|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
SEYFULLAH TURAN VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2014/1982)
|
Karar Tarihi: 9/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Seyfullah
TURAN
|
|
|
2. Emine
TURAN
|
|
|
3. Mehmet
TURAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Münip
ERMİŞ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kolluk görevlisi
tarafından güç kullanılması sonucu hayati tehlike geçirilmesine neden olacak
şekilde yaralanma meydana gelmesi, buna rağmen yaralının olay yerinde terk
edilmesi ve bu olaylarla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi
nedenleriyle yaşama hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/2/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur
4. Komisyonca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2014/1983 ve 2014/1984 sayılı bireysel başvuru dosyaları,
konu yönünden irtibat nedeniyle 2014/1982 sayılı bireysel başvuru dosyası ile
birleştirilmiş ve inceleme 2014/1982 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden
yürütülmüştür.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
8. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular Hakkâri'de yaşamaktadır. Olay tarihinde on yedi
yaşında olan başvurucu Seyfullah Turan, diğer başvurucuların oğludur.
11. Hakkâri'de 23/4/2009 tarihinde "Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı"nın kutlandığı bir gün yaşanmaktadır. Başvuru dosyasında yer
alan belgelere göre bu tarihten yaklaşık bir hafta önce bir silahlı terör
örgütü, üye ve yandaşlarına kitleler hâlinde gösteri ve şiddet eylemleri
gerçekleştirmeleri yönünde çağrı yapmıştır. Bu çağrı üzerine belirtilen günden
sonra terör örgütünün Hakkâri'deki bazı üye ve yandaşları kent merkezlerinde
kalabalık gruplar hâlinde taş, sopa ve molotof kokteyli gibi birtakım araçlarla
güvenlik güçlerine yönelik şiddete başvurmuşlardır.
12. Güvenlik güçleri, söz konusu olayların sona ermesi ve üçüncü
kişilerin herhangi bir zarar görmemesi için yoğun çaba sarf etmiş ise de
olaylar sona ermemiş ve bu süreçte pek çok kamu aracı zarar görmüş; çok sayıda
güvenlik gücü mensubu ise yaralanmıştır. Şiddet eylemleri "Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nın kutlandığı günde de büyük kalabalıklar
hâlinde gerçekleştirilmeye devam edilmiştir. Bu eylemlere katılanlardan
özellikle çocuklar, güvenlik güçlerince tanınmamak için mahallinde poşu diye
tabir edilen örtü veya eşarp ile yüzlerini gizlemişlerdir.
13. Belirtilen günde ulusal bir haber ajansı, Hakkâri'nin bir
mahallesinde güvenlik güçlerinin bir çocuğa yönelik müdahalesini görüntülemiş
ve bunu tüm yurtta paylaşmıştır.
14. Bu görüntülerde, boş bir arazide birkaç çocuğun sağa sola
kaçıştığı sırada kar maskesi takması nedeniyle yüzü görülemeyen özel kıyafetli
bir polis memurunun aynı arazide bulunan ancak çevreye bakındığı ve kaçmayıp
olduğu yerde beklediği görülen bir çocuğa arkasından yaklaştığı, kolundan
tutarak kendisine doğru çektiği ve elindeki gaz tüfeğinin dipçiği ile başına
çok şiddetli şekilde art arda iki kez vurduğu, çocuğun darbelerin etkisiyle olduğu
yerde yığılıp kaldığı, memurun çocuğa tüfeğin dipçiğiyle yerde hareketsiz
durumdayken de aynı şiddetle vurmaya devam ettiği ve daha sonra tekme attığı
görülmektedir.
15. Tam da bu anda yüzünde gaz maskesi bulunan başka bir polis
memurunun diğer memurun yanına gittiği, ikisinin arasında içeriği anlaşılamayan
kısa bir konuşmanın geçtiği, sonrasında gaz maskeli polisin yerde yatan çocuğa
eğilerek baktığı, bir kolunu havaya kaldırıp bıraktığında kolun olduğu gibi
yere düştüğünü görünce hemen olay yerinden uzaklaştığı ve bu şekilde görüntüden
çıktığı görülmektedir.
16. Görüntülere göre diğer polis memuru da kısa bir süre
bekleyip yerde yatmakta olan çocuğa eğilerek baktıktan ve hareketsiz durumda
olduğunu gördükten hemen sonra olay yerinden ayrılmıştır. Görüntülere göre yüzü
herhangi bir örtü ile kapalı olmayan, elinde taş, sopa ve benzeri bir saldırı
aleti de bulunmayan çocuk tüm bu olup bitenler sırasında aldığı darbelerin
etkisiyle bilincini tamamen kaybetmiş şekilde yerde yatmakta ve yaşananlara
herhangi bir tepki vermemektedir.
17. Görüntülerin devamında çocuğun yanına bu görüntüleri
kaydeden ulusal haber ajansının bir muhabiri ile bir yerel gazete muhabirinin
geldiği, ardından haber ajansı muhabirinin mobil telefonla "112 Acil
Yardım" hattını arayarak olay yerine ambulans çağırdığı, bu sırada
çevredekiler tarafından çocuğun baş bölgesinde kanama olduğunun görülmesi
nedeniyle hareket ettirilmeyip sarsılmamasına çalışıldığı, sonrasında kim
oldukları anlaşılamayan sivil giyinimli kişilerin çocuğu olay yerinden
ellerinden ve ayaklarından tutarak hep birlikte taşımak suretiyle götürürken
görüldükleri ve video kaydının bu görüntülerle sona erdiği anlaşılmıştır.
18. Söz konusu görüntülerden olay yerindeki polis memurlarının
herhangi bir saldırı veya direnme ile karşılaşmadıkları anlaşılmaktadır.
19. Bu görüntülerin medyada yer alması ve kamuoyunda polis
memuruna yönelik yoğun tepkinin oluşması üzerine Hakkâri Valiliği, aynı gün bir
basın açıklaması yapmıştır. Söz konusu açıklama şöyledir:
"23/04/2009 günü ilimiz merkezinde öğle
saatlerinden itibaren çeşitli mahallelerde yapılan korsan gösteri ve güvenlik
kuvvetlerimizi taşlama eylemlerine güvenlikkuvvetlerimiz tarafından Merzan
Mahallesi civarında yapılan müdahale esnasında, bir güvenlik görevlimizin fevri
hareketi neticesinde bir vatandaşımızın yaralanması üzüntüyle karşılanmıştır.
Bahse konu personel açığa alınmış olup
sorumlular hakkında gerekli soruşturma başlatılmıştır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur."
20. Olay, ertesi gün de medyada yer almış ve yaralı çocuğun
sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu belirtilmiştir. Medya haberlerinin
bazılarında, olayın Çocuk Bayramı'nda yaşanmasının durumun vahametini daha da
artırdığının düşünüldüğü ifade edilmiş ve olay "Bayramda
Dayak" başlığı altında haber yapılmıştır. Diğer yayınlarda olay
"Çocuğa Dipçik", "Başa İki Darbe" ve benzeri
başlıklarla haber yapılmış; ayrıca Valiliğin yukarıda değinilen basın
açıklamasına da yer verilerek olaya karışan polis memurunun görevinden derhâl
uzaklaştırıldığına dair bilgi kamuoyu ile paylaşılmıştır.
21. Görüntülerdeki çocuk, başvurucu Seyfullah Turan'dır.
Başvurucu, başvuru belgelerinden kesin olarak belirlenemeyen bir şekilde önce
Hakkâri Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürülmüş; burada yapılan
kontrollerde durumunun hayati tehlike içerdiğinin anlaşılması sonrası ise bir
ambulansla Van 100. Yıl Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine
(Üniversite Hastanesi) derhâl nakledilmiştir.
22. Burada yapılan ilk kontrollerde başvurucunun kafatası
kemiklerinin bir kısmında ayrılma ve lineer (hat) şeklinde kırıklar olduğu görülmüş, ayrıca beyin kanaması
geçirdiği tespit edilmiştir. Başvurucunun 24/4/2009 tarihinde getirildiği
Üniversite Hastanesindeki tedavisi, taburcu olduğu 29/4/2009 tarihine kadar
sürmüştür.
A. Disiplin Soruşturması
Süreci
23. Medyanın paylaştığı video kaydında çocuğa gaz tüfeği ile
vurduğu görülen polis memurunun açık kimliği ve görev yeri, Valilik ve Hakkâri
İl Emniyet Müdürlüğü (İl Emniyet Müdürlüğü) tarafından derhâl tespit
edilmiştir. Görüntülerdeki Polis Memuru B.T., İl Emniyet Müdürlüğü Özel Harekât
Şube Müdürlüğünde görev yapmaktadır ve olayın gerçekleşmesinin hemen ardından
aynı gün Valiliğin basın açıklamasında da belirtildiği gibi görevinden
uzaklaştırılmıştır. B.T., olay günü toplumsal olaylara müdahale için
görevlendirilmemiş ancak mesai arkadaşları ile birlikte görevli olduğu bölgeye
giderken olaylara müdahil olmuştur.
24. Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı (Teftiş
Kurulu Başkanlığı), B.T. ve amiri Başkomiser D.T. hakkında hemen bir disiplin
soruşturması başlatmış ve bu kapsamda Hakkâri'ye iki polis başmüfettişi
göndermiştir.
25. Polis başmüfettişleri, ertesi gün olayı soruşturmaya
başlamış ve bu soruşturmada olay yerindeki polis memurları ile başvurucular
Seyfettin Turan ve Mehmet Turan'ın ifadesini almışlardır.
26. Başvurucu Seyfullah Turan'ın 25/4/2009 tarihinde alınan
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
" ... Olay günü yani 23 Nisan 2009
tarihinde öğleden sonra 8 veya 9 mahalle arkadaşım ile birlikte Sağlık Ocağının
üstünde spor alanı olarak kullandığımız yerde futbol maçı yaparken, 1 saat
kadar sonra bizim bulunduğumuz yere daha yüksek bir konumda bulunan aşağı
mezran bölgesinde bir grup çocuğun polislere ve onların kullandığı araçlara taş
attıkları, polislerin de onlara biber gazı attığını görmemiz üzerine maçı
bırakıp olayları seyretmek için mezran mevki sanayi yolu altına bir iki
arkadaşımla birlikte geldik. Şu anda onların isimlerini çıkaramıyorum. Burada
yaklaşık 20 dakika kadar, devam eden bu olayları seyrederken arkamdan ne ile
vurulduğunu görmediğim bir cisim ile darbe aldım. Bu darbe üzerine ben
kendimden geçmişim. Gözümü açtığımda Hakkari Devlet Hastanesinde Acil Müdahale
odasında idim. Bana ne ile vuruldu, nereme vuruldu, kim tarafından vuruldu, hiç
görmedim, bilmiyorum. ...
Ben polis ile gösterici çocuklar arasında olan
olaylara asla karışmadım. Polislere taş veya başka bir cisim atmadım. Sadece
olayları seyrediyordum. Daha önceki tarihlerde de emniyet görevlileri ile
göstericiler arasında yaşanan hiçbir olaya karışmadım.
Beni darp eden kişinin bir polis memuru
olduğunu çevremde beni ziyaret edenler tarafından konuşulması esnasında
öğrendim. ...
Beni darp eden polis memurundan şikâyetçiğim.
Hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını istiyorum (dedi)."
27. Başvurucu Mehmet Turan da aynı gün dinlenmiş; olayı
görmediğini ancak oğlu Seyfullah Turan ile durumunun ciddi olması nedeniyle
sevk edildiği Üniversite Hastanesinde görüştüğünde kendisine, toplumsal
olayları seyretmek için yüksekçe bir mevkide bulunduğu sırada birisinin
arkasından yaklaşarak ne olduğunu anlayamadığı sert bir cisimle başına
vurduğunu söylediğini ifade etmiştir. Başvurucu bu ifadesinde, oğlunun Devlet
Hastanesine ne şekilde ve olaydan ne kadar süre sonra götürüldüğü konusunda ise
bir bilgi vermemiştir.
28. Müfettişler, B.T.nin ifadesini 28/4/2009 tarihinde
almışlardır. Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
" ... Araçlardan inip şahısları Terör
ekibine göstermek için yaya olarak onlarla beraber hareket ettik. Yürüdüğümüz
yerde bizi taşlayan gruplar vardı. Çevremizi sarmamaları için ben geriden ve
biraz geniş bir açıyla geliyordum. Daha sonra önümde bulunan tepe ve
kayalıkları geçtiğimde bir anda kendimi polisi taşlayan grubun içerisinde
buldum. Beni gören bazı göstericiler dağılmaya başladı. Fakat yüzünde bez olan
birkaç gösterici beni farketmedi. Ben de polisi taşlayan bu göstericilerden
birkaçını göz altı yapmak için onlara doğru yürüdüm. Gösterici karşı
istikamette bulunan polisi taşlamaya ve slogan atmaya devam ettiğinden beni
fark etmedi. İsmini sonradan öğrendiğim bu Seyfi Turan isimli kişiyi yakaladım.
Bir elimle şahsı tutuyordum. Diğer elimde de gaz tüfeğim vardı. Dipçiği plastik
olan tüfek ile şahsın elinde gördüğüm taşı düşürmeye çalıştım.Plastik olan
elimdeki zimmetligaz tüfeği ile eline vurmaya çalışırken şahsın hareketi ile
tüfeğin dipçiği şahsın ense tarafına denk gelmiş olabilir. Olayın heyecanı ile
neresine geldiğini tam olarak hatırlamıyorum. Şahıs bu esnada elimden kaçmaya
çalışıyordu. Kesinlikle şahsı yaralamaya ve zarar vermeye bir kastım yoktu.
Benim amacım şahsı etkisiz hale getirip göz altı yapmaktı. Bu olay esnasında
gözaltında bana yardımcı olmak için Çevik Kuvvetten bir polis memuru yanıma
geldi. Fakat dağılan grup tekrar bize doğru toplu bir şekilde gelmeye ve
taşlamaya başlayınca geri çekilmek zorunda kaldık. Benim şahsı orada bırakmak
gibi bir niyetim yoktu. Kendimi savunma düşüncesi ve olayın vahameti ile
hareket ettim. Televizyonda gösterilen mevcut gösteriler olayın gerçek yüzünü
göstermesi açısından son derece yetersizdir.Gösterici gruplar arasında kalmamız
ve taş yediğimiz görüntüler net olarak tespit edilmemiştir.
(...)
Konu hakkında söyleyeceklerim bundan ibarettir
(dedi)."
29. Olaya ilişkin görüntülerdeki diğer polis memurunun (F.Y.)
açık kimliği de belirlenmiş ve ifadesi 29/4/2009 tarihinde alınmıştır. Söz
konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
" ... Benim gördüğüm 70-80 civarında kişi
bize taş atıyordu. .... hakim bir tepede 25 dakika kadar bekleme yaptık. Bu
protestocu gruptan bir kısım gösterici yüzleri poşulu olduğu halde taş atmak
için aracımıza doğru gelmeleri üzerine daha önceden telsiz anonsları ile
yakalama ve gözaltı yapılması talimatlarına uygun olarak ben araçtan çıkarak
yaklaşık olarak 20 metre kadar mesafede bulunan 10 kadar göstericiye doğru
koştum.Amacım içlerinden bir iki tanesini yakalamaktı. Ancak 4-5 metre kadar
koştuktan sonra düştüm. Hatta parmağımda yara oluştu. Fakat hastaneye gitmeye
gerek görmedim. Düştüğüm yerden hemen kalktığımda bir an benim koşu
istikametimin sol çarprazınbir çocuğun yerde yattığını ve 3-4 metre ilerisinde
de ayakta kar maskeli Özel Harekette görevli bir arkadaşımızın durduğunu
farkettim. Yakalamadan vazgeçerek önce Polis Memuruna gidip 'devrem herhangi
bir şey sen de var mı?' diye sordum. Onun 'yok' demesi üzerine yerde yatan
çocuğa yardım için yöneldim. Yanına geldiğimde başının hafif şekilde kanadığını
gördüm. 'bir şeyin var mı, kalkabilecek misin' diyerek kolundan tutup
kaldırmaya çalıştım. Ancak çocuk bir tepki göstermedi. Bunun üzerine yine bir
defa daha kaldırmaya uğraştım. Ancak kalkamayınca hemen yardım çağırmak üzere
aracımızın bulunduğu yere koştum. Bizzat kendim müdahale etmeye çekindim. Çünkü
şahıs kendinde değildi. Ayrıca sağlık görevlisi olmadığım için yanlış bir
müdahale etmek istemedim. Ben arabaya doğru yöneldiğimde basın mensubu olarak
bildiğim 3-4 kişi yukarıdan çocuğun olduğu yere doğru geliyorlardı. Aramızda
çok mesafe vardı. Araca gelerek arkadaşlarımdan hemen ambulans çağırmalarını
istedim. Onlar da bana biz zaten istedik ambulans geliyor dediler. Biz akrebin
içerisinde ambulansın gelişini bekledik ve ambulansın geçmesi için yolda
bulunan barikatları kaldırdık. Bu şekliyle çocuğu hastaneye gönderdik ve
buradan ekip olarak ayrıldık.... iddia edildiği şekilde çocuğu yaralı bir
vaziyette bırakıp gitmiş değilim. ... başkaca bir diyeceğim yoktur
(dedi)."
30. Haber ajansının muhabirleri de 28/4/2009 tarihinde
dinlenmiştir. Bu kişilerin söz konusu ifadelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
"N.E: ... 23 Nisan 2009 günü ben 23 Nisan
törenlerini kayda aldım. Oradan döndüğümde iş yerime girmek üzere iken polise
ait şortlant diye tabir ettiğimiz aracın hızla geçtiğini görmem üzerine çevrede
bulunan vatandaşlara ne olduğunu sorduğumda Bağlar mahallesinde olay olduğunu
öğrenerek hemen yukarıya çıkarak bölge müdürüm F... T... ile birlikte bir
ticari araca binip olayın geçtiği Bağlar Mahallesi girişinde bulunan polis
araçlarının olduğu yere geldik. ...polis araçları 100-150 civarında gösterici
tarafından taşlanıyordu. Polis araçlarının onları dağıtmak için boyalı su ve gaz
attığını gördüm. Bu olayları tamamen çektim. Bu olaylar devam ederken
mahallenin diğer tarafından da detaylı görüntüler almak için çevirdiğimde Özel
Harekette olduğunu kıyafetinden anladığım kar maskeli bir polisin hemen alt
tarafımızda bulunan 3-4 kişilik bir çocuk grubuna doğru koştuğunu gördüm. Bu
çocuklardan iki üç tanesinin yüzlerinin bez veya poşu ile sarılı olduğunu ve
polislere taş attıklarını gördüm. Ancak içlerinden bir tanesinin yüzünün açık
olduğunu ve sanki etrafı seyreder gibi bir durumda iken bu polisin çocuğun
arkasından koşarak yaklaşıp, onu tutarak elinde bulunan silah dipçiği ile
vurduğunu gördüm. Çocuk yere düştü ve bu durumu tamamen kamera kayıtlarına
aldım. Hemen akabinde bu Özel Hareket Polisinin çocuğun yanından uzaklaştığını,
daha sonra bir Çevik Kuvvet Polisinin yaralı çocuğa bakmak için geldiğini yine
görüntüledim. Bu polis memuru bir şey yapmadan olay yerinden uzaklaştı. Belki
de atılan taşlardan kaçmak için çocuğa müdahale edemedi.Bunun üzerine biz
gazeteciler çocuğa yardım etmek için ben ve Müdürüm F... T... öncelikle kamera
kapatarak ulaştık. Çocuğun başının arkası kanıyordu. Hemen ben 112 ambulansa
telefon ederek olay yerine çağırdım. Ambulansı beklerken mahalleden 4-5 tane
yaşları otuz otuz beş olan tanımadığım kişiler gelerek bize Kürtçe küfür
ettiler, MİT'in ajanı diye suçladılar ve çocuğu elimizden alarak mahalle
içerisine doğru gittiler. Yanımızdan ayrılır ayrılmaz mahalleden yine bize taş
atılmaya başlandı. Biz yine polis araçlarının olduğu yere saklanmak zorunda
kaldık. Konu hakkında söyleyeceklerim bundan ibarettir (dedi).
F.T: ... İçlerinden bir polisin bizim
bulunduğumuz tarafa hızla geldiğini görerek hemen alt tarafımızda bulunan
mevkide sanki taş atma pozisyonunda bulunan 3 veya 4 çocuğa yöneldiğini tespit
etmemiz üzerine kamerayı arkadaşım N... E... çalıştırmaya devam ederek
kayıtlara aldı. Bu polis memuru alt tarafta cereyan eden olayları izlediğini
düşündüğüm yaşı küçük bu çocuklardan birisine gelir gelmez elindeki silahın
dipçiği ile vurdu ve çocuk yere düştü. Sonradan tekme attığını gördüm. Diğer
çocuklar zaten olay yerinden polisin geldiğini görünce kaçmışlardı. Sanırım bu
çocuğun polise arkası dönük ve aşağıda cereyan eden olayları seyrediyordu.
Kaçan çocukların yüzlerinin bezlerle sarılı olduğunu hatırlıyorum. Ama bu
dövülen çocuğun yüzünde herhangi bir bez ve poşu görmedim. Bu polis memuru
çocuk olay yerinde yatıyor iken 4-5 metre uzaklaştı. O arada yanına gaz maskeli
bir Çevik Kuvvet Polisi geldi. Daha sonra Çevik Kuvvet Polisi çocuğu kaldırmak
istedi. Ancak çocuk hareketsiz kalınca o da bıraktı. Bu görüntüleri arkadaşım
N... E... kayda aldı. Özel harekette görevli çocuğu dövenpolis memuru mahalle
içerisine girerek kendini kaybettirdi.Hemen yanlarında bulunduğumuz isimlerini
bilmediğim Çevik Kuvvette görevli polis memurlarından bir kısmı olaya
üzüldüklerini ancak taşlama devam ettiği için çocuğu gidip alamadıklarını 'eğer
gidip alıp gelirseniz ambulansla hastaneye götürürüz" diye bize
söylemeleri üzerine ben de arkadaşım N...'i çocuğu almak için gönderdim. Ben kamera
kaydına devam ettim. Hatta çocuk yerdeyken ve arkadaşım N.... ile İ... isimli
yerel gazete muhabirinin ilgilenmeleri durumlarını da kaydettim. Arkadaşım N...
112'den ambulans istedi. Ambulans gelmeden mahalle içerisinden 4 veya 5 kişi
bizi devletin MİT'i olarak suçlayıp çocuğu elimizden alıp apar topar mahalle
içerisine taşıdılar. Onlar ayrıldıktan sonra göstericilerden bize de taş
gelmeye başladı. Olay yerinden hemen polis araçlarının bulunduğu mevkiye
geldik. Daha sonra çocuğun hastaneye nasıl ulaştırıldığını bilmiyorum
(dedi)."
31. Polis başmüfettişleri tarafından dinlenen diğer polis
memurları ve hakkında soruşturma yürütülen Başkomiser D.T., olayı
görmediklerini ve B.T.nin gözaltı ve yakalama talimatı almadığını
söylemişlerdir.
32. Polis başmüfettişleri 22/6/2009 tarihinde, haber ajansı
muhabirleri tarafından çekilen ve medyada yer alan görüntüleri inceledikten
sonra bir tutanak düzenlemişlerdir. Bu tutanakta; B.T.nin gaz tüfeğinin dipçik
kısmı ile başvurucuya "üç kez" vurduğu,
başvurucunun bu darbelerin etkisiyle yere düşüp hareketsiz kaldığı, bu sırada
başka bir memurun başvurucuya yardım için geldiği fakat bir şey yapamadan
ayrıldığı belirtilmiştir.
33. Müfettişler, soruşturmalarını tamamladıktan sonra 23/6/2009
tarihinde Teftiş Kurulu Başkanlığına bir rapor sunmuşlardır. Bu raporda,
B.T.nin zor (güç) kullanma yetkisini aşıp başvurucuyu "kasten"
yaraladığı, Başkomiser D.T.nin ise olayda yakalama, gözaltı ve zor kullanma
talimatı vermediği için bir kusurunun bulunmadığı ifade edilmiştir.Müfettişler,
söz konusu raporda ayrıca B.T.nin "hizmet içinde resmî sıfatının
gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda
bulunmak" eylemini gerçekleştirdiği kanaatine vardıklarını ve bu nedenle
"16 ay uzun süreli durdurma" cezası ile cezalandırılmasının
gerektiğini düşündüklerini belirtmişlerdir.
34. Anayasa Mahkemesi 29/5/2017 tarihinde, Teftiş Kurulu
Başkanlığına yazı yazarak söz konusu soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi
verilmesini istemiştir.
35. Teftiş Kurulu Başkanlığının cevap yazısında, Hakkâri İl
Disiplin Kurulunun 14/1/2010 tarihli kararı ile B.T.nin disiplin soruşturması
raporunda belirtilen eylemi gerçekleştirdiği gerekçesiyle "16 ay uzun
süreli durdurma"; amiri D.T.nin ise emrinde çalışanların yetiştirilmesi,
eğitimi ve gözetimi görevini yerine getirmemek eylemini gerçekleştirdiği
gerekçesiyle "kınama"cezası ile cezalandırıldığı bildirilmiştir.
36. Yazı ekinde gönderilen Disiplin Kurulunun söz konusu
kararına göre B.T. olayda, zor kullanmada orantılı güç kullanımı ilkesini ihlal
etmiş ve bu şekilde başvurucu ile mensubu olduğu Kurumun -Emniyet Genel
Müdürlüğü- zarar görmesine sebep olmuştur.
B. Ceza Soruşturması Süreci
37. Başvurucunun olaydan sonra getirildiği Devlet Hastanesinde
görevli olan polis memurları, Polis Merkezini durumdan haberdar etmiş; buradaki
görevliler de olaydan nöbetçi Cumhuriyet savcısını hemen bilgilendirip bu
konudaki talimatlarını almışlardır.
38. Cumhuriyet savcısı olay hakkında soruşturma başlatmış ve
kolluk görevlilerine, vakit kaybedilmeksizin başvurucu Mehmet Turan'ın
ifadesinin alınması -başvurucu Seyfullah Turan bu sırada bilinci kapalı
olduğundan ifade veremeyecek durumdadır- olayda kullanılan gaz tüfeğine el
konulması ve başvurucuya ilişkin adli raporun alınması talimatını vermiştir.
39. Soruşturmada B.T.nin ifadesi 24/4/2009 tarihinde Cumhuriyet
savcısı tarafından alınmıştır.Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
" ... Biz normalde o gün toplumsal
olaylarda görevli değildik, tepe noktasındaki görevli olduğumuz noktaya
gidiyorduk. Oradaki kalabalığı oluşturan çocuklar bizim arabamızı taşlamaya
başladılar. Biz de çevik kuvvete anons ederek çevik kuvvet istedik. Çevik
kuvvet panzeri geldi, yolu açtı, geri dönüşte çevik kuvvetin panzerine Molotof
atmaya başladılar, biz Molotof atanları görüyorduk, teşhis edebilirdik. Terör
ekibine Molotof atanları tarif etmeye çalıştık, geri döndük Biçer Mahallesinden
terör ekipleri ile birlikte 6 No lu Sağlık Ocağının olduğu yere çıktık, önümüze
dere çıktı ve dereden araba ile geçemediğimiz için araçtan indik, terör
ekipleri ile birlikte şüpheli şahısların peşinden gittik, biz de teşhis için
peşlerinden gittik, bu sırada taşlama devam ediyordu. Ben arkadan taşlama
olmasın diye güvenliği sağlamaya çalıştım ve bu nedenle grubun içerisinde
kaldım. Ben de kendimi savunma düşüncesi ile gelen bir çocuğa vurdum,
kullandığım silah benim üzerime zimmetli özel harekata ait silahtır. Üzerimize
yoğun miktarda taş yağıyordu.Elimdeki gaz silahında mermi de kalmamıştı. Amacım
kesinlikle kimseyi yaralamak değildi, kendimi savunma düşüncesi ile ve olayın
vahameti ile hareket ettim. Mevcut görüntüler olayın gerçek yüzünü göstermek
için son derece yetersizdir. Yoğun bir kalabalık içerisinde kaldım ve taş
yediğim görüntüler tespit edilmemiştir. ... Üzerime atılı suçlamaları kabul
etmiyorum, diyeceklerim bundan ibarettir (dedi)."
40. Kolluk görevlileri olaydan iki gün sonra 25/4/2009 tarihinde
düzenledikleri tutanakta, Hakkâri'de 19/4/2009 ila 23/4/2009 tarihlerinde
gerçekleşen toplumsal olaylara ilişkin kendilerince yapılan video ve fotoğraf
çekimi kayıtlarının bazılarında yüzü eşarp ile örtülü olduğu görülen kişinin
başvurucu olduğunu tespit ettiklerini belirtmişlerdir.
41. Başvurucunun ifadesini de Cumhuriyet savcısı almıştır. Söz
konusu 5/5/2009 tarihli ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
"
... Görüntülerde geçen polis memurunun darp ettiği çocuk benim, olayın olduğu
yer bizim evimize 100 metre civarında bir mesafededir. Ben olayın olduğu yere
top oynamaya gitmiştim. Toplumsal olaylara karışmak gibi bir niyetim yoktu, ben
top oynamaya gittiğim arkadaşlarımın kim olduğunu hatırlamıyorum, olay yerinde
herhangi bir arkadaşımın olup olmadığını hatırlamıyorum, top oynamayı bırakıp
olayın olduğu yerde oturduk, sonra arkadan bir darbe yedim. Darbeyi yer yemez
yere düştüm, ben darbe yeyince polisin vurduğunu anlayamadım, sonra bayılmışım.
Hakkari Devlet Hastanesinde kendime geldim. Polisin bana niye vurduğunu
bilmiyorum. Kafatasımda kırıklar oluşmuştur. İlgili emniyet görevlisinden
şikâyetçiğim. Diyeceklerim bundan ibarettir (dedi)."
42. Cumhuriyet
savcısı, aynı tarihte diğer başvurucuların da ifadesini almıştır. Başvurucular
bu ifadelerinde özetle nasıl gerçekleştiğini görmedikleri olaydan haberdar olur
olmaz Devlet Hastanesine gittiklerini, sonrasında görüntülerini televizyon
haberlerinde seyrettiklerini ve oğullarını darbeden polis memurundan şikâyetçi
olduklarını söylemişlerdir. Ancak başvurucuların bu ifadelerinde de oğullarının
Devlet Hastanesine ne şekilde ve olaydan ne kadar süre sonra götürüldüğü
konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.
43. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Hakkâri Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurmuşlar ve olaya ilişkin
görüntülerde duruma müdahale ederek başvurucuya yardım etmediğinin görüldüğünü
ileri sürdükleri polis memuru (F.Y.) hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır.
Başvuru belgelerinden, söz konusu şikâyetin hangi tarihte yapıldığı kesin
olarak belirlenememekte ise de aşağıda yer verilen iddianameden B.T. hakkında
açılan kamu davasından önce gerçekleştiği anlaşılmıştır.
44. Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) 28/5/2009
tarihinde,B.T. hakkında zor kullanma yetkisinin sınırını aşarak başvurucuyu
"kasten" yaraladığı iddiası ile kamu davası açmıştır. İddianamede,
söz konusu görüntülerin ve tüm dosya içeriğinin incelenmesinden başvurucunun
B.T. tarafından darbedildiği sırada olay yerinde üçüncü bir kişinin bulunmadığı
ve sonradan gelen memurun (Kimliği belirtilmemiştir.) başvurucunun yanına
ulaştığında olayın sona erdiği belirtilerek başvurucuların bu konudaki
şikâyetine ilişkin başkaca bir araştırmaya gidilmediği ifade edilmiştir.
45. B.T. 26/8/2009 tarihinde Bakanlığa bir dilekçe göndererek
davanın Hakkâri'de görülmeye başlanması hâlinde olay medyada yer aldığı için
yaşamının ve kamu güvenliğinin büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalacağını
ileri sürmüş ve bu nedenle davanın naklini talep etmiştir.
46. Bakanlık 1/9/2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir
yazı yazarak -kamu güvenliğinin sağlanması bakımından- davanın naklini
gerektirir bir durumun bulunup bulunmadığını sormuştur.
47. Cumhuriyet Başsavcılığının 14/9/2009 tarihinde verdiği
cevapta; dava ile ilgili genel güvenliğin İl Emniyet Müdürlüğü tarafından
sağlanabileceği, meydana gelebilecek bir olaya kolluk tarafından anında
müdahale edilebileceği, buna rağmen B.T.nin can güvenliğinin risk altında
olabileceği, davanın bir terör örgütü tarafından provoke edilmesinin ve
sonucunda toplumsal olayların çıkmasının da ihtimal dâhilinde olduğu
belirtilmiştir.
48. Söz konusu cevapta; olayın Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı'nın kutlandığı 23 Nisan günü gerçekleşmesi, mağdurun bir çocuk olması,
olayın kamuoyunda "çocuğa bayram dayağı" şeklinde değerlendirilmesi
ile olaydan sonra Hakkâri'nin merkezinde ve ilçelerinde olayı protesto etmek
amacı ile bazı işyerlerinin bir süre kapatılması, güvenlik güçlerine karşı
direnç gösterilmesi, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü gerçekleştirilmesi ve
içinde bulunulan bölgenin bu tür olaylara karşı verdiği önceki tepkiler
gözönünde bulundurulduğunda kamu güvenliğinin tehlikeye düşmesinin olasılık
dâhilinde olduğunun değerlendirildiği bildirilmiştir.
49. Davaya ilişkin yargılamaya 17/9/2009 tarihinde başlayan
Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucuları ve olay yerinde görev yapan polis
memurlarından bazılarını dinlemiştir. Söz konusu kişiler, bu ifadelerinde
önceki beyanlarını tekrar etmişlerdir. Başvurucular, davaya müdahil (katılan)
de olmuş ve eylemin kasten öldürme suçuna teşebbüs kapsamında kaldığını ileri
sürerek görevsizlik kararı verilmesini ve dava dosyasının görev bakımından üst
dereceli mahkeme olan Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesini talep
etmişlerdir.
50. Mahkeme, görev itirazını reddetmiş ve B.T.nin savunmasının
alınması amacıyla -olaydan sonra belirlenemeyen bir tarihte atamasının
yapıldığı- Elazığ Mahkemesine talimat yazmıştır. Bu talimat gereğince alınan
savunmasında B.T., kalabalık bir grup içinde kaldığını ve bu gruptakiler
saldırınca elinde bulunan gaz tüfeğini kendisini korumak amacıyla salladığı
sırada tüfeğin dipçiğinin başvurucuya denk geldiğini söylemiştir.
51. Bakanlık 19/1/2010 tarihinde, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına yazı yazarak söz konusu davanın kamu güvenliğinin sağlanması
yönünden başka bir yer mahkemesine nakledilmesinin talep edilmesini ve sonucu
hakkında bilgi verilmesini istemiştir. Başvurucular, B.T.nin davanın nakli
talebinden ve bu talep ile ilgili söz konusu yazışmalardan haberdar olmuş;
davanın herhangi bir yere naklinin gerekmeyip bu durumun davaya etkili
katılımlarını engelleyeceğini ileri sürerek Mahkemeden naklin
gerçekleştirilmemesini ya da hiç değilse yakın bir bölgeye yapılmasını
istemişlerdir.
52. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27/1/2010 tarihli yazısı
ile talebi inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi 1/2/2010 tarihinde, Cumhuriyet
Başsavcılığının davanın başka bir yere naklinin uygun olacağı yolundaki
görüşünü ve Bakanlığın bu husustaki isteğini yerinde gördüğünü belirterek
davanın kamu güvenliği nedeniyle Isparta Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesine
nakline karar vermiştir. Söz konusu kararda, nakilde Isparta'nın hangi gerekçe
ile seçildiği konusunda ise bir açıklama bulunmamaktadır.
53. Bu karar Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesine ulaştığında da
başvurucular, etkili katılımlarının önüne geçileceği gerekçesiyle davanın
nakline karşı çıktıklarını bir kez daha tekrarlamışlardır. Başvurucular
Isparta'da gerçekleştirilecek olan yargılamaya gerek ekonomik gerekse ulaşım
zorluğu gibi sebeplerle katılmalarının mümkün olmadığını, dolayısıyla davanın
naklinde sanığın yaşadığı Elazığ dâhil ulaşımı kendileri açısından nispeten
daha kolay bir yerin tercih edilmesi gerektiğiniifade etmişlerdir.
54. Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesi davayı görmeye başladığı
tarihten beş ayı aşkın bir süre sonra 4/3/2010 tarihinde, davanın Isparta'ya
nakline -Yargıtayın anılan kararı gereğince- karar vermiştir. Bu aşamadan sonra
yargılamayı yürüten Isparta 3. Asliye Ceza Mahkemesi (Isparta Asliye Ceza
Mahkemesi) B.T.nin savunmasını 3/2/2011 tarihli duruşmada almıştır. Adı geçenin
bu ifadesinde önceki aşamalarda verdiği ifadelerine ek olarak söylediği
hususlar şöyledir:
" ... Şehirde sürekli olaylar meydana
geliyor ve polise yönelik sözlü ve fiili tacizler oluyordu. Bu nedenle
psikolojik olarak oldukça gergin durumdaydık. Göreve dahi çıkamaz duruma
gelmiştik.... Arka tarafımda yer alan çocuğun elinde taş gördüm. Yüzünde poşu
diye tabir edilen gözlerine kadar maske vardı. Engellemek amacıyla elimde
bulunan TEM1 diye tabir edilen dipçik kısmı plastik olan silahın dipçik kısmı
ile kendimi korumak amacıyla hamle yaptım. O anda etrafımız hilal şeklinde
kalabalıkla sarılmıştı. Taş ve gaz saldırıları devam ettiği için gerek ben
gerekse diğer arkadaşlarım kaçmak zorunda kaldık. ...Olay günü M16 silahı
yanımda değildi. Belirttiğim gibi TEM1 adlı silah vardı. ...Olay esnasında ve
öncesinde psikolojik durumumuz oldukça kötüydü. Tüm arkadaşlar tedirgindik.
Mağdur çocuk kendini olayların akışına kaptırdığı için beni fark edememişti.
Ben de çocuğu etkisiz hale getirmeye çalıştım
(dedi)."
55. Isparta Asliye Ceza Mahkemesi, olay yerindeki bazı polis
memurlarını istinabe (talimat) yoluyla dinlemiştir. Bu memurlardan bazıları
başvurucuyu olay sırasında kendilerine taş atarken gördüğünü, diğerleri ise
olay yerinde görmediklerini söylemiştir. Mahkeme, başvurucular ile diğer
tanıklarınbeyanlarını ise almamış; buna gerekçe olarak daha önce Hakkâri Asliye
Mahkemesince dinlenmiş olmalarını göstermiştir.
56. Davanın devam ettiği 10/12/2010 tarihinde başvurucular,
vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden başvurmuş; olaya
müdahale etmeyip başvurucu Seyfullah Turan'ı olay yerinde yaralı şekilde terk
ettiğini ileri sürdükleri polis memuru (F.Y.) hakkında yaptıkları suç
duyurusuna ilişkin bir karar verilmediğini belirterek adı geçen hakkında
gereğinin yapılmasını talep etmişlerdir.
57. Cumhuriyet Başsavcılığı taleple ilgili bu kez ayrı bir
soruşturma açmış ve 12/8/2011 tarihinde, polis memurunun kimliğinin
belirlenemediğini -disiplin soruşturmasında belirlenmiştir- ayrıca bu memurun
toplumsal şiddet olaylarının devam etmesi nedeniyle olay yerinden ayrılmak
durumunda kaldığını belirterek şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına
itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir.
58. Soruşturma dosyası ve başvuru belgelerinde, başvurucuların
bu karara itiraz edip etmediğine ilişkin bir bilgi ya da belgeye rastlanmadığı
gibi başvurucular da bireysel başvuru dilekçelerinde bu konuda bir açıklama
yapmamışlardır.
59. Başvurucu Seyfullah Turan'a ilişkin kesin adli rapor, Adli
Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 28/2/2011 tarihinde
düzenlenmiş ve Isparta Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Bu rapora göre
de başvurucu, kafatasında kemik ayrılmasına neden olan basit tıbbi müdahale ile
giderilemeyecek yaralanma nedeniyle hayati tehlike geçirmiştir.
60. Isparta Asliye Ceza Mahkemesinin yargılaması 19/7/2010
tarihinde başlamış ve yargılamada toplamda altı duruşma gerçekleştirilmiştir.
Duruşmalar, birkaç aylık periyotlarla yapılmıştır. Başvurucular, bu
duruşmaların hiçbirine katılmamıştır. Kendilerini bazı duruşmalarda temsil eden
ve farklı şehirlerden gelen vekilleri, bu yargılamanın da hemen hemen her
aşamasında başvurucuların duruşmalara katılamamalarına gerekçe olarak
Isparta'nın Hakkâri'ye çok uzak olmasını, bu iki şehir arasında hava yolu
ulaşımının bulunmamasını ve başvurucuların yolculuk için yeterli ekonomik güce
sahip olmamasını göstermişlerdir. Başvurucular da vekilleri aracılığıyla
davanın naklindeki gerçek amacın yargılamaya katılabilmelerinin önüne
geçilebilmesi olduğunu ileri sürmüş, Mahkemeden davanın Van veya Ankara gibi
Hakkâri'ye nispeten daha kolay ulaşılabilir bir şehre nakledilmesini talep
etmişlerdir.
61. Başvurucular ayrıca Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesine ileri
sürdükleri eylemin öldürme suçuna teşebbüs olduğuna ve yargılama yapma
görevinin bu nedenle ağır ceza mahkemesine ait olduğuna ilişkin itirazlarını
davanın Isparta Asliye Ceza Mahkemesinde görülmesi sırasında da ileri
sürmüşlerdir. Ancak bu itirazları da Isparta Asliye Ceza Mahkemesince kabul
edilmemiştir.
62. Isparta Asliye Ceza Mahkemesi 22/12/2011 tarihinde, dava
hakkında nihai kararını (hüküm) vermiştir. Mahkeme bu kararının gerekçesinde,
B.T.nin gaz tüfeğinin dipçik kısmıyla vurmak suretiyle baş bölgesinde kemik
kırıkları oluşmasına ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde
başvurucuyu yaraladığı hususunun tartışmasız olduğunu belirttikten sonra
değerlendirilmesi gereken ana meselenin olayın niteliğinin belirlenmesi
olduğunu ifade etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
" ... Tarafsız tanık konumunda olduğu
değerlendirilen basın mensubu N... E... beyanlarında söz konusu alanda yüzleri
örtülü dört kişinin olduğunu, mağdur çocuğun yüzünün açık olduğunu
belirtmiştir. Diğer tanık polis memurları, mağdur çocuğun yüzünde poşu olduğunu
belirtmişlerdir. Dosyaya buna ilişkin olarak daha öncesinde mağdur çocuğun
yüzünde poşu bulunan fotoğraf da delil olarak sunulmuştur.
Mağdur çocuğun polise taş atan yüzleri poşulu
diğer kişilerle bir arada bulunduğu anlaşılmaktadır. Polisin olaya müdahalesi
üzerine diğer yüzleri örtülü kişilerin kaçtıkları mağdur çocuğun ise
kaçamadığı, sanık B...'ın müdahalesi ile karşılaştığı görülmektedir.
Olay tüm aşamalarıyla değerlendirildiğinde
sanık polis memurunun olay günü takviye amaçlı olay yerinde bulunduğu, taş ve
Molotof kokteyl saldırısı altında olaya müdahale ettiği, olayın çok hızlı
biçimde gerçekleştiği, polis B...'ın mağdura yönelik dipçik darbesiyle mağdurun
yere yıkıldığı, sanık Polis'in mağdurun yere yıkılmasından sonra şaşırarak
yerde yatan çocuğa baktığı ve bir müddet sonra uzaklaştığı, buna göre sanığın olaya
müdahale anlamında mağdur çocuğa yönelik hareketlerini olayın sıcağı içerisinde
dengeli biçimde ayarlayamadığı ve dipçikle mağdur çocuğun kafa bölgesine
vurduğu ancak olay anının sıcaklığı sanığın da savunmasında belirttiği gibi
içinde bulundukları psikolojik durumun gerginliği gözönüne alındığında sanığın amaçlamadığı biçimde eyleminde bir
aşırılık meydana geldiği, buna göre sanığın eyleminin TCK.nun 27/1. maddesi
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanığın dipçikle vurduktan sonra mağdura
bakmaya devam etmesi, daha sonra diğer polis arkadaşının gelip mağduru kontrol
etmesi ve taş saldırısı olduğu için olay yerinden uzaklaşmaları gözönüne
alındığında sanığın bilerek kasıtlı biçimde mağdura söz konusu hayati tehlike
geçirecek darbeyi amaçlamadığı (kanaatine varılmıştır)."
63. Mahkeme, B.T.nin olaydan sonra pişmanlık gösteren
davranışlar sergilediğini ve "duruşmalarda saygılı tutum içinde
bulunduğu"nu gerekçe göstererek hakkında takdiri indirim hükümlerini de
uygulamış ve sonuç olarak 6 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
vermiştir.
64. Mahkeme, kararın verildiği duruşmada müdafiinin talebi
üzerine B.T.nin "kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması"nı ve
yine duruşmalardaki "saygılı tutum ve davranışları"nı gerekçe göstererek
söz konusu cezayı içeren hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Mahkeme, B.T.
hakkında ilgili kanun gereğince beş yıllık bir denetim süresi belirlemiş ancak
olaydan sonraki tutum ve davranışları ile kişisel ve sosyal durumunu gerekçe
göstererek bu süre içinde herhangi bir denetim tedbiri uygulanmasına yer
olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, kararında son olarak B.T.nin denetim
süresi içinde kasten yeni bir suç işlememesi durumunda ilgili kanun gereğince
davanın düşmesine karar verileceğine yer vermiştir.
65. Başvurucular, bu kararı temyiz etmişlerdir. Temyiz
taleplerinde, B.T.nin olayda doğrudan öldürme kastı ile hareket etmesine ve
yetkilerinin sınırlarını açıkça aşmasına rağmen Mahkemenin ilgili kanun
hükümlerini uygularken eylemin cezasız kalmasına yol açacak şekilde
değerlendirmeler yaptığını ileri sürmüşlerdir. Taleplerini inceleyen Yargıtay
12. Ceza Dairesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararlarına karşı
ancak itiraz yolunun mümkün olduğu gerekçesi ile dava dosyasını incelemeksizin
Isparta Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiş; Isparta Asliye Ceza Mahkemesi de
dosyayı bu karara istinaden itiraz incelemesi yapmak üzere Isparta 1. Ağır Ceza
Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) göndermiştir.
66. Talebi itiraz mercii olarak inceleyenAğır Ceza Mahkemesi
3/1/2014 tarihinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında herhangi
bir kanuna aykırılık görülmediği gerekçesi ile itirazın reddine karar
vermiştir.
67. Bu karar başvuruculara 21/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş,
14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
C. Tazminat Davası Süreci
68. Bakanlığın 8/2/2017 tarihli yazısına göre başvurucular,
İçişleri Bakanlığına karşı maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
Van 1. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 18/9/2015 tarihinde, maddi ve manevi
tazminat talebinin kısmen kabulüne ve toplamda 42.142,71 TL tazminatın
başvuruculara ödenmesine karar vermiştir.
69. Danıştay Onuncu Dairesi 29/4/2016 tarihinde, meydana gelen
zararda başvurucunun müterafik kusuru bulunduğu gözetilerek bir karar verilmesi
ve tazminat hesabının da bu durum nazara alınarak yapılması gerekirken olayda
tümüyle idarenin kusuru olduğu kabul edilerek tazminat miktarının
belirlenmesinde hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle söz konusu kararı
bozmuştur.
70. Bakanlığın anılan yazısına göre bu karar, karar düzeltme
talebi doğrultusunda Onuncu Daireye gönderilmiş olup inceleme aşamasındadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
71. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"Davanın nakli" kenar
başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"(1) Yetkili hâkim veya mahkeme, hukukî
veya fiilî sebeplerle görevini yerine getiremeyecek hâlde bulunursa; yüksek
görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemeye
nakline karar verir.
(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan
mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa,
davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister."
72. 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün
açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar
başlıklı 231. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
(...)
(5) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md)
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki
yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler
saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında
bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) (Ek fıkra: 06/12/2006- 5560 S.K.23.md)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesi,
gerekir.
( ...)
(8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş
yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.
(...)
(10) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md)
Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri
bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
(11) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md)
Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü
açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen
sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının
infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının
ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir
mahkûmiyet hükmü kurabilir.
(12) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.
73. 5271 sayılı Kanun'un
"Mağdur ile şikâyetçinin hakları"
kenar başlıklı 234. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları
şunlardır:
(...)
b) Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden (…) (1) örnek
isteme, (1)
4. Tanıkların davetini isteme,
...
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı
sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma.
...
(3) Bu haklar, suçun mağdurları ile
şikâyetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa yazılır."
74. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi"
kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"(1) Suç işleyen kişi
hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunur.
(2)
Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet,
renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç,
millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden
ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz."
75. 5237 sayılı Kanun'un "Kast"
kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına
bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir.
(2)
Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine
rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet
hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar
indirilir.
76. 5237 sayılı Kanun'un
"Taksir" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili bölümüşöyledir:
"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun
açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne
aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen
neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine
karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde
taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(...)"
77. 5237 sayılı Kanun'un
"Meşru savunma ve zorunluluk hâli" kenar başlıklı 25.
maddesi şöyledir:
"(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına
ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan
haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde
defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir
hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı
bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak
zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında
orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez."
78. 5237 sayılı Kanun'un
"Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:
"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran
nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde
de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden
üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur
görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza
verilmez."
79. 5237 sayılı Kanun'un "Cezanın
belirlenmesi" kenar başlıklı 61. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
" (1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin
ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun
ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî
tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.
(...)."
80. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri
indirim nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek
takdiri nedenlerin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası
verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin
geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki
davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar
göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda
gösterilir."
81. 5237 sayılı Kanun'un "Zor
kullanılması yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı
256. maddesi şöyledir:
"Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler
uygulanır."
82. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma”
kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla
ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis
köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir
saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde
savunmada bulunur.
...”
83. Bakanlar Kurulunun 23/3/1979 tarihli kararı ile 24/4/1979
tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün
(Tüzük) "Disiplin cezaları"
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Emniyet Teşkilatı memurlarına verilecek
disiplin cezaları şunlardır:
A) Uyarma, memura, görevinde daha dikkatli
davranması gerektiğini yazı ile bildirmektir.
B) Kınama, memura, görevinde ve
davranışlarında kusurlu sayıldığını yazı ile bildirmektir.
C) Aylık kesme, memurun, 15 günlüğe kadar
aylığının kesilmesidir.
Ç) Kısa süreli durdurma, memurun, bulunduğu
kademede ilerlemesinin 4, 6 ya da 10 ay için durdurulmasıdır.
D) Uzun süreli durdurma, memurun, bulunduğu
kademede ilerlemesinin 12, 16, 20 ya da 24 ay durdurulmasıdır.
E) Meslekten çıkarma, memurun, Emniyet
Teşkilatı hizmetlerinde bir daha çalıştırılmamak üzere meslekten
çıkarılmasıdır.
F) Devlet memurluğundan çıkarma, memurun, bir
daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarılmasıdır."
84. Anılan Tüzük'ün "Uzun
süreli durdurma" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Uzun süreli durdurma cezasını gerektiren
eylem, işlem, tutum ve davranışlar şunlardır:
...
B) 16 ay süreli durdurma;
1 - Hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği
saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak,
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Birleşmiş Milletler
Belgeleri
85. Birleşmiş Milletlerin 29 Kasım 1985 tarihli Suçtan ve Yetki
İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler
Bildirisi'nde;
-Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde adalete ulaşmaları
ve adil muamele görmeleri,
-Zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için tedbirler
alınması,
-Yargısal ve idari mekanizmaların mağdurların ihtiyaçlarına
karşılık verebilmesi için mağdurlara özellikle ağır suçlar söz konusu olduğunda
ve mağdurların talep etmeleri hâlinde yargılamadaki rolleri ve kapsamı,
yargılamanın zamanlaması ve ilerlemesi ile davalarının durumu hakkında bilgi
verilmesi,
-Sanığın haklarına zarar vermeden ve ulusal ceza adaleti
sistemine uygun biçimde mağdurun kişisel haklarını ilgilendirdiği durumlarda,
davanın gerekli aşamalarında kendisinin görüş ve düşüncelerini sunmasına izin
verilmesi,
-Hukuki süreç boyunca mağdurlara uygun bir hukuki yardım
sağlanması,
-Mağdurlara verilebilecek rahatsızlıkları asgariye indirmek,
mahremiyetlerini korumak, gerektiği zaman kendilerinin, ailelerinin ve
lehlerine olan tanıkların güvenliklerini sağlamak ve onları baskı ve
misillemeye karşı korumak için tedbir almaları tavsiyelerine yer verilmiştir.
86. 27 Ağustos 1990 ile 7 Eylül 1990 tarihleri arasında Küba’nın
Havana şehrinde yapılan 8. Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların
Islahı Konferansı'nda kabul edilen, güvenlik güçleri tarafından uygulanan
ateşli silahlar ve güç kullanımına ilişkin ilkelerin ilgili bölümü şöyledir:
" (...)
1. Kamu yetkilileri ve emniyet makamları,
kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında yasalar
çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler.
Hükümetler ve kolluk kuvvetleri bu tür
kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı
olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.
... Kişilerin ölümüne veya yaralanmasına yol
açabilecek silahların kullanılmasını giderek sınırlama düsüncesiyle, uygun
durumlarda kullanılmak üzere öldürücü olmayan etkisizleştirici silahlar da bu
araçlara dâhildir.
Yine aynı amaçla, başka türlü silahları
kullanma ihtiyacını da düşürmek için kanun adamlarının kalkan, miğfer, kurşun
geçirmez yelek ve kurşun geçirmez taşıtlar gibi kendilerini koruyucu araçlarla
donatılmaları mümkündür.
(…)
9. Kanun adamları kendilerinin ve başkalarının
öldürülmelerine veya ağır bir biçimde yaralanmalarına yönelik yakın bir
tehlikeye karşı müdafaa halleri ile yaşama karşı ağır bir tehdit içeren ağır
nitelikteki özel suçların işlenmesini önlemek, bu tür bir tehlike gösteren veya
emirlere direnen bir kimseyi yakalamak veya böyle bir kimsenin kaçmasını
önlemek amacı dışında ve bu amaçları gerçekleştirmek için daha hafif yöntemler
yetersiz kalmadıkça başkalarına karşı silah kullanamazlar. Her halükarda sadece
yaşamı korumak için kesinlikle kaçınılmaz olduğu zaman öldürmeye yönelik silah
kullanılabilir.
10. Kanun adamları dokuzuncu prensipte
belirtilen durumlarda, kendilerini gereği gibi tanıtarak silah kullanma
niyetleri konusunda açık bir uyarıda bulunurlar ve uyarıya uyulabilmesi için
yeterli zaman verirler. Eğer uyarıda bulunmak, kanun adamlarını gereksiz yere
tehlikeye atacak ise veya başkaları için ölüm veya ciddi bir biçimde yaralanma
riski yaratacak ise, veya olayın şartları içinde açıkça gereksiz veya anlamsız
ise, uyarı yapılmaz.
(…)
18. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar,
bütün kanun adamlarının uygun bir eleme usulüne göre göreve seçilmelerini,
görevlerini etkili bir biçimde yerine getirmeleri için gerekli olan ahlaki,
psikolojik ve fiziksel niteliklere sahip olmalarını ve sürekli ve tam bir
mesleki eğitim almalarını sağlar. Bu kişilerin bu görevlere sürekli uygunluk
içinde olup olmadıkları periyodik olarak denetlenir.
19. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar,
bütün kanun adamlarının zor kullanmada gerekli eğitimi almalarını ve gerekli
yeterlilik standartlarına göre sınavdan geçirilmelerini sağlar.
Silah taşımaları gerekli olan kanun adamları,
ancak silahların kullanımı konusunda özel eğitimi tamamlamalarından sonra silah
taşıma yetkisi kazanabilirler.
20. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar,
kanun adamlarının eğitiminde, özellikle soruşturma sürecinde polis ahlakı ve
insan hakları konularına, zor ve silah kullanmaktansa çatışmaları barışçıl bir
biçimde çözüme kavuşturma, kalabalıkların davranışlarını anlama, ikna, müzakere
ve arabulma gibi yöntemler de dâhil, çeşitli alternatif yöntemler kullanma ve
ayrıca zor ve silah kullanılmasını kısıtlama amacıyla teknik araçların
kullanılmasına özel bir önem verirler. Kanunen yetkili kuruluşlar, eğitim
programlarını ve isleyiş usullerini somut olaylar ışığında yeniden
değerlendirirler.
(…)"
2. Avrupa Konseyi Belgeleri
87. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar"
88. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.
..."
89. Sözleşme'nin "İşkence
yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye ve insanlık dışı ya
da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz."
90. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 2.
maddesi 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı
kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık
[BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). Mahkeme, yaşama hakkı kapsamında
incelediği McCann ve diğerleri/ Birleşik
Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma
yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır.
91. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda
ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No:
24746/94, 4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak da anılan bu
ilkeler, Mahkemenin tamamen yeni belirlediğiilkeler değildir. Yukarıda
belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik
Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım
ilkelerinsistematikleştirilmesinden ibarettir. Mahkemenin yaşama hakkı
kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkelerden biri de yürütülen
soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen
kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu
sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanmasıdır (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109).
92. Diğer taraftan mağdurlar dâhil edilmeksizin yürütülen
soruşturmalar sonucunda mağdurların verilen kararlara yalnızca dosya üzerinden
inceleme yapan başvuru organlarına itirazda bulunabilmiş olmaları, mağdurların
meşru menfaatlerinin korunması hususunda söz konusu soruşturmalardaki
eksiklikleri gideremez (Dink/Türkiye,
B. No: 2668/07, 6102/08, 300979/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 89).
93. Bununla birlikte AİHM, kamu görevlisinin karıştığı kötü
muamele veya öldürme olayları için uygun olan yaptırımları seçimlerinde ulusal
mahkemelere saygı gösterdiğini ancak eylemin vahameti ile verilen ceza arasında
açık bir orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme
hususunda yetki kullanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir (Nikolova ve Velichova/Bulgaristan, B. No:
7888/03,20/12/2007,§ 61).
94. AİHM, aynı zamanda tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli
bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük
bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan
ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar da dâhil olmak üzere- kişilerin
hayatlarını tehlikeye sokan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak
vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Mahkemeye göre kamu güveninin
sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik
herhangi bir tolerans ya da ittifak olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu
durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye,
B. No: 52067/99, 17/10/2006).
95. AİHM, bu nedenle yaşama hakkını korumaya yönelik pozitif
yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin kanuna aykırı olarak herhangi bir
kişiyi öldüren ya da ölümcül şekilde yaralayan kişiler hakkında ceza hukukunu
uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile
getirir (Pek çok karar arasından bkz. Nachova
ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, § 60).
96. AİHM, bu nedenle belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip
getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk
sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşama hakkı ihlallerinin
önlenmesinde oynaması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla
Sözleşme'nin 2. maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini
ya da ne dereceye kadar gösterdiğini değerlendirmesi görevinin kendisine ait
olduğuna vurgu yapmaktadır (Ali ve Ayşe
Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 62).
97. AİHM, ayrıca Türkiye'de yürürlükte bulunan ilgili hukukun
mahkemelere hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermelerine olanak
sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini bu tür eylemlere -yaşama
hakkını ihlal eden veya kötü muamele oluşturan- hiçbir şekilde müsamaha
edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden
eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını
belirtmektedir (Okkalı/Türkiye, §
75; Kasap ve diğerleri, B. No:
8656/10, 14/1/2014, § 17). AİHM, 5271 sayılı Kanun ile düzenlenen hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının faillerin cezadan muaf tutulması ile
sonuçlandığını çünkü belirtilen müessesenin uygulanması sonucunda -failin
denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği
ceza ile birlikte tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri, § 17).
98. AİHM, bunların yanında kolluk kuvvetleri tarafından
gerçekleştirilen bir operasyon sırasında yaralanan bir kişiye tıbbi bakım
uygulanmasından önce -kayda değer bir zaman geçmesi de dâhil olmak üzere- uygun
bir tıbbi bakım uygulanmamasının Sözleşme'ye aykırı bir muamele teşkil
edebileceğini hatırlatmaktadır (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93,
27/6/2000, § 87; Muhacır Çiçek ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 41465/09, 2/2/2016, § 79). AİHM, bu tür olaylarda
Sözleşme'nin 3. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının sadece
ilgili kişinin yaşamını yitirmesinden sonra maruz kaldığı muameleler bakımından
söz konusu olmadığına da vurgu yapmaktadır (Akpınar
ve Altun/Türkiye, B. No: 56760/00, 27/2/2007,§ 82).
99. Ancak AİHM, ciddi insan hakkı ihlallerinin aile üyeleri
üzerindeki psikolojik etkisini kabul etmekle birlikte mağdurun yakınları için
işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında ayrı bir değerlendirme yapılabilmesi
için anılan etkiyi ihlalin kendisinden kaynaklanan kaçınılmaz duygusal acının
ötesine taşıyan birtakım özel faktörlerin söz konusu olması gerektiğini
vurgulamıştır (Salakhov ve
Islyamova/Ukrayna, B. No: 28005/08, 14/06/2013, § 199).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
100. Mahkemenin 9/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
101. Başvurucular; polis memuru B.T.nin toplumsal olaylarla
herhangi bir ilgisi bulunmayan başvurucu Seyfullah Turan'ı hedef alarak doğrudan
öldürme kastı ile hareket etmesine rağmen olaya ilişkin davada güç kullanmaya
ilişkin koşulların oluştuğunun ve bu koşulların içinde bulunulan psikolojik
durum nedeni ile aşıldığının kabul edilerek eylem ile açıkça orantısız ve
dolayısıyla da caydırıcı olmayan bir cezaya karar verildiğini, dahası bununla
da yetinilmeyip hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile bu yetersiz cezanın
tüm sonuçları itibarıyla da etkisiz bırakıldığını ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması ile Mahkemenin
B.T.yi söz konusu yetersiz cezayı almaktan dahi kurtarmayı amaçladığını iddia
etmişlerdir.
102. Başvurucular; takip etmelerinin ve bu şekilde etkili
katılımlarının önüne geçebilmesi amacıyla olaya ilişkin davanın Hakkâri'den binlerce
kilometre uzaklıktaki Isparta'ya nakledildiğini, ulaşım zorluğu ve ekonomik
yetersizlikler gibi nedenlerlebunda da başarılı olunduğunu ileri sürmüşlerdir.
103. Başvurucular, ayrıca başvurucu Seyfullah Turan'ın B.T. ile
diğer polis memuru (F.Y.) tarafından olay yerinde yaralı şekilde bırakıldığını
iddia etmişlerdir.
104. Başvuruculardan Mehmet Turan ve Emine Turan, tüm bunların
yanında oğullarına yönelik şiddet eylemi nedeni ile üzüntü duydukları gibi bu
üzüntülerinin olayın görüntülerinin medyada yer almasıyla daha da artarak
ızdıraba dönüştüğünü ileri sürmüş; bu nedenleşiddet eyleminin kendileri
bakımından da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olduğunu iddia
etmişlerdir.
105. Başvurucular; bu gerekçelerle Anayasa'nın 17., 36. ve 40.
ve Sözleşme'nin 2., 3., 6. ve 13. maddelerinde güvence altına alınan yaşama,
adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesi ile
manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
106. Bakanlık görüşünde, olaya ve başvuruya konu soruşturmada
gerçekleştirilen işlemlere yer verildikten sonra özellikle başvurucuların
cezasızlık şikâyeti üzerinde durularak ilgili Kanun'da -5271 sayılı Kanun-
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda hâkime tam bir takdir hakkı
tanındığı, dolayısıyla somut olayda ilgili koşulların gerçekleşmiş olmasının
sanık için bu hükümlerin uygulanması konusunda bir hak oluşturmadığı
belirtilmiştir.
B. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik Yönünden
107. Anayasa’nın17. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
(Değişik: 7/5/2004-5170/3 md.) Meşrû müdafaa
hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya
hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü
dışındadır."
108. Somut olayda başvurucu Seyfullah Turan hayattadır. Bu
nedenle başvuruda öncelikle yaşama hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının uygulanabirliği hususunda bir değerlendirme
yapmak gerekir.
109. Bir olayda yaşama hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşama hakkı
çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet
Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
110. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura
karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın
koşulları dikkate alınarak yaşama hakkı kapsamında incelenebilir. Bu
değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup
olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki
sonuçları önem taşımaktadır (Siyahmet Şiran
ve Mustafa Çelik, B. No: 2014/7227, 12/1/2007,§ 69;Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017,
§§ 109, 110).
111. Başvuruya konu olayda başvurucunun maruz kaldığı şiddetin
ağırlığı ve acilen gerçekleştirilen tıbbi operasyon sonucunda hayata
döndürülebilmiş olması dikkate alındığında eylemin potansiyel olarak öldürücü
bir niteliğe sahip olduğu kanaatine ulaşılmaktadır. Bu durum olaydaki diğer
faktörlerle birlikte gözönünde bulundurulduğunda başvurunun yaşama hakkı
çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
112. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların etkili
başvuru ve adil yargılanma hakları ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri
iddialarının yaşama hakkı kapsamında olduğu değerlendirilerek söz konusu
iddialara ilişkin inceleme anılan hak kapsamındayapılmıştır.
113. Bununla birlikte başvurucu Seyfettin Turan'ın olay yerinde
yaralı şekilde terk edildiğine ilişkin iddianın insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Başvurucular Mehmet
Turan ve Emine Turan Bakımından
114. Başvurucular, olayda kendileri bakımından da yaşama hakkı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğiniileri
sürmüşlerdir.
115. Öncelikle ileri sürdükleri şikâyetler yönünden
başvurucuların mağdur statüsüne sahip olup olmadıklarının belirlenmesi gerekir.
116. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. ..."
117. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
118. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından yapılabilir."
119. Anayasa Mahkemesi, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağına ilişkin bu tür şikâyetleri incelediği başvurularda hakları ihlal
edilen kişinin aile üyelerinin olaydan dolayı ruhsal çöküntü ve üzüntü
yaşamalarının kendileri için kaçınılmaz bir sonuç olduğunu, bu nedenle
Anayasa'nın 17. maddesinin bu kişiler bakımından ihlal edilebilmesi için söz
konusu durumun yeterli olmadığını ve aile bireylerinden birinin mağdur olup
olmamasının yaşadıkları üzüntüden farklı bir boyut kazandıracak özel
faktörlerin başvuruda var olup olmadığına bağlı olduğunu ifade etmiştir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955,
14/4/2016, §§ 49-54).
120. Diğer taraftan bir bireysel başvurunun kabul edilebilmesi
için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden
doğrudan veya dolaylı olarak etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya
mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla
mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli
değildir (Ayşe Hülya Potur, B.
No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).
121. Buna göre aile bireylerinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağı bakımından mağdur statüsüne sahip olabilmesi için olayda
yakınlarına yönelik şiddet eylemi nedeni ile kaçınılmaz olarak yaşanılan
üzüntüye farklı bir boyut ve şekil kazandırılmış olmalıdır.
122. Başvurucular da olayın görüntülerinin medyada yer almasının
bu bağlamda oğullarına yönelik şiddet eylemi nedeni ile kaçınılmaz olarak
yaşadıkları üzüntüye farklı bir boyut kazandırdığını ileri sürmüşlerdir.
123. Öncelikle olayın medyada yer alması ile olayın gerçekleşme
şeklini bu şekilde öğrenmiş olmalarının başvurucuların oğullarına yönelik
şiddet eylemi nedeni ile kaçınılmaz olarak yaşadıkları üzüntüyü artırdığında
bir şüphe bulunmamaktadır. Ancak bu konudaki değerlendirmede ilk olarak olay
görüntülerinin kamu makamları tarafından -başvurucuları aşağılamak veya başka
bir saikle- medyaya verilmediği, aksine ulusal bir haber kuruluşu tarafından
kaydedilip yayımlanması ile olayın ve sorumlusunun ortaya çıktığı
belirtilmelidir. İkinci olarak olayın görüntülerinin aile bireyleri tarafından
medyada izlenmesinin -somut olayın kendine özgü koşullarında daha önce Anayasa
Mahkemesinin önüne taşınmış ve ihlal kararı ile sonuçlanmış şiddetin aile
bireylerinin gözü önünde gerçekleşmesi durumu gibi (Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016)-
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı bakımından doğrudan veya dolaylı
mağdur olunduğunu gösterir mahiyette bir özellik taşımadığını belirtmek
gerekir.
124. Dolayısıyla başvurucuların insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağı bakımından mağduriyetlerinin söz konusu olmadığı sonucuna
varılmıştır.
125. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, mağdurun bizzat başvuru
yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi
durumlarda -özellikle yaşama hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların
ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen dolaylı olarak etkilenmeleri
nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabileceklerine karar
vermiştir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41; Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015).
126. Ancak yakın akrabalar tarafından yaşama hakkından mağdur
olunduğunun ileri sürülebilmesi için yakın akrabalık ilişkisi bulunan kişinin
yaşamını yitirmiş olması gerekmektedir. Somut olayda ise başvurucuların
oğulları, ölümcül şekilde yaralanmakla birlikte başvuru tarihi itibarıyla
hayattadır ve bireysel başvuruda bulunma imkânına sahip olup bunu da
kullanmıştır. Dolayısıyla başvurucuların yaşama hakkı bakımından da
mağduriyetleri söz konusu değildir.
127. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu başvurucular bakımından
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Seyfullah
Turan Bakımından
i. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkinİddia
128. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında mağdurların
eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal
edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Saikin
önemi ne kadar yüksek olursa olsun yaşama hakkı gibi en zor koşullarda bile
işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz.
Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin
verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi
temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir
istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin
vermemektir (Cezmi Demir ve diğerleri,
B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).
129. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve devlete yüklediği
pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele
konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların
gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul
kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve
tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir.
Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da
dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 95).
130. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
131. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
132. Başvurucu, polis memurunun eylemi sonucunda yaralanmasına
rağmen polis memurları tarafından olay yerinde terk edildiğini vebu olaya
ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini iddia etmiştir.
133. Diğer taraftan çektikleri görüntülerle olayın ortaya
çıkmasını sağlayan haber ajansı muhabirleri ise Çevik Kuvvette görevli polis
memurlarından bazılarının kendilerine, olaya üzüldüklerini ancak taşlama eylemi
gerçekleştirildiği için başvurucuyu hastaneye götüremediklerini söylemeleri
üzerine olaya müdahil olduklarını ve başvurucunun yanına giderek ambulans
çağırdıklarını ifade etmişlerdir.
134. Adı geçenler, bunun yanında olay yerine çağırdıkları
ambulans henüz gelmemişken bir grubun kendilerine olay nedeni ile tepki gösterip
başvurucuyu alarak mahalle içine götürdüğünü söylemişlerdir(bkz. § 30).
135. Bununla birlikte başvurucunun olay sonrasında Devlet
Hastanesine ne şekilde ve olaydan ne kadar süre sonra götürüldüğü konusunda
Anayasa Mahkemesinin önünde yeterli bir bilgi veya belge
bulunmamaktadır.Başvurucu, ilgili soruşturmalar sürecinde diğer başvurucular
gibi bu konuya ilişkin herhangi bir açıklama yapmadığı gibi bireysel başvuru
dilekçesinde de bu konuya hiç değinmemiştir.
136. Başvurucunun başvuru yollarını tüketirken bu konuda
gösterdiği özensiz tutum sadece bununla da kalmamıştır. Şöyle ki başvuru
dilekçesine ve ilgili soruşturma belgelerine göre görüntülerde olay yerine
başvurucu yaralandıktan sonra geldiği görülen polis memuru (F.Y.) hakkında
yürütülen soruşturmada, kovuşturmaya yer olmadığına itirazı kabil olmak üzere
karar verilmiş ancak bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmemiştir (bkz.
§§ 56-58).
137. Polis memuru B.T. hakkında yürütülen soruşturma ile bu
soruşturmanın konusu arasında bağlantı bulunduğu ve söz konusu bu bağ nedeni
ile yetkili adli makamların bu olaya ilişkin değerlendirmelerini öğrenebilmek
için B.T. hakkındaki soruşturmanın sonucunun beklenilmesinin gerekli olduğu
ileri sürülebilir. Ancak B.T. hakkında yürütülen soruşturma ve ardından açılan
kamu davası, olaydaki güç kullanmaya ilişkindir. Başvurucunun olay yerinde
yaralı şekilde terk edildiği iddiasına ilişkin olarak B.T. hakkında "güç
kullanmak"tan düzenlenen iddianamede (bkz. § 44) bu konuda ayrı bir
değerlendirmede bulunulmuş, başvurucunun müracaatı ile açılan başka bir
soruşturma sonucunda ise bu değerlendirme ile aynı yönde karar verilmiştir.
138. Bu durum başvurucu tarafından da bilinmekte olup en
önemlisi başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde söz konusu şikâyetinin
değerlendirilmesi için B.T. hakkında yürütülen soruşturma ve akabinde açılan
kamu davasının sonucunu -herhangi bir sebeple- beklediğini ve bu nedenle söz
konusu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmediğini de ileri
sürmemiştir.
139. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
140. Dolayısıyla insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele şikâyetine
ilişkin ceza soruşturmasında yargısal başvuru yolunun bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecek olup Anayasa
Mahkemesinin bu durumda söz konusu iddiayı inceleyebilmesi mümkün değildir.
141. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yaşama Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
(1) Kabul Edilebilirlik Yönünden
142. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurucunun bu iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
(2) Esas Yönünden
(a) Yaşama Hakkının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(i) Genel İlkeler
143. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen
ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşama hakkına ilişkin negatif
yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı
biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç
kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman,
§ 44). Yaşama hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir
yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir
bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).
144. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve
tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün
kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5)
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda"
yaşama hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı
belirtilmiştir.
145. Anayasa’da yaşama hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak
müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk
kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir
çarenin kalmadığı "mutlak zorunlu durumlarda" ve -güç kullanarak
ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- "orantılı"
bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman,§ 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No:
2014/5785, 29/9/2016, § 113).
146. Anayasa'mızdaki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2.
maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı
şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak
yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir
kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak
bastırılması durumlarında "mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç
kullanımı" sonucunda meydana gelmişse yaşama hakkının ihlalinin
gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil
Danışman, § 51; Nesrin Demir ve
diğerleri, § 114).
147. Ancak öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka
şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle "son çare olarak"
kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşama hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate
alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun
zorunluluğu ve orantılılığıAnayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı bir şekilde
denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri,§
107).
148. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür
durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen
bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak
farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil
Danışman,§ 58; Nesrin Demir ve
diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin
eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının
dikkate alınması gerekmektedir (Cemil
Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede
bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir
seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).
(ii) İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
149. Başvuruya konu olayda Isparta Asliye Ceza Mahkemesi, polis
memuru B.T.nin güç kullanma yetkisinin sınırlarını kasıt olmaksızın aşarak
başvurucuyu yaraladığına karar vermiştir. Bu nedenle öncelikle söz konusu
kararın başvuru konusu olayda güçkullanılmasının ve bu güç kullanmanın
sınırının aşılmasının esas itibarıyla Anayasa'nın 17. maddesine aykırı
olduğunun kabul edildiği anlamına gelip gelmediğinin tartışılması
gerekmektedir. Başka bir ifade ile başvuruda ilk olarak derece mahkemesinin
verdiği mahkûmiyet kararı ile yaşama hakkının Anayasa'nın 17. maddesindeki
güvencelere aykırı olarak ihlal edildiğini belirleyip belirlemediğini ortaya
koymak gerekir. Bunun ardından söz konusu kararın başvurucunun ihlale ilişkin
mağduriyetini giderme konusundaki uygunluğu ve yeterliliği de ayrıca
değerlendirilmelidir. Çünkü bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği
ihlallerin tespiti ile bunun yanında ihlale karşılık gelecek uygun ve yeterli
giderimin sağlanması görevi, öncelikle Anayasa Mahkemesine değil derece
mahkemelerine aittir.
150. Isparta Asliye Ceza Mahkemesi, olayda güç kullanmanın
koşullarının oluştuğunu kabul etmiş ve öncesinde yaşanan olaylar nedeniyle
kolluk görevlisinin içinde bulunduğu "ruh
hâli"nden dolayı amaçlamadığı bir neticenin meydana gelmediğini ifade
etmiştir. Eylemde kasıt olmadığını ve sorumluluğun taksir seviyesinde kaldığını
belirten Mahkeme, bu sonuca doğrudan taksire (bkz. § 76) ilişkin ilgili Kanun
hükümlerine göre değil ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kasıt
olmaksızın aşılması hükümleri çerçevesinde ulaşmıştır (bkz. § 78).
151. Bu noktada öncelikle Isparta Asliye Ceza Mahkemesinin
olaydaki güç kullanılmasına ilişkin olarak kararında; olayın bütün aşamalarını,
hangi koşullarda gerçekleştiğini ve ardından nasıl bir seyir izlediğini dikkate
aldığını ortaya koyabilecek düzeyde bir açıklamada bulunmadığını ifade etmek
gerekir. Kararda, güç kullanılmasının mutlak zorunlu olduğu ve öldürücü güç
kullanmaya başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle "son çare
olarak" başvurulduğu konusunda yeterli bir değerlendirme bulunmamaktadır.
152. Söz konusu karar güç kullanmanın mutlak zorunlu olduğuna ilişkin
yeterli ve ikna edici değerlendirmeler içermediğinden başvurunun kullanılan
gücün Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen ve güç kullanmaya ilişkin
güvenceler -kişiler için- oluşturan "mutlak zorunluluk ve
orantılılık" bakımından Anayasa Mahkemesi tarafından ayrıca
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte ölümle sonuçlanmış veya
sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda Anayasa Mahkemesinin
yetkili mercilerin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp
kesin ikna edici bilgi ya da bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede
bulunabileceğini bu noktada yeniden hatırlatmakta yarar bulunmaktadır (bkz. §
148).
153. Öncelikle başvuru dosyasında yer alan bilgi ve belgelere
göre Hakkâri'de olayın gerçekleştiği günde, bir süre öncesinden başlayan ve
toplumsal olaylara dönüşen şiddet eylemlerinin gerçekleştirildiği
anlaşılmıştır. Bu eylemlerde güvenlik güçlerinin hedef alındığı tartışmasızdır.
AncakIsparta Asliye Ceza Mahkemesince de değerlendirmeye alınan medyada yer
alan görüntülere ve olaya ilişkin soruşturmalarda dinlenen tarafsız tanık
anlatımlarına göre başvurucunun -olay sırasında- bu tür bir eylem
gerçekleştirdiğinin kesin olarak belirlenemediğini ifade etmek gerekir.
154. Kolluk tarafından olayın gerçekleştiği günün öncesinde
başvurucunun toplumsal şiddet olaylarına yüzünü gizleyerek katıldığına ilişkin
görüntülerin elde edildiğine yönelik olarak bir tespitin varlığı ileri
sürülmekte ise de başvurucuya karşı güç kullanan polis memurunun bu hususuolay
anında bilebilecek durumda olmadığı ifade edilmelidir. Bu nedenle bu hususun
olayda güç kullanımının zorunlu olup olmadığına ilişkin değerlendirmede dikkate
alınması mümkün değildir. Ayrıca başvurucunun olay sırasında böyle bir şiddet
eylemine katıldığı belirlenememiştir.
155. Dolayısıyla olayda güç kullanmayı mutlak şekilde zorunlu
kılan bir durumun söz konusu olduğu sonucuna varılamayacaktır. Anayasa'nın 17.
maddesi gereğince güç kullanımı ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara (bkz. §
144) ulaşmak adına ve başka bir çarenin kalmadığı "mutlak zorunlu
durumlarda"mümkün olup bu koşullar oluşmadan güç kullanılması hâlinde
yaşama hakkının ihlali söz konusu olmaktadır.
156. Öte yandan sanık kolluk görevlisi,güç kullanmanın mutlak
zorunlu olduğu bir durum ortaya çıkmamışken başvurucuya herhangi bir uyarıda da
bulunmaksızın arkasından sessizce yaklaşarak hayati nahiyesi olan baş bölgesine
elindeki tüfeğin dipçik kısmı ile birden fazla ve üstelik ilk darbelerin
etkisiyle yerde yığılıp kalmışken dahi vurmuş; ardından da başvurucuyu tekmelemiştir.
Söz konusu darbelerin etkisi ile başvurucunun kafatası kemikleri bütünlüğünü
kaybedecek şekilde birbirinden ayrılmış, bir kısmı da hafif olmayacak derecede
kırılmıştır. Başvurucu, aldığı darbeler sonucu ölümcül şekilde yaralanmış ancak
Üniversite Hastanesi tarafından acilen gerçekleştirilen bir operasyon sonucunda
hayata döndürülebilmiştir.
157. Dolayısıyla olayda güç kullanılmasına ilişkin zorunluluğun
varlığı konusundaaksinin kabulühâlinde dahi bu saldırının ilgili adli makamlar
tarafından kabul edilen niteliği gözetildiğinde başka bir çarenin kalmadığı
veöldürücü bir güç kullanımının "mutlak zorunlu" hâle geldiği de
söylenemeyecektir. Diğer taraftan olayda polis memuru tarafından, ulaşılmak
istenen amaç ile karşı karşıya kalındığı ileri sürülen saldırıya nispeten
açıkça orantısız bir güç kullanıldığı hususunda da herhangi bir tereddüt
bulunmamaktadır.
158. Bu nedenle olayda öldürücü güç kullanmanın zorunlu olduğu
ve bu nitelikteki bir güç kullanımına başka türlü müdahale olanağı kalmaması nedeniyle
son çare olarak başvurulduğu söylenemeyeceği gibi söz konusu gücün orantılı bir
biçimde kullanılmadığı da açıkça ortadadır.
159. Sonuç olarak medyada yer aldığı için ne şekilde yaşandığı
tüm kamuoyu tarafından da açıkça görülen olayda -Mahkemenin değerlendirmesine
esas aldığı bu görüntülere rağmen- güç kullanılmasının mutlak zorunlu olduğu,
güç kullanmaktaki sınırın kasıtla aşılmadığı ve sanık kolluk görevlisinin
başvurucunun ağır şekilde yaralanmasını amaçlanmadığı sonucuna nasıl ulaşıldığı
anlaşılamamıştır. Oysa sanık kolluk görevlisi -hakkında yürütülen ilgili
disiplin soruşturması sonucunda hazırlanan raporda da açıkça belirtildiği
üzere- diğer kolluk görevlilerinin olaya ilişkin operasyon planlamaları ile
operasyonu gerçekleştiren yetkililerin bilgi ve talimatları dışında, tamamen
bireysel olarak hareket etmiş ve bireysel olarak sergilediği bu keyfî ve kasti
davranışı nedeniyle sadece başvurucuya değil görev yaptığı polis teşkilatına da
ağır şekilde zarar vermiştir (bkz. § 36).
160. Başvuru bakımından bu noktada ifade edilmesi gereken en
önemli husus; kamu güvenliğinin idamesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve
hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği görünümünün verilmesinin
engellenmesi açısından yaşama yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması
gerektiğidir (Filiz Aka, B. No:
2013/8365, 10/6/2015, § 32).
161. Kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının söz konusu olduğu
olaylarda bu durum, sadece cezasızlık için söz konusu olmayıp eylemlerin
ağırlığı ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık bulunması hâlinde de
geçerlidir. Bu hâllerde yaşama hakkının ihlaline ilişkin başvurucuların
mağduriyetlerinin giderimi de söz konusu olmayacağından Anayasa Mahkemesi
-derece mahkemelerinin yaptırımları belirlemedeki tercihlerine saygı duymasına
ve görevi doğrudan bu olmamasına rağmen- söz konusu bu duruma müdahale etmek
mecburiyetinde kalabilmektedir. Bu noktada kamu görevlilerinin Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı ile işkence ve kötü muamele
yasağı kapsamında işlediği suçlar için uygulanan yaptırımlara ilişkin olarak da
Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevinin bulunduğunu (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76) tekrar
belirtmek gerekir.
162. Yaptırımlara ilişkin bu tür uygulamalar, ilişkili olduğu
yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiası için yapılan
değerlendirmede de ifade edildiği üzere benzer yaşama hakkı ihlalleri
gerçekleştiren kamu görevlilerinin cezasız kalmalarına ya da gerektiği gibi
cezalandırılmamalarına yol açıp caydırıcılık sağlanamadığı için devletin bu tür
ihlalleri önlemeye ilişkin etkili ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünü
zedelemektedir. Yaşama hakkının maddi boyutunun değerlendirildiği bu bölümde
ise söz konusu bu durum, başvurucunun ihlale ilişkin mağduriyetinin giderilip giderilmediğinin
belirlenmesi bakımından oldukça önem arz etmektedir.
163. Yukarıda ifade edildiği üzere somut olayda derece
mahkemesince, öldürücü gücün kullanılmasının mutlak zorunluluğu üzerinde
yeterince durulmadığı gibi güç kullanmadaki sınırın kasten aşıldığı ve gücün
orantısızlığı da gözetilmemiş ve sonucunda kolluk görevlisinin sadece 6 ay 7
gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.Bu durum ise ihlale
konu suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık
meydana getirerek başvurucunun ihlale ilişkin mağduriyetinin giderilmemesine de
neden olmuştur.
164. Öte yandan yine aşağıda ilişkili olduğu için yaşama
hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak yapılan
değerlendirmede de ayrıntılarıyla ifade edildiği üzere yasal zorunluluk var
olmadığı ve bu konuda tam bir takdir yetkisi bulunduğu hâlde olayda, sanık
hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağı kanunda açıkça belirtilen hükmün
açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin uygulanmasıyla başvurucunun
mağduriyetinin giderilmesine bir başka nedenle de engel olunduğu sonucuna
varılmıştır.
165. Tüm bu gerekçelerle somut olayda sanık kolluk görevlisinin
cezalandırılmasının, başvuru konusu olayda güç kullanılmasının ve bu güç
kullanımında sınırın aşılmasının esas itibarıyla Anayasa'nın 17. maddesine
aykırı olduğunun derece mahkemesince kabul edildiği anlamına gelmediği sonucuna
varılmıştır. Bunun yanında ihlale konu suçun ağırlığı ile açıkça orantısız
(yetersiz) bir cezaya hükmolunup bu cezanın açıklanmasının dahi geri
bırakılması nedeniyle başvurucunun söz konusu ihlale ilişkin mağduriyetinin
giderildiği de söylenemeyecektir.
166. Açıklanan nedenlerle yaşama hakkının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
(b) Yaşama Hakkının Usul Boyutunun İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
(i) Genel İlkeler
167. Yaşama hakkı kapsamında devletin etkili soruşturma
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşama hakkını koruyan
hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle
veya onların sorumlulukları altında meydana gelen veya diğer bireylerin
filleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini
sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
54).
168. Yaşama hakkıyla ilgili usule ilişkin yükümlülük; olayın
niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm veya ölümcül
yaralanma olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini
ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali
gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§
55).
169. Temel amacı yaşama hakkını koruyan hukukun etkili bir
şekilde uygulanmasını vegerçekleşen ölümler veya ölümcül yaralanmalar nedeniyle
varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamak olan etkili soruşturma
yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;
- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete
geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek
bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),
- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların
soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),
- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler
veya ölümcül yaralanmalar yönünden soruşturmanın bağımsız yürütülmesi (Cemil Danışman, § 96),
- Soruşturmaların makul bir özenle ve süratle yürütülmesi (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359,
10/12/2014, § 96) gerekmektedir.
(ii) İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
170. Başvuruda, olaya ilişkin etkili bir soruşturma
yürütülmediği ileri sürülmektedir. Başvurucu, etkili soruşturma yürütülmediği
sonucuna iki temel şikâyet noktasından hareket ederek ulaşmaktadır. Birinci
şikâyet, olaya ilişkin davanın kamu güvenliğinin tehlikeye düşme tehlikesi
bulunduğu gerekçesi ile başka bir yere nakledilmesi nedeniyle davaya etkili
katılımının engellendiğine ilişkindir. İkinci temel şikâyet ise amacı yaşama
hakkını korumaya yönelik hukuk kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve
olayın sorumlusunun gerektiği gibi hesap vermesini sağlamak olması gereken söz
konusu soruşturmada, ağır bir suç meydana getiren eylemin sonuçlarını
hafifletmek için sanığın gerektiği şekilde cezalandırılmadığının yanında bu
yetersiz cezaya ilişkin olarak dahi hükmün açıklanmasının geri bırakılması
müessesinin uygulanmasıdır.
171. Başvurucunun soruşturmanın resen ve derhâl
başlatılmadığına, soruşturmanın bağımsız ve süratle yürütülmediğine,
soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini
sağlayabilecek bütün delillerin toplanmadığına ilişkin bir şikâyeti bulunmadığı
gibi somut olayda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin söz konusu
ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da
ulaşılamamıştır.
172. Dolayısıyla başvuru, öncelikle olaya ilişkin davanın
naklinin başvurucunun davaya meşru menfaatlerinin korunması için gerektiği
ölçüde katılımını engelleyip engellemediği yönünden değerlendirilecektir.
173. Bu noktada öncelikle davanın görevli ve yetkili mahkemenin
bulunduğu yerde görülmesi, bazı durumlarda devletin olaya ilişkin etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğünü yerine getirebilmesini engelleyici birtakım
olayların yaşanmasına yol açabilecek, yargılamanın taraflarını ciddi tehditlere
maruz bırakabilecek, buna bağlı olarak da taraflara tanınan usule ilişkin
anayasal güvenceleri zedeleyebilecek ya da tamamen ortadan kaldırabilecek
nitelikte, kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlike yaratan bazı
sonuçların doğmasına sebep olabilecektir.
174. Dolayısıyla yaşama hakkı kapsamındaki bir davanın görevli
ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin -söz konusu bölgede meydana
gelebilecek toplumsal olaylar ya da başka benzeri faktörler dikkate alınarak-
kamu güvenliği için tehlikeli olduğu sonucuna varılabilmesi ve bu gerekçe ile
başka bir yere nakledilmesine karar verilebilmesi mümkündür.
175. Bu durumda davanın başka yerde bulunan aynı derece bir
mahkemeye nakli yapılırken üzerinde önemle durulması gereken husus, yaşama
hakkı kapsamında yürütülen davaların nakledilmesi ile etkili soruşturmanın
temel amacının tehlikeye düşürülmesine ve söz konusu hak kapsamında yer alan
ilke ve esaslara aykırı olan neticelerin doğmasına sebep olunmaması gerektiğidir.
176. Bu bağlamda davanın nakli ile yaşama hakkı mağdurlarının
meşru menfaatlerinin korunması için gerektiği ölçüde davaya katılımlarının
sağlamasını talep etme haklarının özüne dokunulmaması gerektiğini ifade etmek
gerekir.
177. Diğer taraftan davanın belli bir yerde görülmesinin kamu
güvenliği bakımından tehlike doğurabilme potansiyelini haiz olduğu hâllerde
naklin gerekip gerekmediği konusunda yapılacak değerlendirmede salt güvenlik
ile ilgili genel sorunlar gözönünde bulundurulmamalı, ayrıca bu güvenlik
riskinin söz konusu davaya ilişkin yargılama üzerinde olumsuz etkilerinin
bulunup bulunmadığı da gözetilmelidir. Bunun yanında yargılamanın ilgili yerde
başlaması veya sürdürülmesinin kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir
tehlike doğuracağı kanaatine varıldıktan sonra nakille ilgili yapılacak
değerlendirmede sadece genel asayişin bozulmasının önlenmesinin değil davanın
taraflarının yargılamaya ilişkin anayasal haklarını kullanmalarını engelleme
riskinin ortadan kaldırılması amacının da gözönünde bulundurulması gerekir.
178. Bununla birlikte davanın nakli kararları, sadece
yargılamanın görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesi hâlinde
kamu güvenliği için tehlike oluşturup oluşturmayacağına değil davanın
nakledileceği yerin somut olayın ve yargılamanın kendine özgü koşullarında
hangi kriterler gözönünde tutularak belirlendiğine ilişkin olarak da ilgili ve
yeterli gerekçeye sahip olmalıdır. Bu husus da adalete olan güvenin
sarsılmaması, hukuk devletine olan inancın sürdürülmesi ve en önemlisi genel
olarak kamuoyunda özelde de mağdurlarda davanın naklinin hesap verilebilirliğe
ilişkin kamuoyu denetiminin ve mağdurların etkili katılımlarının önüne
geçilebilmesi amacıyla gerçekleştirildiği kanısının oluşmasına engel olunması
açısından kritik bir öneme sahiptir.
179. Başvuruya konu olay Hakkâri'de meydana gelmiş, hakkındaki
dava ise birtakım yargılama faaliyetleri yürütüldükten sonra kamu güvenliği
gerekçe gösterilerek Isparta'da görülmüştür. Başvurucu; davanın Hakkâri'de
görüldüğü aşamada defaatle başka bir yere nakledilmesinin gerekmediğini, buna
ilişkin koşulların oluşmadığını, yetkili mercilerin aksi kanaatte olması
durumunda katılımının sağlanabilmesi için naklin sanığın yaşadığı Elazığ dâhil,
Hakkâri'ye yakın bir yere gerçekleştirilmesini talep etmiştir.
180. Başvurucu, bu taleplerinde dava Hakkâri'ye uzak bir yere
nakledilirse ulaşım zorluğu ve ekonomik yetersizlikler gibi nedenler ile bu
davaya katılmasının mümkün olmadığını dile getirmiştir. Başvurucu; davanın
Isparta'ya nakline karar verilmesinden sonra da itiraz ederek Isparta ile
Hakkâri'nin birbirine olan mesafesi, iki şehir arasında doğrudan hava yolu
ulaşımının bulunmaması ve yolculuk için yeterli ekonomik güce sahip olmaması
gibi nedenler ile Isparta'da yürütülecek davaya katılamayacağını belirtmiştir.
181. Nitekim davanın Isparta'da görüldüğü aşamada başvurucu,
davaya katılmamış ve vekilleri aracılığıyla Hakkâri Mahkemesine ileri sürdüğü
gerekçelerle davanın Hakkâri'ye yakın hatta Ankara gibi yakın olmamakla
birlikte ulaşımı nispeten daha kolay bir yere nakli taleplerini yinelemiştir.
182. İlk olarak söz konusu dava Hakkâri'de belli bir süre ile -5
ayı aşkın bir süre- görülmüş ancak bu süre içinde kamu güvenliğinin tehlike
altında bulunduğunu veya tehlike altına girebileceğini gösteren herhangi bir
olay söz konusu olmamıştır. Davanın sanığı olaydan sonra Hakkâri'den ayrılıp
Elazığ'da yaşamaya başlamış ve sanığın savunması burada alınmıştır. Ayrıca
davadaki diğer usule ilişkin işlemler gereği gibi yürütülebilmiş ve bu süreçte
kamu güvenliğinin tehlikeye düşmesi ile başvurucu veya sanığın yargılamadaki
usule ilişkin güvencelerinin zedelenmesi gibi bir durum da ortaya çıkmamıştır.
183. İkinci olarak söz konusu davanın nakli kararında, hangi
gerekçeyle Isparta'nın seçildiğine ilişkin bir açıklamada bulunulmamaktadır.
Ayrıca böyle bir açıklama bulunmamasının yanında başvuru belgelerinde, bu
konuda değerlendirme yapılabilmesine olanak verecek nitelikte Isparta'nın
-diğer adliyelerdeki iş yoğunluğu, bu adliyelerdeki hâkim ve Cumhuriyet savcısı
sayısının yetersizliği veya daha önceki benzer nakillerin başka yerlere
yapılması gibi faktörler dikkate alınarak- seçildiğine ilişkin bir bilgi veya
belgeye de rastlanmamıştır.
184. Başvurucu, derece mahkemelerine bu konudaki itirazlarında davanın
nakline mutlak surette karşı çıkmamıştır. Başvurucu, davanınsanığının yaşadığı
Elazığ dâhil kendisi bakımından ulaşımı nispeten daha kolay olan şehirlerde
görülmesini talep etmiş ancak bu talebine herhangi bir gerekçe ile karşılık
verilmeksizin dava Isparta'ya nakledilmiştir.
185. Sonuçta dava, Hakkâri'ye makul sayılabilecek uzaklıktaki
bir şehirde değil yaklaşık 1.500 kilometre uzaklıktaki Isparta'da ve herhangi
bir gerekçe gösterilmeksizin görülmüştür. Bu, Hakkâri'de yaşayan ve davayı
takip etmek isteyen başvurucu ve yakınları için duruşmaların gerçekleştirildiği
birkaç aylık periyotta (toplamda altı duruşma) kilometrelerce yolu katetmek
anlamına gelmektedir. Bunun için uygun ve yeterli zaman ile fiziksel ve ruhsal
dayanıklığın yanında kâfi derecede ekonomik güce sahip olunmasının gerektiği
ise izahtan varestedir. Oysa yaşama hakkı mağdurlarının meşru menfaatlerinin
korunması için bu tür bir zorunluluğa, üstelik hiçbir gerekçe gösterilmeksizin
katlanmalarını beklemek makul değildir.
186. Başvurucunun davayı vekilleri aracılığıyla takip edip
davadaki bilgi, belge ve gelişmelerden bu şekilde haberdar edildiği ve ilgili
kararlarla işlemlere itiraz edebilme şansına sahip olduğu, hatta dava sonucunda
verilen karara da itiraz ettiği, böylece davaya katılımında bir eksiklik
bulunmadığı ileri sürülebilir.
187. Ancak katılımın etkililiğinin seviyesi, başvuruya konu
soruşturma ve kovuşturmaların kendine özgü koşullarına göre değişebilecek olup
her hâlükârda meşru menfaatlerini korumak için olayın sanığının savunmasının
alındığı, görgü tanıklarının dinlendiği, bilirkişi raporlarının tartışıldığı,
olaya ilişkin şikâyetlerinin dile getirildiği ve diğer delillerin ileri
sürülerek tartışmasının yapıldığı duruşmalara katılmak isteyen mağdurlara bu
imkân tanınmalıdır. Aksinin kabulü, katılımın sadece teorik olarak kabul
edilmesi, pratikte sağlanmaması ve hakkın özünün zedelenmesi anlamına
gelebilecektir.
188. Öte yandan başvurucu davaya katılma imkânından bu şekilde
mahrum bırakılmışken olayın sanığı olan kolluk görevlisi, Isparta'daki davaya
katılabilmiş ve Hakkâri'de yürütülen yargılamadakinden farklı bir savunma
verebilmiştir. Bu savunmanın Isparta Asliye Ceza Mahkemesince hükme esas
alınmasının yanında sanığın cezasında duruşma sırasında Mahkemeye karşı
sergilediği kabul edilen saygılı tutumu gerekçe gösterilerek indirim yapıldığı
ve hatta bu cezanın aynı ve benzer gerekçelerle açıklanmasının dahi geri
bırakılmasına karar verildiği görülmüştür(bkz. §§ 62-64).
189. Sonuç olarak Hakkâri'de yürütülmesi kamu güvenliği için
tehlike oluşturduğu değerlendirilen davanın Hakkâri'ye yaklaşık 1.500 kilometre
uzaklıktaki Isparta'ya herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin nakledilmesi ile
başvurucunun söz konusu davaya meşru menfaatlerini korumak için
katılabilmesinin önüne geçilerek soruşturmanın bu yönüyle etkililiğinin
derinden zedelendiği kanaatine varılmıştır. Bu durum beraberinde genel olarak
kamuoyunda, özel olarak da başvurucuda etkili katılımın önüne geçilebilmesi
amacıyladavanın naklinin gerçekleştirildiği izleniminin oluşması ihtimalini
gündeme getirmiştir.
190. Temel amacı yaşama hakkını korumaya yönelik hukuk
kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve olayın sorumlularının hesap
vermesini sağlamak olan soruşturmanın etkililiği bakımından başvuruya konu
olayda üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus ise söz konusu davada
benzer yaşama hakkı ihlallerinin önlenebilmesi bakımından caydırıcılığın
sağlanıp sağlanmadığıdır.
191. Davada verilen cezanın sanığın eylemine karşılık olarak
uygunluğu ve yeterliliği, yaşama hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği
iddiasının incelendiği bölümde -başvurucunun ihlale ilişkin mağduriyetinin
giderilip giderilmediği bakımından- ayrıntılarıyla değerlendirilmiş ve bu
noktada ilişkili olduğu için devletin hesap verilebilirlikte caydırıcılığı
sağlamaya ilişkin etkili soruşturma yürütme konusundaki yükümlülüğü kapsamında
kamu güvenliğinin idamesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve hukuka aykırı
eylemlere müsamaha gösterildiği görünümünün verilmesinin engellenmesi açısından
yaşama yönelik bu tür ağır saldırıları cezasız bırakmamasına ve olayın
sorumluluları hakkında yeterli cezalar uygulaması gerektiğine vurgu
yapılmıştır.
192. Dolayısıyla burada sadece davadaki hükmün açıklanmasının
geri bırakılması uygulamasının benzer yaşama hakkı ihlallerini önleme
bakımından hesap verilebilirlikte caydırıcılığı sağlayabilme kapasitesi
ayrıntılarıyla incelenecek; ardından her iki durumun benzer yaşama hakkı
ihlallerinin önlenmesi konusundaki önemli role zarar verip vermediği
değerlendirilecektir.
193. Bu noktada öncelikle ilgili mevzuatın, derece mahkemelerine
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını uygulama olanağı verdiğini belirtmek
gerekir. Ancak bu bir zorunluluk olmayıp bu konuda hâkime tam bir takdir
yetkisi tanınmıştır. Hâkimin takdiri ile sanığın beş yıllık deneme süresi
içinde yeni bir suç işlememesi durumunda kararın bir süreliğine uygulanamaması
bir yana söz konusu davanın ilgili Kanun gereğince otomatik olarak düşmesi de
söz konusudur (bkz. § 72). Dolayısıyla söz konusu durum, verilen cezanın tüm
sonuçları ile birlikte ortadan kalkması anlamına gelmektedir.
194. Somut olayda da Mahkeme, bu konuda tam bir takdir yetkisi
bulunduğu hâlde verdiği cezanın açıklanmasının geri bırakılması kararıyla, söz
konusu davayı belli bir süre (beş yıl) ile askıya almıştır. Bu kararın
verilmesi sonucunda -yukarıda açıklandığı üzere- ağır suç meydana getiren
eyleme karşılık olarak verilen yetersiz cezanın dahi bir süreliğine
uygulanamaması bir yana bu sürenin sonunda davanın ilgili Kanun gereğince otomatik
olarak düşmesi ile de söz konusu cezanın tüm sonuçları ile birlikte ortadan
kalkması da gündeme gelmiştir (bkz. §§ 62-64).
195. Dolayısıyla Mahkeme bu kararıyla, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına ilişkin yetkisini söz konusu eylemlere hiçbir şekilde
müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmak yerine ağır bir suç meydana
getiren eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullanmayı
tercih ettiği izlenimini vermiştir.
196. Bu ise olayda ağır suç meydana getiren eyleme karşılık olarak
yetersiz cezaya hükmolunması ile birlikte, benzer yaşama hakkına yönelik
ihlallerin önüne geçebilmek amacıyla caydırıcılığın sağlanması için devletin
sorumluların uygun ve yeterli cezalar ile cezalandırılmalarını sağlayabilecek
nitelikte bir ceza soruşturması yürütme konusundaki yükümlülüklerine açıkça
aykırılık oluşturmaktadır.
197. Açıklanan nedenlerle yaşama hakkının etkili soruşturma
yürütülmesine ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
198. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
199. Başvurucu, 100.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
200. Başvuruda, yaşama hakkının maddi ve usul boyutunun ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
201. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Bu nedenle, kararın,davanın görülmesi kamu güvenliği için
tehlike oluşturmayacak ve başvurucunun etkili katılımının sağlanabileceği
Hâkkari'ye makul uzaklıktaki bir yere naklinin gerçekleştirilebilmesi için
gereği yapılmak üzere Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
202. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğinin tespitinin
yanı sıra gereğinin yerine getirilmesi için kararın Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmesinin bu konudaki ihlalin giderilmesi bakımından
yeterli bir tazmin oluşturduğu kanaatine varılmakla birlikte yaşama hakkının
maddi boyutunun ihlal edildiğine de hükmedilmesi nedeniyle başvurucuya net
35.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
203. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucular Mehmet Turan ve Ayşe Turan'ın yaşama hakkı ve
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının kişi bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvurucu Seyfullah Turan'ın insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Başvurucu Seyfullah Turan'ın Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucu Seyfullah Turan'ın
yaşama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşama
hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için gereği
yapılmak üzere Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu Seyfullah Turan'a
yaşama hakkının maddi boyutunun ihlali nedeniyle takdiren net 35.000 TL manevi
tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Isparta
3. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE 9/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.