TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZEKİ DEMİREL VE YUSUF DEMİREL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/198)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucular
|
:
|
Zeki DEMİREL
|
|
|
Yusuf DEMİREL
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Neşen ÇELİK KALELİ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular,
29/5/2006 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil
davasının reddedildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek,
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler,
tazminat talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular, 6/1/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/2/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm
tarafından 13/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru
konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/5/2014 tarihli görüş yazısı, 21/5/2014
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular vekili süresi
içinde karşı beyanlarını sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen
ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. a. Başvurucu Zeki Demirel, 18/11/2004 tarihinde N.Y.
aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 23/5/1985 tarih ve cilt
no: 71 sırasında tapuya tescilli taşınmazın ¼
hissesini haricen satın aldığını ileri sürerek adına tescilini talep etmiştir.
b. Mahkemece 3/2/2005 tarih ve E.2004/179, K.2005/16 sayılı
ilamla davanın kabulüne, taşınmazın ¼ hissesinin başvurucu Zeki Demirel adına
tapuya tesciline karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.
8. a. Başvurucu Yusuf Demirel, 18/11/2004 tarihinde M.T. ve
arkadaşları aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 23/5/1985
tarih ve cilt no:71 sırasında tapuya tescilli taşınmazı haricen satın aldığını
ileri sürerek adına tescilini talep etmiştir.
b. Mahkemece 17/3/2005 tarih ve E.2004/178, K.2005/34 sayılı
ilamla davanın kabulüne, taşınmazın başvurucu Yusuf Demirel adına tapuya
tesciline karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.
9. Taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları
sonunda taşınmaz tespit dışı bırakılmıştır.
10. Başvurucular, 29/5/2006 tarihinde, Maliye Hazinesi ve
Tunceli Belediye Başkanlığı aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtıkları
davada, Mahkeme kararlarıyla adlarına tapuya tescilli taşınmazın, kadastro
çalışmaları sırasında ölçüm dışı bırakıldığını ileri sürerek, ada ve parsel
numarası verilerek adlarına tescilini talep etmişlerdir.
11. Mahkemece, 22/6/2006 tarih ve E.2006/119, K.2006/144
sayılı kararla başvuruculara ait tapu kayıtlarının dava konusu yeri kapsadığı,
ancak miktar olarak 1 dönümlük kısma isabet ettiği, başvurucuların lehine
eklemeli zilyetlikle kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle
davanın kabulüne, toplam 86.318,43 m2 miktarındaki taşınmazın başvurucular
adlarına tapuya tesciline karar verilmiştir.
12. Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/10/2006
tarih ve E.2006/5156, K.2006/6520 sayılı ilamıyla görev hususunun
değerlendirilmesinden sonra karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm
bozulmuştur.
13. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, Orman İdaresi davaya
müdahil olarak katılmış olup, yargılama sonunda, 18/4/2007 tarih ve E.2006/374,
K.2007/79 sayılı kararla, taşınmazın değerinin Mahkemenin görev sınırının
üzerinde olduğu gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Tunceli Asliye
Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
14. Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 5/7/2007
tarih ve E.2007/3727, K.2007/4250 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
15. Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılama
sonunda, 20/7/2007 tarih ve E.2007/239, K.2007/245 sayılı kararla tespit dışı
bırakılan yer üzerinde, dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik koşullarının
oluşmadığı, dolayısıyla kazandırıcı zamanaşımı şartlarının gerçekleşmediği
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
16. Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 11/12/2007
tarih ve E.2007/5626, K.2007/7151 sayılı ilamıyla taşınmazın orman sayılan
yerlerden olup olmadığının tespitiyle sonucuna göre karar verilmesi gerektiği
belirtilerek hüküm bozulmuştur.
17. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 3/4/2008 tarih ve
E.2008/1307, K.2008/1862 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
18. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya E.2008/122
sayılı dava dosyasında devam edilmiştir.
19. Aynı taşınmaza ilişkin olarak K.Z. ve onbir
arkadaşı tarafından, Maliye Hazinesi ve Tunceli Belediye Başkanlığı aleyhine,
Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/401 sayılı dosyasında açılan tapu
tescili davasında, 6 dönüm miktarındaki kısmın adlarına tescili talep edilmiş
ve Mahkemece dosyanın E.2008/122 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar
verilmiştir.
20. Asıl ve birleşen davalarda yapılan yargılama sonunda,
29/3/2010 tarih ve E.2008/122, K.2010/165 sayılı kararla başvurucuların
dayandığı tapu kaydının taşınmazın 919 m2’lik kısmına tekabül ettiği, dava
konusu edilen yerin bir kısmının başvurucular adına tescil edilmiş olduğu, 919
m2’lik kısmın taşınmazın bütünü ile birlikte orman niteliğinde olduğu, ayrıca
keşif sırasında taşınmazın mayınla kaplı olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla
zilyet olunmasının mümkün olmadığı, sonuç olarak taşınmazın tamamının özel
mülkiyete konu olamayacağı ve zilyetlik de bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve
birleşen davanın reddine, 63.905,09 m2 miktarındaki kısmın orman niteliğiyle
Hazine adına tapuya tesciline, kalan kısım yol ve park alanı olarak ayrıldığı
için tescil taleplerinin reddine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (A.A.Ü.T.)
üzerinden hesaplanan 57.914,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak
davalılara verilmesine karar verilmiştir.
21. Temyiz üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 28/12/2010
tarih ve E.2010/14872, K.2010/16891 sayılı ilamıyla taşınmazın orman
niteliğinde olup devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu,
tapu ya da kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyetin kazanılamayacağı, tapu
kaydının hukuken değer taşımayacağı gerekçesiyle hükmün onanmasına karar
verilmiştir.
22. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 16/3/2011 tarih ve E.2011/3263, K.2011/2807 sayılı ilamıyla
başvurucuların taleplerinin harç, yargılama giderleri ve vekâlet ücreti ile
sınırlı olmak üzere kabulüne, diğer istemlerinin reddine, katılan Orman
İdaresinin talebinin kabulü ile yol ve park olarak ayrılan kısma yönelik olarak
hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
23. Mahkemece, bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda 19/9/2011 tarih ve E.2011/261, K.2011/390 sayılı kararla birleşen
davada vekâlet ücreti dışında kalan kısımlar kesinleştiği için yeniden karar
verilmesine yer olmadığına, asıl davada başvurucuların taleplerine ilişkin
olarak 29/3/2010 tarihli kararın, davanın reddine ve başvurucular tarafından
yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına dair kısımları
kesinleştiği için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 63.905,09 m2’lik
yerin orman niteliğiyle Hazine adına tapuya tesciline dair karar kesinleştiği
için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, yol ve park olarak ayrılan
kısımların da orman vasfı ile Hazine adına tapuya tesciline, taşınmazın
değerine göre eksik harcın tamamının Orman İdaresi tarafından yatırılmadığı
gerekçesiyle 57.194,00 TL vekâlet ücretinin yarısı olan 28.957,00 TL vekâlet
ücretinin başvuruculardan alınarak davalılara verilmesine karar verilmiştir.
24. Temyiz üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26/11/2012
tarih ve E.2012/4956, K.2012/13287 sayılı ilamıyla kararda bir isabetsizlik
görülmemiş ancak hüküm, vekâlet ücreti olarak 2.860,00 TL’nin başvuruculardan
tahsiline şeklinde değiştirilmiş ve başvurucular lehine düzeltilerek
onanmıştır.
25. Karar düzeltme istemi üzerine, aynı Dairenin 4/11/2013
tarih ve E.2013/5273, K.2013/9561 sayılı ilamıyla başvurucuların talepleri
reddedilmiş; Maliye Hazinesinin talebi kabul edilerek, düzelterek onama
kararının kaldırılmasına ve Mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.
26. Karar, başvuruculara 9/12/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
27. Başvurucular, 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili
Hukuk
28. Anayasa’nın 169. maddesinin birinci
ve ikinci fıkraları, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 30. maddesi, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
716. maddesi, 31/8/1956 tarih ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi,
21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16., 17. ve 18. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 6/1/2014 tarih ve 2014/198 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
30. Başvurucular, mahkeme kararlarıyla adlarına tapuya tescil
edilen taşınmazın kadastro tespiti sırasında tespit dışı bırakıldığını,
29/5/2006 tarihinde açtıkları tescil davasında, dava tarihinde taşınmaz
üzerinde orman vasfını gösteren ağaç veya çalılık olmadığı halde, uzun süren
yargılama süresince taşınmazı kullanamadıkları için çalılıklarla kaplandığı
hususunun dikkate alınmadığını, taşınmazın tarım arazisi olduğunu, adlarına
tapuya tescilli taşınmazın yetersiz delillerle ve hatalı haritalarla orman
olarak Hazine adına tescil edildiğini, zira haritada Tunceli il merkezinin dahi
orman olarak gösterildiğini, haritaların hatalı olduğunun Orman İdaresinin
bilgisi dâhilinde olmasına rağmen Mahkemeye bildirilmediğini, delillerin
takdirinde bariz bir şekilde keyfilik bulunduğunu, aleyhlerine Maliye Hazinesi
veya Orman İdaresi tarafından açılan bir dava olmadan taşınmazın Hazine adına
tescilinin doğru olmadığını, tüm bunlara rağmen Tunceli Asliye Hukuk
Mahkemesince davanın reddine karar verildiğini, hükmün Yargıtay tarafından
onandığını, yüksek miktarda vekalet ücreti ödemeye mahkum edildiklerini, orman
haritalarının hatalı olduğunu temyiz safhasında ileri sürmelerine rağmen bu
belgelerin Yargıtay tarafından incelenmediğini, taşınmaza, değeri ödenmeksizin
el konulmuş olduğunu, Devlet tarafından taşınmazın orman amacı dışında
kullanılacağını ve üzerine binalar yapılacağını, makul sürede yargılama
yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurucular, adlarına tapu siciline tescilli taşınmazın
kadastro tespiti sırasında tespit dışı bırakıldığını, Tunceli Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtıkları tescil davasının reddedilerek taşınmazın, orman vasfı
ile Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar verildiğini, bu şekilde tapulu
taşınmazlarına herhangi bir bedel ödenmeksizin el konulduğunu belirterek
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
32. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvuruculara ait
taşınmazın özel mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğunu, tapu işlemlerinin
bir bütün oluşturduğunu ve bu kayıtlarda yapılan hatalardan dolayı 4721 sayılı
Kanun'un 1007. maddesine göre Devletin sorumluluğunun
bulunduğunu, 10 yıllık zamanaşımı süresince Maliye Hazinesi aleyhine tazminat
davası açılabileceğini, bu davayı açmadan yapılan bireysel başvurunun, başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle reddedilmesi gerektiğini bildirmiştir.
33. Başvurucular, Bakanlık görüşüne katılmadıklarını,
taşınmazın adlarına tescilini talep ettiklerini, tazminat istemediklerini,
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini belirtmişlerdir.
34. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
36. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
37. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına
sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı
olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar
vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu
şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren
bir haktır (Anayasa Mahkemesinin 17/5/2012 tarih ve E.2011/58, K.2012/70 sayılı
kararı).
38. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin
çevreden eşit şekilde yararlanması hakkının bir uzantısı olarak Anayasa’da ve
Orman Kanunu’nda, orman arazilerinin devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu
belirtilerek, bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır (B. No: 2012/1315,
16/4/2013, § 19).
39. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı
amacıyla sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı
olması gerekir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem
de ormanlarla ilgili kararlarında kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da
orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin
iptal edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (Sözleşme) Ek 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin ihlali olarak
nitelendirmiştir. Bu kararlarda çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile
bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında makul bir dengenin bulunması
gerektiği ve karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği
sonucuna ulaşılmıştır (B. No: 2012/1315, 16/4/2013, § 20).
40. Orman arazilerinin korunması amacıyla mülkiyet hakkına
müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk
sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması
gerekeceği açıktır (B. No: 2012/1315, 16/4/2013, § 21).
41. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi,
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğunu,
Devletin, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceğini
hüküm altına almıştır.
42. Başvuru konusu olayda, kısmen başvurucular adına tapuya
tescilli taşınmazın, kadastro tespiti sırasında tespit dışı bırakılması
üzerine, başvurucular tarafından 29/5/2006 tarihinde Maliye Hazinesi ve Tunceli
Belediye Başkanlığı aleyhine tapu kaydına ve zamanaşımına dayalı olarak tescil
davası açılmıştır. Orman Genel Müdürlüğü, yargılama sırasında müdahil olarak
davaya katılmıştır. Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesince, başvurucuların tapu
kaydının dava konusu yerin 919 m2'lik kısmına tekabül ettiği, bu kısım ile dava
konusu toplam 63.905,09 m2 miktarındaki taşınmazın ve yol ile park olarak
gösterilen kısmın özel mülkiyete konu olamayacak nitelikte ve orman vasfında
olduğu gerekçesiyle davanın reddine ve taşınmazın tamamının orman vasfı ile
Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Mahkemece verilen
kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesince 26/11/2012 tarihinde onandığı ve karar
düzeltme isteminin aynı Daire tarafından 4/11/2013 tarihinde reddedilerek
hükmün kesinleştiği anlaşılmıştır.
43. Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinin kararlarıyla taşınmazın
kısmen başvurucular adlarına tapuya tescil edildiği belirlenmiştir. Taşınmazın
bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sırasında bu tapu kaydı dikkate
alınarak kadastro tespiti yapılması gerektiği halde, taşınmaz tespit dışı
bırakılarak başvurucular adlarına tespit ve tescil gerçekleştirilmemiş,
başvurucular tarafından açılan tescil davası sonunda ise taşınmazın orman
arazisi olduğu kabul edilerek orman vasfı altında Maliye Hazinesi adına tapuya
tesciline karar verilmiştir.
44. Maliye Hazinesi, özel mülkiyete ilişkin tapu kayıtları oluşmadan
orman arazilerini belirlemesi gerekirken bunu zamanında yapmamış, bireyler
adına tapu kaydı düzenlendikten sonra tapuya kayıt düşerek taşınmaz
sahiplerinin malları üzerinde tasarrufta bulunmalarına engel olmamıştır.
45. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak
birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki
kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bunlardan
doğan zararlardan 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine
göre Devletin sorumluluğuna başvurulabilir. Burada Devletin kusursuz
sorumluluğu söz konusu olabilir. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı
çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi
ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru
tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız
kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 18/11/2009 tarih ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı).
46. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı
Kanun’un 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini
için 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi gereğince
on yıllık zamanaşımı süresinde, Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler
(Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.2012/10378, K.2012/21509
sayılı ve 13/11/2012 tarih ve E.2012/15128, K.2012/22473 sayılı kararları).
47. Sözü edilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları göz
önünde bulundurulduğunda, başvurucuların yukarıda belirtilen çerçevede, tapuda
adlarına kayıtlı taşınmazın kendileri tarafından kullanılmasına veya
tasarruflarına engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesi veya tapu kaydının
iptali hâlinde, söz konusu işlemin yapılmasından itibaren on yıl içerisinde
Hazine aleyhine adlî yargıda tazminat davası açmaları mümkündür. Yargıtay
içtihatlarında tazminatın miktarının taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak
belirleneceği kabul edilmektedir. Kamu yararı nedeniyle tapulu taşınmaza el
konulması suretiyle yapılan sınırlama, el konulan taşınmazın gerçek bedeli esas
alınarak ödenecek bir tazminatla başvurucu açısından dengelenebilir (B. No:
2012/1315, 16/4/2013, § 27).
48. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
49. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı
takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece
mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil
nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile
çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18).
50. Kısmen başvurucular adına tapuya kayıtlı taşınmazın
kadastro çalışması sırasında tespit dışı bırakılması üzerine, başvurucular
tarafından açılan tescil davası sonunda taşınmazın orman olarak tapuya tescil
edilmesinden sonra, başvurucuların tazminat talebiyle herhangi bir
başvurularının bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru yollarının
tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün
değildir.
51. Açıklanan nedenlerle, taşınmaza
tazminat ödenmeksizin el konulması suretiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
52. Başvurucular, adlarına tapu siciline tescilli taşınmaz
ile uzun süredir kullandıkları ve zamanaşımına dayalı olarak malik sıfatıyla
zilyet oldukları taşınmazın kadastro tespiti sırasında tespit dışı
bırakıldığını, Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davasının
reddedilerek taşınmazın orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline
karar verildiğini, taşınmaz üzerinde orman özelliği gösteren çalılık ve ağaçlık
olmadığı halde yargılama süresince taşınmazı kullanamadıkları için çalılıklarla
kaplandığını, bu hususun Mahkemece değerlendirilmediğini, taşınmazın tarım
arazisi olarak kullanıldığını, orman haritalarının hatalı olduğunu, zira
Tunceli il merkezinin dahi bu haritalarda orman olarak gösterildiğini, yetersiz
delillere ve hatalı haritalara dayalı olarak taşınmazın orman vasfı ile Maliye
Hazinesi adına tapuya tesciline karar verildiğini, aleyhlerine açılan bir dava
olmadan taşınmazın Maliye Hazinesi adına tescil edilmesinin de doğru
olmadığını, orman haritalarının hatalı olduğu yönündeki itirazlarının Mahkeme
ve Yargıtay tarafından değerlendirilmediğini, yargılama sonucunda yüksek
vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiklerini, delillerin takdirinde bariz takdir
hatası yapıldığını, sonuç olarak taşınmazlarının ellerinden alındığını
belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
53. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların bu
iddialarının Mahkemece delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının
yorumlanmasına ilişkin olduğu gerekçesiyle görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
54. Başvurucular, Bakanlık görüşünü kabul etmediklerini, adil
yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucuların,
Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davasının, delillerin hatalı
ve eksik değerlendirilmesi sonucu reddedilmesinin adil yargılanma ve mülkiyet
haklarını ihlal ettiğini ileri sürdükleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp
hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucuların anılan iddiaları, yargılama
sonucunda verilen kararın adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
57. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
58. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
59. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede,
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
60. Başvuru konusu olayda,
başvurucular, kısmen adlarına tapuya tescilli, kısmen de uzun süredir zilyet
oldukları taşınmazın kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak adlarına tescili
istemiyle Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açmışlardır. Mahkemece,
tarafların delilleri toplanmış, eski tapu kayıtları incelenmiş, orman tahdit
haritaları getirtilmiş, taşınmazın bulunduğu yerde keşif yapılarak
bilirkişilerden rapor alınmıştır. Mahkeme, tüm dosya kapsamı ile keşif ve
bilirkişi raporlarını değerlendirerek, 29/3/2010 tarihinde, başvurucular adına
tapuya kayıtlı taşınmaz ile başvurucuların zilyet olduklarını ileri sürdükleri
taşınmazın bir bütün halinde orman niteliğinde olduğu, keşif sırasında mayınla
kaplı olması nedeniyle zilyet olunmasının da mümkün olmadığı, taşınmazın, orman
niteliği nedeniyle özel mülkiyete konu olamayacağı ve zilyet olunmasının da
fiilen imkansız olduğu gerekçesiyle davanın reddine, 63.905,09 m2'lik kısmın
orman niteliğiyle Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline, kalan kısmın yol ve
park alanı olarak ayrıldığı için tescil taleplerinin reddine, 57.914,00 TL
vekâlet ücretinin başvuruculardan tahsili ile davalılara verilmesine karar
vermiştir.
61. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince
onanmış, karar düzeltme talebi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince,
yargılama giderleri ve vekâlet ücreti yönünden başvurucular lehine, yol ve park
alanı olarak ayrılan kısım yönünden Orman İdaresi lehine hükmün bozulmasına
karar verilmiştir.
62. Mahkeme bozma kararına
uyarak, 19/9/2011 tarihinde, kesinleşen 63.905,09 m2 miktarındaki taşınmaz için
yeniden karar verilmesine yer olmadığına, yol ve park olarak ayrılan kısmın da
orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline, taşınmazın değerine
göre hesaplanan 28.957,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan tahsiline karar
vermiştir.
63. Temyiz üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesince, 26/11/2012
tarihinde vekâlet ücretinin 2.860,00 TL olarak düzeltilmesine ve hükmün
düzeltilmiş haliyle onanmasına karar verilmiş, karar düzeltme istemi üzerine
aynı Daire tarafından, taşınmazın keşifte belirlenen değeri üzerinden eksik
harcın 2/10/2009 tarihinde başvurucu Yusuf Demirel tarafından ikmal edildiği,
taşınmazın değeri ve yatırılan harç dikkate alınarak hesaplanan vekâlet
ücretinin 29.132,50 TL olduğu, Mahkemece 28.957,00 TL olarak hesaplanan vekâlet
ücreti eksik ise de bu kararın davalılar tarafından temyiz edilmediği ve
başvurucular lehine usulî kazanılmış hak doğduğu
gerekçesiyle düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına ve Mahkeme kararının
onanmasına karar verilmiştir.
64. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında
isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
65. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
66. Öte yandan, Türkiye Barolar
Birliği Başkanlığı tarafından çıkarılan ve 3/12/2010 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren A.A.Ü.T.’nin
12. maddesine göre, dava konusu para ile değerlendirilebiliyorsa, avukatlık
ücreti dava değeri üzerinden nisbî olarak hesaplanır
ve taraf lehine hüküm altına alınır. Somut olayda da Mahkeme ve Yargıtay
tarafından dava konusu taşınmazın keşif sırasında belirlenen değeri ve bu değer
üzerinden yatırılan harç miktarı dikkate alınarak başvurucular aleyhine vekâlet
ücretine hükmedilmiştir. Başvurucuların, vekâlet ücretinin yüksek olduğuna
yönelik ihlal iddialarının da delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın
sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmakta olup, Mahkemenin ve Yargıtayın
kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum
da tespit edilememiştir.
67. Açıklanan nedenlerle, başvurucular
tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu,
Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
68. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
69. Başvurucular, Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları
tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
70. Adalet Bakanlığı, yargılama süresinin makul olmadığı
iddialarına yönelik olarak, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu
kapsamda sunulan görüşlerine atfen, görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
71. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
72. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
73. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu taşınmazın tapuya tescili
davasında, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
74. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 29/5/2006 tarihidir.
75. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52). Bu kapsamda somut başvuru açısından, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince karar
düzeltme isteminin reddedildiği 4/11/2013 tarihi itibarıyla hüküm kesinleşmiş
ve yargılama sona ermiştir.
76. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucular, 29/5/2006 tarihinde Maliye Hazinesi ve Tunceli Belediye
Başkanlığı aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, adlarına
tapuya tescilli taşınmazın kadastro tespiti sırasında tespit dışı bırakıldığını
ileri sürerek, taşınmazın adlarına tescilini talep emişlerdir. Mahkemece,
taşınmazın bulunduğu yerde keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmış ve 22/6/2006
tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 8. Hukuk
Dairesince, Mahkemenin görevi yönünden değerlendirme yapılması amacıyla hüküm
bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak, 18/4/2007 tarihinde, dava
konusu taşınmazın değerinin Sulh Hukuk Mahkemesinin görev sınırının üzerinde
olduğu gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Tunceli Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 8.
Hukuk Dairesince 5/7/2007 tarihinde onanmıştır.
77. Yargılamaya devam eden Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi,
20/7/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiş, temyiz üzerine Yargıtay 8.
Hukuk Dairesince, 11/12/2007 tarihinde hüküm bozulmuş, karar düzeltme istemi
aynı Daire tarafından 3/4/2008 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozma
kararına uyularak yargılamaya devam edilmiş, aynı taşınmaza ilişkin olarak 2009
yılında on iki davacı tarafından Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın, başvurucular tarafından açılan dava dosyasıyla birleştirilmesine karar
verilmiştir. Asıl ve birleşen davalarda Mahkemece, 29/3/2010 tarihinde
davaların reddine, taşınmazın orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya
tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesince,
28/12/2010 tarihinde hüküm onanmış, karar düzeltme istemi üzerine aynı Daire
tarafından, yargılama giderleri ve vekâlet ücreti yönünden başvurucular lehine,
yol ve park alanı olarak ayrılan kısımlar yönünden davalı Orman İdaresi lehine
hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
78. Mahkeme bozma kararına uyarak, 19/9/2011 tarihinde, park
ve yol olarak ayrılan kısımların da orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına
tapuya tesciline, 28.957,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan tahsiline
karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesince, 26/11/2012
tarihinde, başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti 2.860,00 TL olarak
düzeltilmiş ve hüküm bu şekilde onanmıştır. Tarafların karar düzeltme talebi
üzerine, aynı Daire tarafından, 4/11/2013 tarihinde, düzletilerek onama
kararının kaldırılmasına ve Mahkemece verilen hükmün onanmasına karar verilmiş,
anılan tarihte hüküm kesinleşmiştir.
79. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64).
80. Başvuruya konu davadaki
taraf sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, mülga 1086 sayılı Kanun ve 6100 sayılı
Kanun hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yedi yıl beş
ay beş gün devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
81. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
82. Başvurucular, 31.817,00 TL
maddi tazminat ile manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
83. Adalet Bakanlığı, başvurucuların tazminat taleplerine
ilişkin olarak görüş sunmamıştır.
84. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
85. Başvurucuların tarafı
oldukları uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl beş ay beş gün devam eden yargılama
süreci nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara
ayrı ayrı net 3.750,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
86. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
87. Başvurucular tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvuruculara
müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
3.
Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara ayrı ayrı net 3.750,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvuruculara
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.