TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
EKREM DİLEK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/19418)
Karar Tarihi: 17/7/2018
Başkan
:
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üyeler
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Ekrem DİLEK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun kanunda öngürülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde yürütülmemesi ve gözaltında müdafi olmadan ifade verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 28/2/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Gözaltı sırasında baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda kolluk tarafından ifadesi alınmıştır.
7. Savcılık aşamasında da başvurucu baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda benzer şekilde ifade vermiştir.
8. Başvurucu 2/3/2009 tarihinde tasarlayarak canavarca hisle ve eziyet çektirerek adam öldürme suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu sorgusunda baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda ifade vermiş, ifadesinde kollukta ve savcılıktaki ifadelerini tekrarladığını belirtmiştir.
9. Yapılan soruşturma sonucunda Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca fezleke düzenlenerek dosya Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
10. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 1/4/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında tasarlayarak canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme suçundan kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucuya yargılama esnasında kollukta alınan ifadesi ile kovuşturma aşamasında verdiği ifadenin çeliştiği hatırlatılmış, başvurucu ifadesinin polis tarafından hazırlandığını, okutturulmadan imzalatıldığını, barodan avukat geldiğini, kendi avukatını getiremeyeceğinin söylendiğini, baskı gördüğünü ve darp edildiğini belirterek bu ifadesini kabul etmediğini ifade etmiştir.
12. Cumhuriyet savcısı huzurundaki alınan ifadesi okunup sorulduğunda ise polis tarafından aynı şekilde ifade vermeye zorlandığını, korktuğu için aynı ifadeyi verdiğini belirtmiştir.
13. Yapılan yargılama sonucunda Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 12/10/2010 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
14. Gerekçeli kararda yazılı belgeler, tutanaklar, Adli Tıp Kurumu ihtisas dairelerinin raporları, olayla ilgili emniyet görevlilerinin yapmış oldukları istihbari çalışmalar, bu çalışmaların sonuçlandırılmasına yönelik kayıtlar ve diğer ikame olunan deliller karşısında inkâr yollu savunmaların samimi görülmediği belirtilerek savunmalara itibar edilmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, ayrıca sanıkların soruşturma evresinde alınan ifadeleri ile kovuşturma evresinde Mahkeme huzurunda alınan ifadelerinin farklı olduğunu, karşılıklı olarak suçları birbirlerinin üzerlerine attıklarını, sanıkların soruşturma evresinde ve Mahkemede alınan ifade ve savunmalarının açıklanan deliller, yan deliller incelenerek değerlendirildiğini belirtmiştir.
15. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 14/2/2012 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
16. Bozma kararı sonrası dava Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/143 sayılı esasına kaydedilmiştir.
17. Öte yandan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 19/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Bu dava, Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/191 sayılı esasına kaydedilmiştir.
18. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2012 tarihli kararıyla E.2012/191 sayılı dosya ile E.2012/143 sayılı dosyanın birleştirilmesine, yargılamanın E.2012/143 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
19. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 9/9/2013 tarihli kararıyla başvurucunun tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına nitelikli yağma suçundan beraatine karar vermiştir.
20. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında ilk kararında belirttiği gerekçelerle başvurucunun savunmalarına itibar etmediğini belirtmiştir.
21. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 1/7/2014 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
22. Bozma kararı sonrası yapılan yargılamada Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi, 2/12/2014 tarihinde başvurucunun tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis, nitelikli yağma suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
23. Gerekçeli kararda sanıkların birbirlerini suçlar mahiyetteki savunmalarının suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu değerlendirilerek savunmalarına itibar edilmediği belirtilmiş diğer delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmiştir.
24. Başvurucu 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 28/1/2016 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez."
27. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 17/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Hakkında
30. Tutukluluk hâli sona ermiş olan başvurucuların -devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak- tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ya da makul süreyi aştığı şikâyetleri yönünden iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolunu tüketmeleri gerekir. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile öngörülen tazminat yolu; bir yandan başvurucuların maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti diğer yandan da uğranılan zararın tazmini imkânı sağladığından anılan şikâyetler açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı, makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §§ 46-48).
31. Bununla birlikte tüketilmesi gereken başvuru yollarının her şeyden önce ulaşılabilir olması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunulması için kanunda öngörülen sürenin geçtiği durumlarda, bu tazminat yolunun ulaşılabilir olmadığını ve tüketilmesinin gerekmediğini belirtmiştir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015, §§ 45-50).
32. Somut olayda hakkındaki mahkûmiyet hükmü 28/1/2016 tarihinde kesinleşen başvurucunun bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunması için 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde öngörülen dava açma süresi geçmiş bulunmaktadır (bkz. § 20). Bu nedenle söz konusu tazminat yolunun başvurucu yönünden ulaşılabilir olmadığı ve dolayısıyla başvurucunun mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken bir başvuru yolunun bulunmadığı açıktır (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 49).
b. Şikâyetin Değerlendirilmesi
33. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasındaki herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin hürriyetlerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
34. Kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan Anayasa'nın 19. maddesinin (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 35) kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanığı durumlardan biri de üçüncü fıkrada düzenlenen tutuklama tedbiridir (Halas Aslan, § 65).
35. Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına yer verilmiştir. Anayasa'nın 13. maddeyle tüm temel ve hak özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin getirdiği kanunilik şartını kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden 19. maddede ayrıca belirttiği görülmektedir. Bu bağlamda birbiriyle uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).
36. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Hamit Kaya, § 40).
37. Tutukluluk süresinin belirlenmesinde ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu kişinin hukuki durumu bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir (Hamit Kaya, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde dikkate alınmaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 42).
38. Somut olayda başvurucu 28/2/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Tutuklu olarak sürdürülen yargılamada ilk derece mahkemesince başvurucu hakkında verilen 12/10/2010 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 16/2/2012 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Tutuklu olarak devam olunan yargılamada Mahkeme 9/9/2013 tarihinde yeniden başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiş; anılan karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1/7/2014 tarihli ilamı ile tekrar bozulmuştur. Tutuklu olarak devam olunan yargılamada Mahkeme 2/12/2014 tarihinde yeniden başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiş; anılan karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 28/1/2016 tarihli ilamı ile onanmıştır.
39. Bu belirlemelere göre başvurucu 28/2/2009 ile 12/10/2010, 16/2/2012 ile 9/9/2013 ve 1/7/2014 ile 2/12/2014 tarihleri arasında bir suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun kalmış iken 12/10/2010 ile 16/2/2012, 9/9/2013 ile 1/7/2014 ve 2/12/2014 ile 28/1/2016 tarihleri arasında ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak hürriyetinden yoksun kalmıştır.
40. Başvurucu; bir suç isnadına bağlı olarak 28/2/2009 ile 12/10/2010 tarihleri arasında 1 yıl 7 ay 14 gün, 16/2/2012 ile 9/9/2013 tarihleri arasında 1 yıl 6 ay 23 gün, 1/7/2014 ile 2/12/2014 tarihleri arasında 5 ay 1 gün olmak üzere toplam 2 yıl 18 ay 38 gün süreyle hürriyetinden yoksun bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun bir suç isnadına bağlı olarak tutulduğu süre 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır cezalık işler için öngörülen beş yıllık azami tutukluluk süresini aşmamıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu; gözaltında işkenceyle ifadesinin alındığını, işkence zoruyla ifade tutanağını imzalamak zorunda kaldığını, ayrıca gözaltı sürecinde müdafiiyle görüştürülmediğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
44. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69; Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433, 9/11/2017, § 47).
45. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70; Yavuz Arslan, § 48).
46. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, § 49).
47. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73; Yavuz Arslan, § 50).
48. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren şüpheliye avukata erişim hakkı sağlanması, kendini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
49. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından Mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda Mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79; Yavuz Arslan, § 52).
50. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78; Yavuz Arslan, § 53).
51. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır. Bu durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58).
52. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz(Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78).
53. Somut olayda başvurucu 28/2/2009 tarihinde gözaltına alınmış, 2/3/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Gözaltı süresince başvurucu kollukta, savcılıkta ve sorguda baro tarafından atanan müdafi huzurunda aynı doğrultuda ifade vermiş ve ifade tutanaklarını imzalamıştır. Kovuşturma aşamasında ise ifadesini değiştirmiştir. İlk derece mahkemesi başvurucuya isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, diğer ikame olunan deliller karşısında başvurucunun inkâr yollu savunmalarının samimi görülmediğini belirtilerek savunmalara itibar etmemiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasında bu beyanlarını kabul etmemiş olsa da kolllukta, savcılıkta ve sorguda müdafi huzurunda ifade vermiş olduğundan yargılamada başvurucu aleyhine hakkaniyetsizlik sonucu ortaya çıkmamıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia
55. Başvurucu; toplanmasını istediği delillere ilişkin bir araştırma yapılmadan, sunduğu deliller dikkate alınmadan ve suç işlediğine dair somut bir delil olmaksızın hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, iddianamenin sanıkların ifadelerine dayanılarak düzenlendiğini, suçsuz olmasına rağmen cezalandırıldığını ileri sürmüştür.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
57. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında, ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
59. Başvurucu; gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür.
60. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
62. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
63. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvuru yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).
64. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili bir hukuk mekanizmasının olması ve bu mekanizmanın sadece teorik değil pratik olarak da işlemesi gereklidir. Mevcut hukuk sisteminde teorik olarak etkili bir hukuk mekanizması olmadığı söylenemez. Bununla birlikte bu mekanizmanın pratik olarak etkili işlemesi her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 48).
65. Somut olayda başvurucu gözaltında işkence gördüğü iddiasıyla ilgili olarak sadece savcılığa verdiği suç duyurusu dilekçesini başvuru formu ekinde sunmuştur. Ancak başvurucu, bu suç duyurusuna ilişkin başvurusunun savcılıkça etkin bir şekilde soruşturulmadığına ya da sonuçsuz kaldığına yönelik bir bilgi veya belge sunmamış, başvuru yollarını usulüne uygun bir şekilde tüketmemiştir. Başvurucunun, anılan şikayetine ilişkin başvuru yollarını tüketmeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması, bireysel başvurunun "ikincil niteliği" ile bağdaşmamaktadır. Başvurucunun şikâyetine konu iddialar dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını gerektiren bir durumun olmadığı görülmektedir.
66. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamında müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamında yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 17/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.