerde, kamuoyunun
bilgilendirilmesini engelleyen tedbirler söz konusu olduğunda, 10. madde
yönünden çok daha dikkatli bir incelemede bulunacağına, kamuoyunda görüş
oluşturma fonksiyonunun korunması olgusunun sadece medya ve profesyonel
gazetecilerle sınırlı olmadığına işaret etmiştir. (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §
41;Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve
Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00,
64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve
İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48;Jersild/Danimarka, B.No:
15890/89, 23/9/1994, §31).
19. İfade özgürlüğü konusunda
devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları
negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve
yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük
kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri
almalıdır (Benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43). Bu
denge kurulurken Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen
sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri
gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi
ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 56).
Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını,
müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığını, ölçülü
davranılıp davranılmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir
edecektir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 61).
20. AİHM, basın özgürlüğü ile
ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı
temellerinden birini oluşturduğunu hatırlatarak basına tanınması gereken
güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğunu belirtir. Basının ve medya
organlarının özgürlüğünün kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını
tanıtmak ve yargılamak için en iyi imkanlardan birisi olduğunun altını çizer.
Basının bir görevinin de siyasal arenada ve diğer kamu yararı olan alanlarda
tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri topluma iletmek olduğu şüphesizdir.
Basının bu görevi, kamuoyunun da bu bilgi ve görüşleri alma hakkı ile
tamamlanır (Handyside,
§ 49, Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Başka
bir anlatımla, basın özgürlüğünün bir yönünü halkı ilgilendiren haber ve
görüşleri iletme özgürlüğü; diğer yönünü ise, halkın bu bilgi ve görüşleri alma
hakkı oluşturur. Mahkeme’ye göre ancak bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme
hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi”
görevini yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda ulusal makamlara
tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak
sınırlandırılır (Editions Plon, § 44, Bladet Tromsø ve Stensaas, § 59). Bu ilkeler öncelikle yazılı
basın için geliştirilmiş olmakla birlikte, hiç kuşku yok ki görsel-işitsel
basın için de geçerlidir.
21. Sözleşme’nin 10. maddesi,
ifade özgürlüğünün kullanılmasının bazı formalitelere, koşullara, sınırlamalara
veya yaptırımlara bağlanmasına engel değildir. Bununla birlikte bu kısıtlamalar
öyle tehlikeler içerirler ki Mahkeme’nin sıkı bir biçimde incelemesini
gerektirirler (Sté Plon, §
42). Madde 10 (2)’de belirtilen bu istisnalar dar olarak yorumlanmalı ve
müdahalenin gerekliliği ‘inandırıcı’ olarak ortaya konulmalıdır (Zana/ Türkiye, (1997) 27 EHRR 667 para. 51).
22. Bu çerçevede, gazetecilik
mesleğini yapma konusunda getirilen bir sınırlama ancak “çok istisnai koşullarda meşru görülebilir”
(Cumpana ve Mazare, §
118). Özellikle basın söz konusu olunca durum böyledir: Haber çok hızla eskiyen
bir üründür ve kısa bir süre için dahi olsa onun yayınlanmasını geciktirmek tüm
önemini ve yararını ortadan kaldırma riski taşır (Çetin ve Diğerleri, § 49). Sözleşme’nin 10. maddesi yayın
henüz gerçekleşmeden yapılan sınırlamaları (ön sınırlamalar) yasaklamaz. Ancak
bu tarz ön sınırlamalar “hem yasaklamanın sınırlarını göstermek bakımından çok
sıkı bir yasal çerçeve tarafından düzenlenmeli, hem de kötüye kullanma
ihtimaline karşı etkili bir yargı denetimine konu olmalıdır” (Association Ekin, § 38).
23. AİHM’in kamuya mal olmuş kişiler
özellikle de topluma karşı sorumluluğu en üst düzeyde bulunan politikacılar söz
konusu olduğunda özel hayatın gizliliği kavramını diğer kişilere oranla daha
dar yorumladığı bilinmektedir.
24. İfade özgürlüğü ve özel
hayatın korunması arasındaki dengede hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve
haber röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği önemli bir kriter
oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik
olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu
tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan
yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir
şey söz konusu değildir. (Minelli/İsviçre (kabul
edilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, § 55).
Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik
toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportaj,
böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar
üzerine yapılan bir röportajla bir tutulamaz. (Von
Hannover, § 63, ve Standard Verlags GmbH , § 47). Zira AİHM, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik
toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş
kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak
değerlendirmeler yapmaktadır. Özellikle ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve
şöhret değerlerinin çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi sade
vatandaş ise korumayı üst düzeyde şöhretten yana tutmakta, siyasetçinin şöhreti
söz konusu ise ilke olarak tercihini ifade özgürlüğünden yana kullanmaktadır.
25. Lingens davasında, Federal Devlet Başkanı’nın itibarının muhtemelen
zarar görmüş olabileceğini kabul eden Mahkeme, onun politikacı konumuna ve
makalelerin politik meselelere ilişkin bulunduğuna ve kamu yararına vurgu
yaparak, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına hükmetmiştir (Lingens/Avusturya, (1986) 8 EHRR 407).
26. Yine çok yakın bir zamanda
hakkında parlamento soruşturması olan bir milletvekilinin soruşturma içeriğine
ilişkin basında yer alan haberlerin özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği
iddiasıyla açmış olduğu dava da vermiş olduğu Hoon/İngiltere kararında şöyle demektedir: ‘Toplumun parlamento süreçlerinden ve bu süreçlerin
sonuçlarından haberdar olmasında hukuki bir yarar söz konusudur. Bu süreçler
kamuya açık olmamaları halinde üstlerinin örtülebileceği konusunda toplumda bir
algı yaratma riskiyle karşı karşıya kalırlar. Mahkeme anılan
sebeplerle başvurucunun özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarını kabul edilmez bulmuştur. (Hoon/İngiltere, B.no: 14832/11, 4/12/2014)
27. AİHM müdahalenin demokratik
toplumda gerekli olmasını, “zorlayıcı sosyal
ihtiyaç” ın varlığına dayandırmaktadır.
Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya
da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilmemektedir. Aynı şekilde
zorlayıcı sosyal ihtiyacın varlığı araştırılırken de soyut bir değerlendirme
yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedef alınan kişinin
kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin kamuoyunu
ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı gibi çeşitli
hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer
AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08,
7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012)
28. Nitekim AİHM, Axel Springer AG
davasında ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan
menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik
toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler
geliştirmiştir. Bu kriterler; a) basında yer alan yazı veya ifadelerin
kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b)
hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin
yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e)
yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade
edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almaya, [BD],
B.No: 39954/08, 7/2/2012).
29. Başvuru konusu olayda da
TBMM’nde oluşturulan Soruşturma Komisyonu tarafından yürütülen bir soruşturma
söz konusu olduğundan, bu soruşturmanın gizliliği ile ilişkili olabilecek
hükümlere bakmak gerekmektedir. Meclis soruşturmasını düzenleyen Anayasa’nın
100. maddesinde soruşturmanın gizli yürütüleceğini ilişkin bir hüküm
bulunmamaktadır. Söz konusu hükmün 4. fıkrasında “Meclisteki siyasi parti gruplarında, Meclis soruşturması ile ilgili
görüşme yapılamaz ve karar alınamaz” şeklinde bir hüküm bulunmakta
ise de, bu hüküm soruşturmanın gizli yürütülmesi ile ilgili olmayıp, soruşturma
tamamlandıktan sonra, hakkında soruşturma açılan kimselerin Yüce Divana
gönderilip gönderilmeyeceği konusunda parti gruplarında ve milletvekillerini
bağlayacak şekilde görüşme yapılamayacağı ve karar alınamayacağına ilişkindir.
O nedenle bu hükme dayanarak, Mecliste yürütülen soruşturmanın gizli olduğu, bu
konuda herhangi bir yayının yapılamayacağı sonucunu çıkarmak mümkün değildir.
30. Başvuru konusu olaya ilişkin
olabilecek Ceza Muhakemesi Kanununun 157. maddesinde soruşturma evresindeki
işlemlerin gizli olduğuna yönelik bir hüküm bulunmaktadır. Yine Türk Ceza
Kanununun 285. maddesinde gizliliğin ihlal edilmesi hali suç olarak kabul
edilmiş ve suçun unsurları ve cezası düzenlenmiştir. Ayrıca TBMM İçtüzüğünün
110. maddesinin 2. fıkrasında “Komisyonun
çalışmaları gizlidir. Bu komisyona kendi üyeleri dışındaki milletvekilleri
katılamazlar” şeklinde bir hüküm bulunmaktadır. Belirtilen mevzuat
hükümlerinde düzenlenen soruşturmanın gizliliği ve bu soruşturmayı ihlal
etmenin Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde suç olarak düzenlendiği tezinin
somut olaya uygulanması yerinde değildir. Zira bir ceza soruşturmasının etkin
olarak sürdürülebilmesi için gizli yapılmasına oranla soruşturma hakkında genel
bir yayın yasağı konulması çok daha geniş kapsamlı ve çok daha sınırlayıcı bir
önlemdir. Zira, Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinin son fıkrası soruşturmanın
gizliliğini ihlal suçu ile ilgili olarak önemli bir istisnaya yer vermiştir.
Fıkradaki düzenleme, “Soruşturma ve
kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu
yapılması suç oluşturmaz.” şeklindedir. Yani kural, soruşturmanın
gizliliği ile birlikte aynı zamanda soruşturmanın gizliliğine riayet etmek
koşuluyla haber yapılabilmesini de korumaktadır. Soruşturmanın gizliliğini
ihlal, zaten başlı başına suç teşkil etmekte olup müeyyidesi Ceza Kanununda
bulunmaktadır. Buna rağmen soruşturmanın gizliliğini ihlal etmeksizin yapılacak
yayınlar hakkında da yasak getirilmesi geniş bir alanda ifade, basın ve haber
alma hürriyetlerinin kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
31. Şu halde, Mecliste yürütülen
soruşturmanın gizli olduğuna, bu konuda yayın yapılamayacağına ilişkin olarak
Anayasa’da bir hüküm bulunmamaktadır; soruşturmanın gizliliği Meclis
İçtüzüğünde ve CMK’da yer almış, Ceza Kanununda da
ayrıca suç olarak düzenlenmiştir. Soruşturmanın gizliliğini ihlal, haber verme
maksadını aşan, iftira ve hakaret niteliğindeki yayınlar yapmak zaten herhangi
bir yasaklama olmaksızın Türk Ceza Kanununda suç olarak düzenlenmiş bulunmakla
birlikte, suç ve yasak kapsamının haber verme ve haber alma haklarını da
kapsayacak şekilde genişletilmesi kabul edilemez. Bu bakımdan, haber verme
hakkının sınırlarını aşan kişiler her zaman sorumlu tutulabilirler. Çoğunluk
gerekçesinde olduğu gibi, bu hükümlere dayanarak, somut olayda yürütülen
soruşturmanın kanundan dolayı gizli olduğu, başvurucuların yürütülen soruşturma
ile ilgili olarak bilgilenme hakları ve ifade özgürlüğünün zaten bulunmadığı, o
nedenle de korunacak bir haklarının bulunmadığı, başvurucuların
mağduriyetlerinin de söz konusu olamayacağı, bu açıdan mahkemenin vermiş olduğu
kararın herhangi bir etkisinin ve öneminin olmadığı; ihlâlin kanundan
kaynaklandığı, mahkeme kararından doğrudan etkilenmediği, yasaklama getiren
mahkeme kararının soruşturmanın gizliliğine ilişkin ilgili kanun ve İçtüzük
hükümlerinin tekrarından ibaret olduğu, bir yenilik getirmediği, somut başvurudaki
şikayetin aslında fiilen söz konusu hükümlere yönelik olduğu şeklindeki
gerekçelerle başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle reddi sonucuna
varılması kanaatimizce mümkün değildir.
32. AİHM, kamuyu ilgilendiren
meselelerde, kamuoyunun bilgilendirilmesini engelleyen tedbirler söz konusu
olduğunda, 10. madde yönünden çok daha dikkatli bir incelemede bulunacağına,
kamuoyunda görüş oluşturma fonksiyonunun korunması olgusunun sadece medya ve profesyonel
gazetecilerle sınırlı olmadığına işaret etmiştir (Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, (Başv. 37374/05), 14 Nisan 2009, para.26).
33. AİHM, içtihatlarının
gelişimi sürecinde ‘Bilgi edinme hakkı’ kavramını daha geniş yorumlanmaya
başlamış ve kamuyu ilgilendiren konuları takip eden ve toplum için hayati önem
taşıyan kişi ve oluşumları caydırabileceği gerekçesiyle, bir çok kararında ifade
özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin ihlal edildiğine hükmetmiştir (Shapovalov/Ukraıne, 45835/05, 31
Temmuz 2012. para. 68).
34. Başvuru konusu olayda da,
TBMM’nde yürütülen bir yolsuzluk soruşturması hakkında Sulh Ceza hakimi
tarafından “soruşturmanın bitim tarihi olan
27.12.2014 günü mesai sonu bitimine kadar tüm yazılı, görsel ve internet
ortamında yapılan yayınlar hakkında yayın yasağı konulmasına” karar
verilmiştir. Getirilen bu genel yayın yasağından, başvurucuların da bilgilenme
haklarının ve ifade özgürlüklerinin belirli bir tarihe kadar da olsa, olumsuz
yönde etkilendiği açıktır. Getirilen yayın yasağının genel olması, doğrudan
başvuruculara yönelik olmaması, bu olumsuz etkilenmenin ortaya çıkmadığı
sonucunu doğurmaz.
35. Yukarıda ifade edilen AİHM
İçtihatları ve Mahkememizin ifade özgürlüğü ve bilgiye ulaşım hakları konusunda
vermiş olduğu önceki bazı kararlar dikkate alındığında görülmektedir ki, ifade
özgürlüğü söz konusu olduğunda mağdur sıfatı daha geniş yorumlanmakta, korunan
diğer haklarda olduğu gibi, doğrudan belirli bir şahsa yönelik etkinin veya
bağlantının mevcudiyeti mutlak bir koşul olarak görülmemektedir. Bu açıdan
mağdur sıfatının belirlenmesinde ifade özgürlüğü ile diğer haklar örneğin
mülkiyet hakkı ihlaline ilişkin iddialar farklı bir bakışla incelenmektedir. Bu
yaklaşım farklılığındaki temel unsur, ifade özgürlüğünün diğer insan haklarına
nazaran, demokratik bir sistemin varlığı açısından AİHS ve Anayasa karşısında
sahip bulunduğu temel önemden kaynaklanmaktadır.
36. Nitekim Mahkememiz,
2014/4705 sayılı ve 29.05.2014 tarihli “youtube.com isimli internet sitesinin
erişiminin engellenmesine ilişkin kararında, söz konusu sitenin sahibi Youtube
LLC Corporation Service Company’nin dışındaki diğer
başvurucuların, youtube.com sitesini bilgi edinme ve içerik sağlayıcı sıfatı
ile bilgi paylaşımı için kullanmakta olmaları nedeniyle mağdur sıfatını haiz
olduklarını kabul etmiş ve başvurularını incelemiştir. Keza, twitter.com isimli
internet sitesinin erişime engellenmesi ilişkin 2014/3986 sayılı başvuruda da
benzer bir durum söz konusudur. Anayasa Mahkemesi’nin 02.04.2014 tarihli
kararında yine başvurucuların sözkonusu internet
sitesinin aktif kullanıcıları olmaları nedeniyle, mağdur oldukları kabul
edilmiş, başvuruları kişi bakımından yetkisizlik gerekçesiyle reddedilmemiştir.
Somut başvuruda da, başvurucuların youtube.com veya twitter.com sitelerinin
kullanıcılarından farklı düşünülmesi mümkün değildir. Zira başvurucular, yazılı
ve görsel medyada yahut internet ortamında yayınlanacak bilgilerin aktif
kullanıcıları konumundadırlar.
37. Başvurucuların milletvekili, gazeteci ve öğretim üyesi
oldukları görülmektedir. Milletvekilinin ve gazetecilerin, TBMM’nde yürütülen
bir soruşturmayla ilgili olarak ifade özgürlüklerinin ve bilgilenme haklarının
normal bir vatandaşa göre daha öncelikli olması gerektiği düşünülebilir. Ancak,
kanaatimizce, genel bir hak olan ve demokratik toplumun sağlıklı bir şekilde
işleyebilmesi için son derece önemli olan ifade özgürlüğü ve bilgilenme hakkı
açısından, somut olayda başvurucular arasında bir ayırım yapmaya gerek
görülmemiştir. Bu nedenlerle, başvurucuların tamamının getirilen yayın
yasağından dolayı ifade özgürlüklerinin etkilendiği, bu konuda güncel ve
kişisel haklarının bulunduğu kabul edilmelidir.
38. Başvurucuların haklarının kamu gücü işleminden doğrudan
etkilenip etkilenmediği sorunu incelenirken konu çoğunluk gerekçesinde
belirtildiği şekilde değerlendirildiğinde, Anayasa ile verilen hakkın, kanunla
veya Meclis İçtüzüğü ile ortadan kaldırılması veya geri alınması sonucunun
doğduğu söylenebilir. Zira Anayasa m. 26’da herkese ifade özgürlüğü
tanınmıştır. Bu hak Anayasa’ya uygun olarak kanunla sınırlandırılabilir.
Getirilen bu sınırlandırmanın da Anayasa’ya uygun olup olmadığı iptal veya
itiraz yolu ile önüne geldiğinde Anayasa Mahkemesince denetlenir, hak ve
özgürlüklere ölçüsüz bir müdahale varsa hüküm iptal edilebilir. Ancak bu durum,
kanunla hakkın yasaklanması veya sınırlanması halinde, Anayasa ile tanınan
hakkın hiç doğmadığı veya zaten sınırlı olduğu, o nedenle de, bireysel
başvuruya konu olabilecek bir hakkın ortaya çıkmadığı sonucunu doğurmaz. Anayasa
ile hak doğmuştur, bu hak AİHS veya Türkiye tarafından onaylanan eki
protokollerde de düzenlenmişse bireysel başvuruya konu olabilir.
39. Hakkı ihlâl eden kamu gücü
işleminin, mahkeme kararından değil de, kanundan kaynaklanıyor olması, o konuda
bireysel başvuruda bulunan kimsenin mağduriyetinin bulunmadığı anlamına gelmez.
Mağduriyet varsa ve bu kanun hükmünden kaynaklanıyorsa, bu takdirde başvuru
kişi bakımından yetkisizlik gerekçesi ile değil, konu bakımından yetkisizlik
kapsamında değerlendirilebilir. Kaldı ki, somut başvuru konusu olayda, Ankara
7. Sulh Ceza Hakimliği, Komisyon Başkanının talebi üzerine yayın yasağı kararı
vermiş, bir başvurucunun karara itirazı da Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliği
tarafından reddedilmiş, bu ret kararı üzerine bireysel başvuruda bulunulmuştur.
O nedenle, doğrudan kanun hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle
yapılmış bir başvuru yoktur. Sulh ceza hakiminin somut olay üzerine verdiği
yayın yasağı kararına karşı bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu kararın da, başvurucuların
ifade özgürlüklerini etkilediği konusunda tereddüt yoktur. Mahkemenin vermiş
olduğu yayın yasağı kararının CMK’daki veya Meclis
İçtüzüğündeki hükümlere dayanıyor olması, mahkemenin kararını etkisiz hale
getirmez; hakkı doğrudan etkilemesi sonucunu değiştirmez. Kaldı ki, mahkeme
kararı sonuçta bir kanun hükmüne yahut bir hukuk kuralına dayanmak zorundadır.
Mahkeme kararı ile, o konudaki genel düzenleme, somut olaya uygulanmaktadır. Bu
açıdan, başvuru konusu olayda, başvurucuların hakları, kanuna dayanarak verilen
mahkeme kararından doğrudan etkilenmektedir.
40. Yukarıdaki ilkeler ışığında
başvuruya konu olay incelendiğinde; başvuruya konu olan soruşturma bir meclis
soruşturmasıdır ve bir dönem en üst düzey icra organı olan hükümette Bakan olarak
görev yapmış kişilere karşı yürütülmektedir. Meclisin iradesini bu
milletvekillerine karşı soruşturma açma yönünde kullanması, konunun kamuya
bakan bir yönünün olduğunun da kabulü anlamına gelmektedir. Ayrıca soruşturma,
milletvekillerine yönelik şahsi nitelikli sayılabilecek iddialarla ilgili
değildir. Soruşturma kamuoyunda yolsuzluk olarak tanımlanan, kamu kaynaklarının
usulsüz kullanımı iddialarına yönelik bir soruşturmadır. Bu nedenle
başvurucularla birlikte toplumun geneli soruşturmanın içeriğini bilme ve
kamuoyunda tartışabilme noktasında hak sahibidirler.
41. Yukarıda açıklanan
sebeplerle, başvurucuların, Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından getirilen
yayın yasağı kararı ve bu karara karşı yapılan itiraz üzerine Ankara 8. Sulh
Ceza Hâkimliği tarafından verilen itirazın reddi kararına karşı bireysel
başvuruda bulunmakta güncel ve kişisel haklarının bulunduğu, bu hakkın kamu
gücü işleminden doğrudan etkilendiği, bu nedenle başvuruların kişi bakımından
yetkisizlik gerekçesiyle reddedilmeyip, başvurunun esasının incelenmesi
gerektiği kanaatinde olduğumuzdan, Mahkememiz çoğunluğunun “başvurunun ‘halk başvurusu’ niteliğinde olduğu ve
başvurucuların verilen gizlilik kararı açısından doğrudan mağdur sıfatlarının
olmaması nedeniyle ‘kişi yönünden yetkisiz’ olduklarına” ilişkin
görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
KABUL EDİLEBİLİRLİK İNCELEMESİNDE
FARKLI GÖRÜŞ
KONU
: 2014/18803 Esas sayılı dosya ve birleşen 2014/18876 ve 2014/18946 no’lu dosyaların kabul edilebilirlik incelemeleri.
OLAY
VE İSTEM : Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulu bir komisyon tarafından
yürütülen bir soruşturma kapsamında, yapılan çalışmalarla ilgili olarak yayın
yasağı konulması ve yasağa karşı başvurucuların yaptıkları itirazların
gerekçesiz reddi ile adil yargılanma ve halkın haber alma ve bilgilenme hakkı
kapsamında ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiası ile mahkememize yapılan
başvurular hakkındadır.
DEĞERLENDİRME
: Mahkememiz meclis soruşturma komisyonlarının çalışmalarının gizli ve yargısal
bir faaliyet olup, gizliliği ihlalin suç olduğu, başvurucuların konumları
nedeniyle gerek topluma karşı sorumluluk gerekse kişilere atfedilen fiillerden
doğrudan ve şahsen etkilenmemiş ve bu nedenle mağdur sayılamayacakları
gerekçesi ile başvurucuların ihlal tespiti istemi ile yaptıkları başvuruları
birleşen dosya üzerinden, kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle esasa girmeden
kabul edilebilirlik incelemesi aşamasında oy çokluğu ile başvuruyu kabul
edilemez bulmuştur.
Mahkememiz
raportörünün dosya hakkında yaptığı çalışmadan da yararlanılarak yapılan
inceleme ile;
1. 1982 Anayasasında belirtilen
demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13.
maddesi ile AİHS’in “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9., 10. ve 11.
maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum
ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve tolerans temelinde
yorumlanmalıdır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 93).
2. Anayasa’nın 26. maddesi
ifade özgürlüğünün bilgi ve haberlere ulaşma boyutunu açıkça düzenlemiştir.
İfade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı
zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna
bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır.
Bu çerçevede ifade özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı
kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla
serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına
aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.
3. AİHM, kamuyu ilgilendiren meselelerde, kamuoyunun
bilgilendirilmesini engelleyen tedbirler söz konusu olduğunda,10. madde
yönünden çok daha dikkatli bir incelemede bulunacağına, kamuoyunda görüş
oluşturma fonksiyonunun korunması olgusunun sadece medya ve profesyonel
gazetecilerle sınırlı olmadığına işaret etmiştir. Bir derneğin Anayasa
Mahkemesi’ne yapılan bir başvuru metnine ulaşamamasını ifade özgürlüğüne
müdahale olarak görmüştür. (Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan,
(Başv. 37374/05), 14 Nisan 2009, para.26).
4. Başvuruculardan biri aktif olarak basında görev
yapmaktadırlar. Basının görevlerinden biri de kamusal yönü olan konularda
toplumda bir tartışma ortamı yaratmaktır. Bu işlev bilgiye dayanan sağlıklı bir
kamusal tartışma için önemli bir işlevdir. AiHM
birçok kararında kamuyu ilgilendiren konuların tartışılmasında sivil toplumun
katkısının altını çizmiştir (Steel ve
Morris/ the United Kingdom (
68416/01, § 89).
5. AİHM, basın özgürlüğü ile ilgili kararlarında ifade
özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturduğunu
hatırlatarak basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip
bulunduğunu belirtir. Basının ve medya organlarının özgürlüğünün kamuoyuna
yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi
imkanlardan birisi olduğunun altını çizer. Basının bir görevinin de siyasal
arenada ve diğer kamu yararı olan alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve
görüşleri topluma iletmek olduğu şüphesizdir. Basının bu görevi, kamuoyunun da
bu bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tamamlanır (Handyside, § 49, Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). O
halde, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme
özgürlüğüdür; diğer yönüyle ise, bu özgürlük halkın bu bilgi ve görüşleri alma
hakkıdır. Mahkeme’ye göre ancak bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı
bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevini
yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda ulusal makamlara tanınan takdir
yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Editions Plon, § 44, Bladet Tromsø ve Stensaas, § 59). Bu ilkeler öncelikle yazılı
basın için geliştirilmiş olmakla birlikte, hiç kuşku yok ki görsel-işitsel
basın için de geçerlidir.
6. Sözleşme’nin 10. maddesi, ifade özgürlüğünün
kullanılmasının bazı formalitelere, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara
bağlanmasına engel değildir. Bununla birlikte bu kısıtlamalar öyle tehlikeler
içerirler ki Mahkeme’nin sıkı bir biçimde incelemesini gerektirirler (Sté Plon, § 42). Madde 10 (2)’de
belirtilen bu istisnalar dar olarak yorumlanmalı ve müdahalenin gerekliliği
‘inandırıcı’ olarak ortaya konulmalıdır. (Zana/ Türkiye, (1997) 27 EHRR 667 para. 51)
7. Bu çerçevede, gazetecilik mesleğini yapma konusunda
getirilen bir sınırlama ancak “çok istisnai
koşullarda meşru görülebilir” (Cumpana ve Mazare, § 118). Özellikle
basın söz konusu olunca durum böyledir: Haber çok hızla eskiyen bir üründür ve
kısa bir süre için dahi olsa onun yayınlanmasını geciktirmek tüm önemini ve
yararını ortadan kaldırma riski taşır (Çetin
ve Diğerleri, § 49). Sözleşme’nin 10. maddesi yayın henüz
gerçekleşmeden yapılan sınırlamaları (ön sınırlamalar) yasaklamaz. Ancak bu
tarz ön sınırlamalar “hem yasaklamanın sınırlarını göstermek bakımından çok
sıkı bir yasal çerçeve tarafından düzenlenmeli, hem de kötüye kullanma
ihtimaline karşı etkili bir yargı denetimine konu olmalıdır” (Association Ekin, § 38).
8. AİHM’in kamuya mal olmuş kişiler özellikle
de topluma karşı sorululuğu en üst düzeyde bulunan
politikacılar söz konusu olduğunda özel hayatın gizliliği kavramını diğer
kişilere oranla ne kadar dar yorumladığı bilinmektedir.
9. İfade özgürlüğü ve özel hayatın korunması arasındaki
dengede hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber röportaj ve/veya
fotoğrafa konu faaliyetin niteliği önemli bir kriter oluşturmaktadır. Burada
normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda
hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir
kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep
edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu
değildir. (Minelli/İsviçre (kabul
edilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, § 55).
Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik
toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı,
böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar
üzerine yapılan bir röportajla bir tutulamaz. (Von
Hannover, § 63, ve Standard Verlags GmbH , § 47).
10. Lingens davasında, Federal Devlet Başkanı’nın
itibarının muhtemelen zarar görmüş olabileceğini kabul eden Mahkeme, onun
politikacı konumuna ve makalelerin politik meselelere ilişkin bulunduğuna, [86]
ve kamu yararına vurgu yaparak, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli
olmadığına hükmetmiştir.- (Lingens/Avusturya, (1986) 8 EHRR 407)
11. Yine çok yakın bir zamanda hakkında parlamento
soruşturması olan bir milletvekilinin soruşturma içeriğine ilişkin basında yer
alan haberlerin özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği iddiasıyla açmış olduğu
dava da vermiş olduğu Hoon/İngiltere kararında şöyle demektedir: ‘Toplumun parlamento süreçlerinden ve bu süreçlerin
sonuçlarından haberdar olmasında hukuki bir yarar söz konusudur. Bu süreçler
kamuya açık olmamaları halinde üstlerinin örtülebileceği konusunda toplumda bir
algı yaratma riskiyle karşı karşıya kalırlar. Mahkeme anılan
sebeplerle başvurucunun özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarını kabul edilmez bulmuştur. (Hoon/İngiltere, B.no: 14832/11, 4/12/2014)
12. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Casusluk ve Devlet Sırlarının İfşası Hakkındaki Ceza
Davalarında Adil Yargılanma Meseleleri hakkında 1551/2007 sayılı Kararının
1. ve 2. maddelerinde şöyle demektedir: ‘Parlamenterler
Meclisi resmi sırları korumanın ifade özgürlüğünün gereksiz yere
sınırlandırılması için bir bahane olarak kullanılmamasının devletlerin meşru
çıkarlarına hizmet edeceğini kabul eder. Parlamento demokratik bir toplumda
ifade ve bilgi özgürlüğünün önemini hatırlatır. Bu tür toplumlarda yolsuzluk, insan
hakları ihlalleri ve çevreye verilen zararların açığa çıkarılması mümkün
olmalıdır.’
13. Bu ilke ışığında bilgiye ulaşmanın da ifade özgürlüğünün
korunmaya değer bir yönü olduğu tespit edildikten sonra başvurucuların söz
konusu yayın yasağı karşısındaki konumu ve buna bağlı olarak mağdur sıfatlarını
incelediğimizde şu hususlar öne çıkmaktadır.
14. Kimi başvurucular, yasama organında görevli
milletvekilleridir. Demokrasilerde, özellikle temsili demokrasilerde halk,
yasama süreçlerine ve yasama organının yetkisi kapsamında olan diğer
faaliyetlere bizzat katılamadığından ve bu faaliyetler seçilmiş temsilciler
eliyle yürütüldüğünden, bir milletvekilinin kendisine görev veren halkı gereği
gibi temsil edebilmesi için söz konusu çalışmaların içeriği ile ilgili yeterli
bilgiye sahip olmasının gerekliliği yadsınamaz. Bu bilgilere ulaşım doğrudan bu
çalışmalarda yer alan milletvekilleri için bir sorun teşkil etmez ancak bu
çalışmalara katılmayan ve meclis soruşturması gibi mevzuat gereği içerikleri
sadece katılımcılar için ulaşılabilir olan çalışmalarda, gerek milletvekilleri
gerekse tüm toplum için basının aracı rolü hayati bir önemi haizdir. Toplum
adına konuşmak ve onun menfaatlerini üst siyasi organda temsil ile görevli
bulunan başvurucuların da kamusal yönü olduğu tartışmasız olan bir meclis
soruşturmasında böyle bir görevi vardır. Bu görevin gerektiği şekilde yerine
getirilebilmesi için bu soruşturmanın etkinliğini karartmayacak nitelikteki
içerik, kapsam ve deliller gibi konularda bilgi sahibi olması önceliklidir.
Getirilen genel yayın yasağı ile oluşan müdahale, haber verme konusu yapmaya
ilişkin yasaksız alanı da kaldırmıştır.
15. Diğer Başvuruculardan, bir kısmı gazeteci, diğerleri ise
Akademisyendir. Görüldüğü üzere tüm başvurucuların yürütülen meclis
soruşturması karşısında kamuya karşı bilgilendirme ve değerlendirme yönünde
etkili bir sorumluluk ve görev alanları bulunmadığı söylenemez.
16. Yukarıda ifade edilen AİHM İçtihatları ve Mahkememizin
ifade özgürlüğü ve bilgiye ulaşım hakları konusunda vermiş olduğu önceki bazı
kararlar dikkate alındığında görülmektedir ki ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda mağdur sıfatı daha geniş
yorumlanmakta başka korunan haklarda olduğu gibi doğrudan şahsi bir
bağlantı olmazsa olmaz görülmemektedir. Örneğin bir mülkiyet hakkı ihlaline
ilişkin bir başvuruda aranan mağdur nitelikleri ile ifade özgürlüğü bağlamında
arananlar arasında ciddi bir fark vardır. Bu yaklaşım farkındaki temel unsur,
ifade özgürlüğünün diğer insan haklarına nazaran, AİHS ve Anayasamızın
öncelikli hedefi olan demokratik bir toplumun oluşmasındaki tartışmasız
gerekliliğidir.
17. Bu yaklaşıma örnek olarak, Mahkememiz 2014/4705 sayılı
kararında, salt başvurucuların bir internet video paylaşım sitesinin (www.youtube.com) farklı sebeplerle
kullanıcısı olduklarından bahisle bu siteyle organik veya işlevsel daha sağlam
kişisel bir bağlarının olup olmadığına ilişkin bir araştırma içerisine girmemiş
ve özgürlükçü bir yorumla başvurucuların bu siteye erişimlerinin engellenmesini
bu kişilerin mağdur sıfatı için yeterli görmüş ve haklarının ihlal edildiğine
karar vermiştir.
18. Bir kişinin vergi gibi mali, yasalara uyma gibi sosyal
yükümlülüklerini yerine getirdiği, devletin kamu kurumları üzerindeki denetim
sistemine katılma ve sağladığı mali kaynakların etkin kullanılıp kullanılmadığı
yolunda bilgi edinme talebi konusundaki kamu yararı, o kişinin bir internet
sitesine girişinin engellenmesindeki kamu yararından daha az değildir. Bu
sebeple, içinde gazetecilerin de yer aldığı başvurucuların bireysel başvuru
yolunu kullanabilmesi için hukuk tekniği açısından doğrudan bir şahsi
mağduriyet aranması ifade özgürlüğünün özüyle bağdaşmaz.
19. Kaldı ki, itiraz mercii konumunu haiz Ankara 8. Sulh Ceza
Hakimliği itiraz eden başvurucu Mahmut Tanal’ın taraf ehliyeti noktasında bir
sorun görmemiş ve itirazını esastan incelemek suretiyle karar vermiştir.
20. Mağdur sıfatının böylesi bir hakkın korunmasında kararda
benimsendiği şekilde dar yorumu, Mahkememizin önceki kararlarında benimsediği
devletin otoritesi ve bireyin özgürlüğü dengesinde bireysel özgürlüklerin
tercihen koruma öncelik kriterleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ülke
bazında etkin uygulanması ve sözleşmedeki hakların korunmasında milli
mahkemelerin önceliği ve Anayasa Mahkemesi’nin ikincilliği şeklinde
özetlenebilecek AİHS’nin metin ve ruhuyla aynı doğrultuda olan yaklaşımından
uzaklaşmak olarak değerlendirilebilecektir.
21. Kararın temel dayanaklarından biri olan TBMM İç
Tüzüğü’nün 110. maddesinde düzenlenen soruşturmanın gizliliği ve bu
soruşturmayı ihlal etmenin Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde suç olarak
düzenlendiği tezinin somut olaya uygulanması yerinde değildir. Zira bir ceza
soruşturmasının etkin olarak sürdürülebilmesi için gizli yapılmasına oranla
soruşturma hakkında genel bir yayın yasağı konulması çok daha geniş kapsamlı ve
çok daha sınırlayıcı bir önlemdir. AİHM, Ürper
ve Diğerleri/ Türkiye kararında bir kısım yayın organlarının ileriye
dönük olarak belli bir süre ile daha içeriği henüz belli olmayan yayınlarının
basım ve dağıtımının yasaklanmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür.
(Ürper ve Diğerleri / Türkiye (B.
no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07,
47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07 p. 44-45) bu nokta kararda şöyle ifade
edilmektedir. ‘AİHM, yerel mahkemelerin,
kısa süreliğine de olsa Ülkede Özgür Gündem, Gündem, Güncel ve Gerçek Demokrasi
gazetelerinin basım ve dağıtımlarını durdurarak, kendilerine tanınan sınırlı
takdir yetkisini aştığını ve basının demokratik toplumun gözlemcisi rolünü
gerekçesiz bir şekilde sınırlandırdığı sonucuna varır (kıyâsen
bkz., Cumpana ve Mazare -
Romanya, no. 33348/96; Obukhova
- Rusya, no. 34736/03). 3713 No.lu Kanun’un 6/5 maddesi
temel alınarak gazetelerin tamamının ileriki basımlarını yasaklamak, demokratik
bir toplumda “gerekli” olan sınırlama kavramını aşmış ve sansür boyutuna
ulaşmıştır.’
22. Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinin son fıkrası
soruşturmanın gizliliğini ihlal suçunun tanımına getirdiği istisna “Soruşturma
ve kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu
yapılması suç oluşturmaz.” şeklindedir. Yani soruşturmanın halen suç
oluşturmadan haber konusu yapılabilecek bir alanının varlığını koruduğu
açıktır.
Bu durumda görülmektedir ki, kararımızda söz konusu TCK maddesi
yine bu maddede tanımlanmış olan sınırlamaların çok ötesinde bir genişlikte
yorumlanmış ve suç sayılmayacak alanlarda yayın yasağı kapsamı ile eşit
değerlendirmeye tabii tutulmuştur.
23. Çoğunluğun başvurunun kabul edilebilirliğine yönelik bu
usul denetimi şeklinde nitelenecek kabul edilmezlik kararı, mahkemenin bazı
temel haklar arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediğini denetleme
imkanını ortadan kaldırmıştır. Oysa başvurucuların haklarına yönelik
müdahalenin varlığı, verilecek bir kabul edilebilirlik kararı sonrasında,
mahkemece geçilecek işin esası aşamasında incelenecek ve getirilen yayın yasağı
ile yapılan müdahalenin, kamuyu yakından ilgilendiren parlamenter sistemin
işleyişine ilişkin ve yargısal boyutu olan bir konuda bireylerin haber alma
hakkı ile söz konusu soruşturulanların itibar haklarının korunması arasında ki
makul dengenin gözetilip gözetilmediği ayrıntılı bir şekilde değerlendirme
fırsatı bulacak, yapılan müdahalenin meşru amacı, koruduğu kamu yararı, etki
alanı, niteliği, elverişliliği, gerekliliği, sınırları ve ölçülülüğü tartışma
imkanı bulacaktı.
24. Elbette, kabul edilmiş bir başvuru sonrasında esas
inceleme ile mahkemenin yapılan müdahaleyi ölçülü bulması halinde
başvurucuların haklarının ihlal edilmediği yönünde karar verilmesi de mümkün
olup, Mahkememiz önüne ilk defa gelmiş bir konuda temel hak değerlendirmesine
esas unsurların tespiti ve koruma ölçek alanlarının belirlenmesi ,mağdur sıfatı
bulunmadığı yönündeki usulü tespitlerden görece daha hukuk ve demokrasi
kuramına hizmet eden niteliktedir. Yukarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
örnek kararlarına yapılan atıflar dikkate alındığında dava dosyasında yer alan
ifade hürriyetine yönelik müdahale ile kamuoyu-basın-birey arasında demokratik
bir toplumdaki hak dengeleri, özgürlük alanlarının kullanma biçimleri, hakkın
korunmaya değer yönü, toplum menfaati vb. çok sayıda asli denetim alanı
değerlendirilememiştir.
25. Anılan sebeplerle getirilen yayın yasağı ile,
başvurucuların ifade özgürlüğüne getirilmiş bir müdahalenin var olmadığı
söylenemeyeceğinden açıkça dayanaktan yoksun olmadığı için kabul edilebilir ve
esas aşamasına geçilerek incelenmesini gerektirecek nitelikteki şikayetin
Anayasa’nın ilgili maddeleri yönünden denetiminin önüne geçen kararımıza esas
olan söz konusu soruşturma hakkında yapmış oldukları bireysel başvurunun ‘halk başvurusu’ niteliğinde olduğu ve
başvurucuların verilen gizlilik kararı açısından doğrudan mağdur sıfatlarının
olmaması nedeniyle ‘kişi yönünden yetkisiz’
olduklarına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
DEĞİŞİK GEREKÇE VE KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Anayasa’nın
26. maddesinde düzenlenen “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”, aynı maddede
sayılı amaçlarla sınırlanabilmekte; keza 28. maddesinde düzenlenen “Basın
hürriyeti”, aynı maddenin yollamasıyla 26. maddenin ikinci fıkrasında
belirtilen nedenlerle sınırlandırılabilmektedir. Salt Anayasa’nın bu iki
hükmünün değerlendirilmesinden, milletvekili sıfatını taşıyan başvurucuların da
“herkes” kavramı içerisinde olmaları nedeniyle bu maddeler kapsamı içinde
oldukları sonucunun çıkarılması doğaldır. Ne var ki Anayasa’nın farklı
hükümlerinin birbirine aykırılığı söz konusu edilemeyeceğinden; eğer Anayasa’da
bu özgürlüklerin sınırlanması yolunda “özel” düzenlemeler varsa, öncelikle bu
özel düzenlemelerin Anayasal yorumda dikkate alınması gerektiği de kuşkusuzdur.
“Meclis
soruşturması” Anayasa’nın 100. maddesi ile öngörülmüş olan ve Başbakan ile
Bakanların Yüce Divan’a sevk edilebilmeleri sonucunu doğuran bir müessesedir.
Anılan maddenin son fıkrasında “Meclisteki siyasi parti gruplarında, Meclis
soruşturması ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.” denilmektedir.
Anılan maddedeki düzenlemenin doğası gereği, Meclis Soruşturma Komisyonun
faaliyeti süresince siyasi parti gruplarında görüşme yapılamayacak konularda
Meclis Genel Kurulunda görüşme yapılması, fikir beyan edilmesi de mümkün
değildir. Diğer bir deyişle, milletvekilinin Meclis Soruşturması konusu
fiillerle ilgili ifade özgürlüğü, bu soruşturmanın açılıp açılmaması konusunda
TBMM Genel Kurulunda yapılacak görüşmeler ile Soruşturma Komisyonu raporunun
TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi safhaları bakımından söz konusu iken; TBMM İçtüzüğü’nün 107-114. maddelerinde öngörülen ve “gizli”
olarak sürdürülen Soruşturma Komisyonu çalışmaları süresince (en çok 4 ay)
sınırlandırılmış bulunmaktadır. İçtüzüğün 110. maddesiyle öngörülen “Komisyon
çalışmalarının gizliliği” kuralı ise dayanağını Anayasa’nın 38/4 ve 95.
maddeleri ile “ceza soruşturmasının gizliliği” hususundaki evrensel ceza hukuku
ilkesinden almaktadır. TBMM Soruşturma Komisyonunun işin doğası gereği sahip
olduğu yetkiler “adli” sonuç ve etkiye sahip olduğundan; Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 157. maddesinde belirtilen “… soruşturma evresindeki usül işlemleri gizlidir.” kuralının bir yansımasından
ibaret olan söz konusu İçtüzük hükmünün (Md.110) milletvekilleri yönünden
sınırlandırdığı bir özgürlüğün, bu konudaki özel Anayasa hükümleri görmezden
gelinerek, başka suretlerle ihyâsı mümkün değildir.
Bireysel başvuruda “mağdur” sıfatı yönünden
yapılan değerlendirmelerde, bu kavramın bir davada taraf/başvurucu/şikâyetçi/mağdur
vb. kavramlardan özerk olarak ele alındığı görülmektedir. Nitekim Anayasa
Mahkemesi 2. Bölümü’nün 8.9.2014 tarih ve Başvuru No: 2014/13825 sayılı
kararında bu konuya ilişkin şu değerlendirilmede bulunulmaktadır:
“…19. Bireysel başvuruda mağdur kavramı,
davada menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız bir şekilde
yorumlanır (Gorraiz Lizarraga
ve Diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00, 10/11/2004). Ayrıca mağdur kavramının
yorumu, günümüzde toplumun kuralları ışığında değişime tâbi olup, bu kavram
aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz
Lizarraga ve Diğerleri/İspanya), (B. No: 11438,
24/7/2014).
20. Kendilerinin belirli bir işlemden doğrudan
etkilenme tehdidiyle ya da tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ve dolayısiyle potansiyel olarak mağdur olduklarını iddia eden
başvurucular ile yalnızca ulusal hukukları değiştirmeyi veya toplumun
menfaatinin korunmasını amaçlayan başvurular arasında dikkatli bir ayrım
yapılmalıdır…”
Milletvekili sıfatı taşıyan başvurucuların,
esasen Anayasa’nın bu konudaki özel düzenlemeleri uyarınca Meclis Soruşturma
Komisyonunun faaliyetleri süresince sınırlandırılmış olan ifade
özgürlüklerinin, adli yargı organınca Komisyon başvurusu sonucu alınan ve
çerçevesi çizili yayın yasağı nedeniyle ayrıca ihlâl edildiği ve bu nedenle
bireysel başvuru konusunda “mağdur” oldukları kabul edilemez. Çünkü, bu
konudaki mağduriyet esasen Meclis Soruşturma Komisyonunun faaliyet süresince bu
başvurucular yönünden mevcut olup; adli yargı organına yapılan bir başvuru
üzerine verilen karar sonrasında yeniden bu sıfatın ihyâ
edilmesi söz konusu olamaz. Dolayısiyle, verilen adli
yargı kararı ile buna ilişkin itirazın reddi yolundaki kararın bu başvurucuları
güncel ve kişisel olarak doğrudan etkilemesi, bunun doğal sonucu olarak da
milletvekili olan başvuruculara mağdur statüsü kazandırması söz konusu
olamayacağından, başvurucuların bireysel başvuru yapma hakkı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, anılan başvurucuların
ihlâle neden olduğunu ileri sürdükleri hususların mağduru olmadıkları
anlaşıldığından; başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin, bu gerekçeyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun kararına bu gerekçe ile
katılıyorum.
2.
Diğer başvurucular yönünden yapılan değerlendirmede ise yukarıdaki ölçütlerin
uygulanma imkânının olmadığı, verilen adli yargı kararı ile anılanların ifade
özgürlükleri ile haber alma özgürlükleri yönünden mağdurluk sıfatlarının mevcut
bulunduğu, dolayısiyle başvurularının esas yönünden
incelenmesi gerektiği kanaatine vardığımdan; aksi yöndeki çoğunluğun kararına
katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun
mağdur sıfatının kabulüne ilişkin olarak 29.05.2014 tarihli ve 2014/705 sayılı
kararda yer alan çok açık ve güçlü gerekçeler bu başvurucu yönünden de aynen
geçerlidir.
Diğer
taraftan, başvurucu, Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği’nin 25.11.2014 tarihli yayın
yasağı kararına karşı itiraz mercii olan Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliğine
başvurmuş, itiraz mercii de başvurucunun talebini inceleyerek, 7. Sulh Ceza
Hakimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile kesin olarak
reddetmiştir. İtiraz mercii bu kararı verirken başvurucunun itiraza yetkili
olup olmadığını tartışmamış, başka bir deyişle başvurucunun hukuki yararı
bulunduğunu zımnen kabul etmiştir.
Ulusal
bir yargı merciinin kabul ettiği bir hususun Anayasa Mahkemesince yok
sayılmasının, göz ardı edilmesinin veya kararın kaldırılmasının, başvurucunun
temel bir hakkının ihlali hali hariç, söz konusu olamayacağı açıktır.
Başvurucu
yönünden kesinleşmiş bulunan taraf olma hak ve yetkisinin ve buna bağlı mağduriyet
statüsünün derece mahkemesi kararına rağmen Anayasa Mahkemesince tanınmamasının
Anayasa ve 6216 sayılı Kanunla düzenlenen bireysel başvuru hakkına uygun
olmadığı düşüncesiyle ret kararına katılmıyorum.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
FARKLI GEREKÇE
Mahkememizce
birleştirilmesine karar verilen 2014/18946 numaralı bireysel başvuru
başvurucularından Fatma Banu GÜVEN DOKUR ve Adnan KESKİN, basın mensubu
(Gazeteci) olduklarını beyan etmişlerdir. Bu sıfatlarıyla, bu başvurucular
diğerlerinden ayrılmaktadır.
Başvuru
konusu yasak; tüm yazılı, görsel medya ve internet ortamında yapılan yayınları
kapsadığından, gazeteci başvurucuların Anayasa’nın ve Sözleşme’nin mezkur
hükümleri karşısında yasaktan doğrudan etkilendiğini kabul etmek
gerektiği kanısındayız.
Anayasa’nın
İkinci bölümü X. alt başlığındaki “Basın ve yayımla ilgili hükümler”i
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesindeki “İfade özgürlüğü” hükmü ile
basının toplumu bilgilendirme, kamuoyu oluşturma görevi birlikte
değerlendirildiğinde, anılan başvurucuların mağdur sıfatının olmadığını
söylemek mümkün görünmemektedir.
Açıklanan
nedenlerle gazeteci olduğunu beyan eden başvurucular açısından mağdur
statüsünün bulunmadığı, başvurunun “kişi
yönünden yetkisizlik” nedeniyle “kabul edilemez olduğu” yolundaki
görüşe katılmıyoruz.
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Muammer
TOPAL
|