TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN BEREKET BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19239)
|
|
Karar Tarihi: 7/6/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Osman
BEREKET
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında usul ve kanuna
aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve
yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Adıyaman ili Kahta ilçesi Erikli köyünde 1985 yılında yapılan
kadastro çalışmaları sırasında dava konusu taşınmazlar birden fazla kişi adına
tespit görmüştür.
9. Başvurucunun dedesi A.B.nin de
aralarında olduğu 5 kişi 20/9/1985 tarihinde Kahta Kadastro Mahkemesine
açtıkları davada; tespite konu taşınmazlarla ilgili adlarına vergi kayıtları
olduğunu, davalıların bu taşınmazları kendilerini zorla köyden çıkaran köy
ağasından satın aldıklarını belirterek kadastro tespitine itiraz etmişlerdir.
10. Aynı kişiler, anılan bölgede bulunan toplam 100 parsele
ilişkin olarak farklı kişilere karşı dava açmışlar, bunun yanında Hazine bir
adet taşınmaz, M.Ç. isimli şahıs ise toplam 11 taşınmazla ilgili olarak aynı
konuda dava açmıştır. Mahkemenin E.1985/294-301-296-302-268-298-299-297-277-300
sayılı dosyalarında açılan bu davalar E.1985/293 sayılı dosyada
birleştirilmiştir.
11. Başvurucunun murisi Abuzer Bereket'in 18/5/2000 tarihinde
vefatı ile murisin oğlu ve başvurucunun babası olan Mahmut Bereket davaya dâhil
edilmiş, Mahmut Bereket'in de 11/6/2002 tarihinde vefatıyla başvurucu davacı
sıfatıyla taraf olmuştur.
12. Mahkeme, 30/12/2011 tarihli kararında "deliller, taraf beyanları ve mahallinde yapılan
keşifler ile dosya'ya yansıyan tüm bilgi ve
belgelerden Erikli köyündeki 810, 483, 480, 484, 494, 600, 611, 655, 616, 603 parsel
nolu taşınmazların yukarıda adı geçen davacılar ile
soyadı E..ler olan kişiler arasında uyuşmazlık konusu
olmadığı, ancak diğer parseller yönünden uyuşmazlığın özünün 1920'lı yıllara
dayandığı, yukarıdaki bilgiler ve deliller ışığında adı geçen davacıların
davacı olduğu taşınmazların 1920'li yılların başında Ş.E. adındaki yörede Ağa
olarak bilinen kişiye ait olduğu, bu kişinin istiklal mahkemesinde kurtuluş
savaşından sonra idam edildiği, geriye vergi kayıt maliki olarak adı geçen oğlu
K.E.yi bıraktığı, bu süreçte ve öncesinde soyadı B..,
T.. ve G.. olan davacıların Ş.E.nin sahibi olduğu bu
taşınmazlarda çiftçilik yaparak Ağa olan bu kişi hesabına çalışarak geçimlerini
sürdürdükleri, Ş.E.nin idamından sonra soyadı B..,
G.. ve T.. olan davacıların işlemekte oldukları davalı taşınmazları Ş.E.nin oğlu K.E.ye vermek istemedikleri bunun üzerine K.E.nin yukarıda belirtilen temyiz mahkemesi 1. H.D.sinin 4/11/1930 tarihli karar fotokopisinden
anlaşıldığı kadarıyla ve belirtildiği üzere soyadı B.. olan kişilere dava
açtığı bunun üzerine 1940'lı yıllarda anılan kararda "soyadı Bereket olan
kişilerin taşınmazlara müdahalesinin men'ine karar
verilmek iktiza ederken" hükmünün yer aldığı bunun üzerine soyadı B.., G..
ve T.. olan kişilerin Erikli köyünü iradi olarak terk ederek zilyetliklerini
kestikleri anlaşılmıştır. Soyadı B.., G.. ve T.. olan davacıların köyden zorla
cebren çıkartıldıklarına yönelik iddiaları yönünden :
Yukarıda anılan temyiz mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin karar
içeriği gözetildiğinde dava açan Ş.. oğlu K.E.dir,
davalılar ise dosyamız davacılarından olan soyadı B.. olan kişilerin
atalarıdır.
Hayatın olağan akışına göre ağalık düzeninin verdiği
nüfuzun kullanılması sosyal şartlar ve yöre şartları düşünüldüğünde 1930'lı
yıllarda daha olağan ve yaygın olarak görülen vakıalardır. Ancak Ş.. oğlu K.E.
tarafından dava yoluna başvurulmakla mahkeme kanalı ile soyadı Bereket olan
kişilerin taşınmazlardan uzaklaştırılması hedeflenmiştir, Ayrıca gelinen
aşamaya kadar davacıların köyden cebren ve zorla çıkarıldıklarına dair soyut
iddia dışında dosyada her hangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır, Kaldı ki o
dönemde dahi köyde taraflar dışında yaşayan bir çok farklı soyisimli
ailelerin olduğu da dosya kapsamı ile sabittir.
Her ne kadar soyadı Bereket, G.. ve T.. olan
kişilerin davacı olduğu parsellere revizyon gören vergi kayıtlarında bir kısım
Bereket ve T.. soyisimli kişilerin Ş.. oğlu K.E. ile
beraber adları vergi kayıt maliki olarak geçiyor olsada
vergi kayıtları mülkiyet belgesi olmadığından zilyetlikle birleşip
doğrulanmadıkça hukuki değer kazanamayacağından bu nedenle en zayıf ispat
vasıtası olduğundan ayrıca soyadı Bereket, G.. ve T.. olan kişilerin yukarıda
açıklandığı üzere bir neden olmaksızın uzun süre taşınmazlarla ilginin
kesilmesi iradi terkin varlığını gösterdiğinden ve bu şekilde 1940'lı yılların
başında zilyetlik kesildiğinden ayrıca kadastro tespit tutanaklarının edinme
sebeplerinde yazılı olduğu üzere soyadı Bereket, G.. ve T.. olan kişilerin
çiftçilik yaptıklarından dolayı fer'an (ikincil
planda, tali) zilyet olduklarından açtıkları davanın ispatlanamadığından
bahisle reddine dair karar vermek gerekmiş.." gerekçeyle davayı
reddetmiştir.
13. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesi
duruşmalı temyiz incelemesi yapmış, 11/7/2013 tarihli kararıyla İlk Derece
Mahkemesi hükmünü onamıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
20/10/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
15. Ret kararı 10/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş
ve 9/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 7/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
17. Başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının yargılamanın
sonucunu değiştirecek esaslı iddiaları karşılamadığını belirterek gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
18. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı
hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok
kararında, gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında yer aldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gerekçeli karar hakkının
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
19. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek
mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın
bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır.
20. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
21. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan
anlaşılmalıdır.
22. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
23. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
24. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir
(Yasemin Ekşi, § 57).
25. Somut olayda Mahkemenin, taraflarca dosyaya sunulan
deliller, keşif sonucu alınan rapor, mahallî bilirkişi ve tanık beyanlarını
değerlendirmek suretiyle davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve
savunmaları tartışarak davanın reddine karar verdiği, Yargıtay 16. Hukuk
Dairesinin ise Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapmak suretiyle
hükmü onadığı ve karar düzeltme talebini reddettiği anlaşılmıştır. Bu açıdan
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun
Adil Olmadığına İlişkin İddia
27. Başvurucu, murislerine ait taşınmazların kadastro
çalışmaları neticesinde köy ağaları ile taşınmazları bu kişilerden satın
alanlar adına tespit edildiğini, Kadastro Komisyonun hiçbir kayıt ve belgeye
dayanmadan taraflı bilirkişilerin beyanları doğrultusunda tespit yaptığını,
yargılamada dosyaya sunduğu bilgi ve belgeler ile lehine tanık beyanlarının
dikkate alınmadığını, başvuru konusu taşınmazlara ilişkin uyuşmazlığın 1920'li
yıllara dayandığını, bu sebeple 1985 yılında açılan dava ile 1920'li yıllarda
açılmış olan davanın birleştirilmesi gerektiğini, daha önceki süreçle ilgili
araştırma yapılmadığını ayrıca tapu kadastrodan gerekli belgelerin
getirtilemediğini, bu açıdan yetersiz ve eksik inceleme ile verilen kararın haksız
ve hukuka aykırı olduğunu, karar nedeniyle taşınmazların elinden çıktığını
belirterek Anayasa’nın 10., 11., 13., 17., 21., 23.,35., 36., 37., 40., 44.,
46. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa'nın 10., 11., 13., 17.,
21., 23., 35., 37., 40., 44., 46. maddelerinde güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiği iddiasının, mahkemece yapılan değerlendirmelere yönelik olduğu
anlaşılmış, bu nedenle iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz,
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
30. Başvurucunun ihlal iddialarının, yukarıda belirtilen içtihat
kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu
ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, Kadastro Kanunu'nun ilgili
hükümlerini somut olay çerçevesinde değerlendirmek (bkz. § 12) suretiyle ispatlanamadığından
bahisle davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların
iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından hukuk
kurallarının ve delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
34. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken, sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
35. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
36. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında; somut olayda Kahta Kadastro Mahkemesinin
E.1985/293 sayılı dosyasında 20/9/1985 tarihinde açılan ve aynı konuda aynı yıl
içerisinde açılan ve E.1985/293 sayılı dosyada birleştirilen kadastro tespitine
itiraz davalarında, Mahkemenin 30/12/2011 tarihinde asıl ve birleşen davaları
reddettiği, temyiz üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 18/9/2012 tarihli
kararıyla eksiklik olduğu gerekçesiyle dosyanın Mahkemesine geri çevrildiği,
eksikliğin giderilmesiyle aynı Dairenin 11/7/2013 tarihli kararıyla hükmün
onandığı ve karar düzeltme talebinin de 20/10/2014 tarihli kararıyla
reddedildiği, yargılama sürecinin bu tarih itibarıyla sona erdiği
anlaşılmıştır. Bu nedenle yargılamanın bu derece uzamasını gerektirecek
karmaşık niteliği bulunmayan ve başvurucu ile murislerinin yargılamanın
uzamasında önemli bir etkisinin de tespit edilmediği başvuru konusu davada
yaklaşık 29 yıl 1 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak
gerekir.
37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
39. Başvurucu 2.941.068,24 TL maddi ve aynı miktar üzerinden
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
40. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
41. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 1.050 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. i. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması,
ii. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 1.050 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Kahta Kadastro Mahkemesine
(Devredilmekle Adıyaman Kadastro Mahkemesine E.1985/293, K.2011/15)
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.