TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İRFAN ÖZTEKİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19140)
|
|
Karar Tarihi: 5/12/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
İrfan
ÖZTEKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Aladdin İRAZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta
zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Başvuruya Konu
Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Batman ili Kozluk ilçesine bağlı Yukarı Güneşli Mahallesi'nde
bulunan 216 ada 9 parsel sayılı taşınmaz tapuda "kârgir
ev ve avlusu" vasfıyla başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde
başvurucu tarafından yaptırılmış tütün ambarı, tandır, hayvan barınağı ve
konuttan oluşan bir yapı bulunmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin
belgesi alınmadan kullanılan bu yapı için 1/1/1983 tarihinde elektrik aboneliği
ihdas edilmiş olup Kozluk Belediyesi (Belediye) tarafından su aboneliği de
tesis edilmiştir. Ayrıca taşınmaz üzerinde on beş yaşlarında otuz beş adet
çeşitli meyve ağacı da bulunmaktadır.
9. Batman ili Kozluk ilçesi Yatılı Bölge İlköğretim Okulu ek
bina inşaatının temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde heyelan (toprak
kayması) meydana gelmiştir. Bu toprak kayması sonucu kara yolu, yolun üstünde
yer alan konutlar ve içme suyu şebekesi olumsuz etkilenmiş; başvurucunun
taşınmazı üzerindeki bina da ağır hasar görmüş ve bütünüyle kullanılamaz hâle
gelmiştir.
10. Heyelanın meydana geldiği mahalde yapılan inceleme sonucu
Bayındırlık ve İskân Müdürü, Devlet Su İşleri Şube Müdürü, Karayolları 9. Bölge
Müdürü, Kozluk Belediye Başkanı, Millî Eğitim Müdürü ve jeoloji mühendisleri
tarafından 4/7/2005 tarihli bir tutanak düzenlenmiştir. Bu tutanakta; okul
inşaatının temeli açıldıktan sonra zeminde hareketlilik meydana geldiği, bu
hareketlilik sonucu yol ve yolun üstündeki üç evde kayma ve çatlaklar oluştuğu
ifade edilmiştir.
11. Karayolları Bölge Müdürlüğünce Belediye Başkanlığına
gönderilen 18/7/2005 tarihli yazıda, Bayındırlık Batman İl Müdürlüğünce
yaptırılan yatılı bölge okulu temel kazısının kontrolsüz olarak yapılması
sonucu yolda göçmeler şeklinde heyelan olduğu ve yol üstünde bulunan evlerde
büyük oranda çatlaklar meydana geldiğinin tespit edildiği belirtilmiştir.
12. Başvurucu, zararının tespiti istemiyle Kozluk Sulh Hukuk
Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme 1/8/2005 tarihinde
taşınmazın başında inşaat, jeoloji ve ziraat mühendislerinden oluşturulan bir
bilirkişi kurulu ile birlikte keşif yapmıştır. İnşaat ve jeoloji uzmanı teknik
bilirkişilerin hazırladığı raporda; başvurucunun taşınmazındaki yapıda heyelan
ve yamaç hareketleri nedeniyle çatlaklar oluştuğu ve yapının tamamen
kullanılamaz durumda olduğu, heyelan ve yamaç hareketliliğine ise yatılı bölge
okulu inşaatının sebep olduğu belirtilmiştir. Raporda, zarar gören binanın
değerinin 44.000 TL olduğu açıklanmıştır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin
raporunda ise taşınmaz üzerindeki meyve ağaçlarının henüz zarar görmediği ancak
heyelanın devam ettiği, heyelan tehlikesi altındaki meyve ağaçlarının değerinin
ise 4.018 TL olduğu belirtilmiştir.
B. Ceza Davası Süreci
13. Olay ile ilgili olarak Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığınca
ceza soruşturması başlatılmış ve yürütülen soruşturma neticesinde taksirle bina
çökmesine ve toprak kaymasına sebep olma suçundan Ç.K. ve S.İ.nin
cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle
Kozluk Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında istinabe yoluyla
inşaat, jeoloji ve hukuk alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden
rapor alınmıştır. Bilirkişi Kurulunun 13/9/2007 tarihli raporunda; inşaatın
zemin durumunun zemin etüt raporunda belirtilmesine rağmen yüklenici tarafından
temel derin kazı hafriyatı yapılırken gerekli önlemlerin alınmadığı, bu
hasardan yüklenici firma, Belediye ve idarenin sorumlu olduğu belirtilmiştir.
14. Mahkeme 3/5/2011 tarihinde sanıkların beraatine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sanık Ç.K. yönünden suçun işlendiğinin
sabit olmaması, sanık S.İ. yönünden ise taksire dayanan bir kusurun bulunmadığı
belirtilmiştir.
15. Başvurucunun da aralarında olduğu katılan vekili tarafından
hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19/11/2012 tarihli
ilamıyla, eksik araştırmaya dayalı olarak verildiği gerekçesiyle hükmün
bozulmasına karar verilmiştir.
16. Bozma ilamına uyan Mahkeme, yeniden bilirkişi raporu almış
ve bu raporu hükme esas alarak sanıkların atılı suçu işledikleri sonucuna
varmış, 16/4/2013 tarihinde sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin
açıklanmalarının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar, itiraz edilmeksizin
kesinleşmiştir.
C. Tam Yargı Davası
Süreci
17. Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde
tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, okul inşaatı sırasında taşınmaz
üzerindeki konut ve bahçeye zarar verildiği belirtilerek 49.018 TL tutarındaki
maddi zararın tazmin edilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca evin
oturulamaz durumda olması nedeniyle 1.000 TL kira bedelinin tazmini talebinde
de bulunmuştur.
18. Mahkemenin husumette yanılgı olduğu yönündeki ara kararı
sonrası Batman Valiliği ve Belediye davaya dâhil edilerek yargılamaya devam
olunmuştur.
19. Mahkeme 29/6/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen
kabulüyle delil tespiti dosyasında ziraî zarar (Taşınmaz üzerindeki ağaç ve
ziraî ürünler yönünden) olarak tespit edilen 4.018,32 TL tutarındaki tazminatın
idareye başvuru tarihi olan 16/9/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal
faiziyle birlikte davalı Batman Valiliğinden alınarak davacıya ödenmesine karar
vermiştir. Mahkeme, diğer tazminat istemleri ile Belediye aleyhine açılan
davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, zarar gören konuta
ait yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin bulunmadığı tespitine yer
verilmiştir. Mahkemeye göre kanuna aykırı olan inşa edilen ve yıktırılması
gereken başvurucuya ait evde okul inşaatı çalışmaları sırasında meydana gelen
toprak kayması sonucu doğan zararın tazminine olanak bulunmamaktadır. Mahkeme,
olay nedeniyle başvurucunun zirai ürünlerindeki zararın ise okul yapım
faaliyetini yürüten Valilikçe karşılanması gerektiğini belirtmiş, bu kısım
yönünden davanın kabulü gerektiği sonucuna varmıştır. Kararın karşı oy
yazısında; zarara uğrayan yapının başvurucuya ait olduğu, elektrik ve su
aboneliklerinin bulunduğu ve senelerce başvurucu ile ailesi tarafından
kullanıldığı belirtilmiştir. Bu yazıda ayrıca yapının her zaman ruhsata
bağlanabilmesinin mümkün olduğuna dikkat çekilmiş, zararın bütünüyle
başvurucuya yükletilmesinin hakkaniyetli olmadığı ifade edilmiştir.
20. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onuncu Dairesinin
4/4/2013 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karşıoy yazısında, başvurucunun maliki olduğu taşınmazda
yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesi bulunmamakla birlikte her türlü
belediye hizmetlerinden faydalandığı belirtilmiş; ayrıca davalı idarenin hizmet
kusuru ve başvurucunun iskân ruhsatı bulunmayan binada oturması nedeniyle
oluşan kusur durumunun birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi
gerektiği görüşü açıklanmıştır.
21. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin
26/6/2014 tarihli ilamıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir.
22. Nihai karar başvurucu vekiline 1/11/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucu 27/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Yapı ruhsatiyesi" kenar
başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için
26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye
veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.”
25. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat
alma şartları" kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:
“Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik
bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir.
Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge),
mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.
Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri
incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç
otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.
Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat
tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya
ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar
giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş
gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.”
26. 3194 sayılı Kanun’un "Yapı
kullanma izni" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen
kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının
kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27
nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların
tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten
izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve
eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin
tespiti gerekir.
Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını
en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu
müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin
verilmiş sayılır.
Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini
kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı
gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.”
27. 3194 sayılı Kanun’un
"Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı 31.
maddesi şöyledir:
“İnşaatın bitme günü, kullanma izninin
verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin
alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden
faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu
hizmetlerden istifade ettirilir.”
28. 3194 sayılı Kanun’un
"Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar
başlıklı 32. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan
yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve
eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve
ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye
veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek
inşaat derhal durdurulur.
Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine
asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.
Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı
sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden
veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın
giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu,
inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve
inşaatın devamına izin verilir.
Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata
aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu
kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı
sahibinden tahsil edilir.”
B. Uluslararası Hukuk
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece
mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum”
esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§ 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz
[BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129).
30. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili
olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak
haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde
edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet
hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98,
28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98,
12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar
için bkz. Pine Valley Developments
Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
31. Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye
çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması
dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun
konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı
devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988
yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya
kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun
yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda, yetkili makamların başvurucu ve
yakın akrabalarının bu evde, oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç
rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak
vergisi alındığı ve ücret karşılığında kamu hizmetlerinden yararlanmalarının
sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve
akrabalarının, meskenleri ve taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir
menfaate (proprietary
interest) sahip olduğunun fiilî (de facto)
olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM, imar uygulamaları
bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu, ancak bu takdir hakkının
zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme
yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e
göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye
yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin, başvurucunun
meskenine ilişkin durumun bir gece içerisinde değişebileceğini sanmasına neden
olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına
ilişkin menfaatinin, Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve
dolayısıyla bir "mülk" oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129).
32. Öneryıldız/Türkiye kararında başvuru, mülkiyetten
barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural ve mülkiyet hakkına ilişkin
devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, somut olayda
olguların ve ilgili mevzuatın karmaşık olduğunu tespit etmiş ve başvurucunun da
devletin yaptığı bir şey nedeniyle değil hiçbir şey yapmaması nedeniyle
şikâyetçi olduğunu vurgulamıştır (Öneryıldız/Türkiye,
§§ 133, 134). AİHM bu sebeple somut olayda bir müdahalenin söz
konusu olmadığı ancak devletin başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki
menfaatini korumak için üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmesi
gerektiğini belirtmiştir. AİHM netice olarak başvurucunun konutunun
yıkılmasının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığı kanaatiyle mülkiyet
hakkının ihlaline karar verilmiştir(Öneryıldız/Türkiye, §§ 133-138).
33. Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No:
22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, 1997 yılında yaptırılan başvuruculara
ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri
konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle tazminat taleplerini reddetmişlerdir.Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla, ruhsatsız olarak
yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı
yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek, tapuya tescil edilen
konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil
edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM başvuruyu genel
ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci
kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve
diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının
çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68-69).
Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan
maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi,
başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı
arasındaki adil dengeyi bozmuş ve başvuruculara aşırı ve olağandışı bir külfet
yüklenmesine yol açmıştır. AİHM bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet
haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70-71).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu mülkiyeti kendisine ait olan taşınmazın tapu
kaydında konutunun da tescil edilmiş olduğunu, ayrıca imar planında öncesinde
bu taşınmazın konut alanında kaldığını, dolayısıyla konutunun ruhsata
bağlanabilecek yapılardan olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Kozluk ilçesinde
imar ve şehircilik açısından kamusal hiçbir uygulama yapılmadığını ve bu
ilçedeki yapıların %99'unun yapı ruhsatının mevcut olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu,
yapının zarar görmesi durumunda ruhsatsız dahi olsa oluşan zararın kusuru olan
idare tarafından tazmin edilmemesinin AİHM kararlarına aykırılık teşkil
ettiğini vurgulamıştır. Başvurucu, ruhsatsız olsa da taşınmazı üzerindeki
yapıya elektrik ve su bağlandığını, belediye hizmetlerinden yararlandığını ve
idare tarafından yürütülen kontrolsüz temel kazı faaliyeti nedeniyle evinin
zarar gördüğüne dikkat çekmiştir. Başvurucu bütün bunlara rağmen meydana gelen
zararın tamamına katlanmasının beklenilmesinin idarenin yürüttüğü hizmetlerden
sorumlu olması gerektiği kuralına aykırılık teşkil ettiğini belirtmiş ve
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
36. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
i. Genel İlkeler
38. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı
sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
39. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve
ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636,
15/4/2014, § 36).
40. Kamu malı niteliğindeki taşınmazlar (arazi) üzerinde şehir
planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı olarak inşa edilen yapıların
kullanılmasından kaynaklanan ekonomik menfaatin bazı durumlarda Anayasa'nın 35.
maddesi kapsamında mülk teşkil etmesi mümkündür. Bu bakımdan şehir planlaması
ile ilgili düzenlemelere aykırı şekilde inşa edilmiş olması sebebiyle idari
makamlarca her an yıkımı mümkün bulunmasına rağmen bu yönde bir girişimde
bulunulmaması ve önlem alınmaması, uzunca bir süre bu duruma sessiz kalınması
ve esasen yapı sebebiyle vergi tahsil etmek veya yapının kamu hizmetlerinden
yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal ortam ve aile ortamının
oluşturulmasına izin verilmesi hâlinde inşa edilen yapının kullanılmasından
kaynaklanan ekonomik değerin Anayasa'nın 35. maddesi çerçevesinde önemli bir
mal varlığı değeri dolayısıyla bir "mülk" oluşturduğunun kabul
edilmesi gerekir (Nazif Kılıç, B.
No: 2014/5162, 15/6/2016, § 35).
41. Anayasa Mahkemesi Nazif
Kılıç kararında, gecekondunun başvurucu tarafından yaptırıldığı ve
uzun bir zamandan bu yana kullanıldığına dikkat çekmiştir. Kararda, kaçak
olarak inşa edildiği anlaşılan gecekondunun yıkımı ve izinsiz dikilen ağaçların
sökülmesi için gerekli imkânlara sahip olan idarenin uzun bir süre girişimde
bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri sunulması suretiyle bu alanda
sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edilmesi karşısında yıkılan
gecekondu ve sökülen ağaçların kullanımının başvurucu yönünden önemli bir
ekonomik menfaat teşkil ettiği, bu yönden başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğu
kabul edilmiştir (Nazif Kılıç,§
40).
42. Ayşe Öztürk (B.
No: 2013/6670, 10/6/2015, § 85) kararında ise tapu tahsis belgesi bulunan
taşınmaz üzerindeki konutun tazminat ödenmeksizin yıktırılmasına ilişkindir. Bu
kararda da tapu tahsis belgesi ile başvurucuya tahsis edilen arazi üzerinde
başvurucu tarafından bina yapıldığı ve uzun süredir kullanıldığı, Maliye
Hazinesi tarafından bina yapılmasına veya kullanılmasına engel olunmadığı gibi
binaya ilişkin emlak vergilerinin de tahsil edildiğini vurgulamıştır. Anayasa
Mahkemesi, arazi üzerindeki binanın başvurucu tarafından yapılarak kullanıldığı
ve Maliye Hazinesinin herhangi bir itirazının olmadığı dikkate alındığında bina
üzerinde başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğunu kabul etmiştir.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
43. Başvuru konusu olayda, uyuşmazlık konusu binanın bulunduğu
taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlıdır. Yatılı Bölge İlköğretim Okulu ek
bina inşaatının yapılan temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde bir toprak
kayması meydana gelmiş olup toprak kayması nedeniyle başvurucunun taşınmazı
üzerindeki meyve ağaçları ve başvurucu tarafından yaptırılan bina zarar
görmüştür. Başvurucunun zarar gördüğü belirtilen meyve ağaçlarına yönelik
tazminat istemi derece mahkemelerince kabul edilmiş olup başvurucunun bu yönden
bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun yaptırdığı bina da toprak kayması
sonucu kullanılamaz hâle gelmiş ancak başvurucunun zarar gören binası için
tazminat istemi reddedilmiştir. Derece mahkemelerinin davanın reddine ilişkin
temel gerekçeleri, binanın yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin
bulunmamasına dayanmaktadır. Gerçekten de başvurucunun da kabul ettiği üzere
zarar gören söz konusu binanın yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi
bulunmamaktadır. Başvurucu da bu hususu kabul etmektedir.
44. Bununla birlikte başvurucu, bu yapıyı kendisinin
yaptırdığını ve 1982 yılında elektrik bağlanan, su aboneliği yaptırılan bu
binada toprak kaymasının olduğu 2005 yılına kadar hiçbir engelleme ile
karşılaşmadan ailesi ile birlikte burada yaşadığını, tüm belediye
hizmetlerinden yararlandığını iddia etmiştir. Başvuru formu ekinde sunulan
bilgi ve belgeler incelendiğinde başvurucu ile Belediye arasında akdedilen
"2524" sayılı su abonman kaydının mevcut olduğu ve bu binaya 1/1/1983
tarihinde elektrik aboneliği bağlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim
taşınmazda 2005 yılı itibarıyla on beş yaşlarında çok sayıda meyve ağacı da
bulunmaktadır. Ayrıca taşınmazın tapu kaydındaki vasfı da "kargir ev ve avlusu" olarak tescillidir. Yine başvurucu
tarafından sunulan imar durum haritasında da taşınmaz üzerinde mevcut yapının
gösterilmiş olduğu görülmektedir. Bu bakımdan söz konusu yapının başvurucu
tarafından yaptırıldığı ve uzun bir zamandan bu yana kullanıldığı
tartışmasızdır.
45. Çağdaş şehircilik ilkeleri çerçevesinde plânlama ve imar
uygulamaları yapma bakımından kamu makamlarının geniş takdir yetkileri mevcut
olmakla birlikte, kamu makamlarının bu takdir yetkilerini zamanında, makul ve
tutarlı bir biçimde kullanmaları gerekmektedir. Somut olayda ise kaçak olarak
inşa edildiği anlaşılan bu yapının yıkımı için gerekli imkânlara sahip bulunan
idarece uzun bir süre girişimde bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri
sunulması suretiyle en azından 1983 yılından toprak kaymasının yaşandığı 2005
yılına kadar yaklaşık yirmi iki yıl boyunca bu binada sosyal ortam ve aile
çevresinin kurulmasına müsaade edildiği anlaşılmaktadır. Bu kadar uzun bir süre
boyunca söz konusu binada yaşayan başvurucu ve ailesi yönünden, binanın
kullanımının önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği kuşkusuzdur. Kamu
makamlarının belirsizliğe yol açan edilgen tutumu karşısında başvurucunun, bu
durumun bir anda değişebileceğini öngörmesi de beklenemez. Üstelik 3194 sayılı
Kanun'un 32. maddesine göre belediyenin ihtarı üzerine yapının imara uygun hâle
getirilmesi de söz konusu olabilmektedir. Dolayısıyla bu kadar uzun bir süre
boyunca söz konusu binanın kullanımının başvurucu bakımından önemli bir
ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğu
kabul edilmiştir.
b. Müdahalenin Varlığı
46. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle, aynı
zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın
şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise
mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala
bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve
düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet
tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§
55-58).
47. Başvurucuya ait yapı, Valilik tarafından yürütülen bir okul
inşaatı sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu zarar görmüştür.
Dolayısıyla kamu makamlarının doğrudan yürütmekte olduğu bir faaliyet sırasında
verildiği anlaşılan bir zarar söz konusu olduğuna göre somut olay bağlamında
başvurucunun mülkiyet hakkına bir müdahalenin söz konusu olduğu açıktır.
Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bu müdahale mülkiyetten yoksun bırakma
niteliği taşımadığı gibi mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya
düzenlenmesi gibi bir amacı da içermemektedir. Dolayısıyla müdahalenin
"mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına saygı"ya
ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
48. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
49. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
50. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak benimsemiştir (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, B. No:
2015/17451, 16/2/2017, § 51).
51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunun
varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının
sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer
ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının
tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
52. Somut olayda derece mahkemeleri, başvurucunun zarar gören
binaya ilişkin tazminat talebini 3194 sayılı Kanun'un 21. ve 30. maddelerine
aykırı olarak yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi bulunmadığı
gerekçesiyle reddetmişlerdir. Derece mahkemelerine göre 3194 sayılı Kanun'un
32. maddesine göre ruhsatsız yapıların yıkılması kanunî bir zorunluluk olup bu
sebeple idarenin başvurucunun zararını tazmin etmesine olanak bulunmamaktadır.
Ancak anılan madde incelendiğinde, ruhsata aykırı yapılara ilişkin bir idari
usulün öngörüldüğü görülmektedir. Buna göre ruhsata aykırılığın öncelikle idare
tarafından tespit edilmesi ve ilgiliye bildirilmesi gerekmektedir. Bunun
ardından ise yapı sahibinin en çok bir ay içinde yapısını ruhsata uygun hâle
getirmesi veya ruhsat alabilmesi mümkün kılınmıştır. Başvuru konusu olayda ise
Belediye, böyle bir imara aykırılık tespiti yapmadığı gibi başvurucuya bu yönde
bir bildirimde de bulunmamıştır. Üstelik tapuda bu taşınmaz üzerinde bir
konutun mevcut olduğu tescilli olup imar durum haritasında dahi bu yapının
gösterildiği görülmektedir. Dolayısıyla Belediyenin bu binanın varlığından
haberdar olmaması söz konusu değildir. Ancak buna rağmen Belediye, yaklaşık
yirmi iki yıl boyunca söz konusu binanın ruhsata uygun hâle getirilmesi ve
bunun yapılmaması hâlinde ise yıktırılması için herhangi bir girişimde
bulunmamıştır. Bu durumda ruhsatsız binanın durumu değerlendirilirken gerek
kamu makamlarının söz konusu edilgen tutumu ve gerekse de kanunda öngörülen
yapı sahibine binayı ruhsata tabi tutma olanağı tanıyan idari prosedür gözönünde tutulmalıdır.
53. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının
uygulanmasına yönelik şikâyetleri bakımından görevi, bireysel başvurunun
ikincillik doğası gereği sınırlı olup bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren durumlar dışında derece mahkemelerinin
hukuk kurallarını uygulama ve yorumlama bakımından takdir yetkisine
karışamayacağı daha önceki kararlarda da açıklanmıştır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42). Somut olayda da müdahalenin niteliğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi,
hukukun uygulanmasına dair kamusal makamların yaklaşımının Anayasa'nın 35.
maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin
takip edilen meşru amacı gerçekleştirmede başarılı olup olmadığını ve ölçülü
olup olmadığını sorgulayarak sonuca varacaktır.
(2) Meşru Amaç
54. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
55. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve
yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına
olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda
bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz
yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda
oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde
kararların açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili
kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz
konusu olamaz. Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü,
bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34-36).
56. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre
sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ve vatandaşların
ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun
olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca
ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç diğer yapıların
ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun
olarak teşekkülü, sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin
oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin
düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016,
§§ 82-84). Somut olay bakımından da derece mahkemelerince yapı ruhsatı ve yapı
kullanma izin belgesi bulunmadığı gerekçesiyle tazminat isteminin
reddedilmesinin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği
değerlendirilmektedir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
57. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
58. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin
hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
59. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
60. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa
Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer
taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin
davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya
yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif
Güven, § 60).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
61. Başvurucuya ait taşınmaz üzerinde inşa edilen bina, uzun
yıllar başvurucu tarafından yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi
alınmaksızın konut olarak kullanılmıştır. 1/7/2005 tarihinde Valilik tarafından
yaptırılan Yatılı Bölge İlköğretim Okulunun temel kazı faaliyetleri sırasında
alanda toprak kayması yaşanmıştır. Başvurucu, konutunun bu inşaat çalışması
nedeniyle zarar gördüğünü ileri sürmüştür. Kamu makamlarınca düzenlenen rapor
ve tutanaklarda, başvurucunun iddiasını doğrular biçimde, binanın belirtilen
inşaat faaliyetinin neden olduğu toprak kayması sonucu zarar gördüğü
belirtilmiştir (bkz. §§ 10-11). Başvurucu olay ile ilgili olarak delil tespiti
isteminde bulunmuş ve bilirkişi kurulu raporunda da başvurucuya ait binanın
kullanılamaz hâle geldiği ve bu zarara ise Valilikçe yürütülen inşaat
faaliyetinin sebep olduğu belirtilmiştir (bkz. § 12). Nihayet derece
mahkemeleri de başvurucunun konutunda zararın meydana geldiği ve bu zarara ise
idarenin gözetimindeki inşaat faaliyeti yüzünden oluşan toprak kaymasının yol
açtığını kabul etmişlerdir (bkz. §§ 19-20). Nitekim derece mahkemeleri,
başvurucunun aynı taşınmaz üzerindeki meyve ağaçlarında meydana gelen zarar
nedeniyle maddi tazminat istemini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla belirtilen
olgulara göre başvurucunun taşınmazının esas itibarıyla idarenin inşaat
faaliyeti yüzünden oluşan toprak kayması sonucu zarar gördüğü açıkça
belirlidir.
62. Başvurucu uğradığı zararın tazmini istemiyle başvurduğu
idari ve yargısal yollardan olumlu bir sonuç alamamıştır. Başvurucunun açtığı
tam yargı davasında ilk derece mahkemesi, kanuna aykırı olarak inşa edilen ve
yıktırılması gereken yapı sebebiyle başvurucunun tazminat talep edemeyeceği
sonucuna varmıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz ve karar
düzeltme talepleri de Danıştay tarafından reddedilerek hüküm kesinleşmiştir.
Bununla birlikte, kamusal makamların tutum ve davranışlarının hiç irdelenmediği
ve dikkate alınmadığı görülmektedir.
63. Kamu makamlarının şehir planlama ve imar uygulamaları
çerçevesinde geniş takdir yetkileri bulunmaktadır. Ancak, kamu makamlarının bu
takdir yetkilerini kullanırken bireylerin mülkiyet haklarının korunması için
zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde hareket etmeleri beklenmektedir. Somut
olayda ise kamu makamları ruhsatı bulunmayan binanın bu durumu tespit ve
gerekli idari işlemleri başlatma konusunda edilgen bir tutum takınmışlardır.
Bunun aksine, 3194 sayılı Kanun'un 31. maddesine aykırı olarak binanın
belediyecilik hizmetlerinden yararlanmasına izin verilmiş, başvurucu ve ailesi
en az yirmi iki yıldan beri bu binayı konut olarak kullanmışlardır. Bunun
yanında, taşınmazın tapu kaydındaki vasfının bu yapı dikkate alınarak tescil
edilmiş olduğu da görülmektedir. Yukarıda da değinildiği üzere başvurucu ve
ailesinin, sosyal bir çevre oluşturdukları bu bina yönünden mülkiyet hakkı
kapsamında ekonomik menfaatleri oluşmuş olup kamu makamlarının belirtilen
binanın yıkımına ilişkin bu kadar uzun süre boyunca devam eden edilgen
tutumlarının bir anda değişmesini öngörmeleri de beklenemez (bkz. § 45).
64. Ayrıca, Belediye tarafından 3194 sayılı Kanun'un 32.
maddesinde öngörülen idari usulün uygulanmadığına özellikle dikkat çekmek
gerekir. Buna göre her ne kadar derece mahkemeleri binanın zaten kanuna aykırı
olduğu için yıkılması gerektiğini kabul etmişlerse de anılan kanun maddesine
göre böyle bir yıkım zorunluluğunun mevcut olmayabileceği anlaşılmaktadır.
Nitekim bu hüküm ile yapı sahibine tebliğden itibaren en geç bir ay içinde yapı
ruhsatı alabilme imkânı tanınmaktadır. Belirtilen süre içinde yapının ruhsata
uygun hâle gelmemesi veya yapı ruhsatı alınamaması durumunda ancak yıkım mümkün
olabilmektedir.
65. Bunun da ötesinde binanın yapı kullanma izin belgesi veya
yapı ruhsatının bulunup bulunmaması, başvurucunun konutunda idarenin kusuruyla
zarara yol açıldığı olgusunu değiştirmemektedir. İdarenin ve derece
mahkemelerinin de kabul ettiği üzere kamu makamlarının gözetimi ve denetimi
altında yürütülen bir inşaat faaliyeti sırasında yaşanan toprak kayması sonucu
başvurucunun konutunda zarar meydana gelmiştir. Konuya ilişkin bilirkişi kurulu
raporunda, inşaat faaliyeti sırasında gerekli jeolojik inceleme ve etütlerin
yapılarak buna uygun tedbirlerin alınmaması sonucu toprak kaymasının yaşandığı
belirtilmiştir (bkz. § 13). Buna karşın somut olayda öncesinde binanın ruhsata
uygun hâle getirilmesine ilişkin usul de uygulanmadığına göre binanın her
durumda zaten yıkılacağı gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi, idarenin
de kusuruna rağmen bütün zarara tek başına başvurucunun katlanması sonucuna yol
açmaktadır.
66. Başvuru konusu olayda idarenin yürüttüğü inşaat faaliyeti
nedeniyle oluşan toprak kayması sonucu başvurucunun konutunda meydana gelen
zararın tazmin edilmesi yönündeki başvurucunun talebi, binanın ruhsatının
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dolayısıyla, idarenin kusuru nedeniyle
başvurucunun konutu zarar görmüş, ancak buna rağmen başvurucuya hiçbir tazminat
ödenmemiştir. Buna göre derece mahkemelerinin olayın gelişiminde kamu makamlarının
tutum ve yaklaşımlarını gözetmeyen bu katı yaklaşımının, başvurucuya şahsi
olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklediği anlaşılmaktadır. Bu durumda,
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması
gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü
olmadığı sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
69. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
70. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
71. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderimi sağladığı
değerlendirildiğinden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine (E.2005/1047, K.2009/1283) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.