TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT GEDİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1981)
|
|
Karar Tarihi: 18/9/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Murat GEDİK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 27/4/2010 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde
açtığı işe iade davasının reddedilmesinin ve yargılamanın uzun sürmesinin adil
yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve mağduriyetinin giderilmesini
talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 14/2/2014 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/3/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
İkinci Bölümün 10/4/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı, 20/5/2014
tarihli yazı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun özel bir iş yerinde çalıştığı sırada iş
akdi, işveren tarafından feshedilmiştir.
8. Başvurucu, 27/4/2010 tarihli dilekçesiyle, bölge
sorumlusu olarak çalıştığı sırada haklı olmayan nedenlerle iş akdinin
feshedildiği iddiasıyla, işveren aleyhine işe iade davası açmıştır.
9. Adana 3. İş Mahkemesi, 23/7/2010 tarih ve E.2010/373,
K.2010/601 sayılı kararıyla davanın kabulüne, feshin geçersizliğine,
başvurucunun işe iadesine karar vermiştir.
10. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin
27/2/2012 tarih ve E.2011/9244, K.2012/2772 sayılı ilamıyla, eksik incelemeye
dayalı karar verildiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
11. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonucu, 18/7/2012 tarih ve E.2012/212, K.2012/874 sayılı kararla, davanın
reddine karar verilmiştir.
12. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin 22/11/2012 tarih ve E.2012/25592, K.2012/26174 sayılı ilamıyla hüküm
tekrar bozulmuştur.
13. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonucu, 12/7/2013 tarih ve E.2013/15, K.2013/356 sayılı kararla; başvurucunun
davalı işyerinde bölge sorumlusu olarak çalıştığı, görev tanımında işçi alma ve
çıkarma yetkisinin bulunduğu, işveren vekili konumunda olup iş güvencesi
kapsamı dışında kaldığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
14. Karar, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22/10/2013 tarih ve
E.2013/23245, K.2013/17083 sayılı ilamıyla onanmıştır.
15. Başvurucu, onama kararını 14/2/2014 tarihinde öğrendiğini
bildirmiştir.
16. Başvurucu, 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
18. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
19. 30/1/1950 tarih ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan
kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında
istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri
arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan
hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş
mahkemeleri kurulur.”
20. 5521 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk
oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya
vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas
hakkında hüküm verilir.”
21. 5521 sayılı Kanun’un 15.
maddesi şöyledir:
I. “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
22. 22/5/2003 tarih ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun “Fesih bildirimine
itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
“Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
23. 4857 sayılı Kanun’un “Feshin geçerli sebebe dayandırılması”
kenar başlıklı 18. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az
altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden
işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin,
işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak
zorundadır.”
24. 4857 sayılı Kanun’un “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı”
kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Süresi belirli olsun
veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden
önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
I- Sağlık sebepleri:
…
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve
benzerleri:
…
b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin
şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya
davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref
ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda
bulunması.
…
d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine
yahut işverenin başka işçisine sataşması veya 84 üncü
maddeye aykırı hareket etmesi.
III- Zorlayıcı sebepler:
…
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun
olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı
yoluna başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 18/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 14/2/2014 tarih ve 2014/1981 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, iş akdinin haksız feshedilmesi üzerine
27/4/2010 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde işe iade davası açtığını,
Mahkemece, hiçbir imza yetkisinin olmamasına rağmen, işçi alma ve çıkarma
yetkisinin olduğu gerekçesiyle davanın reddedildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
mağduriyetinin giderilmesi istemiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
27. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
30. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun
esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz.
Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve
bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
31. Başvuru konusu olayda
başvurucu, iş akdinin haksız feshedilmesi üzerine Adana 3. İş Mahkemesinde
açtığı işe iade davasının, Mahkemece, hiçbir imza yetkisinin olmamasına rağmen
işçi alma ve çıkarma yetkisinin olduğu gerekçesiyle reddedildiğini belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Başvurucu, Adana 3. İş
Mahkemesinde açtığı davada, davalıya ait iş yerinde bölge sorumlusu olarak
çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haksız feshedildiğini ileri sürerek
işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
33. Davalı, başvurucunun bölge
sorumlusu olarak mağazaların sevk ve idaresi ile mağaza personelinin alımı ve
işten çıkarılması konularında yetkili olduğunu, iş akdinin haklı nedenle
feshedildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
34. Mahkemece, tarafların
delilleri toplanmış ve tanıkları dinlenmiş, 23/7/2010 tarihinde, iş akdinin
feshedilmesinin haklı bir nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne ve
başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir.
35. Temyiz üzerine, başvurucunun
davalıya ait iş yerinde bölge sorumlusu olarak çalıştığı ve görev tanımında
işçi alma ve çıkarma yetkisinin bulunduğu, bu nedenle işveren vekili olup
olmadığının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek
hüküm bozulmuştur.
36. Mahkemece bozma kararına
uyularak, tarafların delilleri ve tüm dosya kapsamı değerlendirilmiş,
başvurucunun, davalıya ait iş yerinde bölge sorumlusu olarak çalıştığı, işçi
alma ve çıkarma yetkisinin bulunduğu, dolayısıyla işveren vekili sıfatını
taşıdığı, işveren vekili hakkında 4857 sayılı Kanun'un 19., 21. ve 25.
maddelerinin uygulanamayacağı, başvurucunun bölge sorumlusu olması nedeniyle iş
güvencesi hükümleri kapsamı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir. Hükmün, Yargıtay tarafından, eksik incelemeye dayalı verildiği
gerekçesiyle bozulması üzerine, Mahkemece aynı gerekçelerle yine davanın
reddine karar verilmiş ve Yargıtay tarafından onanarak karar kesinleşmiştir.
37. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
38. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
39. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası
40. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Başvurucu, 27/4/2010 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde
açtığı işe iade davasının makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
43. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
45. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir.”
46. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
47. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
48. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda, işe iade istemiyle açılan bir dava bulunmakta olup, bu sorunun
çözümüne yönelik olarak 4857 ve 6100 sayılı Kanun’larda
yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku
bulunmamaktadır.
49. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
50. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
51. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
52. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili
arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından
doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına
alınmıştır.
53. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen
bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında derhal bir yargı kararı
verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Dolayısıyla iş uyuşmazlıklarının
ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi
gerekir (B. No: No:2013/772, 7/11/2013, § 59).
54. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Özellikle işe iade davalarında yargılamanın
uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu
davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Bu durum iş
sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve
bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu
gibi, sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş
organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla
iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması
hem çalışan hem de işverenin yararınadır (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 60).
55. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini
dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara
bağlanması için 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel hükümlere yer
vermiştir. 4857 sayılı Kanun’un “Fesih
bildirimine itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesine göre iş
güvencesi hükümlerine tabi işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işveren
tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla
feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 1 aylık hak düşürücü süre
içinde iş mahkemesinde feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası
açabilmektedir. Kanun koyucu, işe iade davalarının yukarıda bahsedilen özel
önemine binaen 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesi gereğince seri muhakeme
usulüyle mahkemelerce iki ay içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir
ay içinde sonuçlandırılması yönünde düzenleme yapmıştır (B. No:2013/772,
7/11/2013, § 61).
56. Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler
kural olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen, Kanun’un 20.
maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir.
İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre,
mahkemelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler
bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 62).
57. Nitekim AİHM de, işe iade
davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen yasal süre içerisinde
sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine yapılmış başvurularda,
Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna ilişkin
anlaşmazlıkları çözmek, özellikle işten çıkarma durumlarında iş hukuku
konusundaki çekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul
düzenlemiş olduğunu saptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM,
ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek
başvuranların davasının “makul süre”
içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır (B.
No:2013/772, 7/11/2013, § 63).
58. Bunun yanında, 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100
sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi
daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama
usulleri kaldırılmış ve iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit
yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla işe iade davalarında takip edilmesi
gereken yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011
tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
59. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde
yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772,
7/11/2013, § 65).
60. 6100 sayılı Kanun’un 317. maddesi ve devamı maddelerde
yer alan bu usulde davalar, mahkemeye sunulan dilekçe ile açılmakta ve
davalının, dava dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren 2 hafta içinde
cevap dilekçesini mahkemeye sunması gerekmektedir. Bu süre bir defaya mahsus
olmak üzere en fazla iki hafta uzatılabilmektedir. Basit yargılama usulünde
cevaba cevap ve ikinci cevap aşamaları bulunmamaktadır. Mahkemeler, 6100 sayılı
Kanun’un 320. maddesine göre mümkünse tarafları duruşmaya davet etmeden dosya
üzerinden karar verirler. Duruşmalı yargılamada aynı maddeye göre mahkemelerin,
tahkikatı ilk duruşma hariç, kural olarak iki duruşmada tamamlaması ve
duruşmalar arasındaki sürenin de bir aydan uzun olmaması gerekmektedir. Ancak
istisnai hallerde ikiden fazla duruşma yapılabileceği gibi, duruşma araları da
bir aydan fazla tutulabilmektedir.
61. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesindeki sürelerin
düzenleyici nitelikte süreler olduğu, yapılması gereken duruşmalar ve duruşma
aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi, şahitlerin dinlenmesiyle
tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği
görülmektedir. Bu nedenle öngörülen süreyi aşan her yargılamanın süresinin
makul olmadığı ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bununla
birlikte işe iade davalarının başvurucu açısından taşıdığı değer ile davanın
kısa sürede bitirilmesindeki başvurucunun kişisel yararı göz önüne alındığında
bu davaların süre yönünden diğer davalarla aynı nitelikte olduğu da söylenemez
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 67).
62. Bu durumda somut başvuruda makul süre incelemesi
yapılırken işe iade davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun
kişisel yararı göz önünde bulundurularak yargılama sürecindeki gecikmelerin her
biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların gecikmedeki
etkisinin tespiti ve bahsedilen makul süre kriterlerinin toplam etkisinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
63. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
64. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından
27/4/2010 tarihidir.
65. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012
tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren
geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
66. Sürenin bitiş tarihi ise, yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
67. Başvuru konusu olayda başvurucu, 27/4/2010 tarihinde
Adana 3. İş Mahkemesinde açtığı davada, iş akdinin davalı işveren tarafından
haksız feshedildiğini ileri sürerek, işe iadesine karar verilmesini talep
etmiştir.
68. Mahkemece, davalının savunması alınmış, iş yeri sicil
dosyası ve sigorta sicil kayıtları incelenmiş, tarafların tanıkları dinlenmiş
ve 27/10/2010 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir.
69. Kararın Yargıtay tarafından 27/2/2012 tarihinde bozulması
üzerine Mahkemece bozma kararına uyularak, tarafların delilleri
değerlendirilmiş ve 18/7/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.
70. Temyiz üzerine, Yargıtay tarafından 22/11/2012 tarihinde
hüküm yeniden bozulmuştur.
71. Mahkemece, 12/7/2013 tarihinde, bozma kararında
belirtilen hususların dosyada bulunduğu belirtilerek, yargılamanın uzamaması
için bozma kararına uyulmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.
72. Kararın Yargıtay tarafından onandığı 22/10/2013 tarihinde
hüküm kesinleşmiştir.
73. Yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı
geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında
taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama
makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak
suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda,
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilememiştir.
74. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
feshe itiraz davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli
ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
75. Başvurunun konusu olan feshe itiraz davasında yargılama
sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, İş Kanunu’nda öngörülen
sürelere oranla haklı görülemeyecek derecede uzun bir süre olan 3 yıl 5 ay 25
günde yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş ilişkisinden kaynaklanan
uyuşmazlıkların, özellikle de işe iade talebini içeren feshe itiraz davalarının
niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati
dikkate alındığında, 3 yıl 5 ay 25 günlük yargılama süresinin makul olmadığı
aşikârdır.
76. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
77. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğinin tespitini ve mağduriyetinin giderilmesini talep
etmiştir.
78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
79. Başvurucunun açtığı tazminat davası, makul olmayan bir
süre olan 3 yıl 5 ay 25 gün sonra sonuçlanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun
kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda başvurucuya yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren
3.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 3.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.