TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YILDIRAY ÖZBEY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/18932)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 27/10/2015-29515
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Yıldıray ÖZBEY
|
|
|
2. İsmail ÖZBEY
|
|
|
3. Lokman ÖZBEY
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet GÜL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, mahkûmiyet kararı
verilirken mahkemece yeterince araştırma yapılmaması, tanıkların dinlenmemesi,
benzer konudaki mahkeme kararlarının dikkate alınmaması, derece mahkemelerinin
kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi, temyiz aşamasında suç tarihleri
değiştirilerek bu hususta savunma yapma imkânının tanınmaması, yargılamanın
uzun sürmesi ve idarece düzenlenen raporda suçlayıcı ibarelerin bulunması
nedenleriyle gerekçeli karar, tanık dinletme, savunma, makul sürede yargılanma
ve genel olarak adil yargılanma hakları ile masumiyet karinesinin ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 3/12/2014 tarihinde
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 5/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın
27/4/2015 tarihli yazısı, 6/5/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
Başvurucular karşı beyanlarını 15/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
1. Başvuruya Konu Yargılama
7. Başvurucular kardeş olup
mahkûmiyetlerinin konusunu oluşturan “Rota … Limited Şirketi” (Şirket) isimli
şirkette belli dönemlerde işçi olarak çalışmışlardır.
8. 3/9/2004 tarihinde kendisini
C.A. olarak tanıtan bir kişi, anılan Şirkette çalışan başvurucular ve diğer üç
kişinin, komisyon karşılığı sahte fatura verdikleri yönünde ihbarda
bulunmuştur.
9. Şişli Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış, anılan Şirkete ait iş yerinde 6/1/2005
tarihinde arama gerçekleştirilmiştir. Aramada 14 ayrı firmaya ait fatura ve 6
ayrı firmanın kaşesi bulunmuştur.
10. 6/1/2005 tarihinde gözaltına
alınan başvurucu Yıldıray Özbey; savcılık ifadesinde iş yerinin H.Ç. isimli
kişiye ait olduğunu, kendisinin işçi olduğunu ve bu kişi adına iş takibi
yaptığını, imza yetkisinin veya ortaklığının bulunmadığını, aramada bulunan
fatura ve belgeleri daha önce görmediğini, sahte fatura satmadığını ve H.Ç.nin böyle bir iş yapıp yapmadığını bilmediğini
söylemiştir.
11. Aynı gün tanık olarak
ifadesi alınan F.G., başvurucu Yıldıray Özbey’in iş yerinde nakliyecilik
yaptığını, fatura ve kaşelerin devamlı kilitli tutulan bir odada bulunduğunu,
kendisinin bunları daha önce görmediğini ve başvurucunun sahte fatura satıp
satmadığını bilmediğini belirtmiştir.
12. Başvurucu İsmail Özbey,
yakalanmasının ardından 18/12/2005 tarihinde verdiği ifadesinde, Rota … Ltd.
Şti.de işçi olarak çalıştığını, liman sahasında konteyner çekimi ve evrak
takibiyle ilgilendiğini, fatura işlemleriyle ilgisi bulunmadığını, iş yerinde
ele geçen C. Nakliyat Ltd. Şti.ye ait faturaları soy ismini bilmediği Y. adlı
kişinin bıraktığını, M. Reklam Ltd. Şti.ye ait kaşeye ilişkin bilgisinin
bulunmadığını belirtmiştir.
13. İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığı tarafından, sahte faturaların neden olduğu vergi kaybına ilişkin
22/5/2008 tarihli ve 2008-465/20 sayılı “Vergi Tekniği Raporu” hazırlanmıştır.
Raporda, aramalarda ele geçen belgelere ve verilen ifadelere atıfla,
başvurucular İsmail ve Lokman Özbey'in sigortalı işçi olarak çalıştıklarını
söylemelerine rağmen bu hususu ispat edici belge sunamadıkları, Şirketin
muhasebecisinin ifadesinde Şirketin işlerini, başvurucular Lokman ve Yıldıray
Özbey'in takip ettiğini belirttiği, başvurucu İsmail Özbey'in bir işçinin
bilebileceğinden fazlasını bildiği, Şirket adına bastırılan faturaları üç defa
teslim aldığı, arabasında başka mükelleflere ait belge ve kaşelerin bulunduğu
ifade edilmiştir.
14. Vergi Tekniği Raporu'nda
ayrıca, başvurucular ile H.Ç. isimli kişinin sadece Rota … Ltd. Şti.ye ait
faturaları değil, başka şirketlere ait faturaları da belli bir komisyon
karşılığı sattıkları kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Rapora göre
başvurucular anılan Şirketin işçisi değil, gayriresmî
sahibidirler ve birden çok şirketi sahte fatura ticaretinde kullanmaktadırlar.
Raporda, başvurucuların sahte fatura işini adi ortaklık şeklinde yaptıkları ve
Şirketin komisyon karşılığı sahte fatura ticareti yapmak maksadıyla faaliyet
gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle, başvurucuların da dâhil olduğu
adi ortaklığa ilişkin KDV yönünden ilgili vergi dairesince, mükellefiyet tesis
ettirilmesi teklif edilmiştir.
15. İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığı ek olarak 22/5/2008 tarihli ve 2008-465/25 sayılı “Vergi Suçu
Raporu” hazırlamıştır. Vergi Tekniği Raporu temelinde düzenlenen bu raporda,
başvurucuların da dâhil oldukları adi ortaklığın, sahte fatura düzenleyerek
vergi kaybına sebebiyet vermesi eylemi bakımından suçun maddi ve manevi
unsurlarının oluştuğu, başvurucular ile H.Ç.nin 04/01/1961
tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nun 359. maddesi uyarınca hapis cezasıyla cezalandırılması gerektiği
sonucuna varılmıştır. Dava açılmak üzere konunun ilgili Cumhuriyet
başsavcılığına bildirilmesi kararlaştırılmıştır.
16. Şişli Cumhuriyet
Başsavcılığı 13/10/2008 tarihinde, başvurucular ile Şirketin müdürü olan H.Ç.
hakkında 213 sayılı Kanun'a muhalefet (sahte belge düzenleme) suçundan dava
açmıştır. İddianamede suç tarihleri “1/4/2004, 1/4/2005, 1/4/2006, 1/4/2007,
1/4/2008” olarak gösterilmiştir.
17. Şişli 7. Asliye Ceza
Mahkemesince yapılan 10/4/2009 tarihli ilk duruşmada, başvuruculara çıkartılan
tebligatların bilatebliğ iade edildiği belirtilmiş ve
adreslerinde bulunamayan başvurucuların ifadelerinin alınabilmesi için
haklarında yakalama emri çıkartılması kararlaştırılmıştır.
18. Başvurucular, 22/7/2009
tarihli duruşmada da hazır bulunmamışlardır. Haklarındaki yakalama emri infaz
edilen başvurucular Yıldıray ve İsmail Özbey, 24/7/2009 tarihinde açılan ara
duruşmada ifade vermişlerdir. Başvurucu Yıldıray Özbey 2003 yılının birinci ve
ikinci ayında, diğer başvurucu ise 2004 yılının Ocak ve Ağustos ayları arasında
işçi olarak çalıştıklarını ve H.Ç.nin, Şirketin
sahibi olduğunu söylemişlerdir. Başvurucular, aleyhlerindeki suçlamaları kabul
etmemişlerdir.
19. 24/11/2009 tarihli duruşmada
sanık H.Ç. dinlenmiştir. Diğer sanık beyanlarının da okunmasından sonra H.Ç.,
firmada bir miktar hissesinin olduğunu ve ayrıca Şirketin müdürlüğünü yaptığını
ancak diğer sanıkların hisselerinin daha fazla olduğunu söylemiştir.
20. Başvurucu Lokman Özbey ise
yakalanmasının ardından 10/3/2010 tarihinde dinlenebilmiştir. Başvurucu,
Şirkette 2004 yılında 6-7 ay kadar işçi olarak çalıştığını, Şirkette ortaklık
ya da müdürlük yapmadığını ve atılı suçu işlemediğini belirtmiştir.
21. Şişli 7. Asliye Ceza
Mahkemesi, dosyaya ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 26/2/2010 havale
tarihli bilirkişi raporunda, 22/5/2008 tarihli Vergi Suçu Raporu'ndaki
başvurucular ile Şirket arasında adi ortaklık bulunduğu tespiti ile bahse konu
rapordaki diğer bulgulara yer verilmiştir. Bilirkişi raporunda, aralarında adi
ortaklık bulunan başvurucular ile H.Ç.nin sahte
fatura düzenleyerek vergi kaybına yol açtıkları ile sahte ve yanıltıcı belge
düzenledikleri sonucuna ulaşılmıştır.
22. 3/5/2011 tarihli duruşmada
başvurucular vekili, sahte fatura kullandıkları iddia edilen diğer firmalar
hakkında işlem yapılıp yapılmadığının araştırılmasını talep etmiştir. Asliye
Ceza Mahkemesi, bu konunun araştırılmasına gerek görmemiş ve başvurucuların
talebini reddetmiştir.
23. Şişli 7. Asliye Ceza
Mahkemesi, 17/6/2011 tarihli ve E.2008/1413, K.2011/515 sayılı kararıyla
başvurucuların atılı suçtan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, “Rota … firmasının yetkilisi olan sanık H. ile diğer
sanıkların oluşturduğu adi ortaklığın birlikte hareket ederek 2003, 2004, 2005,
2006, 2007 yılı vergi dönemleri içinde gerçeğe aykırı fatura ve belgeler
düzenledikleri bu şekilde üzerlerine atılı suçu işledikleri iddia, savunma,
vergi suçu inceleme [r]aporu, bilirkişi
raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamından anlaşıldığı”nı belirtmiştir. Suç tarihi
olarak ise iddianamede gösterilen tarihlere yer verilmiştir.
24. Başvurucular bu kararı, adi
ortaklığı gösteren herhangi bir somut delilin bulunmadığı, vergi tekniği
raporunun gerçeği yansıtmadığı, vergi raporundaki ön yargı ve varsayıma dayalı
iddiaların delil gibi kabul edildiği, haklarında fatura düzenlenen firmalar
hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılmadığı, üzerlerine atılı suçu
iştirak iradesiyle işleyip işlemediklerinin ve suçlamalarla ilgilerinin bulunup
bulunmadığı hususunda eksik inceleme sonucu hüküm kurulduğu; bilirkişi
incelemesinin, sahteliği iddia edilen faturalar getirildikten sonra yaptırılması
gerektiği gibi gerekçelerle temyiz etmişlerdir. Ek olarak başvurucular, İsmail
ve Lokman Özbey’in sanık H.Ç.nin işçisi olduğunu ve
Şirket yetkilisi H.Ç.nin talimatları doğrultusunda
işletmenin ticari faaliyetinin doğasına uygun eylemlerde bulunduklarını,
başvurucu Yıldıray Özbey’in ise kardeşi olan başvurucuları ziyaret için Şirkete
geldiğini ileri sürmüşlerdir.
25. Yargıtay 11. Ceza Dairesi
9/6/2014 tarihli ve E.2012/27217, K.2014/11200 sayılı ilamında öncelikle, suç
tarihlerinin karar başlığında yanlış gösterildiği, sanıklara atılı eylemlerin
sahte fatura düzenlemek olması ve KDV beyannamelerinin matrahlı
belirtilmesi karşısında bu tarihlerin Mahkemesince, “31/12/2003, 31/12/2004,
31/12/2005, 31/12/2006, 31/12/2007” şeklinde düzeltilebileceğini belirtmiştir.
Yargıtay; kararın devamında, başvurucular hakkında 2003-2004 yılları için
verilen cezaların zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine, 2005-2006 yılları için
verilen cezaların onanmasına ve 2007 yılı için verilen hükmün ise suç tarihinde
yürürlükte bulunmayan kanun uyarınca ceza tayin edilmesi nedeniyle bozulmasına
karar vermiştir.
26. Başvurucular nihai karardan,
yeniden duruşma günü bildirilmesi amacıyla 12/11/2014 tarihinde yapılan
çağrıyla haberdar olduklarını belirtmişlerdir.
27. Başvurucular 3/12/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
28. Bozma sonrası yargılamaya
İstanbul 30. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/50 sayılı dosyası üzerinden devam
edilmektedir.
29. Başvurucuların itiraz yoluna
başvurması üzerine dosyanın 5/12/2014 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderildiği ve itiraz incelemesinin henüz sonuçlanmadığı
anlaşılmaktadır.
2. Bağlantılı Yargılamalar
30. Başvurucular, anılan olaylar
nedeniyle ilgili Vergi Dairesince vergi cezalı tarhiyatların kesilmesi üzerine
2004-2007 dönemleri için 4 ayrı dava açmışlardır.
31. İstanbul 11. Vergi Mahkemesi
30/12/2011 tarihli ve E.2011/1182, K.2011/3358 (2004 vergilendirme dönemi); E.2011/1183,
K.2011/3361 (2007 vergilendirme dönemi); E.2011/1184, K.2011/3359 (2005
vergilendirme dönemi); E.2011/1185, K.2011/3360 (2006 vergilendirme dönemi)
sayılı kararları ile başvurucuların Rota Ltd. Şti. aracılığıyla sahte belge
düzenleme organizasyonuna dâhil olduklarının somut olarak tespit edilemediğine
ve dava konusu cezalı tarhiyatların hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir.
32. Vergi Mahkemesi, kararında
şu değerlendirmede bulunmuştur: “Olayda,
Rota ... Ltd.Şti., İsmail Özbey, Lokman Özbey,
Yıldıray Özbey adi ortaklığı hakkında düzenlenen 22.05.2008 tarih ve
VDENR-2008/465-20 vergi tekniği raporundaki tespitler, Rota ... Ltd.Şti. tarafından düzenlenen faturaların komisyon
karşılığı düzenlendiğini ortaya koymakta ise de, vergi tekniği raporunda yer
alan tespitler davacıların firma çalışanları olduklarını göstermekte olduğu,
firma çalışanları olması hali de başlı başına komisyon geliri elde etme
amacının varlığını göstermeyeceği, ücret geliri elde etmek amacıyla kasıtlı
veya kasıtsız olarak bu fiilin yapılabileceği, kastın varlığı halinde her bir
davacı hakkında ancak iştirak fiilinden dolayı vergi ziyaı cezasının
kesilebileceği hususları dikkate alındığında, davacıların komisyon geliri elde
etmek amacıyla sahte fatura düzenleme organizasyonu içerisinde yer aldıkları yönünde
somut tespitlerin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
33. Danıştay Dokuzuncu Dairesi
9/2/2015 tarihli ve E.2012-5061, K.2015/345; E.2012-5418, K.2015/343;
E.2012-5419, K.2015/342; E.2012-5420, K.2015/344 sayılı ilamları ile ilk derece
mahkemesi kararlarını onamıştır.
34. İlgili idare, onama
kararlarına karşı karar düzeltme başvurusunda bulunduğundan mahkeme kararları
henüz kesinleşmemiştir.
B. İlgili
Hukuk
35. 4/1/1961 tarihli ve 213
sayılı Vergi Usulü Kanunu’nun 359. maddesinin (b) bendinin (1) numaralı alt
bendinin, 23/01/2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun’la yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:
“b) Vergi Kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve
ibraz mecburiyeti bulunan;
1) Defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerine yok
ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya
belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler
veya bu belgeleri kullananlar (sahte belge, gerçek bir muamele veya durum
olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belgedir.),
…
Hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar ağır hapis cezası hükmolunur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 8/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/12/2014 tarihli ve
2014/18932 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
B. Başvurucuların İddiaları
37. Başvurucular, bilirkişi
raporunda Şirketle ne şekilde adi ortaklık içerisinde olduklarının
tartışılmadığını, Şirkette sigortalı çalıştıklarına ilişkin araştırma
yapılmadığını ve buna dair sundukları belgenin de dikkate alınmadığını,
Mahkemenin sadece vergi denetmeni raporuna ve tekrarı niteliğindeki bilirkişi
raporuna dayandığını ve kendi sundukları hukuki mütalaaya ve delillere itibar
etmediğini; Şirketin diğer ortağının, muhasebe işlemlerini yapan kişilerin ve
iş yapılan firma yetkililerinin mal alım satımından sorumlu kişinin taleplerine
aykırı olarak dinlenmediğini, adına sahte fatura düzenlendiği iddia edilen
firmalar hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılmadığını, adi ortaklık
ilişkisini aydınlatmaya yönelik taleplerinin kabul edilmediğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca, mahkemelerin kararlarını yeterince
gerekçelendirmediğini, hangi nedenle başvurucuların adi ortaklık içinde
olduklarının ortaya konulmadığını, konunun uzmanı olan vergi mahkemesince,
vergi kaybı cezasının iptal edilmesine rağmen mahkûm edildiklerini, 2003 yılına
dair açılmış bir dava olmamasına rağmen bu yıla ait vergileme dönemine ilişkin
de suçlu bulunduklarını, Yargıtayın suç tarihlerini
değiştirmesi sonucunda savunma haklarının kısıtlandığını ve zaman aşımından
düşmesi gereken 2005 yılana ait suçlamaya ilişkin cezanın da onandığını ve
yargılamanın uzun sürdüğünü belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle,
Anayasa'nın 36. ve 141. maddelerinde düzenlenen silahların eşitliği,
tanıklarının dinlenmelerin sağlanması, gerekçeli karar, savunma ve makul sürede
yargılanma haklarını içerecek şekilde adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular son olarak mahkûmiyetlerine dayanak
yapılan “Vergi Tekniği Raporu”nda kendilerine suç
isnadı yapılmasının ve suçlayıcı ifadeler kullanılmasının, Anayasa'nın 38.
maddesindeki masumiyet karinesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
38. Başvurucular ileri
sürdükleri ihlallere dayanarak yeniden yargılama yapılması, cezanın infazının durdurulmasına
karar verilmesi ve her biri için 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi
talebinde bulunmuşlardır.
A. Değerlendirme
39. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı
değildir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların adil yargılanma
hakkına yönelik iddialarının; yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı,
savunma hakkının kısıtlanması, gerekçeli karar ile makul sürede yargılanma
hakları altında ele alınmalarının uygun olacağı değerlendirilmiştir. Masumiyet
karinesine yönelik şikâyetler ise ayrıca incelenecektir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Masumiyet
Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucular, Vergi Tekniği
Raporu’nda kendilerine suç isnadı yapılmasının ve suçlayıcı ifadeler
kullanılmasının, masumiyet karinesine aykırılık oluşturduğunu iddia
etmişlerdir.
41. Bakanlık tarafından bu
konuya ilişkin bir görüş bildirilmemiştir.
42. Anayasa’nın 38. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar, kimse suçlu sayılamaz.”
43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu
yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
44. Masumiyet
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak,
kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu
ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak
nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
45. Masumiyet
karinesi, sadece bir mahkemenin, yargılamasını yaptığı sanıkların suçluluğuna
ilişkin erken görüş açıklamalarını değil, aynı zamanda devam eden soruşturmalara
yönelik kamu makamlarının beyanlarını da kapsar (Aynı yöndeki Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararı için bkz. Sildikovy/Rusya,
B. No: 73455/11, 20/06/2013, § 194).
46. Bu nedenle,
kişilerin mahkemelerce suçlu bulunmasının öncesinde kamu makamlarının bu
kişilere ve eylemlerine yönelik kullanacakları kelimeleri dikkatle seçmeleri
önem taşımaktadır. Diğer yandan bir ifadenin masumiyet karinesini ihlal edip
etmediği, bu ifadenin geçtiği özel koşullar çerçevesinde incelenmelidir (Aynı
yöndeki AİHM kararı için bkz. Daktaras/Litvanya,
B. No: 42095/98,
10/10/2000, §§ 41-43).
47. Somut başvuruda,
başvurucuların da aralarında bulunduğu kişilerin komisyon karşılığı sahte
fatura verdiklerine ilişkin başlatılan savcılık soruşturması kapsamında, olayın
İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığınca vergisel boyutuna ilişkin denetimler
yapılmış ve Vergi Tekniği Raporu hazırlanmıştır.
48. Hazırlanan raporun muhatabı,
gerekli vergilendirme işlemlerini yapacak olan vergi dairesidir. Bu rapor,
kamuoyunu bilgilendirme amacıyla yapılan beyanlar ya da dağıtılan bilgilendirme
notlarıyla aynı biçimde ele alınamaz. Hazırlanan rapor, kişilerin erişimine
açık değildir ve başvurucuların da bu yönde herhangi bir beyanı
bulunmamaktadır.
49. Vergi Tekniği Raporu, aynı
zamanda herhangi bir vergi suçunun işlenip işlenmediğine ilişkin düzenlenen
Vergi Suçu Raporu’na dayanak olmuştur. Belirtilen ikinci raporun muhatabı ise
yetkili Cumhuriyet Başsavcılığıdır.
50. Yukarıdaki tespitler
doğrultusunda, Vergi Tekniği Raporu’nda her ne kadar başvurucuların adi
ortaklık hâlinde komisyon karşılığı sahte fatura verilmesi işlemini yaptıkları
yönünde tespitler bulunuyorsa da bu raporun kamuoyunun erişimine sunulmaması ve
gerekli vergi işlemlerinin yürütülmesine matuf olması nazara alındığında
raporda kullanılan ifadeler somut başvurunun koşullarında masumiyet karinesinin
ihlali sonucunu doğurmayacaktır.
51. Bu itibarla başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
52. Bir bütün olarak ele
alındığında açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurucuların adil
yargılanma hakkı altındaki şikâyetlerinin, kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Gerekçeli
Karar Hakkı Yönünden
53. Başvurucular, derece
mahkemelerinin kararlarının yeterli gerekçe içermediğini ve ne şekilde adi
ortaklık içinde olduklarının kararlarda açıklanmadığını ileri sürmüşlerdir.
54. Adalet Bakanlığı yazısında,
başvurucuların “mahkeme kararlarının
yeterince gerekçelendirilmediğine” ilişkin şikâyetlerine yönelik
görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
55. Başvurucular, Bakanlık
görüşünün lehlerine değerlendirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
56. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
58. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir. …”
59. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli
karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).
60. Hakkaniyete uygun
yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak
düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma
hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil
bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, § 31).
61. Anayasa'daki hakların etkili
bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine
göre "tarafların dayanaklarını,
iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi"
vardır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM
içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan mahkemenin
başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel
şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme'nin 6.
maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından
ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§
84-85).
62. Mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince
açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra
(Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992,
§ 33) tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara
uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri, § 34).
63. Mahkemelerin bu yükümlülüğü,
yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde
ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Diğer bir
ifadeyle derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek
zorunda değildir (Muhittin Kaya ve Muhittin
Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd.
Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26; Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
64. Bir kararda tam olarak hangi
unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır.
Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların
davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu
değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu
hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
65. Ayrıca insan haklarına
ilişkin güvenceler soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir
şekilde sağlanmalıdır. Buna göre mahkemelerin, ileri sürülen iddia ve
savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara
verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir.
Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate
alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve
diğerleri, § 36).
66. Makul gerekçe, davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları
açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka
detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin
diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen
delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve
diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi
sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, §
37).
67. Zira bir davada tarafların,
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve
kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da
almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek
açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
"gerekçeli karar hakkı"
yönünden zorunludur (Sencer Başat ve
diğerleri, § 38).
68. Aksi bir tutumla mahkemenin,
davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve
yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul
veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması, hak ihlaline neden
olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 39).
69. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Aynı yöndeki
AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen
ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları
ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut
şikâyetlerinin, temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli karar hakkının
ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş,
B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
70. Somut olayda başvurucuların adi ortaklık içerisinde sahte
fatura verdikleri iddialarının dayanağını Vergi Tekniği Raporu oluşturmaktadır.
Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulan Vergi Suçu Raporu da
bir önceki rapordaki bulgular temelinde hazırlanmıştır. Şişli 7. Asliye Ceza
Mahkemesi, yargılama esnasında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi,
vergi raporlarındaki tespitleri özetlemekle yetinmiş ve sonuç kısmında
başvurucuları, neden Şirket işçisi değil de adi ortak olarak kabul ettiğini açıklamaksızın
“şirket müdürü H.Ç. ile Yıldıray Özbey,
Lokman Özbey, İsmail Özbey Adi Ortaklığının sahte fatura düzenleyerek vergi ziyaına sebebiyet verdikleri tespit edilmiş … muhteviyatı
ile sahte ve yanıltıcı belge düzenledikleri anlaşılmış(tır)”
değerlendirmesinde bulunmuştur.
71. Başvurucular, haklarındaki suçlamaları ısrarla
reddetmişler, temyiz dilekçelerinde de adi ortaklığı gösteren herhangi bir
somut delilin bulunmadığını ve raporlardaki bu yöndeki tespitlerin gerçeği
yansıtmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle başvurucuların adi ortaklık
içerisinde olup olmadıkları, başvuruya konu uyuşmazlığın çözümü bakımından
makul biçimde karşılanması gereken esaslı bir unsur teşkil etmektedir. Çünkü
başvurucuların adi ortaklığa dâhil olmadıklarının tespiti hâlinde Vergi
Mahkemesinin kararlarında belirtildiği gibi ücret geliri elde etmek amacıyla
kasıtlı veya kasıtsız olarak komisyon karşılığı sahte fatura verilmesi
eyleminde bulunduklarının araştırılması gerekecekti (bkz. § 32).
72. İlk derece mahkemesi, kararında başvurucuların diğer
sanık H.Ç. ile ne şekilde adi ortaklık oluşturduklarına yönelik bir
değerlendirmede bulunmamıştır. Mahkeme, başvurucuların adi ortaklık hâlinde
üzerlerine atılı suçu işlediklerinin “iddia,
savunma, vergi suçu inceleme [r]aporu, bilirkişi raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamından anlaşıldığı”nı
belirtmekle yetinmiştir. Yargıtay ilamında da adi ortaklık ilişkisinin sübutu
bakımından herhangi bir ek gerekçelendirmeye yer verilmeksizin mahkeme kararı
onanmıştır.
73. Başvuruya konu ceza kovuşturmasının bütününe bakıldığında
başvurucuların temel iddialarının, komisyon karşılığı sahte fatura verdiği
belirtilen Şirkette herhangi bir adi ortaklıklarının bulunmadığı savunması
olduğu görülmektedir. Başvurucular bu kapsamda, Vergi Tekniği Raporu’ndaki
tespitin de somut delilerle değil, varsayıma dayalı olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Bu rapordaki sonuç, herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın
Vergi Suçu Raporu’na ve bilirkişi raporuna da aktarılmıştır (bkz. §§ 15 ve 21).
74. Mahkeme, mahkûmiyet hükmünü
“adi ortaklık ilişkisinin varlığı” kabulü üzerinden kurmakla birlikte neden
bilirkişi ve vergi raporlarındaki tespitleri başvurucuların “sadece işçi olarak çalıştıkları”
savunmasına tercih ettiğine dair bir açıklama getirmemiştir. Kararda “iddia, savunma, vergi suçu inceleme raporu, bilirkişi
raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamına” yapılan soyut bir
atfın, başvurucuların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmelerine imkân tanıyacağı kabul edilemez. Böyle bir atıfla,
başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın
çözümü için esaslı olan iddiaları tartışılmış ve karşılanmış olmayacaktır.
75. Bu itibarla, başvurucuların
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Savunma
Hakkı Yönünden
76. Başvurucular, 2003 yılına
dair açılmış bir dava olmamasına rağmen bu yıla ait vergileme dönemine ilişkin
de suçlu bulunmalarından, Yargıtayın suç tarihlerini
değiştirmesi sonucunda savunma haklarının kısıtlanmasından ve zaman aşımı
nedeniyle düşmesi gereken 2005 yılına ait suçlamaya ilişkin cezanın da
onanmasından şikâyet etmişlerdir. Başvurucular, suç tarihlerinin
değiştirilmesinin bozma yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiğini, böylelikle son
fatura tarihlerinin düzenlenişi ya da kullanılışı yönünden farklı bir savunma
öne sürüp Yargıtay görüşünü çürütebileceklerini belirtmişlerdir.
77. Bakanlık yazısında, bu husus
kanun yolu şikâyeti kapsamında değerlendirilmiş ve görüş sunulmasına gerek
duyulmadığı bildirilmiştir.
78. Başvurucular bu konuda görüş
belirtmemişlerdir.
79. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“Bir suç ile itham
edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa
sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;”
80. AİHM “hakkaniyete
uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni
gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde
de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır.
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması,
demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 32). Bu sebeple AİHM'e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının
yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve
soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Aynı yöndeki
AİHM kararları için bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49 ve 50; Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980,
§ 33).
81. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında
değerlendirilmesi gerekir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD],
B. No: 25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54). Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada
sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının adil olduğu,
birinci fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı” ilkesi ışığında değerlendirilmeksizin söylenemez (Aynı
yöndeki AİHM kararı için bkz. Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980 § 56).
82. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (a) bendinde, hakkında bir suç isnadında bulunulan
kişinin “Kendisine karşı yöneltilen
suçlamanın niteliği ve sebebinden … ayrıntılı olarak haberdar edilmek”
hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir.
Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmış olan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında (3) numaralı fıkranın (a) bendi,
cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu
olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (Erol Aydeğer, § 35).
83. Sözleşme’nin 6. maddesinin
üçüncü fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir
yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir
çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi
uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını
ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır.
Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle
sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmî
olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun
hukuki niteliğinin değişmesi hâlinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen
hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir (Erol Aydeğer, § 36).
84. AİHM ayrıca, Sözleşme’nin 6.
maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve
kolaylıklara sahip olmak” hakkına yer verilen (b) bendinin
birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında
bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı
ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], §§ 51-54).
85. Savunmanın hazırlanması için
gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak”
kavramının kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992). Bu hak
gereğince sanığa ve müdafisine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri
zamanın verilmesi gerekmektedir.
86. Somut olayda, hazırlanan
iddianamede “1/4/2004, 1/4/2005, 1/4/2006, 1/4/2007, 1/4/2008” tarihlerinde
işlenen suçlardan dolayı başvurucuların cezalandırılması talep edilmiştir (bkz.
§ 16). Mahkeme, bu suç tarihlerini esas
alarak başvuruculara savunma hakkı tanımış ve mahkûmiyet hükmünü aynı tarihler
üzerinden kaleme almıştır.
87. Yargıtay 11. Ceza Dairesi,
KDV beyannamelerinin matrahlı belirtilmesi nedeniyle
suç tarihlerinin “31/12/2003, 31/12/2004,
31/12/2005, 31/12/2006, 31/12/2007” olarak kabul edilmesi
gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk
Ceza Kanunu’nun 102. ve 104. maddeleri uyarınca 2003 ve 2004 yılına ait
suçlamaların zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine hükmetmiştir. Başvurucuların,
2005 ve 2006 yıllarına ilişkin suçlamalardan mahkûmiyetleri ise onanmıştır.
88. Başvurucuların,
zaman aşımı ve benzeri yeni savunmalar ileri sürebilecekleri dikkate
alındığında Yargıtay tarafından suç tarihlerinin değiştirilerek kabul edilmesi
ve değişik kabule göre kararın onanması, başvurucuların savunma haklarının
kısıtlanması sonucuna yol açmıştır (Oğuz Tatış ve diğerleri, B. No: 2013/4186,
15/10/2014, § 81). Başvurucular, karşı
iddialarını sunmak suretiyle Yargıtayın suç
tarihlerine ilişkin kabulünü çürütebilme ya da hukuki durumlarını ve
savunmalarını, değişen suç tarihleri doğrultusunda güncelleme imkânından mahrum
kalmışlardır.
89. Somut
başvurunun koşullarında suç tarihlerindeki değişikliğin önemsiz olduğu da ileri
sürülemez. Nitekim 2005 yılına ait suç tarihinin 1/4/2005 olarak kabul edilmesi
hâlinde 765 sayılı mülga Kanun uyarınca zaman aşımı nedeniyle düşme kararı
verilmesi söz konusu olabilecektir.
90. Başvurucuların,
haklarında dava açılmayan 2003 yılına ait vergi döneminden suçlu bulunmaları
konusunu temyiz gerekçesi yapmamaları (bkz. § 24) ve Yargıtayın da bu hususta düşme kararı
vermesi nedeniyle başvurucuların şikâyetlerinin bu kısmına yönelik ayrı bir
inceleme yapılmamıştır.
91. Yukarıda açıklanan
gerekçelerle, savunma haklarının kısıtlanması nedeniyle başvurucuların
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. Makul
Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
92. Başvurucular,
yargılandıkları ceza davasının makul bir sürede tamamlanamamasından ve hâlen
devam etmesinden şikâyet etmişlerdir.
93. Makul sürede yargılanma
hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde yer almaktadır ve davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği
ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 38-39).
94. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin
makul olup olmadığı incelenirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır.
Sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı,
yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre
şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014,
§§ 35 ve 36).
95. Bu çerçevede davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
96. Somut
başvuru açısından yargılama süresinin başlangıcı, her ne kadar ifadeleri daha
sonra alınmış olsa da başvurucuların adi ortak olduklarının kabul edildiği
Şirkete yönelik gerçekleştirilen aramanın yapıldığı 6/1/2005 tarihidir (bkz. § 9). Ceza yargılamasının, Yargıtay tarafından bozulan
suçlamalar yönünden hâlen İstanbul 30. Asliye Ceza Mahkemesi önünde sürdüğü,
dosyanın itiraz incelemesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği
anlaşılmaktadır.
97. Yargılama 10 yıl 8 aylık bir
süredir devam etmektedir. Bununla birlikte Yıldıray ve İsmail Özbey için
yakalama emriyle arandıkları 3 ay 14 günlük, başvurucu Lokman Özbey için 11
aylık sürenin toplam yargılama süresinin hesabına dâhil edilmemesi gerekir
(bkz. §§ 17, 18 ve 20).
98. Bu itibarla, somut başvuruya
konu ceza davasının makul sürede tamamlanıp tamamlanmadığı bakımından
değerlendirilmesi gereken süre iki dereceli bir yargılamada geçen yaklaşık 10
yıl 5 ay (Yıldıray ve İsmail Özbey) ve 9 yıl 9 aylık (Lokman Özbey) zaman
dilimleridir.
99. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan,
§§ 24-40).
100. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi
olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi ölçütler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
Başvurucuların tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken
özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep oldukları da
söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve hâlen devam
eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
101. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
d. Başvurucuların
Diğer Şikâyetleri
102. Gerekçeli karar hakkına
uyulmaması ve savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle başvurucuların adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin yukarıda ulaşılan sonuçlar dikkate
alınarak başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerinin
ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
103. Başvurucular, yeniden
yargılama yapılmasına ve cezanın infazının durdurulmasına karar verilmesini ve
her biri için 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
104. Bakanlık
görüş yazısında, başvurucuların haklarının ihlal edildiğinin kabul edilmesi
hâlinde hakkaniyete
uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde
olacağı bildirilmiştir.
105. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
106. Mevcut başvuruda, mahkeme
kararlarının yeterince gerekçelendirilmediği ve başvurucuların savunma
haklarının kısıtlanması nedeniyle kesinleşen mahkûmiyet kararları bakımından
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
107. Başvurucuların
tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresi nazara alındığında yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararı karşılığında başvuruculara müştereken net 8.000,00 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
108. Başvurucular
tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç
ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların;
1. Anayasa'nın
38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiği
yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli
karar hakkı, savunma hakları ve makul sürede yargılanma hakkı açısından
Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul
30. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvuruculara
müştereken net 8.000,00 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer
taleplerin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan 206,10 TL harç
ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
8/9/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.