TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EKREM DİLEK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19418)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes
KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Ekrem DİLEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun kanunda öngürülen
azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,
yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde yürütülmemesi ve gözaltında müdafi
olmadan ifade verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, gözaltında
işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir
soruşturma kapsamında 28/2/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Gözaltı
sırasında baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda kolluk tarafından
ifadesi alınmıştır.
7. Savcılık aşamasında da başvurucu baro tarafından
görevlendirilen müdafi huzurunda benzer şekilde ifade vermiştir.
8. Başvurucu 2/3/2009 tarihinde tasarlayarak canavarca hisle ve
eziyet çektirerek adam öldürme suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu sorgusunda
baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda ifade vermiş, ifadesinde
kollukta ve savcılıktaki ifadelerini tekrarladığını belirtmiştir.
9. Yapılan soruşturma sonucunda Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca
fezleke düzenlenerek dosya Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
10. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 1/4/2009 tarihli
iddianamesiyle başvurucu hakkında tasarlayarak canavarca hisle ve eziyet
çektirerek öldürme suçundan kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucuya yargılama esnasında kollukta alınan ifadesi ile
kovuşturma aşamasında verdiği ifadenin çeliştiği hatırlatılmış, başvurucu
ifadesinin polis tarafından hazırlandığını, okutturulmadan imzalatıldığını,
barodan avukat geldiğini, kendi avukatını getiremeyeceğinin söylendiğini, baskı
gördüğünü ve darp edildiğini belirterek bu ifadesini kabul etmediğini ifade
etmiştir.
12. Cumhuriyet savcısı huzurundaki alınan ifadesi okunup
sorulduğunda ise polis tarafından aynı şekilde ifade vermeye zorlandığını,
korktuğu için aynı ifadeyi verdiğini belirtmiştir.
13. Yapılan yargılama sonucunda Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi
12/10/2010 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan müebbet hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
14. Gerekçeli kararda yazılı belgeler, tutanaklar, Adli Tıp Kurumu
ihtisas dairelerinin raporları, olayla ilgili emniyet görevlilerinin yapmış
oldukları istihbari çalışmalar, bu çalışmaların
sonuçlandırılmasına yönelik kayıtlar ve diğer ikame olunan deliller karşısında
inkâr yollu savunmaların samimi görülmediği belirtilerek savunmalara itibar
edilmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, ayrıca sanıkların soruşturma evresinde
alınan ifadeleri ile kovuşturma evresinde Mahkeme huzurunda alınan ifadelerinin
farklı olduğunu, karşılıklı olarak suçları birbirlerinin üzerlerine attıklarını,
sanıkların soruşturma evresinde ve Mahkemede alınan ifade ve savunmalarının
açıklanan deliller, yan deliller incelenerek değerlendirildiğini belirtmiştir.
15. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 14/2/2012 tarihli ilamıyla ilk
derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
16. Bozma kararı sonrası dava Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin
2012/143 sayılı esasına kaydedilmiştir.
17. Öte yandan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 19/4/2012
tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası
açılmıştır. Bu dava, Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/191 sayılı esasına
kaydedilmiştir.
18. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2012 tarihli kararıyla
E.2012/191 sayılı dosya ile E.2012/143 sayılı dosyanın birleştirilmesine,
yargılamanın E.2012/143 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
19. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 9/9/2013 tarihli kararıyla
başvurucunun tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmasına nitelikli yağma suçundan beraatine
karar vermiştir.
20. Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında ilk
kararında belirttiği gerekçelerle başvurucunun savunmalarına itibar etmediğini
belirtmiştir.
21. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 1/7/2014 tarihli ilamıyla ilk
derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
22. Bozma kararı sonrası yapılan yargılamada Bakırköy 7. Ağır
Ceza Mahkemesi, 2/12/2014 tarihinde başvurucunun tasarlayarak kasten adam
öldürme suçundan müebbet hapis, nitelikli yağma suçundan 10 yıl hapis cezası
ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
23. Gerekçeli kararda sanıkların birbirlerini suçlar mahiyetteki
savunmalarının suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu değerlendirilerek
savunmalarına itibar edilmediği belirtilmiş diğer delillere dayanılarak
mahkûmiyet kararı verilmiştir.
24. Başvurucu 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
25. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 28/1/2016 tarihli ilamıyla ilk
derece mahkemesinin kararını onamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tutuklulukta
geçecek süre” kenar başlıklı 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı
geçemez."
27. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 17/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi
aşması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Başvuru Yollarının
Tüketilmesi Hakkında
30. Tutukluluk hâli sona ermiş olan başvurucuların -devam eden
tutukluluk hâlinden farklı olarak- tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi
ya da makul süreyi aştığı şikâyetleri yönünden iddia edilen ihlalin tespitini
ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu
yolunu tüketmeleri gerekir. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile öngörülen tazminat yolu; bir yandan başvurucuların maruz kaldığı
tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti diğer yandan da uğranılan
zararın tazmini imkânı sağladığından anılan şikâyetler açısından erişilebilir
ve elverişli bir çözüm olanağı, makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §§
46-48).
31. Bununla birlikte tüketilmesi gereken başvuru yollarının her
şeyden önce ulaşılabilir olması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun
makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunulması için kanunda
öngörülen sürenin geçtiği durumlarda, bu tazminat yolunun ulaşılabilir
olmadığını ve tüketilmesinin gerekmediğini belirtmiştir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352,
2/7/2015, §§ 45-50).
32. Somut olayda hakkındaki mahkûmiyet hükmü 28/1/2016 tarihinde
kesinleşen başvurucunun bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla
tazminat talebinde bulunması için 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde
öngörülen dava açma süresi geçmiş bulunmaktadır (bkz. § 20). Bu nedenle söz
konusu tazminat yolunun başvurucu yönünden ulaşılabilir olmadığı ve dolayısıyla
başvurucunun mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken bir
başvuru yolunun bulunmadığı açıktır (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017,
§ 49).
b. Şikâyetin
Değerlendirilmesi
33. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasındaki herkesin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin hürriyetlerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat
Narman, B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 42).
34. Kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan
Anayasa'nın 19. maddesinin (Galip Öğüt [GK],
B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 35) kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanığı
durumlardan biri de üçüncü fıkrada düzenlenen tutuklama tedbiridir (Halas Aslan, § 65).
35. Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin ancak
kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19.
maddesinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına yer verilmiştir. Anayasa'nın
13. maddeyle tüm temel ve hak özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin getirdiği kanunilik şartını kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı yönünden 19. maddede ayrıca belirttiği görülmektedir. Bu
bağlamda birbiriyle uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi
hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının
bulunması zorunludur (Murat Narman,
§ 43; Halas Aslan, § 55).
36. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin
en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek
uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği
belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin
azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Hamit
Kaya, § 40).
37. Tutukluluk süresinin belirlenmesinde ilk derece mahkemesi
önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu
kişinin hukuki durumu bir suç isnadına bağlı
olarak tutuklu olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk
derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir (Hamit Kaya, § 41). Bu bakımdan temyiz
aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde dikkate
alınmaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı
tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede
dikkate alınacaktır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 42).
38. Somut olayda başvurucu 28/2/2009 tarihinde gözaltına
alınmıştır. Tutuklu olarak sürdürülen yargılamada ilk derece mahkemesince
başvurucu hakkında verilen 12/10/2010 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtay 1.
Ceza Dairesinin 16/2/2012 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Tutuklu olarak devam
olunan yargılamada Mahkeme 9/9/2013 tarihinde yeniden başvurucunun
mahkûmiyetine karar vermiş; anılan karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1/7/2014
tarihli ilamı ile tekrar bozulmuştur. Tutuklu olarak devam olunan yargılamada
Mahkeme 2/12/2014 tarihinde yeniden başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiş;
anılan karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 28/1/2016 tarihli ilamı ile
onanmıştır.
39. Bu belirlemelere göre başvurucu 28/2/2009 ile 12/10/2010,
16/2/2012 ile 9/9/2013 ve 1/7/2014 ile 2/12/2014 tarihleri arasında bir suç
isnadına bağlı olarak hürriyetinden
yoksun kalmış iken 12/10/2010 ile 16/2/2012, 9/9/2013 ile 1/7/2014 ve 2/12/2014
ile 28/1/2016 tarihleri arasında ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı
olarak hürriyetinden yoksun kalmıştır.
40. Başvurucu; bir suç isnadına bağlı olarak 28/2/2009 ile
12/10/2010 tarihleri arasında 1 yıl 7 ay 14 gün, 16/2/2012 ile 9/9/2013
tarihleri arasında 1 yıl 6 ay 23 gün, 1/7/2014 ile 2/12/2014 tarihleri arasında
5 ay 1 gün olmak üzere toplam 2 yıl 18 ay 38 gün süreyle hürriyetinden yoksun
bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun bir suç isnadına bağlı olarak tutulduğu
süre 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır cezalık
işler için öngörülen beş yıllık azami tutukluluk süresini aşmamıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
1. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu; gözaltında işkenceyle ifadesinin alındığını,
işkence zoruyla ifade tutanağını imzalamak zorunda kaldığını, ayrıca gözaltı
sürecinde müdafiiyle görüştürülmediğini ileri
sürmüştür.
b. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma
hakkının güvencelerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
44. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına
alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini
sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi
gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69; Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433,
9/11/2017, § 47).
45. Savunma hakkının sağladığı güvenceler
esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk
devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli
güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade
edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin
cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet
karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir
yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 70; Yavuz
Arslan, § 48).
46. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve
sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en
önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi
yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının
kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma
hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında
kendisini bizzat savunma veya
seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, § 49).
47. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına
alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendini bizzat savunma veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi
olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde
resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı
düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 73; Yavuz Arslan, § 50).
48. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk
kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Kolluk tarafından ilk kez
sorgulanmasından itibaren şüpheliye avukata erişim hakkı sağlanması, kendini
suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının
etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada
elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız
bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli ancak bir müdafinin hukuki
yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§
118, 135; Sami Özbil,
B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
49. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir.
Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece
önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki
kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup
bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından
Mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir
baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza
davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç
isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen
delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi
sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması
durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır.
Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında
verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda Mahkemece bu husus
irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen
eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 79; Yavuz Arslan, § 52).
50. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan,
yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından
etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden
getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise
savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 78; Yavuz
Arslan, § 53).
51. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır. Bu
durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı
olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun
olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü
içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa
Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev
alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının
mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48)
ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal
kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§
56-76; Aynur Avyüzen,
B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58).
52. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu
hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya
çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına
istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi
bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına
alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından
yararlanma hakkı bakımından önemli olan yargılamaya bir bütün olarak
bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde
yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama
yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş
sayılmaz(Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 78).
53. Somut olayda başvurucu 28/2/2009 tarihinde gözaltına
alınmış, 2/3/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Gözaltı süresince başvurucu
kollukta, savcılıkta ve sorguda baro tarafından atanan müdafi huzurunda aynı doğrultuda
ifade vermiş ve ifade tutanaklarını imzalamıştır. Kovuşturma aşamasında ise
ifadesini değiştirmiştir. İlk derece mahkemesi başvurucuya isnat edilen suçlar
kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, diğer ikame olunan deliller
karşısında başvurucunun inkâr yollu savunmalarının samimi görülmediğini
belirtilerek savunmalara itibar etmemiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasında bu
beyanlarını kabul etmemiş olsa da kolllukta,
savcılıkta ve sorguda müdafi huzurunda ifade vermiş olduğundan yargılamada başvurucu
aleyhine hakkaniyetsizlik sonucu ortaya çıkmamıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucu; toplanmasını istediği delillere ilişkin bir
araştırma yapılmadan, sunduğu deliller dikkate alınmadan ve suç işlediğine dair
somut bir delil olmaksızın hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, iddianamenin
sanıkların ifadelerine dayanılarak düzenlendiğini, suçsuz olmasına rağmen
cezalandırıldığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
56. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren
tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
57. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında, ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu; gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
60. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
62. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 17).
63. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvuru
yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir.
Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili
değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak başvurunun
incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata,
B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).
64. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü
muamele yasağına ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili
bir hukuk mekanizmasının olması ve bu mekanizmanın sadece teorik değil pratik
olarak da işlemesi gereklidir. Mevcut hukuk sisteminde teorik olarak etkili bir
hukuk mekanizması olmadığı söylenemez. Bununla birlikte bu mekanizmanın pratik
olarak etkili işlemesi her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir
(Onur Cingil, B. No: 2013/7836,
16/4/2015, § 48).
65. Somut olayda başvurucu gözaltında işkence gördüğü iddiasıyla
ilgili olarak sadece savcılığa verdiği suç duyurusu dilekçesini başvuru formu
ekinde sunmuştur. Ancak başvurucu, bu suç duyurusuna ilişkin başvurusunun
savcılıkça etkin bir şekilde soruşturulmadığına ya da sonuçsuz kaldığına
yönelik bir bilgi veya belge sunmamış, başvuru yollarını usulüne uygun bir
şekilde tüketmemiştir. Başvurucunun, anılan şikayetine ilişkin başvuru
yollarını tüketmeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması,
bireysel başvurunun "ikincil niteliği" ile bağdaşmamaktadır.
Başvurucunun şikâyetine konu iddialar dikkate alındığında başvuru yollarının
tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını gerektiren bir durumun olmadığı
görülmektedir.
66. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele iddiaları ile
ilgili olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel
başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığına
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamında müdafi yardımından yararlanma
hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamında yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
17/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.