TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19936)
|
|
Karar Tarihi: 21/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Sinan
ATEŞ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, itirazın iptali davasında Yargıtayın
yerleşik içtihatlarına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, banka hesabından E.Y. isimli şahsın hesabına
7/12/2009-23/7/2010 tarihleri arasında farklı zamanlarda toplam 13.092 TL
havale etmiştir.
9. Başvurucu, parayı borç olarak gönderdiğini ve kendisine geri
ödenmediğini belirterek E.Y.ye karşı Antalya 9. İcra Müdürlüğünün E.2011/2663
sayılı dosyasında ilamsız takip başlatmıştır.
10. İtiraz üzerine takip durmuş, başvurucu itirazın iptali için
Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
11. Mahkeme 14/9/2011 tarihli kararla banka dekontlarına dayalı
olarak başlatılan icra takibinde, davalı tarafça havaleye konu olan paranın
alacağa mahsuben gönderildiği hususunda herhangi bir delil sunulmadığını
belirterek davayı kabul etmiştir.
12. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 19/6/2012 tarihli
kararında davacının parayı ödünç olarak gönderdiğini ileri sürdüğünü, davalının
ise paranın alacağına karşılık gönderildiğini savunarak gerekçeli ikrarda
bulunduğunu, davada ispat külfetinin davacıda olması gerektiğini, iddianın
yasal delillerle kanıtlanamadığını, davacının davalıya yemin teklif etme hakkı
olduğu hatırlatılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğini
belirterek hükmü bozmuştur.
13. Bozma ilamına uyan Mahkeme başvurucuya yemin teklif etme
hakkını hatırlatmış, başvurucunun davalıya yemin teklifinde bulunmayacağını
belirtmesi üzerine 10/4/2013 tarihli kararla davayı reddetmiştir.
14. Başvurucu bozma ve Mahkemenin ret kararının, Yargıtay ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yerleşik içtihatlarına aykırı olduğunu
belirterek kararı temyiz etmiş, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 1/11/2013 tarihli
kararı ile, usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır.
15. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/3/2014 tarihli ilamı
ile reddedilmiştir.
16. Ret kararı 28/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun
17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
386. maddesi şöyledir:
"Tüketim ödüncü sözleşmesi, ödünç
verenin, bir miktar parayı ya da tüketilebilen bir şeyi ödünç alana devretmeyi,
ödünç alanın da aynı nitelik ve miktarda şeyi geri vermeyi üstlendiği
sözleşmedir"
18. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun
306. maddesi şöyledir:
"Karz, bir
akittir ki onunla ödünç veren, bir miktar paranın yahut diğer bir misli şeyin
mülkiyetini ödünç alan kimseye nakil ve bu kimse dahi buna karşı miktar ve
vasıfta müsavi aynı neviden şeyleri geri vermekle mükellef olur."
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 200. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri,
değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat
olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan
kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk
Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz."
20. 18/6/1927tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 288. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri,
değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüzmilyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat
olunması gerekir."
21. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma,
karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında
muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar,
1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak
uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı
verilemez."
22. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki
taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki
parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda
uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit
ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde
belirlenen sınırların onmilyon lirayı
aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce
görevsizlik kararı verilemez.
Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere
uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce
ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge
adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece
yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."
23. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 67.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Takip talebine itiraz edilen alacaklı,
itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak,
genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın
iptalini dava edebilir.
Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına
karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı;
diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin
tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde
yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum
edilir."
24. 8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri
şunlardır:
...
c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş
içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş
bulunursa,
Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla
kesin olarak karara bağlamak,”
25. 2797 sayılı Kanun’un 45. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan
doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar
sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması
halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek
yazılı başvurmaları halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip
gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.
…
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki
konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini
bağlar.
..."
2. Yargı Kararları
26. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin (Daire) 31/1/2006 tarihli ve
E.2005/14219, K.2006/895 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Havale, esas itibariyle bir ödeme vasıtası
olup, havale olsa dahi, havale makbuzlarında, paranın borç olarak
gönderildiğinin belirtilmesi gerekir. Havale makbuzlarında, paranın borç olarak
gönderildiği yazılı değilse bu havale makbuzu karz
ilişkisine dayanan davacının iddiasını kanıtlamaya yeterli değildir. Davacılar,
davalılara borç verdiklerini, yazılı delillerle ispat edemedikleri gibi,
davalılara yemin teklif etme hakkını da kullanmadıklarına göre iddialarını
ispat edememişlerdir.
Öyle olunca mahkemece davanın reddine karar
verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde tahsiline karar verilmesi
usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
..."
27. Dairenin 2/7/2008 tarihli ve E.2008/1527, K.2008/9227 sayılı
ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı bu davasında davalıyabanka
havalesi ile 22.500 Dolar ve 2.000.00 YTL borç olarak gönderdiğini,ileri sürerek talepte bulunmuş, davalı
ise gönderilenparanınönceden verilen ödünç paranın
ödenmesine lişkin olduğunu savunarak davanın reddini
dilemiştir. Davalının bu savunmasıgerekçeli inkarniteliğindedir. Budurumdaispat
yükü davalıya değil, davacıya düşer. Nevarki davacının dayandığı15.4.2005 tarhli
banka dekontunda " erkine verilen borç " ve 16.4.2005 tarihli bankadekontunda " erkin kaya borç " yazılıdır. Bu
yazılar davacının karziddiasını doğrulamaktadır. Hal
böyle olunca mahkemece bu havaleler için davanın kabulünekarar
verilmelidir.Mahkemece
aksine düşüncelerle davanın reddine karar verilmiş olması usul veyasaya aykırı olup,bozmayı
gerektirir.
..."
28. Dairenin 16/12/2008 tarihli ve E.2008/11323, K.2008/14867
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dairemizin 29.05.2008 tarih 2008/5564 E-7447 K
sayılı ilamının kaldırılarak davacının karar düzeltme isteminin incelenmesine
geçildi;
2-Davacı , havale ile
davalıya borç para verdiğini ileri sürmüş, davalı ise davacının borcunu
ödediğini savunmuştur. Davacının bankaya 27.04.2004 tarihinde verdiği havale
talimatında bu paranın davalı hesabına ödünç olarak gönderilmesini istediği,
ancak bankanın dekonta bu şerhi yazmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu
durumda ispat yükü, davalıda olup, davalı yemin deliline dayanmadığına göre
mahkemece verilen davanın kabulüne ilişkin hükmün onanmasına karar verilmesi
gerekirken zuhulen bozulduğu bu kez yapılan inceleme
ile anlaşıldığından mahkeme kararının onanması gerekmiştir.
..."
29. Dairenin 24/3/2009 tarihli ve E.2008/12466, K.2009/3876
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
2-Davakarz akdine dayalı alacak isteminden
ibarettir. Davacı muhtelif tarihlerde altı adet banka havalesi ile davalıya
borç para verdiğini ileri sürmüş, davalı 17.8.2005, 26.9.2005 ve 28.9.2005
tarihli toplam 13.500 YTL bedelli havalelerile
davacının borcunu ödediğini savunmuştur.
İlke olarak, şayet havale makbuzu üzerinde bir
açıklama bulunmadığı takdirde havalenin mevcut bir borca karşılık yapıldığı
kabul edilir. Davacının dayandığı havale makbuzunda borç olarak gönderildiği
hususunda bir açıklama yoktur. Davacı iddiasını yasal delillerle
kanıtlamalıdır.
..."
30. Dairenin 12/11/2009 tarihli ve E.2009/6494, K.2009/13072
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacının banka havalesi ile davalıya muhtelif
tarihlerde 12.000 Alman Markı para gönderdiği ve davalının da bu parayı aldığı
ihtilafsızdır. Davacının bu parayı borç olarak gönderdiğini ileri sürmesine
rağmen davalıda, paranın yardım amaçlı,karşılıksızgönderildiğini
ve davacının eşi olan kızının aldığı ev için harcadığını, paranın borç olarak
gönderilmediğini savunmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki havale bir ödeme
vasıtası olup, var olan bir borcun ödendiğini gösterir. Bu karinenin aksini
havaleyi gönderen şahsın ispat etmesi gerekir.Davalı
bu parayı aldığını, ancak paranın yardım amaçlı,karşılıksızolarak
gönderildiğini savunmak suretiyle gerekçeli inkarda bulunmuştur.Öte
yandan davacı tarafından banka dekontları mahkemeye ibraz edilmemiştir.Bu
nedenle paranın borç olarak gönderildiğine dair bir açıklamanın bulunup
bulunmadığı anlaşılamamıştır.Somut olayda davalı karz ilişkisini inkar ettiğine göre karz
ilişkisinin varlığını davacının kanıtlaması gerekir.
..."
31. Dairenin17/9/2013 tarihli ve E.2013/11151, K.2013/21597
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı, davalıya banka havalesi yoluyla ödünç
para verdiğini ileri sürerek alacağının tahsili için eldeki davayı açmıştır.
Davalı ise borç verme iddiasının gerçek dışıolduğunu,
havale dekontunun borç verildiğini ispata yeterli olmadığını ve davacıya
borcunun olmadığını savunarak akdi ilişkiyi inkar
etmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki havale ödeme vasıtası olup var olan bir
borcun ödendiğini gösterir. Bu karinenin aksini havaleyi gönderen şahsın ispat etmesi
gerekir. Bu durumda ödünç ilişkisini ispat etme yükümlülüğü bu iddiayı dile
getiren davacıya aittir. Davacının delil olarak dayandığı havale dekontunda
gönderilen paranın ne için gönderildiğine dair açıklama olmadığından söz konusu
dekont, ödünç ilişkisini kanıtlamaya yeterli olmadığı gibi yazılı delil
başlangıcı olarak da kabul edilemez. HMUK'nun 288.
maddesi gereğince miktar itibariyle olayda tanık dinlenmesi de mümkün değildir.
O halde davacı iddiasını yasal delillerle ispat edememiştir. Ne var ki davacı,
dava dilekçesinde "sair tüm deliller" demek suretiyle yemin deliline
de dayanmış olduğundan bu konuda davacıya karşı tarafa yemin yöneltme hakkı
bulunduğu hatırlatarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken mahkemece,
yanlış değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya
aykırı olup bozmayı gerektirir.
..."
32. Dairenin 17/9/2013 tarihli ve E.2013/11151, K.2013/21597
sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
davacının vermiş olduğu talimata istinaden bizzat davalı tarafından para
çekilmesi işlemi havale niteliği taşımaktadır. Kural olarak havale ödeme aracı
olup 10.12.2010 tarihli dekont üzerinde borç olarak verildiğine ilişkin
herhangi kayıt da bulunmaması karşısında ispat yükü davacıdadır. Mahkemece
değinilen bu yön gözetilerek davacıdan tüm delilleri sorulup alınmalı ve hasıl
olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri
ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların
esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini
isteme hakkına sahiptir...”
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birçok kararında,
yargısal içtihatlardaki tutarsızlık sorununu, hukuki kesinlik ve güvenlik
kavramı ile bağlantılı olarak incelemiş, bu ilkenin Sözleşme maddelerinin
tamamında zımni olarak yer aldığını ve hukuk devletinin temel unsurlarından
birini oluşturduğunu belirtmiştir (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04,
20/5/2008, § 42; Iordan Iordanov ve
Diğerleri/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Bu kapsamda
AİHM bazı başvuruları adil yargılanma hakkının usule ilişkingüvenceleri
ile birlikte (Brumarescu/Romanya, B. No: 28342/95, 28/10/1999),
bazı başvuruları Sözleşme'nin diğer maddeleri ile ilintili olarak (bkz. Paduraru/Romanya, B. No: 63252/00, 1/12/2005)
incelemiş, bazı başvuruları ise yargılamanın hakkaniyeti ile ilgili görerek
doğrudan adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmiştir (S.C. Uzınexport
A.Ş./Romanya, B. No: 43807/06, 31/3/2005).
35. AİHM, hukuki güvenlik ilkesinin, hukuki durumlarda belli bir
istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi
amaçladığını, aynı olaya ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz
etmesinin toplumun yargısal sisteme olan güvenini azaltacak nitelikte bir
hukuki belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir (Çelebi ve diğerleri/ Türkiye, B. No: 582/05, 9/2/2016, §
52).
36. Çelişkili yargı kararları nedeniyle temel hak ve
özgürlüklerin ihlal iddiasıyla yapılan başvurularda AİHM, öncelikle ulusal
mahkemelerin yerini almak gibi bir görevi olmadığını, ulusal mevzuatın
yorumlanmasından doğan sorunların öncelikle mahkemelerin görevi olduğunu ve AİHM'in rolünün bu tür yorumlama sonuçlarının Sözleşme ile
uyumlu olup olmadığını denetlemekten ibaret olduğunu belirterek içtihat
farklılığından kaynaklanan tutarsızlığın giderilmesi için iç hukukta bir
mekanizmanın bulunup bulunmadığı ve bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığının
önemli olduğunu vurgulamıştır (Nejdet Şahin ve
Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, §§
49-53-54).
37. AİHM, benzer bir davada başka mahkemece daha yüksek miktarda
manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle yapılan bir başvuruyu, öncelikle iç
hukuku yorumlamak sorumluluğunun ulusal makamlara ait olduğunu yineleyerek
ihlal iddiasının yalnızca tazminat miktarına yönelik olduğunu, başvurucunun
emsal gösterdiği dava ile başvuru konusu davadaki olayların farklı koşullar
içerdiğini bu nedenle çelişkili karardan bahsedilemeyeceğini belirtmiş ve
başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Erol
Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05,
29/9/2009).
38. AİHM, Türkiyedeki bazı tarım
kooperatiflerinin, süt teşvik primleri ile ilgili olarak idare mahkemelerinde
açtıkları tam yargı davalarının süre yönünden reddedilmesi nedeniyle yapılan
başvurularda, mahkemelerin daha önce açılan aynı nitelikteki davalarda 2004
yılı sonuna kadar benzer şekilde değerlendirmeler yaparak karar verdiklerini,
2005 yılından itibaren yerleşik içtihatta değişikliğe gitmek suretiyle tazminat
talebinde bulunan diğer kooperatiflerin taleplerinin kabulü yönünde karar
verdiklerini, yerleşik içtihadın değişmeyen bir olgu olarak algılanmaması
gerektiğini, yargısal içtihadın gelişmeye ve yeniden gözden geçirilmeye müsait
olması gerektiğini, buradaki amacın özü itibarıyla önceki durumun tatminkâr bir
çözüm sunmamasından kaynaklandığını belirterek içtihat değişikliğinin çelişkili
karar kapsamında değerlendirilmeyeceğini belirtmiştir (S.S. Balıklıçesme Beldesi
Tarım Kalkınma Kooperatifi ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05,
3617/05, 9667/05, 9884/05, 9891/05, 10167/05, 10228/05, 17258/05, 17260/05,
17262/05, 17275/05, 17290/05, 17293/05, 30/11/2010). Bu bağlamda AİHM, hukuki
kesinlik ve halkın güveninin korunması gereklerinin içtihadın değişmezliği gibi
bir hak tanımayacağını (Unedic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, §
71), ulusal mahkemelerin aynı konuda daha önce verilen kararlardan farklı bir
hüküm kurması hâlinde buna yönelik makul bir açıklama getirmesi gerektiğini
belirtmiştir (Stoilkovska/Makedonya, B. No: 29784/07, 18/7/2013,§ 49).
39. Somut olaya benzer nitelikteki Atanasovski/ Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti davasında
(B. No: 36815/03, 14/1/2010), yeniden yapılandırılan bir kamu şirketi çalışanı
olan başvurucununişveren tarafından farklı bir
pozisyonda çalıştırılmak istenmesi üzerine başvurucu, eski görevine dönmek
amacıyla işlemin iptali için dava açmış, yerel mahkemece davanın kabulü yönünde
karar verilmesine rağmen temyiz mahkemesi önceki içtihatlarına aykırı
değerlendirme yaparak kararı bozmuş ve neticede davanın reddine karar
verilmiştir. AİHM, başvuruyu çelişkili içtihat ve hukuki kesinlik kavramları
üzerinden değerlendirmiş ve mahkemelerin kararlarında dayandıkları sebepleri
belirtmeleri gerektiğini, dinamik bir yaklaşımın sağlanmamasının yargısal
reform ya da iyileştirmeyi tehlikeye atacağını, içtihat oluşturmanın kendi
içinde adaletin oluşumuna engel olmadığını; ancak mahkemelerin somut olayı
değerlendirirken yerleşik içtihatların da gözönüne
alınması gerektiğini, somut olayda ilk derece ve istinaf mahkemesinin atama
işleminin kanuna aykırılığını tespit ettiğini; ancak başvurucunun davasında,
ilk kez temyiz mahkemesince dava konusu işlem için somut gerekçe
belirtilmesinin gerekli olmadığı yönünde karar verildiğini, yerleşik
içtihatlardan sapma niteliğinde olan bu kararda ilave açıklama yapılması gerekli
olduğu hâlde yeterli gerekçe sunulmadığını belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine karar vermiştir.
40. Yine başvuru konusu olaya benzer nitelikteki S.C. Uzınexport
A.Ş./Romanya davasında (B. No: 43807/06, 31/3/2005), Romanya'da
ticari bir şirket olarak faaliyet yürüten başvurucu, devlete karşı aynı hukuki
nedenden doğan iki ayrı alacak davası açmıştır. Mahkeme tarafından hükmedilen
alacakların geç ödenmesi nedeniyle başvurucu her iki dosya için yeniden
tazminat davaları açmış, yüksek mahkemenin zamanaşımı ile ilgili mevzuatı her
iki dosyada farklı yorumlaması nedeniyle neticede davanın biri kabul edilirken
diğeri reddedilmiştir. AİHM bu başvuruyu çelişkili yargısal içtihat nedeniyle
hukuki güvenlik ilkesi bağlamındadeğerlendirmiş ve
hukukun üstünlüğünün temel kavramlarından birinin hukuki güvenlik ilkesi
olduğunu, Sözleşme'ye taraf devletlerin adli
sistemlerini organize ederek farklı kararların alınmasının önüne geçmek zorunda
olduğunu, başvuru konusu olayda yüksek mahkemenin kararının kendi içtihatları
ve ilk derece mahkemelerinin yerleşik içtihatları ile çeliştiğini, içtihatlarda
farklılıklar olmasının yargı sisteminin doğal bir sonucu olduğunu; ancak yüksek
mahkemelerin rolünün bu çatışmaları çözüme kavuşturmak olduğunu, yüksek
mahkemenin iyi bir neden olmaksızın çelişkili karar alması nedeniyle bizatihi
kendisinin yasal belirsizliğeyol açtığını, çelişkili
kararın yeni bir içtihat oluşumu için verildiği veya alternatif bir yaklaşım
sağlayan farklı gerekçelere dayandığının tespit edilmediğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, Yargıtayın önceki
kararlarına aykırı değerlendirme yapması nedeniyle davasının reddedildiğini,
somut olayla aynı nitelikteki davalarda ispat yükümlülüğünün davalı tarafta
olması gerektiği yönünde Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatları
olduğunu, ancak Yargıtayın bu içtihatlardan hangi
gerekçeyle döndüğünü belirtmediğini, davadan sonraki tarihte de önceki
içtihatlarına uyumlu karar vermeye devam ettiğini, kişiye özel karar
verilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 10. ve 36.
maddesindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılama
kararı verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasınınadil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
45. Başvurucu, Yargıtayın benzer
davalarda istikrarlı olarak sergilediği yaklaşımının aksine bir değerlendirme
yaparak verdiği kararda herhangi bir gerekçe belirtmediğini iddia etmiştir.
Başvuru konusu olaydaki sorun kararın gerekçesizliğinden
ziyade içtihat değişikliği sonucunu doğuran farklı değerlendirmenin yargılamanın
hakkaniyeti üzerinde doğurduğu etkidir. Bu açıdan ihlal iddiası hukuki güvenlik
ve belirlilik ilkesi bağlamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
47. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak hakkaniyete uygun yargılanma
hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine
"adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Adil yargılanma hakkı kapsamında Sözleşme’nin 6.
maddesininbirinci fıkrasında birçok hak ve ilke
güvence altına alınmıştır. Bunlardan biri hakkaniyete uygun yargılanma
hakkıdır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının, hakkaniyete uygun yargılanma hakkını da kapsadığının kabul edilmesi
gerekir.
48. Anayasa Mahkemesi iptal veya itiraz yoluyla gündemine gelen
davalarda, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet
olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin hukuk devletinin unsurlarından
biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2014/73, K.2014/98, 22/5/2014; AYM,
E.2006/61, K.2007/91, 30/11/2007).
49. Anayasa Mahkemesi bu kavramların içeriğini kararlarında
tanımlamış, kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik
ilkesinin; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığını,belirlilik
ilkesinin ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade ettiğini belirtmiştir (AYM, E.2013/64,
K.2013/142, 28/11/2013).
50. Anayasa Mahkemesi, mahkeme kararları ve uygulama açısından
belirliliği açıklarken belirlilik ilkesinin yalnızca yasal belirliliği değil
daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade ettiğini, yasal düzenlemeye
dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi niteliğe ilişkin
gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin
düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabileceğini, hukuki
belirlilik ilkesinde bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak
sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasının önemli olduğunu
belirtmiştir (AYM, E.2015/15, K.2015/118, 23/12/2015).
51. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarında hukuk
güvenliği ilkesinin bir gereği olarak kuralların öngörülebilir olması
gerektiğinden açıkça bahsetmiş, hukuk güvenliğinin, temel hak güvencelerinde
korunan ortak değer olduğu, hukuk devletinin hukuk normlarının öngörülebilir
olması ve bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesi gerektiğini
ifade etmiştir (AYM, E.2008/19, K.2010/17, 28/1/2010).
52. Anayasa Mahkemesi, çelişkili yargı kararı nedeniyle yapılan
bireysel başvurularda yaptığı değerlendirmelerde hukuk devleti ilkesi ile adil
yargılanma hakkını birlikte ele alarak hukuk devletinin asli unsurları arasında
yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesinin hukuki durumlarda belirli
bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda
bulunduğunu, farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olmasının tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir (Ahmet Gül ve diğerleri, B. No: 2014/1182,
22/9/2016, §§ 30-31).
53. Bunun yanında farklı kararlar verilmesi ihtimalinin
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden
oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmesi
gerektiğini, mahkeme içtihatlarındaki değişmenin yargı organlarının takdir
yetkisi kapsamında kaldığını, böyle bir değişikliğin özü itibarıyla önceki
çözümün tatminkar bulunmaması anlamına geleceğini ancak aynı hususta daha önce
çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu
farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklamanın getirilmesi gerektiğini (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932,
6/1/2015, §§ 53-55), belirterek başvuruları bu ilkeler ışığında Anayasa'da
güvence altına alınan farklı haklarla bağlantılı olarak incelemiştir.
54. Anayasa Mahkemesi bir kurumda çalışan 305 kişinin iş
akitlerinin sonlandırıldığı, çalışanların açtığı davalarda verilen işe iade
kararlarının bir kısmı Yargıtayın bir dairesi
tarafından onanırken başvurucuların da aralarında olduğu bazı davalarda verilen
kararların Yargıtayın farklı bir dairesi tarafından
bozularak davaların reddine karar verilmesine ilişkin başvurularda hukuki
güvenlik ve belirliliğe atıf yaparak bu ilkenin hukuki durumlarda belirlilik ve
istikrarı temin ettiğini, aynı mahkemeden farklı kararların çıkmış olmasının
tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğini, ihtilaf
konusu davalardaki uyuşmazlıkların veya olayların birbirinden farklılık
göstermesinin iki karardaki farklılaşan değerlendirmeleri haklı
gösterebileceğini ve bu durumda çelişen hükümlerden bahsedilemeyeceğini,
birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının yargısal sisteme olan güveni azalttığını,
hukuki güvenlik ilkesinin içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak
bahşetmediğini; ancak içtihattaki değişimde makul bir açıklama getirilmesi
gerektiğini, çelişkili kararlardan hangisinin doğru olduğunu tespit etmenin
bireysel başvurunun konusu olmadığını belirterek somut olayda kararlar
arasındaki çelişkinin varlığını tespit etmiş, başvurucuların davasının reddine
karar veren Yargıtayilamlarında daha önceki
kararlardan farklı bir sonuca ulaşılmasının başvurucular ve üçüncü kişiler
tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli bir gerekçe
bulunmadığını, Yargıtay dairelerinin farklı kararlar vermesinin hukuki
belirsizliğe yol açtığını, bu durumun başvurucular açısından öngörülemez
olduğunu, çelişkinin giderilmesi için mevzuatta öngürülen
mekanizmaların işletilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir (Türkan Bal
[GK]; Semra Bekiroğlu ve diğerleri,
B. No: 2013/6717, 16/12/2015).
55. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin (AYİM) aynı olaya ilişkin vazife malullüğü aylığının bağlanmaması
işleminin iptali için açılan davada AYİM'nin bir
dairesi davanın reddine karar verirken aynı olay nedeniyle başvurucunun
uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada AYİM'in diğer dairesinin başvurucuya tazminat ödenmesine
karar vermesi meselesini hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi ile bağlantılı
olarak değerlendirmiş, somut olayda yargısal kararlardaki çelişkinin
giderilmesi açısından yapısal mekanizmanın işletilmesindeki eksiklikle birlikte
ele alındığında AYİM dairelerinin aynı olaya ilişkin kararları arasında bulunan
farklılığın, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki
belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna
varmış ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Ercan Din, B. No: 2014/94, 8/6/2016).
56. Yine Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemenin aynı işyerinde
çalışan işçilerin açtığı sigorta primine esas kazanç tutarlarının tespiti
davalarında verdiği aynı nitelikteki kararların bir kısmının Yargıtayın bir dairesi tarafından onanırken diğerinin bozma
kararı vermesi nedeniyle yapılan başvuruda hukuki güvenlik ve belirlilik
kavramlarına vurgu yapmış, daha önceki kararlarda benimsediği ilkeleri
tekrarlayarak Yargıtay daireleri arasındaki yorum farklılıklarının benzer
durumda bulunan kişiler arasında farklı hukuki statüler meydana getirdiğini, bu
durumun davaların karara bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını
ve başvurucular için öngörülemez nitelikte olduğunu belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Ahmet
Gül ve diğerleri).
57. Anayasa Mahkemesi çelişen yargı kararları nedeniyle yapılan
başvuruların bir kısmını da mülkiyet hakkı kapsamında incelemiştir. Danıştay
ilgili dairelerinin aynı konuya ilişkin istikrar kazanmış kararları ile bölge
idare mahkemeleri kararlarında yapılan mevzuat değerlendirmesi ve ulaşılan
sonucun aksi yönde bir sonuca ulaşarak okul aile birliklerinden yapılan kantin
kiralama işlerinin KDV’ye tabi olduğu yönünde karar verilmesi nedeniyle yapılan
başvuru, çelişkili yargı kararları ve bu bağlamda hukuki güvenlik ve belirlilik
ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirilmiş, adil yargılanma hakkı kapsamında
yapılan incelemelerde benimsenenilkeler tekrarlanarak
yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor olmasının tek
başına kuralın Sözleşme'nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını
karşılamada başarısız olduğunu göstermeyeceğini, yüksek mahkemelerin yasanın
tutarlı bir şekilde uygulanmasında güvence olmasının gözardı
edilemeyeceğini; ancak bu güvencenin gereğinin yerine getirilmesinde başarısız
olunmasının Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesinin gerekliliklerine uygun olmayan sonuçlara neden olabileceği
belirtilerek somut olayda vergi mahkemesinin ilgili mevzuatın yorumlanmasında
Danıştay ilgili dairelerinin yerleşik kararları ve diğer bölge idare
mahkemeleri kararlarından farklı ve “öngörülemez” nitelikte bir değerlendirme
yaparak davayı reddettiği, hukuk kurallarının yorumu ve uygulanmasının
“öngörülemez” nitelikte olması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (Murat Çevik, B. No: 2013/3245, 11/12/2014;
Murat Çevik (2), B. No:
2013/3244, 7/7/2015; Murat Çevik (4),
B. No: 2013/3241, 16/12/2015; Murat Çevik
(5), B. No: 2013/3246, 16/12/2015).
58. Buna göre Anayasa Mahkemesinin norm denetimi ve bireysel
başvurularda, hukuki güvenlik ve belirlilik kavramının, mahkeme kararlarında
makul bir istikrarın sağlanması hususu ile de doğrudan ilgili olduğu, yargı
makamlarının benzer davalarda daha önceki kararlarıyla kabul edilebilir
oranlarda uyumlu kararlar vermesi gerektiği, mahkeme kararlarında, istikrarlı
değerlendirmelerin dışındaki bir yaklaşımın hukukun dinamik yorumuyla uyumlu ve
gelişmeye yönelik olarak verildiğinin yeterli ve makul gerekçeyle açıklanması
gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptığı anlaşılmaktadır.
b.İlkelerin Olaya Uygulanması
59. Başvurucu, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin aynı olaya ilişkin
önceki kararlarından farklı bir yaklaşım sergileyerek yerel mahkeme kararını
bozduğunu, önceki içtihatlarından dönme nedenini açıklamadığını, davadan sonra
yine önceki kararlarıyla uyumlu değerledirmeler
yaparak kararlar verdiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
60. Somut olayda değerlendirilmesi gereken mesele, başvuru
konusu davanın koşulları, Yargıtayca bu davadan önce
ve sonraki tarihlerde verilen kararlara konu olan olayların özellikleri, bu
davaların somut olayla aynı nitelikte olup olmadıkları ve benzer nitelikteki
davalarda Yargıtay değerlendirmelerinde bir istikrarın oluşup oluşmadığının
tespit edilmesidir. Bu bağlamda başvuru konusu davada Daire kararında bir
değişim yaşandıysa bu durumun önceki kararlarla çelişki oluşturup
oluşturmadığı, bu suretle hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığı ve
başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme
yapılması gerektiği de açıktır.
i. Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı
61. Başvuru konusu davada başvurucunun banka dekontlarına
dayanarak icra takibi başlattığı, borçlunun itirazı üzerine takibin durduğu,
itirazın iptali talebiyle açılan davada başvurucunun, yargılamanın farklı
aşamalarında banka dekontlarında paranın borç olarak gönderildiğinin şerh
edildiğini, yerleşik içtihatlara göre dekontta bulunan şerhin lehine karine
oluşturduğunu ve ispat külfetinin davalı borçluda olması gerektiğini ileri
sürdüğü, yerel mahkemenin davayı önce kabul ettiği ancak Yargıtayın,
ispat yükünün davacıda olması gerektiğini belirterek kararı bozması üzerine
davanın reddine karar verildiği ve hükmün bu şekilde onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
62. Başvuru konusu davada Yargıtayın
bozma ilamında tartışılan konu, banka havalesi ile gönderilen paranın niteliği,
dekontta borç olarak gönderildiğinin şerh edilmesi hâlinde ispat yükümlülüğünün
kime ait olacağı hususudur.
63. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi başvuru konusu davadan önceki ve
sonraki tarihlerde verdiği kararlarda istikrarlı olarak havale makbuzu üzerinde
bir açıklama bulunmadığı takdirde havalenin mevcut bir borca karşılık
yapıldığının kabul edileceği, bu durumda havaleyi gönderen kişinin parayı borç
olarak gönderdiğini ispatlaması gerektiği, havale makbuzunda paranın borç
olarak gönderildiği hususunda bir açıklama bulunması hâlinde ise parayı
gönderen lehine karine oluşacağı ve aksi durumun havaleyi alan kişi tarafından
ispatlanması gerektiğinin belirtildiği, yargılamaların bu perspektifle
sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır. Bu açıdan Dairenin benzer olaylarda istikrarlı
bir yaklaşım sergilediği görülmektedir (bkz. § 26-32).
64. Somut olayda Yargıtayın, havale
dekontlarında paranın borç olarak gönderildiğine ilişkin "Ahmet Acar tarafından borç olarak
yatırılan", "Ahmet Acar
borç olarak yatırılan" şeklinde yazılı şerhler olduğu hâlde,
paranın mevcut borca karşılık gönderildiğini kabul ederek ispat yükümlülüğünün
başvurucuda olduğunu belirttiği, aksi yöndeki bu değerlendirmeyle davanın
reddedildiği anlaşılmıştır.
65. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin havalenin niteliği ve ispat yükü hususlarındaki
değerlendirmelerinin, başvurucunun açtığı davaya konu olayların farklılığından
kaynaklanan bir gerekçenin gösterilmediği ve Dairenin aynı konudaki önceki ve
sonraki tarihli kararlarıyla çelişki oluşturduğu anlaşılmaktadır.
66. Bunun yanında 2797 sayılı Kanun'un 15. maddesinde, bir
Yargıtay dairesinin benzer olaylarda birbirinden farklı kararlar vermesi
durumunda bu çelişkinin içtihadı birleştirme yoluyla giderilebileceği, aynı
Kanun'un 45. maddesinde içtihatların birleştirilmesini birinci başkanın
doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri
karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile
başvurması hâlinde ilgili kuruldan isteyebileceği belirtilmiştir.
67. Mevzuatta aynı dairenin benzer olaylara ilişkin çelişkili
kararları nedeniyle oluşan belirsizliği giderici mekanizma öngörülmüş ise de
somut olay açısından bu yola başvurulmadığı anlaşılmıştır.
ii.Hukuki Belirlilik İlkesi
Yönünden Değerlendirme
68. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin başvuruya konu kararının, Yargıtayın benzer nitelikteki yargılamalarda verdiği
istikrarlı kararları bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Benzer
olaylarda verilen mahkeme kararlarındaki tutarsızlık veya makul görülemeyecek
sapmalar hukuki belirsizliğe yol açacağından, yapılacak incelemede dikkate
alınması gerekir.
69. Anayasa Mahkemesi Türkan
Bal başvurusunda yargısal kararlardaki değişikliklerin, hukukun
dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama
kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumlu olduğunu, ancak uygulamadaki
birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin
benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara
ulaşmasının hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olacağını,
böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve
mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar görebileceğini
belirtmiştir (§ 54).
70. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, havale dekontlarında yer alan
şerhe göre ispat yükümlülüğünün havaleyi alan davalıda olduğuna dair ilk derece
mahkemelerinin kararlarını istikrarlı biçimde onamış veya aksi yöndeki ilk
derece mahkemesi kararlarını bozmuştur. Bu nedenle hukuki belirlilik ilkesi
ışığında, başvurucu açısından banka dekontunda yazan şerhin niteliği ve davada
ispat yükümlülüğünün davalıda olması gerektiği olgusu dikkate alınarak
değerlendirme yapılması ve yargısal sürecin bu şekilde tamamlanması yönünde
makul bir güvenin oluştuğunun kabulü gerekir. Bu açıdan Dairenin somut davadaki
farklı değerlendirmesi öngörülebilir değildir.
71. Başvurucuya ispat yükümlülüğü getiren bu değerlendirmeye
karşı dava dosyasına sunulan önceki Daire kararları çerçevesinde başvurucu
tarafından ileri sürülen itirazlara yönelik Dairece, içtihat değişikliğine
gidildiği veya olayın koşullarında önceki kararlardan ayrılmayı gerektirecek
farklılıklar olduğu veya alternatif bir yaklaşım sağlayan farklı gerekçelere
dayanıldığına dair farklı herhangi bir açıklamada bulunulmadığı
anlaşılmaktadır.
72. Yukarıda açıklanan tespitlere göre; Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin bahse konu ilamında Dairenin önceki ve sonraki kararlarından farklı
bir sonuca neden ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif
olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde açıklama yapılmadığı, nihai
yargılama makamını oluşturan Dairenin benzer davalardaki istikrarlı
değerlendirmelerinden ayrılarak farklı bir karar vermesinin hukuki belirsizliğe
yol açtığı ve başvurucu için öngörülemez nitelikte olduğu, bu açıdan istikrarlı
içtihatlara aykırı değerlendirme yapılarak verilen kararnedeniyle
yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
75. Başvurucu, yeniden yargılama ve tazminata karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
76. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
77. Adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin Yargıtay ilgili Dairesine gönderilmesi için Antalya 4.
Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. Yeniden yargılama kararı verilmekle birlikte başvurucunun
tazminat talebine yer olmadığına yönelik karar verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla
ilgili Yargıtay Dairesine gönderilmek üzere Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesine
(Mahkemenin 10/4/2013 tarihli ve E.2013/40, K.2013/248 sayılı dosyası)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.